Forumda yenilikler devam etmektedir , çalışmalara devam ettiğimiz kısa süre içerisinde güzel bir görünüme sahip olduk daha iyisi için lütfen çalışmaların bitmesini bekleyiniz. Tıkla ve Git
x

Allah (c.c) neden kendini ve Resulünü (s.a.v) bizlere gayb kıldı? [ISLAM TIM]

Allah (c.c) neden kendini ve Resulünü (s.a.v) bizlere gayb kıldı? [ISLAM TIM]
0
115

iltasyazilim

FD Üye
Katılım
Ara 25, 2016
Mesajlar
0
Etkileşim
17
Puan
38
Yaş
36
F-D Coin
58
Cevap 1:

Kur'an ve hadislerde müminlerin gayba iman etmeleri gerektiği açıkça belirtilir:

Bu, kendisinde şüphe olmayan kitaptır Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için yol göstericidir Onlar gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızık olarak verdiğimizden de Allah yolunda harcarlar(Bakara, 223)

Gayb, sözlükte görme duyusuyla algılanamayan şey demektir Kelime gayb, “duyuların kapsamına girmeyen gizli her şey anlamında kullanılır

Bir şeyin “gayb oluşu, Allah’a göre değil insanlara göredir Zira Allah’ın ilminin dışında kalan hiçbir şey yoktur Allah’a, meleklere, ahiret gününe, cennet ve cehenneme, kadere inanmak “gaybe iman konuları arasındadır

Diğer taraftan Peygamber Efendimize (asm), Kur'anı Kerim'e inanmak da gaybidir Bunları insanlar görse bile onların Allah'ın elçisi ve Allah'ın Kelamı olmasını kabul etmek yine gaybidir Nitekim Peygamber Efendimizi (asm) ve Kur'an'ın ayetlerini o günün kafirleri görmesine rağmen iman etmemişlerdir Çünkü Onun Allah tarafından görevlendirilmiş olması ve bu sözlerin Allah'a ait olması gaybidir Bu açıdan iman esaslarına inanmak gaybidir

İnandığı bu esaslar hakkında şeytan bazı vesveseler verse de imanına zarar vermez

O müttakî (Allah'tan hakkıyle korkan)ler ki Hakk olan gayba inanırlar Yahut gıyâben (görmeden) de iman ederler Diğer bir tabirle onlar, gözle değil, kalp ile iman ederler, onlar bütün şüphelerden uzak oldukları gibi, iman etmek için önlerine dikilmiş putlara, haçlara da bağlanmazlar, gözlerinin önünde bulunan bugünkü ve şu andaki görülen ve hissedilen şeylere saplanıp kalmazlar, his ötesini, kalbi ve kalp ile ilgili şeyleri tanırlar İşlerin başı görülende değil ruh, akıl, kalp gibi görülmeden görende, tutulmadan tutanda, zaman ve mekana bağlı olmayarak maddeleri fırlatıp oynatan, fezaları doldurup boşaltandadır Onların sağduyuları, saf basiret ve ferasetleri, temiz akılları, açık anlayışları, sıhhatli görüşleri, sözün kısası anlayış kabiliyetleri, kötülüklerden silkinebilecek anlayışlı hisleri, yükseklere koşabilecek azimli vicdanları ve iyi seçimleri vardır Görünen ve hissedilen şeyleri yarar, kabuklarını soyarlar; içindeki özüne, önündeki ve arkasındakinin sırrına nüfuz ederler; görenle görüleni ayırt ederler; hissedilenden düşünülene intikal edebilirler; varlık ve yokluk içinde gaybden görünürlüğe, görünürlükten gaybe gelip, geçip giden ve hissedilen hadiselerin satırları altındaki gayba ait mânâları sezerler

Hakikatte varlıklar, görülen ve görülmeyen, diğer bir tabirle meşhûtve gayri meşhûtolmak üzere ikiye ayrılır Ve birçok bilgin hakikati, görülmeyen ve hatta görülemiyen kısmında kabul ederler ve buna mânâ âlemi, gerçek âlem, akıl âlemi, ruh âlemiveya gayb âlemiderler ve felsefenin konusu olarak da bunu tanırlar Gerçekten şimdiki Batı felsefelerinde de şunu görüyoruz: Görülen veya dışta müşahede edilen şeyler bize beş duyumuzla geliyor ve bunların her birinin de bir âmili (sebebi) var: Işık, ses, koku, tat, ısı ve soğukluk Biz, bizzat bunları his ve müşahede ederiz ve bunlar vasıtasıyla da diğer şeyleri Bilimler ve özellikle müsbet ilimler (fen bilimleri) gösteriyor ki, bunların her biri bir tecelliden, bir gösteriden, bize bir görünüşten, bir hadiseden ibarettir Mesela ışık dediğimiz parıltı bizim dışımızda mevcut değildir

