iltasyazilim
FD Üye
Hazreti Mevlânâ’nın Gönül Deryâsında Sır ve Hikmet İncileri
GÜZEL AHLÂK
Ebu’lHüseyn enNûrî der ki:
“Tasavvuf ne şekil, ne de bir ilimdir; o sadece güzel ahlâktan (ve irfandan) ibarettir Eğer şekil olsaydı mücâhedeyle, ilim olsaydı öğrenmekle tahsil edilirdi Bu sebeple sırf şekil ve ilim, maksada ulaştıramaz Tasavvuf, Hakk’ın ahlâkına bürünmektir
Tasavvuf denilince; İslâm’ın ihsan, zühd ve takvâ ile zâhir ve bâtınıyla kâmilen yaşanması maksuttur
Bu mefhumların hepsi, kalpten neş’et edip, zâhire akseden hasletlerdir Takvâ, tâc ile hırkada değil, kalptedir Güzel ahlâk da, süslü sözlerde ve yaldızlı tavırlarda değil, gönüldedir Zâhirdeki güzellikler, ancak o güzelliklerle müzeyyen bir gönülden taşarak vücuda geldiklerinde Hak katında kıymet ifade ederler İnsanlar zâhiri görür; «Güzel ahlâklı» der; fakat Allah Teâlâ, kalplerin içinden haberdardır Hadîsi şerifte buyurulur:
“Allah, sizin sûretlerinize ve mallarınıza bakmaz! Fakat sizin (ihlâs ve takvâ bakımından) kalplerinize ve amellerinize bakar (Müslim, Birr, 34)
Kalpteki duygular, çeşitli imtihanlarda kendini ortaya koyar
Meselâ; sabır, musîbetin vurduğu ilk anda kendini gösterir İlk anda sabır gösterememiş kişinin, hâdise soğuduktan sonra sabrettiğini düşünmesi veya ifade etmesi boştur
Tavizsiz bir îman; zulümler, maddîmânevî işkenceler ve menfaat çatışmaları karşısında belli olur
İffet, haram ile gözlerden uzak bir şekilde karşı karşıya kalınınca keyfiyetini gösterecektir
Af ve müsamaha, hiddet ve kudret ânında gösterilebilirse ehemmiyet ifade eder
Gerçek güzel ahlâk, böyle imtihanlardan geçebilmiş hasletlere sahip olmaktır Hâdiselerin, şartların değişmesi karşısında muvâzeneyi kaybetmemek, Allah Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem’in temsil ettiği îtidâli sergileyebilmek demektir
Bu sebeple güzel ahlâk; ancak Cenâbı Hak’tan korkmak, O’nu çok sevmek ve O’nu çokça zikretmekle elde edilebilir
Hazreti Mevlânâ, insanın sîret ve sûretinin birbirini tutmayabileceğini ve gerçek güzel ahlâkın ancak imtihan ile ortaya çıkacağını şöyle bir hikâye ile anlatır:
BİR PADİŞAHIN İKİ HİZMETKÂRI
Bir padişahın iki yeni hizmetkârı olmuştu Onların hâleti rûhiyelerini anlayabilmek için ilk önce birinci hizmetkâr ile sohbete başladı
Padişahın sorularına, hizmetkâr, öyle cevaplar veriyordu ki başkaları bu cevapları ancak uzun uzun düşündükten sonra verebilirdi Padişah bu hizmetkârı; anlayışlı, zeki ve tatlı dilli görünce memnun oldu Diğer hizmetkârı da yanına çağırdı
İkinci hizmetkâr, padişahın huzûruna geldi Rahatsızlıktan dolayı ağzı kokuyordu ve dişleri de bakımsızlıktan kapkara idi Padişah, bu hizmetkârın zâhirî durumundan pek hoşlanmamakla birlikte, onun hakkında bilmediği hâl ve vasıfları öğrenmek ve onun sırlarına vâkıf olmak için kendisiyle sohbete başladı:
“–Bu ne hâl? Önce ağzının derdine bir şifâ bulalım Sen sevimli bir kişisin, biz de hünerli bir hekimiz Seni hor görmek ve gözden düşürmek bize yakışmaz Şöyle otur, biriki hikâye söyle de aklının derecesini anlayayım
Padişah bu iki hizmetkârının zâhirî hâllerini görmüştü Şimdi ise iç yüzlerini anlamak için plânladığı imtihanı tatbik etmeye başladı:
Zâhiri düzgün olan ilk hizmetkârı yıkanması için hamama gönderdi
Arkadaşı gittikten sonra, konuşturmak istediği ikinci hizmetkâra şu sözleri söyledi:
“–Arkadaşın, senin hakkında kötü şeyler söyledi Fakat görüyorum ki, sen onun söylediği gibi değilsin O hasetçi, neredeyse bizi senden soğutuyordu Arkadaşın senin hakkında;
«O hırsızdır, doğru adam değildir, kötülerle düşer kalkar, iffetsizdir» dedi Sen onun hakkında ne dersin?
