Aksaray Develisi Takriben 1900 yıllan Temmuz güneşinin Anadolu'yu yakıp kavurduğu günlerde, Konya 'ya yakın köylerden birindeyiz Bir evin temelleri yeni bitmek üzere Kocaman ast bir adam koca elleriyle güneşe inat, koca koca taşlan yontup, temeli takviye etmek için ha bire çalışmakla meşgul Bir yana da balçık isteyip, amelelere daha sıkı çalışmalarını tembih ediyor Dört beş amele, bir ustaya çamur ve taş yetiştirmekte güçlük çekiyorlar Ortam an kovanı gibi Taş ve çekicin işlemenin ve işlenmenin verdiği hazla çıkardıkları ses, dalga dalga çevreye yayılıyor Kocaman bağlı koca elli adam bir terini siliyor, bir temele taş koyuyorken, gözü tulumbanın başında, su içme bahanesiyle oyalan ameleye takılır Gümbür gümbür bir ses ile amelenin yüreğini oynatır Amele hemencecik küreğini alıp balçık karıştırırken, ''Ne sert bir adam'' diye düşünür Fakat bilmez oysa, vahşi saba adam diye tasvir ettiği kişi ne dek ince ruhludur! Ancak bilmez ki, taş kıran kerpiç kesen o eller, kanun üzerinde dolaşırken, al yazmalı körpecik köylü kızının kınalı narin ellerinden ayırt edilemez olduğunu! Nerden bilsin ki o koca elli adamın Gökmen Hasan Hüseyin Ağa olduğunu Nerden bilsin fakat, Gökmen Hasan Hüseyin Ağa'nın Konya'da namı olduğ1mu, Konya oturaklarının değişmez siması olduğunu Ve yine bilmez fakat, geleli daha birkaç gün olmasına rağmen, yüreğinin sıla hasretiyle çarptığını Konya'yı, tozlu Aksinne'sini Külahçı sokağının karşısındaki alçacık da köhne kerpiç evini Muhabbetin pervasızca sunulduğu, günlerin haftaların kısaldığı Konya oturaklarını, Şabab oğlantürküsünü, ihvanını, yaranını özlediğini, kanun tellerin nağme olup gezinmeyi arzu ettiğini nerden bilsin ki?! O koca elli adam, Gökmen Hasan Hüseyin Ağa, bir yandan terini siliyor, bir yana yonttuğu taşı itina ile yerine yerleştiriyor Taş yontarken çekicin çıkardığı ses yarı akşam yakacağı türkünün, dillerden düşmeyecek türkünün, çığ çığlık habercisi idiler Derken, güneş kızgınlığını yitirip gece ülkesine yolculuğunu hızlandırınca, işi bırakırlar O koca elli, ruhu kanun telinde dolaşan adam, Gökmen Hasan Hüseyin Ağa, bulgur aşını yedikten daha sonra bir ''Kalıp carası2'' yakar Başını aktaşa koyar, uzanır Sigara dumanının adında Emmiler türküsü yankılanırken uyuya kalır Rüyasında yaranı, kadınlar pazarında bir ara bekçilik yapan ''Gavur İmam'ı'' görür Belli Başlı adı Hüseyin olan Gavur İmam, o sıralar bir camide imamlık yapmaktadır olağan gibi yatsı namazını kıldırıp, caminin kapısını kilitlemiş, başında sarığı, sırtında cüppesi, elinde şak şak tespih ile yavaş yavaş evine bu vesileyle birden irkilir! Kulak kabartır?! Bir saz dövünmektedir uzak! Gavur İmam olduğu yere mıhlanır Bir vakit evi dinler Evet! Evet! Artık şüphesi kalmamıştır, bir oturaktır bu Olanca haşmetiyle dıştan taşan harmoni onu cezbeder, eli gayri ihtiyari kapının tokmağına gider O da ne?! Kapı açıktır, dalar Bu bir bono evidir Daha iyi duyabilmek için, gider, pencerenin altına çöker Şuh zil sesleri arasında, yanık yanık türkü söyleyen Gökmen Hasan Hüseyin Ağa'yı tanır; Eremedim vefasına dünyanın Bülbül konmuş sarayına Konya'nın Bunu duyan Gavur İmam, bundan böyle dayanamaz, kapıyı tıklatır, kapı açılır, içeri girer Bir oturak kadını kibar, kıvrak hareketlerle, ayaklan hemen hemen yere basmamacasına zil dövmektedir Dem, nargile ve uyum birbirlerine sinmiş; içeriyi tatlı bir sarhoşluk kaplamıştı Gavur İmam, anında kapının yanında çöktü ve edepli sesiyle dövünmeye başladı; Eremedim vefasına dünyanın Bülbül konmuş sarayına Konya'nın; derken cümbür cemaat onu gördü Başında sarık, sırtında cüppeyle onu görünce şaşırdılar, fakat şaşkınlıktan kısa sürdü; tanımışlardı Hoşgörüsü ve muhabbet ehli olmasıyla belli Gavur İmam'dı Türkü bitti, ara verdiler Oyuncu kadın boşalan kadehleri testideki firari rakıyla tazeledikten soma, bir kadeh de Gavur İmam'a uzattı Gavur İmam içmedi O muhabbetten, zaten sarhoşlamıştı Bunun üstüne oyuncu bayan, eline koca bir döğme gümüş katman alarak sigara sardı ve meclistekilere tek tek ikram ederek yaktı Saatler şipşak geçmişti Ortalık ağarmaya başlayınca, Gavur İmam'ın aklı başına geldi Bir vakit düşündü, soma ani bir kararla sırtından cüppesini, başından sarığını ve saltasının cebinden camiinin anahtarını çıkarıp, kendisine kapıyı açan gencin eline verdi ve kulağına şöyle fısıldadı; ''Bunları camiye götür, cemaatten birine ver, Gavur İmam bundan böyle gelmeyecek, Eremedim vefasına dünyanın türküsünü çağıracak de!'' Gökmen Hasan Hüseyin Ağa yatsı ezanlarıyla uyandı Kendini hala oturakta zannediyordu Ama yüzüne çarpan serin esinti, ona rüya gördüğünü hatırlattı O ne biçim rüyaydı pek? Hem öyle bir türküsü de yoktu İçinden yakılmamış türküyü okumak geldi, salıverdi sesini; Eremedim vefasına dünyanın Bülbül konmuş sarayına Konya'nın Aksaray'dan Bakırtolu'na yol gider Sürmelenmiş ela gözlü yol gider Uzamışsın hay sevdiğim dal gibi Gelip geçen selam vermen el gibi Efendiler besler merrak için tazıyı Kadir mevlam böyle yazmış yazıyı Devem yüksek atamadım urganı Susadıkça ver ağzıma gerdanı Saçım uzun ben saçımı tararım Var mı benim Konyalıya zararım Ağzından dökülen sözlere kendisi de şaşırdı Acayip duygular içindeydi Bir lahza ürperdi Kalktı, uzanmak üzere ağıl sekisine3 dürüst yollandı Döşeğini serdi, soyundu, yattı ve uyudu Bu gün Hacı Fettah Mezarlığında uyuyan Gökmen Hasan Hüseyin Ağa'nın bu türküsü, yıllarca dillerden düşmemiş, oturak alemlerinin baş köşesine oturtulmuş, sazların iniltisinde nağmeleri dolanmış, sıla hasreti, yar hasreti çekenlerin, dünyanın vefasına eremeyenlerin gönlünde günümüze dek ulaşmıştır