iltasyazilim
FD Üye
Ahmet Haşim Fıkra,
Ahmet Haşim Fıkra örnekleri,
Ahmet Haşim Fıkra Eserleri,
Ahmet Haşimin Fıkra Örnekleri
Ahmet Haşim'in Eserleri Fıkra ve Sohbet:
Bize Göre (1926)
Gurabahanei Laklakan (1928)
Ahmet Haşim, 1921'de nesir yazmaya başlamıştır Ilk nesirlerini topladığı Bize Göre ile Türk Edebiyatının 'en orijinal üslupçusu' olarak kabul edilmiştir derli toplu, bir konu civarda şekillenen yazılarında kibar, ince, sanatlı, işlenmiş, nükteli, şiirsel bir dil dikkati çekmektedir Bize Göre'de 42 fıkra bulunmaktadır
Ahmet Haşim, 1921'de nesir yazmaya başlamıştır Ilk nesirlerini topladığı Bize Tarafından ile Türk Edebiyatının 'en orijinal üslupçusu' olarak kabul edilmiştir tertipli, bir konu civarda şekillenen yazılarında zarif, ince, sanatlı, işlenmiş, nükteli, şiirsel bir dil dikkati çekmektedir Bize Göre'de 42 fıkra bulunmaktadır
Eserden Seçmeler
GARDEN BARDA KONUŞAN İKİ ADAM
Şu ışıklar içinde görünüp kaybolan kadınlara bak! Ne
derilerindeki beyazlık insan derisi beyazlığı, ne gözlerindeki siyahlık, insan gözü siyahlığı, ne dudaklarındaki kızıllık, insan dudağı kızıllığıdır Tabiatın eserleri hiç de bu sahne yaratıkları kadar hoş yok! Kırmızı, sarı, yeşil, siyah boyalar, renksiz etleri, çipil gözleri, bitik dudakları değişikliğe uğratarak, yıkılmış uzviyetlerden birer gençlik ve çekicilik mucizesi vücuda getirmiş Kim diyor ki bayan acilen, eskisi gibi, yüzünü sıkı örtüler aşağı saklamıyor? Ya badana örtüleri? Bunların altında reel çehreyi hiç bakmak kabil mi? Boyalar olmasa bilmem kadın ne yapardı?
Bayan ne yapardı bilmem Fakat boyalar olmasa bilmem ancak göz nasıl boyanırdı?
LEYLEK
Senelerden beri leylek görmüyordum Hatta bu kanatlı yaz seyyahlarının son senelerde İstanbul'a eksik rağbetleri herkesin dikkatini çekmişti Sonra öğrendik ancak Mısırlılar, bilmem ne sebepten dolayı bu saygı bedel kuşları arsenikti yemlerle öldürüyorlarmış
Geçen gün sokakta, gölgeleri mor ve belirgin yapan bir Afrika güneşi aydınlığında yürürken, birdenbire damlar göre gelen bir leylek gagası takırtısıyla durdum Senelerden beri hasret kaldığı arkadaş sese kavuşan kulağım, âdeta mesut ağızların geniş tebessümüyle gerilmişti
Leylek, yaz mevsiminin kuşu değil, şahsen yazdır Kırmızı gagasının takırtısı, ses hâline gelmiş bir sıcak temmuzdur Bir baca üstünden ufka çizilen bir leylek şekli, muhayyileye neler hatırlatmaz: Maviliği içi bayıltan ölümsüz, derin gökyüzü Yeşil bir vadide gizlenmiş minareli, minik, beyaz bir şehir Yarasaların uçuştuğu, kavak ağaçlarının hafif hafif sallandığı yeşil bir akşam Sıcak bir Asya gecesi: Damların alt duvarlarına dayanarak, çaktırmadan konuşan ve doğacak bakır bir ayı bekleyen siyah zülüflü, kırmızı dudaklı, altın ve mercan gerdanlıklı kadınlarAlçak bir gece semasına serpilmiş büyük yıldızlar Tüm bu yıldızların içinde bir leyleğin düşünen gagası
Belirlenmiş, leylek, sanatçı ve şairi birtakım girift ve mevzun hayallere ağırlama etmek üzere yaratılmış bir kuştur İşte onun içindir ancak maddeye tapan Mısır köylüsü, kendisine yaramayacak değin hoş olan bu hayvanı öldürmek cesaretini kendinde buluyor
SİNEMA
Manâsız vaktim epeyce sinemaya giderim Yumuşak bir karanlığa gömülmüş, makinenin hışırtısını dinleyerek, vücudumun yok, ruhumun bir çetin yol üstünde mola verdiğini hissederim Karanlık, ölümün bir parçasıdır, onun için dinlendiricidir Büyük dinlenme, bir karanlık denizine dalıp bir daha ışığa kavuşmamaktan diğer nedir?