İkinci hizmetkâr bu sözler karşısında gayet sakin şu cevapları verdi:
“–İyi düşünen, doğru söyleyen o arkadaşa, eğri diyemem Bilâkis onun sözleri sebebiyle kendimde böyle kusurların olabileceğini düşünüp hâlimi ıslaha çalışırım Padişahım! Belki de o, bende benim farkına bile varamadığım birçok ayıplar görmüştür
Padişah daha da üsteledi:
“–O senin kusurlarını anlattığı gibi, sen de onun kusurlarını anlat
Hizmetkâr samimî idi:
“–Padişahım! O benim gerçekten hoş bir arkadaşım olmakla beraber kusurlarını söylememe benim gönül dünyam mânîdir Onun için, ancak ben şunları söyleyebilirim ki; onun kusuru, bence kusur değil, fazîlettir O, sevgi, vefâ ve insanlık nümûnesidir Onun hâli; doğruluktur, zekâdır, dostluktur Onun bir sıfatı da; cömertliktir, düşkünlere yardımda bulunuştur O öyle cömerttir ki, gerekirse canını bile verir Kader arkadaşımın bir vasfı da, kendini beğenen bir kişi olmamasıdır O herkesle iyidir, fakat kendi nefsine karşı kötüdür
Padişah, iyice emin olmak istiyordu Daha da sıkıştırdı:
“–Arkadaşını methetmede pek ileri gitme, onu överken de kendini övmeye kalkışma Çünkü; ben onu imtihana çekerim de, sonra sen utanırsın
Hizmetkâr bunun üzerine şunları söyledi:
“–Hayır Onu övmekte ileri gitmedim O dostumun bütün huyları, söylediklerimden kat kat daha fazladır Kader arkadaşımın vasıfları hakkında, bildiklerimi söyledim Fakat, ey kerem sahibi padişahım! Söylediklerime sen inanmıyorsun, ben ne yapayım? İç dünyam, benim böyle söylememi îcâb ettiriyor
Öbür hizmetkâr hamamdan dönünce, padişah onu huzûruna çağırttı İmtihan edilme sırası ondaydı Dedi ki:
“–Sıhhatler olsun Fakat, arkadaşının söylediği kötü huylar sende olmasaydı ne güzel olurdu!
Hizmetkâr derhâl öfkelendi ve dedi ki:
“–Padişahım! O densizin benim hakkımda anlattıklarından birazcığını lütfen söyle…
Padişah imtihan için uydurdu:
“–O, önce senin ikiyüzlülüğünü anlattı Senin görünüşte devâ, hakikatte belâ olduğundan bahsetti
Az önce çok olgun görünen hizmetkârın; şimdi ise öfke denizi kabarmış, ağzı köpürmüş, yüzü kızarmıştı Masum arkadaşı hakkında açtı ağzını, yumdu gözünü:
“–O önceden bana dost idi, fakat ağzı bozuktu Kıtlıkta kalmış köpek gibi, pek çok zaman pislik yerdi
Arkadaşını çekiştirmek için, hizmetkâr böyle çan çan ötmeye ve aslında kendi iç âlemindeki çirkinlikleri ortaya dökmeye başladı Bunun üzerine padişah; «Artık yetişir!» diyerek, elini onun ağzına götürdü ve ona hitâben şöyle dedi:
“–Bu imtihan sayesinde, ikinizin arasındaki farkı görmüş oldum
Onun sadece maddî bir rahatsızlıktan dolayı ağzı kokuyor fakat senin ise rûhun kokmuş! Ey rûhu kokmuş kişi, sen uzakta dur Arkadaşın sana âmir olacak, sen de onun emrinde bulunacaksın Ondan edep, insanlık ve konuşmayı öğren! Onun fazîletinden ibret al Hasedi terk et Sen bu hased ile, beline taş bağlanmış bir zavallı kişisin; bu taşla ne yüzebilir ne de yürüyebilirsin
Hazreti Mevlânâ’nın anlattığı imtihanlar; aslında her insanın karşısında, gün be gün kader plânında çıkıp durmaktadır
İMTİHAN DÜNYASI
Cenâbı Hak; cennetine davet ettiği insanı da dünya imtihanları içinde denemekte, onda kalbi selîm olup olmadığını, kendisinin de görmesini sağlamaktadır
Bu sebeple âyeti kerîmede imtihanlara dikkatimiz çekilmiştir:
“İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece; «Îmân ettik!» demeleriyle bırakılacaklarını mı sandılar?
