Forumda yenilikler devam etmektedir , çalışmalara devam ettiğimiz kısa süre içerisinde güzel bir görünüme sahip olduk daha iyisi için lütfen çalışmaların bitmesini bekleyiniz. Tıkla ve Git
x

Son konular

Abdülhamid Bin Necib Nûbani Kimdir

Abdülhamid Bin Necib Nûbani Kimdir

iltasyazilim

FD Üye
Katılım
Ara 25, 2016
Mesajlar
0
Etkileşim
17
Puan
38
Yaş
36
F-D Coin
58
Abdülhamid Bin Necib Nûbani hakkında veri

Abdülhamid Bin Necib Nûbani Kimdir
Kudüs alimlerinden On dokuzuncu yüzyılın sonları ve yirminci yüzyılın başlarında yaşamıştır Kudüs'ün kuzeyinde Mezâri köyünde meşhur bir âiledendir Yûsuf Nebhânî hazretleri 1887 senesinde Beyrut'ta Cezâ Mahkemesi reisi iken onunla görüştüğünü, kendisi ile bir çok kimsenin onun velîliğine inandığını bildirmektedir Kişisel Olarak onun kerâmetlerine şâhid olmuştur Aşağıdaki menkıbelerin hepsini Yûsuf Nebhânî anlatmıştır:

Abdülhamîd Nûbânî Beyrut'a gelip birincil görüştüğümüzde (1893) alnıma baktı ve; Şeyh Ali Ömerî sana alamet koymuşdedi Hakikaten Şeyh Ali Ömerî Beyrut'a geldiğinde dişleri ile alnıma iz yapmış ve; Bu, evliyânın seni tanıması için koyduğum bir alâmettirdemişti O zaman bunu Şeyh Ali Ömerî'nin bir latîfesi saymıştım Şeyh Abdülhamîd Nûbânî bana böyle söyleyince, onun latîfe olmadığını ancak evliyâ zatların anlayabildiği bir gerçeklik olduğunu anladım Bunu daha önce kimseye söylemediğim hâlde yalnız o anladı

Bana bir gün; Zamânın evliyâsı seni seviyor ve işlerine de muavin oluyorlar Bu velîlerden ikisi ile Büyük Câmide görüştüm HaniLazkiye'de bir iş için yardım istemiştin de sana yardım etmişlerdidedi Bunları söyleyince hayretler içerisinde kaldım Aradan seneler geçmişti ve kimseye de anlatmamıştım Hâdise şu idi:

Lazkiye'de Cezâ Mahkemesi reisi iken bir hıristiyan öldürülmüştü Onun akrabâsı ve diğer hıristiyanlar kâtil olarak, köyün ileri gelen müslümanlarından birini gösteriyorlar, uzun müddet hapsedilmesi ya da îdâm edilmesini istiyorlardı Halbuki o müslüman suçsuzdu Ona iftirâ ediyorlardı Vilâyetin vâlisi ile bu hususta telgrafla görüştüler Çoğu palavracı şâhit buldular Mahkemede müslüman şahsı, öldürülen hıristiyana kurşun sıkarken gördüklerini söyleyeceklerdi Nihâyet, dâvâ mahkemeye intikâl etti Müslüman kişi hapse atıldı ve üzerinden aylar geçti Bu mevzuda halk müziği aralarında bu işin iftirâ olmasından başka birşey konuşulmuyordu Papazlar da bu hususta beni teşvik için evime geldi Bu husûsu görebilen pekçok şâhit de var, diyorlardı Lazkiye'nin ileri gelen müslümanlarından bâzılarını da bu hususta iknâ etmişlerdi Ben kendilerine inşâallah hak ortaya çıkıncaya değin bu meseleyi muayene edip inceleyeceğim deyip sözü kestim Fakat hâdisenin ortaya çıkışından îtibâren gelen haberlerden bunun kesinkes yalan ve iftirâ olduğunu iyi anladım Fakat hıristiyan palavracı şahitler çok olduğu için o müslümanı kurtarmam çok zordu

Kânun tanıklık hususunda müslüman ile kâfir aralarında ayrım görmüyordu Bu sebeple düşüncem karışmıştı, o müslümanı kurtaramam diye korkuyordum Çünkü benimle beraber hüküm veren dört birey daha vardı Üçü onun aleyhine hükmetse ekseriyete tarafından hüküm verilir Suçlu olduğu sâbit olunca hakkında verilecek hüküm îdamdır Benim bulunduğum mahkemede suçsuzluğuna

ğuna inandığım bir müslümanın hasar görmesi hakikaten çok ağır geliyordu Mahkeme günü zihnim fazla karışıktı Evden çıktım yolda giderken bu işin basit olması için Ehli Nevbet denilen zamânın evliyâsından takviye istedim Çünkü onlar Allahü teâlânın izni ile rahat tasarruf sâhibi olup yardım ederler Ben; Ey Allahü teâlânın sevgili kulları! Ey Ehli Nevbet! Bu kuvvet dâvâya bir nazar buyurun da ızdırap meşakkat olmadan bu müslüman Allahü teâlânın izni ile kurtulsungibi sözlerle yalvardım