Sinemanın diğer bir fazileti de olgun yaşın, kafatası içinde, bir deste deve dikeni gibi sert duran acıtıcı mantığı yerine, çocuk safdilliğini ve zahmetsizce aldanış kabiliyetini koymasıdır Rüya alemi üstüne açılmış sihirli bir pencereyi andıran beyaz perdede koşuşan, döğüşen, düşen, kalkan şu ahmak şahısların antipatik tuhaflıklarından veyahut kovboy süvariliklerinden ya da şaşılacak kadar güzel hırsızlık vak'alarmdan, diğer türlü tat olmak kabil olur muydu? İnsan saflığıyla beslenen sinema edebiyatı, henüz kıymetsiz yazarın işidir Resmi, beyaz perde üstünde kımıldayan şu maskara ile kirpiğin her teli bir ok gibi dikilmiş hoş kadının gözünden, damla damla akıcı sahte gözyaşları, zevkini ve aklıselimini şapka ve bastonuyla birlikte vestiyere bırakmayan adamı, teessürden değil, fakat can sıkıntısından ağlatabilir
Sinema, böyle yormayan günahsız bir göz eğlencesi kaldıkça, bezginlik başın munis bir sığınağıdır Her zevkini kaybetmiş ruhu, çocukluk tazeliğine kavuşturan bu karanlıkta, kolay musiki, tatlı bir ninni vazifesini görür Ben, en güzel ve en huzur veren uykularımı sinemanın, ipekli yastıklar gibi başın arkasına yığılan yumuşak karanlığına borçluyum
BÜYÜK KASABA HARİCİ
Üç dört seneden beri uzakta çiftliğinde, anlar, inekler, keçiler ve tavuklardan müteşekkil arkadaş bir hayvan çemberi ortasında yaşamış akıllı bir dostumu ziyarete gittim
Şehirden ayrıntılarıyla uzaklaşan bu dostu, ilk bakışta, tanımak müşkül oldu: Saçları barbar bir gelişme ile başını sarmış, rengi bakır kırmızılığı almış, dişleri uzamış, lehçesinde çetin sesler belirmişti Alnında ne hüzünden, ne neşeden eser kalmamıştı Tabiat, dostumu kendine benzetmiş ve onu bir kaya parçasına döndürmüştü
Tabiatın insana yapacağı en büyük iyilik, tereddüd yok oysa vücudu böyle haşin bir zırh ve içindeki ruhu da böyle bir çelik külçesi hâline getirmektir Şehirlerin sarı derisini kırların kızıl derisine değişmedikçe güneşin ve toprağın kardeşi almak kabil mi?