And olsun ki, Biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir
Elbette;
Allah; doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır
Yoksa kötülük yapanlar, bizden kaçabileceklerini mi sandılar?
Ne kadar kötü (ne yanlış) hüküm veriyorlar! (elAnkebût, 24)
Bu âyeti kerîmelerdeki imtihan etmek fiili, «fitne» kelimesiyle ifade edilmiştir ki, bunun aslı; «altın olup olmadığını anlamak üzere bir madeni ateşe maruz bırakmak» demektir
Böylece aslı altın olmadığı hâlde, yaldızla altınmış gibi gösterilen yahut az bir altına karıştırılan maddeler; bu ateş imtihanı neticesinde hakikî altından ayrılmış olur
Başa gelen sıkıntılar; îmânımızı, tevekkülümüzü, sabrımızı, metânetimizi, dostluğumuzu, kardeşliğimizi, sadâkatimizi, ezcümle, güzel ahlâkımızı imtihan eder
Bu hakikatledir ki;
Enbiyâ ve evliyâ hazerâtı, başlarına gelen belâlara sabır ve tahammül gösterir; bu imtihanları, kalplerinin Cenâbı Hakk’a yakınlaşmasına vesile addederler Çünkü imtihanlardan muvaffak çıktıklarında, Allâh’a yakınlaşmaları artar
Kıssanın bir hissesi de insanın sarf ettiği sözlerin, kendisinin asıl hüviyetini ortaya koymasıdır
LİSÂNIN SIRRI
Hazreti Mevlânâ der ki:
“İnsanın asıl hüviyeti, dilinin altında gizlidir Şu dil, insanın iç âleminin sergisidir
Bir rüzgâr perdeyi kaldırınca, evin içerisi görünür Yani tanımadığımız bir kimse; durum îcâbı biriki söz söyleyince, rûhunu örtmüş olan perde açılır da, onun içyüzü, gönül âlemi âşikâr olur ve onun nasıl bir şahsiyet ve karakter sahibi olduğu sergilenir
O gönül âlemi inci ile mi yoksa buğdayla mı dolu? Orası, gönle ferahlık bahşeden bir gülistan mı yoksa sadece bir enkaz mezbeleliği mi? Orası bir mücevher hazinesi mi yoksa yılan ve akrep yuvası mı, meydana çıkar
Kıssanın bir hissesi de, beşerî münasebetlerin en büyük zehiri olan haset belâsı hakkındadır İnsanı gıybet, iftirâ, fitne ve fesâda sevk eden en büyük belâ, kalpteki hasettir
HASET BELÂSI
Hazreti Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem buyurur:
“Size eski ümmetlerin hastalığı sirâyet etti: Bu, haset ve buğzdur Bu kazıyıcıdır (yok edicidir) Bilesiniz; kazıyıcı (yok edici) derken saçı kazır demiyorum O dîni kazıyıcıdır (yok eder)… (Tirmizî, Sıfatu’1Kıyâme, 57)
“Birbirinize kin tutmayınız, hased etmeyiniz, sırt dönmeyiniz ve ilginizi kesmeyiniz Ey Allâh’ın kulları, kardeş olunuz (Buhârî, Edeb, 57)
Haset; ilâhî taksim neticesinde, başkalarına lutfedilen nimetlere kalben îtirazdır Kalplerde, nimet sahiplerine karşı duyulan kıskançlıklar, haset hastalığının başladığını, hattâ ilerlediğini belirten ilk alâmetlerdendir ve aynı zamanda kadere isyan suçudur
Hazreti Mevlânâ îkaz eder:
“Ey bu dünyaya râm olan, iç dünyasını ziyan eden gafil! Bilmiyor musun ki, ölüm gününde bu duyguların hiç birisini düşünemezsin O anda hasetlikten vazgeçsen bile bir işe yaramaz Mezarda bu gözlere toprak dolar
Ancak sen, temiz bir rûha sahip isen, gönlün sana yoldaş olur Onun için kendine bir bak! Mezarını aydınlatacak rûhanî bir nûrun, feyiz taşan bir gönül gözün var mı?