Çünkü dışta ışık bilimin ortaya koyduğuna göre, bir titreşimden ibaretir Görünmeyen, madde atomlarının veya esirin titreşimleridir Parıltı, ışık o titreşimin bizim gözümüzle ilişkisi, temas etmesi sırasında vâki olan ani bir görüntüdür Bu meseleyi İmam Gazali İhyâsında şöyle tesbit etmiştir:

Güneşin ışığı, halkın zannettiği gibi, güneşten çıkıp bize kadar gelen haricî bir nesne değildir Belki gözümüzün güneşle karşı karşıya gelme anında bizzat İlâhi kudret ile yaratılan bir hadisedir Bu gerçek, keşf ehline görünmüştür

Ses de aynen böyle Biz biliyoruz ki ses, hâriçte havanın özel bir dalgalanmasından ibârettir Kulağımızdaki gürültü mânâsına gelen ses, o dalgalanmanın kulağımıza dokunduğu anda hâsıl olan (oluşan) bir tecellidir Isı ve soğuk dediğimiz şey de, esasında ışık gibi esire veya atoma ait bir titreşimdir Bunun içindir ki, ısı ışığa, ışık ısıya dönüşür Aralarında bir mertebe (derece) farkı vardır Bunu elektrikten anlıyoruz Kısacası koku ve tat da esasında birer titreşim olup, bizim koku alma ve tadma duyularımıza dokunmasında koku ve tad olarak ortaya çıkarlar

Demek görme ve dış görünüşte vasıta olan bu beş âmil (etken)in hepsi gerçekte hareketle ilgilidir ve hepsi hareketin bize özel birer görünümüdür Biz bu hareketleri görmüyoruz Acaba kütlelerde gördüğümüz hareket nedir? O da görünmeyen gerçeğin bir tecellisi değil midir? O halde bu vasıta (araç)larla gördüğümüz önümüzdeki âlem hep birer hayalden, birer tecelliden başka birşey değildir Bunların hedef ve gayesi olan gerçek ise görülmez

Genel göçler, memleketlerin kuruluşu, haberleşmeler gibi tarihî olayların illet ve gayeleri de insanların tasavvurları, duyguları, iradeleri gibi görünmeyen sebeplerden başka nedir? Şu halde gerçek, görünmeyendir ve görülmesi mümkün değildir Görülebilen ise onun tecellîleri, hayali, gölgesi ve yansımalarıdır

Bu ifade bize âlemi pek güzel açıklıyor Bu açıklamaya göre bütün hakikat gaybdır Tabiat, görülen âlem bir hayaldir, hem de hareket tecellisinin bir hayalidir Hakikat, sonuç olarak akıl ile, basiret ile, kalp gözüyle görülebilir, dış görünüşü ile değil Bu noktada yürüyen ve Allah Teâlâ'nın ve meleklerinin gözle görülmesinin mümkün olmadığını söyleyen âlimler ve İslâm feylesofları da vardır Fakat bizim Ehli Sünnet'in sahih telakki ettiği ve imanımıza göre ilahî hakikat mutlak gaybdeğildir; O, gözle görülmeyen ve görülenin (kaynağı) merciidir, her şeyi (kapsayan) ihata edendir Bunun için O'na özel ismiyle gaybdenmez, Allah'ın güzel isimleri (esmâi hüsnâ) içinde de bu isim (görülmemiş) vârid olmamıştır O, ahirette, cihetlerden, mekandan münezzeh olarak görülebilir Fakat tam anlaşılamaz, anlaşılamayacağı için tamamen görülmüş de olamaz, ona doyulmaz

Biz, ilahî vecih (yüz)de bir görünme duygusu olduğunu söylüyoruz Fakat gayb duygusunun daha fazla olduğuna da inanırız Bunun için O'na, özel isim vermemek kaydıyle gaybda denilir Allah'ın melekleri de bize gaybdır, yani görünmezler, ahireti de öyle, fakat onların da görülmesi mümkündür Mesela genellikle kuvvet görünemezderiz Halbuki görünen de kuvvetten ibarettir

Gelecek zaman bugün görünmez, yarın görünür Hâsılı bizce gayb, görülemiyen demek değil, görülmeyen demektir Bugünün akla uygun olanı, yarının hissedileni olabilir Biz delilsiz olan gaybe değil, delili olan makûl (akla uygun) gaybe iman ediyoruz Her delil ise, delalet ettiği şeyin bir yanına haiz olduğu (içerdiği) için delildir Delilimiz, aklımız, nefsimiz, kalbimiz, âlem ve Allah'ın kitabı