Derler ki: Benzer ağaçların, aynı tepelerin ve benzer göklerin sonsuz bir tekrarından diğer bir şey olmayan kır aleminin saadetleri, sırf şairane bir buluş eseridir Sahiden, yaşamak hünerindeki aczi yüzünden, şehirde mesut olamayan şair, Oktruva sınırı açık havada bir cennet var olabileceğini zannetmiş ve başkalarını da buna inandırmak için asırlardan beri manzum sözün tavsiye kudretinden takviye dilemiştir Bu itibarla şairin kırı, olsa olsa basit süt, ekmek, peynir ve bal tedarik eden bir çiftlik olabilir
Fakat kır, gerçek kır, sert toprakla sert insanın boğuştuğu bir âlemdir
alıntı *
Ahmet Haşim Fıkra örnekleri,
Ahmet Haşim Fıkra Eserleri,
Ahmet Haşimin Fıkra Örnekleri
Ahmet Haşim'in Eserleri Fıkra ve Sohbet:
Bize Göre (1926)
Gurabahanei Laklakan (1928)
Ahmet Haşim, 1921'de nesir yazmaya başlamıştır Ilk nesirlerini topladığı Bize Göre ile Türk Edebiyatının 'en orijinal üslupçusu' olarak kabul edilmiştir derli toplu, bir konu civarda şekillenen yazılarında kibar, ince, sanatlı, işlenmiş, nükteli, şiirsel bir dil dikkati çekmektedir Bize Göre'de 42 fıkra bulunmaktadır
Ahmet Haşim, 1921'de nesir yazmaya başlamıştır Ilk nesirlerini topladığı Bize Tarafından ile Türk Edebiyatının 'en orijinal üslupçusu' olarak kabul edilmiştir tertipli, bir konu civarda şekillenen yazılarında zarif, ince, sanatlı, işlenmiş, nükteli, şiirsel bir dil dikkati çekmektedir Bize Göre'de 42 fıkra bulunmaktadır
Eserden Seçmeler
GARDEN BARDA KONUŞAN İKİ ADAM
Şu ışıklar içinde görünüp kaybolan kadınlara bak! Ne
derilerindeki beyazlık insan derisi beyazlığı, ne gözlerindeki siyahlık, insan gözü siyahlığı, ne dudaklarındaki kızıllık, insan dudağı kızıllığıdır Tabiatın eserleri hiç de bu sahne yaratıkları kadar hoş yok! Kırmızı, sarı, yeşil, siyah boyalar, renksiz etleri, çipil gözleri, bitik dudakları değişikliğe uğratarak, yıkılmış uzviyetlerden birer gençlik ve çekicilik mucizesi vücuda getirmiş Kim diyor ki bayan acilen, eskisi gibi, yüzünü sıkı örtüler aşağı saklamıyor? Ya badana örtüleri? Bunların altında reel çehreyi hiç bakmak kabil mi? Boyalar olmasa bilmem kadın ne yapardı?
Bayan ne yapardı bilmem Fakat boyalar olmasa bilmem ancak göz nasıl boyanırdı?
LEYLEK
Senelerden beri leylek görmüyordum Hatta bu kanatlı yaz seyyahlarının son senelerde İstanbul'a eksik rağbetleri herkesin dikkatini çekmişti Sonra öğrendik ancak Mısırlılar, bilmem ne sebepten dolayı bu saygı bedel kuşları arsenikti yemlerle öldürüyorlarmış
Geçen gün sokakta, gölgeleri mor ve belirgin yapan bir Afrika güneşi aydınlığında yürürken, birdenbire damlar göre gelen bir leylek gagası takırtısıyla durdum Senelerden beri hasret kaldığı arkadaş sese kavuşan kulağım, âdeta mesut ağızların geniş tebessümüyle gerilmişti
Leylek, yaz mevsiminin kuşu değil, şahsen yazdır Kırmızı gagasının takırtısı, ses hâline gelmiş bir sıcak temmuzdur Bir baca üstünden ufka çizilen bir leylek şekli, muhayyileye neler hatırlatmaz: Maviliği içi bayıltan ölümsüz, derin gökyüzü Yeşil bir vadide gizlenmiş minareli, minik, beyaz bir şehir Yarasaların uçuştuğu, kavak ağaçlarının hafif hafif sallandığı yeşil bir akşam Sıcak bir Asya gecesi: Damların alt duvarlarına dayanarak, çaktırmadan konuşan ve doğacak bakır bir ayı bekleyen siyah zülüflü, kırmızı dudaklı, altın ve mercan gerdanlıklı kadınlarAlçak bir gece semasına serpilmiş büyük yıldızlar Tüm bu yıldızların içinde bir leyleğin düşünen gagası
Belirlenmiş, leylek, sanatçı ve şairi birtakım girift ve mevzun hayallere ağırlama etmek üzere yaratılmış bir kuştur İşte onun içindir ancak maddeye tapan Mısır köylüsü, kendisine yaramayacak değin hoş olan bu hayvanı öldürmek cesaretini kendinde buluyor
SİNEMA
Manâsız vaktim epeyce sinemaya giderim Yumuşak bir karanlığa gömülmüş, makinenin hışırtısını dinleyerek, vücudumun yok, ruhumun bir çetin yol üstünde mola verdiğini hissederim Karanlık, ölümün bir parçasıdır, onun için dinlendiricidir Büyük dinlenme, bir karanlık denizine dalıp bir daha ışığa kavuşmamaktan diğer nedir?