Sen, sana emânet edilen cevheri; yani o ölümsüz rûhun cevherini elde etmeye çalış Onun için fazîlet sahibi olmaya gayret edip ihtiras ve hasetten uzakta dur Yine çokça hayırhasenâtta ve ameli sâlihlerde bulun ki o güzelliklerle Hakk’ın huzûruna varasın
“Şunu iyi bil ki; gösterişli, güzel, iyi bir yüz, kötü huyla bir araya gelirse bir değer ifade etmez Yani kötü bir iç dünya, yapmacık hareketlerle saklanamaz O sîret, o sûretin bir maske olduğunu ortaya koyar
Bir kimsenin sûretine değil sîretine, yani gönül âlemine nazar et Zira, bir kimseyi zirveleştiren ancak onun güzel huyu ve yüksek ahlâkıdır
Bilmiş ol ki; bu görülen maddî şekil, yani beden yapısı fânîlik deryâsında kaybolacak, güzelliği yok olup gidecektir Fakat, mânâ âlemi ebedî kalır; ölümsüzdür O, rûhunu terbiye etmiş fazîletli kişinin fânî cesedi toprak olduktan sonra da, o güzel hayatının hâtıraları ile gönüllerde hayâtiyeti devam eder Onlar mâzî de olmazlar
Kıssada, her iki kişi de diğerini anlatırken kendi hasletlerini anlatmışlardır Güzel şeyler söyleyen kişi tab‘ını ortaya koyarken, çirkin sözler söyleyen de kin ve nefretini kusmuştur
Gözümüz kalbimize bir gözlük mesabesindedir Esas gören, kalptir
Bu sebeple;
Peygamber Efendimiz’i Hazreti Ebûbekir gördü, hayran oldu, yanında bile hasret kaldı
Diğer taraftan Ebû Cehil de Efendimiz’i seyretti Fakat O’nu göremedi, ancak kendi gönül âlemindeki kirleri ve pislikleri gördü
Velhâsıl;
Herkes kendi gönlündeki hissiyatı ile görür Göz, sadece bu görüşe gözlük vazifesi yapmaktan başka bir şey değildir
Hazreti Mevlânâ buna da temas eder:
“Ey insan, hasedinden dolayı başkalarına isnâd ettiğin huylar aslında senin kendi kötü huyunun aksetmesidir O sensin, kendi aynanda gördüklerini karşındakine izâfe ediyor, sen kendini anlatıyor ve yaralıyorsun; lânet ipliğini, kendine, kendin dokuyorsun
İnsan, dâimâ kusuru nefsinde aramalıdır Başkalarının ayıplarıyla uğraşmamalıdır Bu, kişiyi kendini ıslah faaliyetinden alıkoyar Gıybet de ekseriyâ nefsin, kendi kusurlarını gizlemek ve kendine pay çıkarmak için başkalarının ayıplarını ortaya koyma çirkinliğidir Başkasının ayıbını anlatmak; «Bende bu kusur yok! Ama onda var! Ben ondan üstünüm!» demektir Hâlbuki bunun kendisine faydası yoktur
Cenâbı Hak, kullarının kusurunun aranmasını istemiyor ve şöyle buyuruyor:
????? ???????????
“…Tecessüste bulunmayın!… (kimsenin ayıbını araştırmayın) (elHucurât, 12)
Tecessüste bulunup da gıybet ve kardeşini küçümseme hastalığına dûçâr olanları ise Cenâbı Hak şöyle ikaz etmektedir:
?????? ??????? ???????? ????????
“Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi âdet edinen herkesin vay haline! (elHümeze, 1)
Tecessüs, gıybet ve benzeri hastalıkların kökü kalptedir Hazreti Mevlânâ der ki:
“Ey kardeş, sen, tefekkür ile hayat bulmalısın
Bedenin, kemik ve etten ibâret, hayvanlarda da aynı Eğer tefekkürün gül ise, sen gül bahçesindesin Yani dünya cennetindesin Tefekkürün diken ise, külhan kütüğüsün
Yine ikaz eder:
“(Başkasında gördüğün) o kötülüğü sen, kendi iç dünyanda göremiyorsun Görecek olsaydın başkalarına değil, kendi nefsine candan ve gönülden düşman kesilirdin
Eğer sen, Allah nûru ile baksaydın; kötülük husûsunda başkasını ayıplar, başkasının kusurlarını görür de gaflete düşer mi idin?
Ey hüzün ve keder sahibi zavallı kişi; yavaş yavaş, azar azar, nûra yaklaş ki, nâr, yani ateş olan nazarın nûra çevrilsin, başkalarında ayıp ve noksan göreceğin yerde kendi iç âlemini seyret Kendini ihyâ et ki gönlün mezbeleliklerden temizlensin
Rabbimiz, bizleri kalplerini güzel ahlâk ile müzeyyen kılabilenlerden eylesin Hayatın her türlü imtihanı karşısında; söz ve davranışlarımızı, rızâyı şerîfi ile te’lif buyursun
Âmîn!
