iltasyazilim
FD Üye
ALİ MÜMTAZ AROLAT (18961973)
1897 de, İstanbul'da doğdu Babası Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa'dır Galatasaray Sultanîsi'nde okurken, gönüllü olarak, Birinci Dünyâ Savaşı'na katıldı Üç sene daha sonra öğrenimine Ticaret Lisesi'nde devam ederek, oradan mezun oldu Önce bir takım yabancı bankalarda ve sonradan da Iş Bankası'nda çalıştı 1967'de İstanbul'da öldü
Küçük yaşta edebiyata merak saran şâirin, daha mektep sıralarında iken, Dergâh dergisinde birçok şiirleri çıkmış (1921) ve birkaç yıl daha sonra da bunları Bir Gemi Yelken Açtı (1926) adlı bir kitapta toplamıştır Uzun zamandan beri imzası dergi sahifelerinde görülmemekle beraber şiiri terk etmemiş olan usta, birinci kitabından sonradan yazılı şiirlerini Hayâl İkliminden Dönen Diyor Ki(1960) ismi ile bir araya getirmiştir
Millî Edebiyat Cereyânı'na katılıp, hecenin ve söylev Türkçesinin güzel örneklerini veren şahsiyetler arasında gördüğümüz şâirin şiirlerinde, ince bir melalin yanıbaşında, mûsikîyi ölçmek için sarf edilen sürekli bir gayretin varlığı da göze çarpar
Aşk ve tabiat temalarını işleyen şâir, başlangıçta ritme ve hayâl güzelliğine yer veren şiirler yazdı Önceleri hece vezniyle yazarken sonradan özgürlük nazma yöneldi Birincil şiirlerini Seza imzasıyla; Şâir, Nedim, Yeni Mecmua ve Dergah dergilerinde yayımladı
ALİ MÜMTAZ AROLAT ESERLERİ
Şiir :
Bir Gemi Yelken Açtı (1926),
Hayâl İkliminden Dönen Diyor ama (1960)
Bir Gemi Yelken Açtı
Bir gemi yelken açtı hayâl iklimlerine,
Civarından çığlıkla bitap martılar kaçtı
Esinti sürüklenirken derinlerden derine;
Hayâl iklimlerine bir gemi yelken açtı
Beyaz yelkenlerinde ölgün bir kızıllığın
Titreyen son akisleri dalgalandı belirsiz;
Toplanırken göklerde bulutlar istif istif
Kavgacı bir fırtınayı düşünüyordu deniz
Ufuklarda solarken altın şafak gülleri
Yabancı âlemlerden sâadetler, emeller,
İhtiraslar bekliyen öksüz gönülleri
Çaktırmadan sıkıyordu kızgın demirden eller
En katı yüreklerinin bile bu sabah iki,
Üç damla yaş kurudu anemik yanaklarında;
Açılan yolcuların tümü hissetmişti fakat
Bugün de erişilmez o diyâra, yarın da
Mâdem ancak o iklime erişmeye imkân değil,
Niçin böyle münasebetsiz enginlere çıkışlar?
Bulutlar toplanıyor, ufukta dalgalar çok,
Kış geliyor, yelkenler belirlenmiş bir yerde kışlar!
Yolcular diyorlar ki: Erişmek ümidi eksik;
Biliriz dalgaların her biri mezarlık
Ola Ki de içimizden hiçbiri but basmaz ,
Lakin yolunda vefat etmek, bu da bir bahtiyarlık!