Sinemanın diğer bir fazileti de olgun yaşın, kafatası içinde, bir deste deve dikeni gibi sert duran acıtıcı mantığı yerine, çocuk safdilliğini ve zahmetsizce aldanış kabiliyetini koymasıdır Rüya alemi üstüne açılmış sihirli bir pencereyi andıran beyaz perdede koşuşan, döğüşen, düşen, kalkan şu ahmak şahısların antipatik tuhaflıklarından veyahut kovboy süvariliklerinden ya da şaşılacak kadar güzel hırsızlık vak'alarmdan, diğer türlü tat olmak kabil olur muydu? İnsan saflığıyla beslenen sinema edebiyatı, henüz kıymetsiz yazarın işidir Resmi, beyaz perde üstünde kımıldayan şu maskara ile kirpiğin her teli bir ok gibi dikilmiş hoş kadının gözünden, damla damla akıcı sahte gözyaşları, zevkini ve aklıselimini şapka ve bastonuyla birlikte vestiyere bırakmayan adamı, teessürden değil, fakat can sıkıntısından ağlatabilir
Sinema, böyle yormayan günahsız bir göz eğlencesi kaldıkça, bezginlik başın munis bir sığınağıdır Her zevkini kaybetmiş ruhu, çocukluk tazeliğine kavuşturan bu karanlıkta, kolay musiki, tatlı bir ninni vazifesini görür Ben, en güzel ve en huzur veren uykularımı sinemanın, ipekli yastıklar gibi başın arkasına yığılan yumuşak karanlığına borçluyum
BÜYÜK KASABA HARİCİ
Üç dört seneden beri uzakta çiftliğinde, anlar, inekler, keçiler ve tavuklardan müteşekkil arkadaş bir hayvan çemberi ortasında yaşamış akıllı bir dostumu ziyarete gittim
Şehirden ayrıntılarıyla uzaklaşan bu dostu, ilk bakışta, tanımak müşkül oldu: Saçları barbar bir gelişme ile başını sarmış, rengi bakır kırmızılığı almış, dişleri uzamış, lehçesinde çetin sesler belirmişti Alnında ne hüzünden, ne neşeden eser kalmamıştı Tabiat, dostumu kendine benzetmiş ve onu bir kaya parçasına döndürmüştü
Tabiatın insana yapacağı en büyük iyilik, tereddüd yok oysa vücudu böyle haşin bir zırh ve içindeki ruhu da böyle bir çelik külçesi hâline getirmektir Şehirlerin sarı derisini kırların kızıl derisine değişmedikçe güneşin ve toprağın kardeşi almak kabil mi?
Derler ki: Benzer ağaçların, aynı tepelerin ve benzer göklerin sonsuz bir tekrarından diğer bir şey olmayan kır aleminin saadetleri, sırf şairane bir buluş eseridir Sahiden, yaşamak hünerindeki aczi yüzünden, şehirde mesut olamayan şair, Oktruva sınırı açık havada bir cennet var olabileceğini zannetmiş ve başkalarını da buna inandırmak için asırlardan beri manzum sözün tavsiye kudretinden takviye dilemiştir Bu itibarla şairin kırı, olsa olsa basit süt, ekmek, peynir ve bal tedarik eden bir çiftlik olabilir
Fakat kır, gerçek kır, sert toprakla sert insanın boğuştuğu bir âlemdir
alıntı *