Yüzakı Dergisi
Yıl: 2019 Ay: Ocak Sayı: 131
GÜZEL AHLÂK
Ebu’lHüseyn enNûrî der ki:
“Tasavvuf ne şekil, ne de bir ilimdir; o sadece güzel ahlâktan (ve irfandan) ibarettir Eğer şekil olsaydı mücâhedeyle, ilim olsaydı öğrenmekle tahsil edilirdi Bu sebeple sırf şekil ve ilim, maksada ulaştıramaz Tasavvuf, Hakk’ın ahlâkına bürünmektir
Tasavvuf denilince; İslâm’ın ihsan, zühd ve takvâ ile zâhir ve bâtınıyla kâmilen yaşanması maksuttur
Bu mefhumların hepsi, kalpten neş’et edip, zâhire akseden hasletlerdir Takvâ, tâc ile hırkada değil, kalptedir Güzel ahlâk da, süslü sözlerde ve yaldızlı tavırlarda değil, gönüldedir Zâhirdeki güzellikler, ancak o güzelliklerle müzeyyen bir gönülden taşarak vücuda geldiklerinde Hak katında kıymet ifade ederler İnsanlar zâhiri görür; «Güzel ahlâklı» der; fakat Allah Teâlâ, kalplerin içinden haberdardır Hadîsi şerifte buyurulur:
“Allah, sizin sûretlerinize ve mallarınıza bakmaz! Fakat sizin (ihlâs ve takvâ bakımından) kalplerinize ve amellerinize bakar (Müslim, Birr, 34)
Kalpteki duygular, çeşitli imtihanlarda kendini ortaya koyar
Meselâ; sabır, musîbetin vurduğu ilk anda kendini gösterir İlk anda sabır gösterememiş kişinin, hâdise soğuduktan sonra sabrettiğini düşünmesi veya ifade etmesi boştur
Tavizsiz bir îman; zulümler, maddîmânevî işkenceler ve menfaat çatışmaları karşısında belli olur
İffet, haram ile gözlerden uzak bir şekilde karşı karşıya kalınınca keyfiyetini gösterecektir
Af ve müsamaha, hiddet ve kudret ânında gösterilebilirse ehemmiyet ifade eder
Gerçek güzel ahlâk, böyle imtihanlardan geçebilmiş hasletlere sahip olmaktır Hâdiselerin, şartların değişmesi karşısında muvâzeneyi kaybetmemek, Allah Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem’in temsil ettiği îtidâli sergileyebilmek demektir
Bu sebeple güzel ahlâk; ancak Cenâbı Hak’tan korkmak, O’nu çok sevmek ve O’nu çokça zikretmekle elde edilebilir
Hazreti Mevlânâ, insanın sîret ve sûretinin birbirini tutmayabileceğini ve gerçek güzel ahlâkın ancak imtihan ile ortaya çıkacağını şöyle bir hikâye ile anlatır:
BİR PADİŞAHIN İKİ HİZMETKÂRI
Bir padişahın iki yeni hizmetkârı olmuştu Onların hâleti rûhiyelerini anlayabilmek için ilk önce birinci hizmetkâr ile sohbete başladı
Padişahın sorularına, hizmetkâr, öyle cevaplar veriyordu ki başkaları bu cevapları ancak uzun uzun düşündükten sonra verebilirdi Padişah bu hizmetkârı; anlayışlı, zeki ve tatlı dilli görünce memnun oldu Diğer hizmetkârı da yanına çağırdı
İkinci hizmetkâr, padişahın huzûruna geldi Rahatsızlıktan dolayı ağzı kokuyordu ve dişleri de bakımsızlıktan kapkara idi Padişah, bu hizmetkârın zâhirî durumundan pek hoşlanmamakla birlikte, onun hakkında bilmediği hâl ve vasıfları öğrenmek ve onun sırlarına vâkıf olmak için kendisiyle sohbete başladı:
“–Bu ne hâl? Önce ağzının derdine bir şifâ bulalım Sen sevimli bir kişisin, biz de hünerli bir hekimiz Seni hor görmek ve gözden düşürmek bize yakışmaz Şöyle otur, biriki hikâye söyle de aklının derecesini anlayayım
Padişah bu iki hizmetkârının zâhirî hâllerini görmüştü Şimdi ise iç yüzlerini anlamak için plânladığı imtihanı tatbik etmeye başladı:
Zâhiri düzgün olan ilk hizmetkârı yıkanması için hamama gönderdi
Arkadaşı gittikten sonra, konuşturmak istediği ikinci hizmetkâra şu sözleri söyledi:
“–Arkadaşın, senin hakkında kötü şeyler söyledi Fakat görüyorum ki, sen onun söylediği gibi değilsin O hasetçi, neredeyse bizi senden soğutuyordu Arkadaşın senin hakkında;
«O hırsızdır, doğru adam değildir, kötülerle düşer kalkar, iffetsizdir» dedi Sen onun hakkında ne dersin?