Ufkun dört duvarına kanadını vurarak
Yel sürüklenirken derinlerden derine,
Gümüş yelkenlerini yüksekten savurarak
Bir gemi yelken açtı hayal iklimlerine
Fatih
Sürüklerken tunçtan topu mandalar
Geçilirken dağlar, tepeler düzler,
Padişah ordunun seyrine dalar;
Sancaklar, silahlar, atlar, öküzler
Padişah düşünür ordu akarken,
Sevimli gözlerle selam alır kâh;
İstanbul ufkuna doğru bakarken,
Bir galibiyet hırsıyla güler padişah
Fıskiye
Ay Işığı on beşindedir
Havuzdaki fıskiye
Belki tutarım diye,
Mehtabın peşindedir
Bahçenin boşluğunda
Biriken sessizliği
Pırıltılar deliyor
Gecenin boşluğunda
Fıskiye yükseliyor
Sonra pat diye vurulmuş
Gibi, soluk, durulmuş
Sulara inci inci
Düşerek can veriyor,
Fıskiyenin bu hali,
Kalbe hicran veriyor
Her sevdanın sevinci,
Her sevincin hayali
Göz kırpılması kadar,
Sonunda suya düşmek
Rüzgârda dağılmak var
Havuz
Uyuklayan bezginlik akasyaları
Koynunda titreten geniş bir havuz
Üzerinde fıskiye, mehtabın sarı
Rengiyle ağlıyor bitkin uyumayan
Kaç yıl fıskıyenin bu ince, uzun
Suları, bükülmüş altın çiçekler
Halinde, bu ölgün gürültüsüz havuzun
Üstünde sessizce dökülecekler
Biri durağan, sessiz yatıyor;
Birinde dinmeyen gözyaşı var
Bilsen bana neler hatırlatıyor
Bu ölmüş sulara acıklı sular
Leylekler
Bu akşam güz ne kadar serin,
Geceyi hasretle bekliyor vakit
Üzerinde hasretle leylekler uçan
Beyaz perdeleri inidiriverin
Masamda düşünen eski lambayı
Yakmayın odamız karanlık dursun
Gecenin ufkunda yükselen ayı
Görelim perdemiz üstüne vursun
Perdemiz üstünde uçan leylekler
Derhal ay vurunca tanıdık olmayan, uzaktan,
Mavi bir iklimden kanat çırparak
Geçen leyleklere benzeyecekler
O süre unutup aşkı, hevesi,
Neş'eyle çarparken halsiz kalbimiz,
Göğsümüzden kopan bu coşkun sesi,
Kanat seslerine benzeteceğiz
Ölüm ve Uçurumlar
Bir gün kışı andıran bir akşam
Ruhumda son kalan mana uçacak,
O gün dinlenecek vücudum ancak,
Kulaklarım kurşun ve gözlerim cam
Birdenbire örtülecek önümde dünya
bir anda silinip yakın uzaklar
Beni tahtalara uzatacaklar;
Bitecek yaşamak, bu yarım rüya
Her dakika birazcık daha kırılan
Kalbim parçalanmış, yazık, içimde
Bundan Böyle ıstırap yok, artık içimde
Çöreklenmiyecek hergün bir yılan
Kapatacak bana tanıdık bir el
Gözlerimi kesilmiş hıçkırıklarla
Oh, kalbe batmayan bu kırıklarla
Her yasa tanıdık olmayan kalmak ne güzel!
Seneden seneye ve yavaşça
Gömüleceğim ben de ine ine
Uyuşuk ve âmâ, dilsiz ve sağır,
Anlamsız bir karanlığın derinliğine
Vazo
Kartaca'dan dönen bir Fenikeli,
Kimden ilham almış, ne maharetle,
Hangi topraktan ve hangi aletle,
Nasıl da yaratmış sanatkar eli?
