nicebayan
FD Üye
- Katılım
- Ara 24, 2016
- Mesajlar
- 94,678
- Etkileşim
- 2
- Puan
- 38
- Yaş
- 36
- Web sitesi
- nicebayan.com
- F-D Coin
- 90
Ainesidemos hakkında data
Ainesidemos hayatı
Ainesidemos yaşam öyküsü
Ainesidemos Kimdir?
(Hz İsa'lı yıllar)
Ainesidemos ile ilgili fazla bir bilgimiz yok Yalnız onun İskenderiye'de yaşadığını ve şüpheciliği bir sistemşekline getirdiğini öğreniyoruz Septik felsefenin esasları bu düşünür tarafından troposlar denilen birtakım kısa yargılar biçiminde toplanmıştır
Ainesidemos şu görüşten yola çıkıyor: Bilgimizin kaynağı ya algılardır veya zihin Önce bilgi için afatlar m olduğunu kabul edelim: Her hayvanın kendine tarafından duyu organları vardır Laf gelişi insanın gözü balığın gözüne kadar diğer yapıdadır Benzer şekilde balığın gözü böceğinkinden farklıdır
İnsan dünyayı insan gözüyle, balık dünyayı balık gözüyle, böcek ise dünyayı haşere gözüyle görür Acaba bu gözlerden hangisi evreni olduğu gibi görebiliyor? Hangisinin gördüğü cihan dürüst ve hakiki evrendir? Bu soruya belirlenmiş bir cevap tahsis etmek olanaksızdır O halde biz evrenin gerçek şeklinin nasıl olduğundan laf edemeyiz, olsa olsa evreni kendimizinnasıl gördüğünü söyleyebiliriz Göz için öne sürülen bu hak, öbür duyumlar için de geçerlidir
Biz cisimlere katı ya da yumuşak derken, dokunma duyumuz bize cisimleri böyle gösterdiği için bu yargıda bulunuruz Ama dokunma organı kıllar ile örtülü olan bir hayvanın dokunma duyumu, dokunma organı yalnız deri ile astarlı olan insanınkine göre muhakkak ancak başka türlü olacaktır
Çeşitli hayvan cinsleri aralarında görülen bu farklılık, insanların kendi aralarında da vardır İnsanların gözleri biri ötekinin tam benzer değildir Acaba hangi insanın gözü evreni olduğu gibi görebiliyor? Aynı şekilde bu sorunun da yanıtı yoktur Bunun için her insana göre evren, kendi gözünün gösterdiği şekildedir
Karşımda duran bir elmaya bakalım Benim gözüm bu elmayı belirli bir renk ve şekilde görür Buna rağmen dokunma duyumum benzer elmayı bana, gözüm gibi, renkli yok de, yalnızca sert ve yumuşak olarak gösterir Aynı şekilde dilim de bu elmanın renginden bana hiçbir şey bildirmez, ama ekşi veya tatlı olduğunu bildirir
Derhal acaba bu çeşitli duyumlardan hangisi bana elmanın hakiki realitesini tanıtıyor? Bu da yanıtı olmayan bir sorudur Nitekim daha başka duyumlarımız olsaydı elmayı, derhal farkına varmadığımız, diğer özelliklerde algılayacaktık O halde duyumlarımıza güvenerek bir objenin reel niteliklerini ya da gerçek realitesini öğrenmek olanaksızdır
Şu Anda insan ile balığı yeniden karşılaştıralım: İnsanın gözü ile obje arasında hava bulunur; oysa balığın gözü ile obje aralarında su vardır Acaba objeyi arada hava varken mi, yahut su varken mi reel şekli ile görebiliriz? Benzer şekilde bunun da yanıtı yoktur Duyularımız bize objeleri oldukları şekilde göstermezler; biz objeleri, ancak duyularımızın bize onları tanıttığı şekilde biliriz
Şimdi de bir boynuz alalım Bu boynuz dağıtılmış renklerde olabilir Ama boynuzun üstünü kazırsam, kazımazdan önce söz gelişi koyu renkli olan boynuz, kazındıktan sonra açık renkli olur Bu boynuzun hakiki rengi hangisidir? Boynuz koyu renkli midir yahut açık renkli mi? Benzer şekilde buna da dürüst bir yanıt verilemez O halde duyumlarımıza dayanarak eşyanın hakiki yapısına ulaşamayız Duyumlarımız bize ancak eşyanın dış görünüşlerini tanıtır
Bilginin kaynağı olarak gösterilen akıla gelince:
Önce, fikir dediğimiz şey nedir? Dikkate Almak, bir fikir yürütmede bulunmaktadır Us yürütmede bulunurken daha önce bir yargının, bir görüşün bulunması gerektir Söz gelişi matematikçi yaptığı zihin yürütmeleri belirli yargılardan, birtakım açık seçik ve de muhakkak bilgilerden çıkarır