İkinci hizmetkâr bu sözler karşısında gayet sakin şu cevapları verdi:
“–İyi düşünen, doğru söyleyen o arkadaşa, eğri diyemem Bilâkis onun sözleri sebebiyle kendimde böyle kusurların olabileceğini düşünüp hâlimi ıslaha çalışırım Padişahım! Belki de o, bende benim farkına bile varamadığım birçok ayıplar görmüştür
Padişah daha da üsteledi:
“–O senin kusurlarını anlattığı gibi, sen de onun kusurlarını anlat
Hizmetkâr samimî idi:
“–Padişahım! O benim gerçekten hoş bir arkadaşım olmakla beraber kusurlarını söylememe benim gönül dünyam mânîdir Onun için, ancak ben şunları söyleyebilirim ki; onun kusuru, bence kusur değil, fazîlettir O, sevgi, vefâ ve insanlık nümûnesidir Onun hâli; doğruluktur, zekâdır, dostluktur Onun bir sıfatı da; cömertliktir, düşkünlere yardımda bulunuştur O öyle cömerttir ki, gerekirse canını bile verir Kader arkadaşımın bir vasfı da, kendini beğenen bir kişi olmamasıdır O herkesle iyidir, fakat kendi nefsine karşı kötüdür
Padişah, iyice emin olmak istiyordu Daha da sıkıştırdı:
“–Arkadaşını methetmede pek ileri gitme, onu överken de kendini övmeye kalkışma Çünkü; ben onu imtihana çekerim de, sonra sen utanırsın
Hizmetkâr bunun üzerine şunları söyledi:
“–Hayır Onu övmekte ileri gitmedim O dostumun bütün huyları, söylediklerimden kat kat daha fazladır Kader arkadaşımın vasıfları hakkında, bildiklerimi söyledim Fakat, ey kerem sahibi padişahım! Söylediklerime sen inanmıyorsun, ben ne yapayım? İç dünyam, benim böyle söylememi îcâb ettiriyor
Öbür hizmetkâr hamamdan dönünce, padişah onu huzûruna çağırttı İmtihan edilme sırası ondaydı Dedi ki:
“–Sıhhatler olsun Fakat, arkadaşının söylediği kötü huylar sende olmasaydı ne güzel olurdu!
Hizmetkâr derhâl öfkelendi ve dedi ki:
“–Padişahım! O densizin benim hakkımda anlattıklarından birazcığını lütfen söyle…
Padişah imtihan için uydurdu:
“–O, önce senin ikiyüzlülüğünü anlattı Senin görünüşte devâ, hakikatte belâ olduğundan bahsetti
Az önce çok olgun görünen hizmetkârın; şimdi ise öfke denizi kabarmış, ağzı köpürmüş, yüzü kızarmıştı Masum arkadaşı hakkında açtı ağzını, yumdu gözünü:
“–O önceden bana dost idi, fakat ağzı bozuktu Kıtlıkta kalmış köpek gibi, pek çok zaman pislik yerdi
Arkadaşını çekiştirmek için, hizmetkâr böyle çan çan ötmeye ve aslında kendi iç âlemindeki çirkinlikleri ortaya dökmeye başladı Bunun üzerine padişah; «Artık yetişir!» diyerek, elini onun ağzına götürdü ve ona hitâben şöyle dedi:
“–Bu imtihan sayesinde, ikinizin arasındaki farkı görmüş oldum
Onun sadece maddî bir rahatsızlıktan dolayı ağzı kokuyor fakat senin ise rûhun kokmuş! Ey rûhu kokmuş kişi, sen uzakta dur Arkadaşın sana âmir olacak, sen de onun emrinde bulunacaksın Ondan edep, insanlık ve konuşmayı öğren! Onun fazîletinden ibret al Hasedi terk et Sen bu hased ile, beline taş bağlanmış bir zavallı kişisin; bu taşla ne yüzebilir ne de yürüyebilirsin
Hazreti Mevlânâ’nın anlattığı imtihanlar; aslında her insanın karşısında, gün be gün kader plânında çıkıp durmaktadır
İMTİHAN DÜNYASI
Cenâbı Hak; cennetine davet ettiği insanı da dünya imtihanları içinde denemekte, onda kalbi selîm olup olmadığını, kendisinin de görmesini sağlamaktadır
Bu sebeple âyeti kerîmede imtihanlara dikkatimiz çekilmiştir:
“İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece; «Îmân ettik!» demeleriyle bırakılacaklarını mı sandılar?