Uzun yolculuktan dönerken geri,
Gözleri fer alıp sudan, ateşten
Vazoda meze etmiş batan güneşten
Akdeniz'e vurup solan renkleri
Bir fırtına gibi geçen asırlar
Kabir olup şana, servete,taca;
Yıkıldı Fenike, yandı Kartaca;
Konuştu karanlık ve dilsiz sırlar
Vazo, hayalinde eski şatafat,
Tadıyor, renginde parlarken kini,
İşe yaramadan durmak zevkini
Zamandan alıyor böyle intikam *
1897 de, İstanbul'da doğdu Babası Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa'dır Galatasaray Sultanîsi'nde okurken, gönüllü olarak, Birinci Dünyâ Savaşı'na katıldı Üç sene daha sonra öğrenimine Ticaret Lisesi'nde devam ederek, oradan mezun oldu Önce bir takım yabancı bankalarda ve sonradan da Iş Bankası'nda çalıştı 1967'de İstanbul'da öldü
Küçük yaşta edebiyata merak saran şâirin, daha mektep sıralarında iken, Dergâh dergisinde birçok şiirleri çıkmış (1921) ve birkaç yıl daha sonra da bunları Bir Gemi Yelken Açtı (1926) adlı bir kitapta toplamıştır Uzun zamandan beri imzası dergi sahifelerinde görülmemekle beraber şiiri terk etmemiş olan usta, birinci kitabından sonradan yazılı şiirlerini Hayâl İkliminden Dönen Diyor Ki(1960) ismi ile bir araya getirmiştir
Millî Edebiyat Cereyânı'na katılıp, hecenin ve söylev Türkçesinin güzel örneklerini veren şahsiyetler arasında gördüğümüz şâirin şiirlerinde, ince bir melalin yanıbaşında, mûsikîyi ölçmek için sarf edilen sürekli bir gayretin varlığı da göze çarpar
Aşk ve tabiat temalarını işleyen şâir, başlangıçta ritme ve hayâl güzelliğine yer veren şiirler yazdı Önceleri hece vezniyle yazarken sonradan özgürlük nazma yöneldi Birincil şiirlerini Seza imzasıyla; Şâir, Nedim, Yeni Mecmua ve Dergah dergilerinde yayımladı
ALİ MÜMTAZ AROLAT ESERLERİ
Şiir :
Bir Gemi Yelken Açtı (1926),
Hayâl İkliminden Dönen Diyor ama (1960)
Bir Gemi Yelken Açtı
Bir gemi yelken açtı hayâl iklimlerine,
Civarından çığlıkla bitap martılar kaçtı
Esinti sürüklenirken derinlerden derine;
Hayâl iklimlerine bir gemi yelken açtı
Beyaz yelkenlerinde ölgün bir kızıllığın
Titreyen son akisleri dalgalandı belirsiz;
Toplanırken göklerde bulutlar istif istif
Kavgacı bir fırtınayı düşünüyordu deniz
Ufuklarda solarken altın şafak gülleri
Yabancı âlemlerden sâadetler, emeller,
İhtiraslar bekliyen öksüz gönülleri
Çaktırmadan sıkıyordu kızgın demirden eller
En katı yüreklerinin bile bu sabah iki,
Üç damla yaş kurudu anemik yanaklarında;
Açılan yolcuların tümü hissetmişti fakat
Bugün de erişilmez o diyâra, yarın da
Mâdem ancak o iklime erişmeye imkân değil,
Niçin böyle münasebetsiz enginlere çıkışlar?
Bulutlar toplanıyor, ufukta dalgalar çok,
Kış geliyor, yelkenler belirlenmiş bir yerde kışlar!
Yolcular diyorlar ki: Erişmek ümidi eksik;
Biliriz dalgaların her biri mezarlık
Ola Ki de içimizden hiçbiri but basmaz ,
Lakin yolunda vefat etmek, bu da bir bahtiyarlık!