Acaba bu açık seçik ve emin bilgiler nereden geliyor? Bu açık seçik ve kesin bilgiler de olur ya daha başka yargılardan çıkarılmıştır Ama bununla sorun açılmış olmaz Çünkü açık seçik kesin bilgilerin son olarak çıkarıldığı yargıların da nereden geldiğini anlayışlı olmak gerektir O halde bu tür düşünüldüğünde, ya sonsuza kadar bu hafıza yürütmeyi sürdürmek ya da herhangi bir yargıda durmak gerekecektir
Ama bir de, sonuç elde ederken, esas aldığım yargıların doğruluğuna güvenebilir, inanabilirim Oysa güvenmek bir bilgi değildir İnanç, hiçbir vakit yargıların doğruluğunu kanıtlamaz Nitekim Stoacıların felsefesi de inanmaya dayandırılmakta idi Bu inanma ise tamamen yanlış olarak kalmaya mahkûmdur O halde akla dayanan düşünme, ya sınırsızlığa değin uzayan bir düşünme olacak ya da açılış olarak alınan yargının doğruluğuna inanmak zorunda kalacaktır
neticede ne afatne de düşüncebizi kanıtlanması olası içten bilgilere ulaştıramaz Idrak ve us bizi tek başlarına gerçeğe götürmeye yetmiyorsa, ikisi birleşince de bizi gerçeğe ulaştıramazlar Çünkü iki yalancı tanıktan, hiçbir zaman, dürüst bir tanıklıkta bulunmalarını bekleyemeyiz Ainesidemos'un kanıtları işte bunlardır
Septikler eleştirilerini karakteristik olarak iki noktaya yöneltmişlerdir öncelikle onlar evrenin kendiliğinden bilinemeyeceğini savunurlar İkinci olarak da nedensellik kavramını eleştirirler Özellikle sonraki septikler, nedensellik kavramında bilginin tartı merkezini bulduklarına inanırlar
Tüm bilgilerimiz niçini arar, bir başka deyişle, sebepsonuç aralarında bir ilişki kurmaya çalışır Evreni, bir sebepnetice ilişkisi ile örülmüş olarak düşünür Fakat Septiklere göre, işte bilhassa de bu her olayın zorunlu olarak sebepsonuç ilişkisi içinde oluştuğuvarsayımı, kanıtlanması olanaksız bir şeydir Bunun için, bu düşünceye güvenmek zorunda kalırız
Ama biz, fakat olayların akışında az ya da fazla bir belirliliğin olduğunu kabul edebiliriz Çünkü olayların çoğunlukla muhakkak kurallara göre oluştuğunu deneyimlerimiz bize doğrulamaktadırlar Fakat bu gözlem ve deneyimlerimizin dışına çıkmaya, hiç fakat hiç hakkımız yoktur *
Ainesidemos hayatı
Ainesidemos yaşam öyküsü
Ainesidemos Kimdir?
(Hz İsa'lı yıllar)
Ainesidemos ile ilgili fazla bir bilgimiz yok Yalnız onun İskenderiye'de yaşadığını ve şüpheciliği bir sistemşekline getirdiğini öğreniyoruz Septik felsefenin esasları bu düşünür tarafından troposlar denilen birtakım kısa yargılar biçiminde toplanmıştır
Ainesidemos şu görüşten yola çıkıyor: Bilgimizin kaynağı ya algılardır veya zihin Önce bilgi için afatlar m olduğunu kabul edelim: Her hayvanın kendine tarafından duyu organları vardır Laf gelişi insanın gözü balığın gözüne kadar diğer yapıdadır Benzer şekilde balığın gözü böceğinkinden farklıdır
İnsan dünyayı insan gözüyle, balık dünyayı balık gözüyle, böcek ise dünyayı haşere gözüyle görür Acaba bu gözlerden hangisi evreni olduğu gibi görebiliyor? Hangisinin gördüğü cihan dürüst ve hakiki evrendir? Bu soruya belirlenmiş bir cevap tahsis etmek olanaksızdır O halde biz evrenin gerçek şeklinin nasıl olduğundan laf edemeyiz, olsa olsa evreni kendimizinnasıl gördüğünü söyleyebiliriz Göz için öne sürülen bu hak, öbür duyumlar için de geçerlidir
Biz cisimlere katı ya da yumuşak derken, dokunma duyumuz bize cisimleri böyle gösterdiği için bu yargıda bulunuruz Ama dokunma organı kıllar ile örtülü olan bir hayvanın dokunma duyumu, dokunma organı yalnız deri ile astarlı olan insanınkine göre muhakkak ancak başka türlü olacaktır
Çeşitli hayvan cinsleri aralarında görülen bu farklılık, insanların kendi aralarında da vardır İnsanların gözleri biri ötekinin tam benzer değildir Acaba hangi insanın gözü evreni olduğu gibi görebiliyor? Aynı şekilde bu sorunun da yanıtı yoktur Bunun için her insana göre evren, kendi gözünün gösterdiği şekildedir