And olsun ki, Biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir
Elbette;
Allah; doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır
Yoksa kötülük yapanlar, bizden kaçabileceklerini mi sandılar?
Ne kadar kötü (ne yanlış) hüküm veriyorlar! (elAnkebût, 24)
Bu âyeti kerîmelerdeki imtihan etmek fiili, «fitne» kelimesiyle ifade edilmiştir ki, bunun aslı; «altın olup olmadığını anlamak üzere bir madeni ateşe maruz bırakmak» demektir
Böylece aslı altın olmadığı hâlde, yaldızla altınmış gibi gösterilen yahut az bir altına karıştırılan maddeler; bu ateş imtihanı neticesinde hakikî altından ayrılmış olur
Başa gelen sıkıntılar; îmânımızı, tevekkülümüzü, sabrımızı, metânetimizi, dostluğumuzu, kardeşliğimizi, sadâkatimizi, ezcümle, güzel ahlâkımızı imtihan eder
Bu hakikatledir ki;
Enbiyâ ve evliyâ hazerâtı, başlarına gelen belâlara sabır ve tahammül gösterir; bu imtihanları, kalplerinin Cenâbı Hakk’a yakınlaşmasına vesile addederler Çünkü imtihanlardan muvaffak çıktıklarında, Allâh’a yakınlaşmaları artar
Kıssanın bir hissesi de insanın sarf ettiği sözlerin, kendisinin asıl hüviyetini ortaya koymasıdır
LİSÂNIN SIRRI
Hazreti Mevlânâ der ki:
“İnsanın asıl hüviyeti, dilinin altında gizlidir Şu dil, insanın iç âleminin sergisidir
Bir rüzgâr perdeyi kaldırınca, evin içerisi görünür Yani tanımadığımız bir kimse; durum îcâbı biriki söz söyleyince, rûhunu örtmüş olan perde açılır da, onun içyüzü, gönül âlemi âşikâr olur ve onun nasıl bir şahsiyet ve karakter sahibi olduğu sergilenir
O gönül âlemi inci ile mi yoksa buğdayla mı dolu? Orası, gönle ferahlık bahşeden bir gülistan mı yoksa sadece bir enkaz mezbeleliği mi? Orası bir mücevher hazinesi mi yoksa yılan ve akrep yuvası mı, meydana çıkar
Kıssanın bir hissesi de, beşerî münasebetlerin en büyük zehiri olan haset belâsı hakkındadır İnsanı gıybet, iftirâ, fitne ve fesâda sevk eden en büyük belâ, kalpteki hasettir
HASET BELÂSI
Hazreti Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem buyurur:
“Size eski ümmetlerin hastalığı sirâyet etti: Bu, haset ve buğzdur Bu kazıyıcıdır (yok edicidir) Bilesiniz; kazıyıcı (yok edici) derken saçı kazır demiyorum O dîni kazıyıcıdır (yok eder)… (Tirmizî, Sıfatu’1Kıyâme, 57)
“Birbirinize kin tutmayınız, hased etmeyiniz, sırt dönmeyiniz ve ilginizi kesmeyiniz Ey Allâh’ın kulları, kardeş olunuz (Buhârî, Edeb, 57)
Haset; ilâhî taksim neticesinde, başkalarına lutfedilen nimetlere kalben îtirazdır Kalplerde, nimet sahiplerine karşı duyulan kıskançlıklar, haset hastalığının başladığını, hattâ ilerlediğini belirten ilk alâmetlerdendir ve aynı zamanda kadere isyan suçudur
Hazreti Mevlânâ îkaz eder:
“Ey bu dünyaya râm olan, iç dünyasını ziyan eden gafil! Bilmiyor musun ki, ölüm gününde bu duyguların hiç birisini düşünemezsin O anda hasetlikten vazgeçsen bile bir işe yaramaz Mezarda bu gözlere toprak dolar
Ancak sen, temiz bir rûha sahip isen, gönlün sana yoldaş olur Onun için kendine bir bak! Mezarını aydınlatacak rûhanî bir nûrun, feyiz taşan bir gönül gözün var mı?