Ufkun dört duvarına kanadını vurarak
Yel sürüklenirken derinlerden derine,
Gümüş yelkenlerini yüksekten savurarak
Bir gemi yelken açtı hayal iklimlerine
Fatih
Sürüklerken tunçtan topu mandalar
Geçilirken dağlar, tepeler düzler,
Padişah ordunun seyrine dalar;
Sancaklar, silahlar, atlar, öküzler
Padişah düşünür ordu akarken,
Sevimli gözlerle selam alır kâh;
İstanbul ufkuna doğru bakarken,
Bir galibiyet hırsıyla güler padişah
Fıskiye
Ay Işığı on beşindedir
Havuzdaki fıskiye
Belki tutarım diye,
Mehtabın peşindedir
Bahçenin boşluğunda
Biriken sessizliği
Pırıltılar deliyor
Gecenin boşluğunda
Fıskiye yükseliyor
Sonra pat diye vurulmuş
Gibi, soluk, durulmuş
Sulara inci inci
Düşerek can veriyor,
Fıskiyenin bu hali,
Kalbe hicran veriyor
Her sevdanın sevinci,
Her sevincin hayali
Göz kırpılması kadar,
Sonunda suya düşmek
Rüzgârda dağılmak var
Havuz
Uyuklayan bezginlik akasyaları
Koynunda titreten geniş bir havuz
Üzerinde fıskiye, mehtabın sarı
Rengiyle ağlıyor bitkin uyumayan
Kaç yıl fıskıyenin bu ince, uzun
Suları, bükülmüş altın çiçekler
Halinde, bu ölgün gürültüsüz havuzun
Üstünde sessizce dökülecekler
Biri durağan, sessiz yatıyor;
Birinde dinmeyen gözyaşı var
Bilsen bana neler hatırlatıyor
Bu ölmüş sulara acıklı sular
Leylekler
Bu akşam güz ne kadar serin,
Geceyi hasretle bekliyor vakit
Üzerinde hasretle leylekler uçan
Beyaz perdeleri inidiriverin
Masamda düşünen eski lambayı
Yakmayın odamız karanlık dursun
Gecenin ufkunda yükselen ayı
Görelim perdemiz üstüne vursun
Perdemiz üstünde uçan leylekler
Derhal ay vurunca tanıdık olmayan, uzaktan,
Mavi bir iklimden kanat çırparak
Geçen leyleklere benzeyecekler
O süre unutup aşkı, hevesi,
Neş'eyle çarparken halsiz kalbimiz,
Göğsümüzden kopan bu coşkun sesi,
Kanat seslerine benzeteceğiz
Ölüm ve Uçurumlar
Bir gün kışı andıran bir akşam
Ruhumda son kalan mana uçacak,
O gün dinlenecek vücudum ancak,
Kulaklarım kurşun ve gözlerim cam
Birdenbire örtülecek önümde dünya
bir anda silinip yakın uzaklar
Beni tahtalara uzatacaklar;
Bitecek yaşamak, bu yarım rüya
Her dakika birazcık daha kırılan
Kalbim parçalanmış, yazık, içimde
Bundan Böyle ıstırap yok, artık içimde
Çöreklenmiyecek hergün bir yılan
Kapatacak bana tanıdık bir el
Gözlerimi kesilmiş hıçkırıklarla
Oh, kalbe batmayan bu kırıklarla
Her yasa tanıdık olmayan kalmak ne güzel!
Seneden seneye ve yavaşça
Gömüleceğim ben de ine ine
Uyuşuk ve âmâ, dilsiz ve sağır,
Anlamsız bir karanlığın derinliğine
Vazo
Kartaca'dan dönen bir Fenikeli,
Kimden ilham almış, ne maharetle,
Hangi topraktan ve hangi aletle,
Nasıl da yaratmış sanatkar eli?
Uzun yolculuktan dönerken geri,
Gözleri fer alıp sudan, ateşten
Vazoda meze etmiş batan güneşten
Akdeniz'e vurup solan renkleri
Bir fırtına gibi geçen asırlar
Kabir olup şana, servete,taca;
Yıkıldı Fenike, yandı Kartaca;
Konuştu karanlık ve dilsiz sırlar
Vazo, hayalinde eski şatafat,
Tadıyor, renginde parlarken kini,
İşe yaramadan durmak zevkini
Zamandan alıyor böyle intikam *