Yalvarmalarımın netîcesi olarak Mahkemede herkesin yanına hakîkatin, o müslümanın suçsuzluğunun ortaya çıkması için herkesin iknâ olacağı her çâreye baş vurdum Şâhitlere işlenen suçun ne zaman ve nasıl meydana geldiğini, cinâyetin nasıl bir âletle işlendiğini, orada kimlerin hazırlanmış bulunduğunu ve daha başka sualler sordum Şâhitlerin bunların hepsini bilmesi muhtemel değildi Tümü de yalnız cinâyetin nasıl işlendiği ile ilgili aynı cevâbı veriyorlardı o kadar Sonra sualler çoğaldıkça birbirinden çok öbür şeyler söylüyorlardı Şâhitlerin ifâdeleri tek tek alınıyor ve diğerlerinin de ifadeleri alınıncaya kadar bırakılmıyordu Nihâyet şâhitlerin palavracı oldukları dobra dobra ortaya çıkmış, müslüman ve hıristiyanlardan meydana gelen heyetin şüphesi kalmamıştı Bu sebeple mahkemeye son verdim Üyelerle görüşüp suçlu görünen müslümanın berâat ve bağımsızlık bırakılmasına, mazlûm olduğuna sözbirliği ile karar verdik Hıristiyanlar çok üzerinde durdukları ve önem verdikleri halde, Allahü teâlânın izni ile bu baskı mesele kolaylıkla halledildi

Hapiste olan bu müslümanın durumunu, Şeyh Abdülhamîd bana Beyrut'ta söyleyinceye dek kimseye anlatmamıştım

Bir gün Abdülhamîd Nûbânî yanıma geldi Onu akşam yemeğine dâvet ettim o da kabul etti O gün eve asma yaprağı, kabak ve bezelye almıştım Fakat buna rağmen arzusunu öğrenmek için; Ne isterseniz o yemekleri hazırlarızdedim Bunun üzerine; Asma yaprağı olsundedi Diğerdedim, Kabakdedi Diğer ne olsun?dedim Bezelyededi Halbuki bunları aldığımı kimseden öğrenmemişti

bir defa tekrar yanıma gelmişti Biraz oturduktan sonradan; Sen şimdi meşgulsün Falancaya, falancaya armağan göndereceksindedi ve çıkmak üzere kalktı Ama onu tekrar oturtup ikramda bulundum Gerçekten İstanbul'da sevdiğim bâzı kimselere yollamak için armağan hazırlamıştım

bir defa onunla berâberdim Akrabam ve mahkememizin başkâtibi olan Muhammed Ali Efendi yanımıza geldi Hanımı doğum yapacaktı Şeyh Abdülhamîd Nûbânî ona; Senin erkek bir oğlun olacak İsmini babanın adı olan Hasan koy!dedi Bir iki gün sonra Şeyh Ali ile beraber Muhammed Ali Efendi ile karşılaştık Ona; Doğum oldu mu?diye sorduk Evet bir erkek çocuğumuz dünyâya geldidedi Şeyh Abdülhamîd; İsmini ne koydun?dedi Bedrüddîndedi Söylediği isim konulmadığı için yüzünden memnûniyetsizliği anlaşılıyordu Sonra bana içten eğilip kulağıma gizlice; Bu çocuk yaşamayacak!dedi Ben bunu Muhammed Efendiden gizledim Ve çocuk onun dediği gibi, vefât etti

Bir cemâatle oturuyorduk Bu sırada akrabâlarından birini bir iş için İstanbul'a gönderdiklerini, o işi mutlaka halledip döneceğini konuşuyorlardı O cemaatin ileri gelenlerinden birisi; Ben ona git işini gör geldedim, diyor ve bu işi halledip gelecek diye konuşuyordu O bu sözünü birkaç defâ belirli bir şekilde söyleyince yanımda oturan Şeyh Abdülhamîd kulağıma gizlice; Vallahi o kişi işini halledemeden gittiği gibi kederli olarak dönecekdedi O şahıs İstanbul'a gitti Bir yıl civârında kaldı İşini yapamadan çaktırmadan kederli olarak döndü

Birisi ile Kudüs haricen harâbe bir yerden geçiyorduk Yanımdaki kişi bana; Bu ev Bedri Efendinin evidir Abdülhamîd Nûbânî'ye ızdırap etti Bunun üstüne bu büyük zât onun evine döndü ve; Ey ev yıkıntı ol!diye üç defa söyledi Bir yıl geçmeden Bedri Efendi delirip öldü Sonra evi de harâbeye döndü ve bu hâle geldi Delilik çocuklarından bâzısına da geçti Onlar acilen kendi hallerinde yaşarlar O bedduâ nedeniyle bu hale geldiklerini bildiklerinden, âile fertleri onun duâsını alıp bu hastalıktan kurtulmak için kendisine çok ikram ederler Derhal âile olarak onun en yakın ve has talebelerindendirlerdiye anlattı

1) Câmiu KerâmâtilEvliyâ; c 2, s52

özel baskı *
 
858,497Konular
982,002Mesajlar
29,984Kullanıcılar
enesnorrisSon üye
Üst Alt