Karşımda duran bir elmaya bakalım Benim gözüm bu elmayı belirli bir renk ve şekilde görür Buna rağmen dokunma duyumum benzer elmayı bana, gözüm gibi, renkli yok de, yalnızca sert ve yumuşak olarak gösterir Aynı şekilde dilim de bu elmanın renginden bana hiçbir şey bildirmez, ama ekşi veya tatlı olduğunu bildirir
Derhal acaba bu çeşitli duyumlardan hangisi bana elmanın hakiki realitesini tanıtıyor? Bu da yanıtı olmayan bir sorudur Nitekim daha başka duyumlarımız olsaydı elmayı, derhal farkına varmadığımız, diğer özelliklerde algılayacaktık O halde duyumlarımıza güvenerek bir objenin reel niteliklerini ya da gerçek realitesini öğrenmek olanaksızdır
Şu Anda insan ile balığı yeniden karşılaştıralım: İnsanın gözü ile obje arasında hava bulunur; oysa balığın gözü ile obje aralarında su vardır Acaba objeyi arada hava varken mi, yahut su varken mi reel şekli ile görebiliriz? Benzer şekilde bunun da yanıtı yoktur Duyularımız bize objeleri oldukları şekilde göstermezler; biz objeleri, ancak duyularımızın bize onları tanıttığı şekilde biliriz
Şimdi de bir boynuz alalım Bu boynuz dağıtılmış renklerde olabilir Ama boynuzun üstünü kazırsam, kazımazdan önce söz gelişi koyu renkli olan boynuz, kazındıktan sonra açık renkli olur Bu boynuzun hakiki rengi hangisidir? Boynuz koyu renkli midir yahut açık renkli mi? Benzer şekilde buna da dürüst bir yanıt verilemez O halde duyumlarımıza dayanarak eşyanın hakiki yapısına ulaşamayız Duyumlarımız bize ancak eşyanın dış görünüşlerini tanıtır
Bilginin kaynağı olarak gösterilen akıla gelince:
Önce, fikir dediğimiz şey nedir? Dikkate Almak, bir fikir yürütmede bulunmaktadır Us yürütmede bulunurken daha önce bir yargının, bir görüşün bulunması gerektir Söz gelişi matematikçi yaptığı zihin yürütmeleri belirli yargılardan, birtakım açık seçik ve de muhakkak bilgilerden çıkarır
Acaba bu açık seçik ve emin bilgiler nereden geliyor? Bu açık seçik ve kesin bilgiler de olur ya daha başka yargılardan çıkarılmıştır Ama bununla sorun açılmış olmaz Çünkü açık seçik kesin bilgilerin son olarak çıkarıldığı yargıların da nereden geldiğini anlayışlı olmak gerektir O halde bu tür düşünüldüğünde, ya sonsuza kadar bu hafıza yürütmeyi sürdürmek ya da herhangi bir yargıda durmak gerekecektir
Ama bir de, sonuç elde ederken, esas aldığım yargıların doğruluğuna güvenebilir, inanabilirim Oysa güvenmek bir bilgi değildir İnanç, hiçbir vakit yargıların doğruluğunu kanıtlamaz Nitekim Stoacıların felsefesi de inanmaya dayandırılmakta idi Bu inanma ise tamamen yanlış olarak kalmaya mahkûmdur O halde akla dayanan düşünme, ya sınırsızlığa değin uzayan bir düşünme olacak ya da açılış olarak alınan yargının doğruluğuna inanmak zorunda kalacaktır
neticede ne afatne de düşüncebizi kanıtlanması olası içten bilgilere ulaştıramaz Idrak ve us bizi tek başlarına gerçeğe götürmeye yetmiyorsa, ikisi birleşince de bizi gerçeğe ulaştıramazlar Çünkü iki yalancı tanıktan, hiçbir zaman, dürüst bir tanıklıkta bulunmalarını bekleyemeyiz Ainesidemos'un kanıtları işte bunlardır
Septikler eleştirilerini karakteristik olarak iki noktaya yöneltmişlerdir öncelikle onlar evrenin kendiliğinden bilinemeyeceğini savunurlar İkinci olarak da nedensellik kavramını eleştirirler Özellikle sonraki septikler, nedensellik kavramında bilginin tartı merkezini bulduklarına inanırlar
Tüm bilgilerimiz niçini arar, bir başka deyişle, sebepsonuç aralarında bir ilişki kurmaya çalışır Evreni, bir sebepnetice ilişkisi ile örülmüş olarak düşünür Fakat Septiklere göre, işte bilhassa de bu her olayın zorunlu olarak sebepsonuç ilişkisi içinde oluştuğuvarsayımı, kanıtlanması olanaksız bir şeydir Bunun için, bu düşünceye güvenmek zorunda kalırız
Ama biz, fakat olayların akışında az ya da fazla bir belirliliğin olduğunu kabul edebiliriz Çünkü olayların çoğunlukla muhakkak kurallara göre oluştuğunu deneyimlerimiz bize doğrulamaktadırlar Fakat bu gözlem ve deneyimlerimizin dışına çıkmaya, hiç fakat hiç hakkımız yoktur *