Ah Gurbet Yadıma düştün de yeniden Selam vereyim istedim semtlerine Bindim Kandilli’deki kayıkların birine Parasını verip sarhoş kayıkçıya Oturdum kayığın ihtişamlı yerine Geziyorduk seni, zaman geceydi Gaz Lambası, kayık, kayıkçı ve ben Süzülüyorduk koynuna sessizce Özlemişim suyunu İstanbul Gurbette böyle göz alıcı değil damlalar İnanır mısın? “Eninde sonunda birkaç damla Marmara deme n’olur? Hasret kalmışım dalgalarının fısıltılarına Avuçlarıma aldım denizini Tarih koktu ellerim Aşağı aktı kollarımdan Bizans’ın zincirleri… Meltemlerini özlemişim İstanbul Gurbette esmez böyle nazenini Ya sıcağı kavurur büyük kasaba sakinlerini ya da bir soğuğu vardır, titretir ölüleri Şöyle içime çekince nefesini Kokusu geldi burnuma Fatih’in Hayal edeyim dedim de Atının görkeminden ürperdi semtlerin Kuşlarını özlemişim İstanbul İnan, böyle yok gurbette o neşeli ötüşler Senin güvercinlerin gibi ezan kokmaz ordakiler Taşımazlar kanatlarında o kutlu sesleri Keza… Renkleri de değil hiç buradakiler gibi Senin martıların acıklı mavi Bundan Böyle buradayım, bak Gecelerin bir baykuş olup Konuvermiş ellerime Derken ürperdim ötüşüyle, Baktım, Kandil uykuya dalmış Kayık küreklerine yaslanmış Kayıkçı şişesine bakakalmış Ve ben sana sarılmışım İstanbul… Neden sonradan ayrım ettim ki, Yine gurbette uyuyakalmışım Fark etmediğim, Bu bankta mı yoksa Düşlerinde mi sabahladığım?