Sen, sana emânet edilen cevheri; yani o ölümsüz rûhun cevherini elde etmeye çalış Onun için fazîlet sahibi olmaya gayret edip ihtiras ve hasetten uzakta dur Yine çokça hayırhasenâtta ve ameli sâlihlerde bulun ki o güzelliklerle Hakk’ın huzûruna varasın
“Şunu iyi bil ki; gösterişli, güzel, iyi bir yüz, kötü huyla bir araya gelirse bir değer ifade etmez Yani kötü bir iç dünya, yapmacık hareketlerle saklanamaz O sîret, o sûretin bir maske olduğunu ortaya koyar
Bir kimsenin sûretine değil sîretine, yani gönül âlemine nazar et Zira, bir kimseyi zirveleştiren ancak onun güzel huyu ve yüksek ahlâkıdır
Bilmiş ol ki; bu görülen maddî şekil, yani beden yapısı fânîlik deryâsında kaybolacak, güzelliği yok olup gidecektir Fakat, mânâ âlemi ebedî kalır; ölümsüzdür O, rûhunu terbiye etmiş fazîletli kişinin fânî cesedi toprak olduktan sonra da, o güzel hayatının hâtıraları ile gönüllerde hayâtiyeti devam eder Onlar mâzî de olmazlar
Kıssada, her iki kişi de diğerini anlatırken kendi hasletlerini anlatmışlardır Güzel şeyler söyleyen kişi tab‘ını ortaya koyarken, çirkin sözler söyleyen de kin ve nefretini kusmuştur
Gözümüz kalbimize bir gözlük mesabesindedir Esas gören, kalptir
Bu sebeple;
Peygamber Efendimiz’i Hazreti Ebûbekir gördü, hayran oldu, yanında bile hasret kaldı
Diğer taraftan Ebû Cehil de Efendimiz’i seyretti Fakat O’nu göremedi, ancak kendi gönül âlemindeki kirleri ve pislikleri gördü
Velhâsıl;
Herkes kendi gönlündeki hissiyatı ile görür Göz, sadece bu görüşe gözlük vazifesi yapmaktan başka bir şey değildir
Hazreti Mevlânâ buna da temas eder:
“Ey insan, hasedinden dolayı başkalarına isnâd ettiğin huylar aslında senin kendi kötü huyunun aksetmesidir O sensin, kendi aynanda gördüklerini karşındakine izâfe ediyor, sen kendini anlatıyor ve yaralıyorsun; lânet ipliğini, kendine, kendin dokuyorsun
İnsan, dâimâ kusuru nefsinde aramalıdır Başkalarının ayıplarıyla uğraşmamalıdır Bu, kişiyi kendini ıslah faaliyetinden alıkoyar Gıybet de ekseriyâ nefsin, kendi kusurlarını gizlemek ve kendine pay çıkarmak için başkalarının ayıplarını ortaya koyma çirkinliğidir Başkasının ayıbını anlatmak; «Bende bu kusur yok! Ama onda var! Ben ondan üstünüm!» demektir Hâlbuki bunun kendisine faydası yoktur
Cenâbı Hak, kullarının kusurunun aranmasını istemiyor ve şöyle buyuruyor:
????? ???????????
“…Tecessüste bulunmayın!… (kimsenin ayıbını araştırmayın) (elHucurât, 12)
Tecessüste bulunup da gıybet ve kardeşini küçümseme hastalığına dûçâr olanları ise Cenâbı Hak şöyle ikaz etmektedir:
?????? ??????? ???????? ????????
“Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi âdet edinen herkesin vay haline! (elHümeze, 1)
Tecessüs, gıybet ve benzeri hastalıkların kökü kalptedir Hazreti Mevlânâ der ki:
“Ey kardeş, sen, tefekkür ile hayat bulmalısın
Bedenin, kemik ve etten ibâret, hayvanlarda da aynı Eğer tefekkürün gül ise, sen gül bahçesindesin Yani dünya cennetindesin Tefekkürün diken ise, külhan kütüğüsün
Yine ikaz eder:
“(Başkasında gördüğün) o kötülüğü sen, kendi iç dünyanda göremiyorsun Görecek olsaydın başkalarına değil, kendi nefsine candan ve gönülden düşman kesilirdin
Eğer sen, Allah nûru ile baksaydın; kötülük husûsunda başkasını ayıplar, başkasının kusurlarını görür de gaflete düşer mi idin?
Ey hüzün ve keder sahibi zavallı kişi; yavaş yavaş, azar azar, nûra yaklaş ki, nâr, yani ateş olan nazarın nûra çevrilsin, başkalarında ayıp ve noksan göreceğin yerde kendi iç âlemini seyret Kendini ihyâ et ki gönlün mezbeleliklerden temizlensin
Rabbimiz, bizleri kalplerini güzel ahlâk ile müzeyyen kılabilenlerden eylesin Hayatın her türlü imtihanı karşısında; söz ve davranışlarımızı, rızâyı şerîfi ile te’lif buyursun
Âmîn!
Yüzakı Dergisi
Yıl: 2019 Ay: Ocak Sayı: 131