Şu halde gaybin hakikatine iman ederken, görünenin gerçeğini inkar etmeyiz Kalpleri olanlar görürler ki, tabiat denilen hissedilen olaylar, kısa bir bakış halinin zahiri görünümüdür Bunun arkasında karanlıklara karışmış bir geçmiş silsilesi, önünde de henüz doğmamış bir gelecek silsilesi ve hepsinin ötesinde bir kalp ve hepsinin üstünde bir tek hakimvardır Ve dünyaadını alan şimdiki durum, görünenden gayb (görünmeyen)e intikal etmiş bulunan o geçmiş ile gaybdan görünürlüğe doğacak olan o gelecek zincirleri arasında yegâne göze batan bir zahiri halka, beşerin varlığı sanki sonsuz iki deniz arasında ince bir berzah (kıstak), beşerin kalbi de onun ağırlık merkezine tutunmuş bir gözetici, bir ucu bir denize, bir ucu da diğer denize atılmış olan tabiat zinciri devamlı bir hareketle o kıstağın üzerinden kır kır geçip akıyor, bir denizden çıkıyor, diğerine batıyor Bütün ağırlığı, kıstağın karanlığına basarken o gözetleyici her anında geçen bir olaylar halkası görüyor Yalnız ve yalnız onu müşahede ediyor Görme duygusu ne denizlere erişiyor ve ne diplerindeki zincire O, ancak kıstaktan geçen halkaya bakıyor ve ancak onu görüyor ve görürken zincirin bütün ağırlığını çeken kıstağın gıcırtısını da içinden devamlı surette dinliyor ve inliyor O hareketten ve bu gıcırtıdan artık o kadar kuvvetle ve yakından biliyor ki, şimdiki halde görünen ve hissedilen meydandaki tabiatın iki tarafında geçmiş ve gelecek, başlangıç ve sonuç denilen birer gayb âlemi var

Dünya âlemi, hissedilen tabiat, imkan deliliyle varsa; gayb âlemi, hissedilmeyen tabiat öncelikle ve zorunlu olarak var Bundan başka o görünüp hissedilenin iki yönünden başka, onun bir batını, bir içyüzü, diğer tabirle o gözeticinin tutunduğu ve iliştiği bir fizikötesi veya tabiat üstü de vardır İş o zincirde değil, onu salıp hareket ettirenle, o kıstağı kuran, o gözeticiyi tutan, o denizleri birbirine karıştırmayan gözetici ile gözetileni birleştirerek bilgi meydana getiren, gayb ve görülen âlemin hepsini ihata eden (kapsayan), mutlak kefili olan yüksek kudrettedir Şu halde kendini korumak isteyenler, görülenleri ve hissedilenleri seyrederken, daha önce onların arkasındaki gaybe ve gayb ile görülenlerin hepsinin merciine (kaynağına) mutlak kefiline, âlemlerin Rabbine, merhamet eden ve esirgeyene, ahiret gününün sahibine

Ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz(Fatiha, 14)

diye iman ederler Ve bu iman başlıca üç esası içine alır: Başlangıca iman, ahiret (son)e iman, başlangıç ve son arasındaki gizli vasıtalara iman ki, bunların dördüncüsü de açık vasıtalar olan görülen âlemi bilmektir Ve bu şekilde görünmeyen (gayb) ile görülen birleşince iman ve bilgi birliğini bulur

O, evveldir, sondur, zâhirdir ve bâtındır(Hadid, 574)

Gayb (kelimesi), gaybetve gıyâb(göz önünde bulunmama) anlamında masdar veya gâib (göz önünde olmayan) mânâsında isim ve sıfat olur ki, bu da adlkelimesi gibi masdar diye isimlendirilmişdir veya meyyitve meytkelimeleri gibi gayyibkelimesinin hafifletilmişidir Buna göre dilimizdeki kaybettim, kayboldutabirleri gerçektirler Bazılarının zannettiği gibi bunu kayıp ettimşeklinde yazmaya lüzum yoktur Gaybve gâibise başlangıçta duyguyu anlamada veya ilk düşüncede hazır olmayan, diğer deyişle ilk nazarda anlaşılmayan demektir ki, bunun bir kısmı delilden geçen bir anlayışla idrak olunabilir Mesela evinizde otururken kapınız çalınır, ses duyarsınız, bu ses sizin için anlaşılmış, hazır ve şahittir Bundan anlarsınız ki, kapıyı çalan vardır O henüz sizin için ortada yoktur Bakıp görünceye kadar onu şahsıyla bilemezsiniz, fakat kapıyı bir çalan bulunduğunu da zorunlu bir şekilde, anlayışlı olarak tasdik edersiniz Bu, bir iman veya şuurlu bir bilme olur Sonra henüz kapınızı çalmayan ve eseri size yetişmeyen daha nice gaibler bulunduğunu da genel olarak tasdik edebilirsiniz Fakat bunların bir kısmı gerçekten yok olabilirler Gaybile gaibarasında fark vardır Gâib(ortada olmayan) sana görülmez, seni de görmez olandır Gaybise görülmez, fakat görür olandır

Şu halde iki türlü gayb vardır: Bir kısmı hiçbir delili bulunmayan gaiblerdir ki bunları ancak Allâmu'lğuyûb(gaybları bilen) Allah bilir

Gaybın anahtarları onun katındadır, onları O'ndan başkası bilemez(En'am, 659)

âyetindeki gaybden maksat bunlardır, deniliyor ki; sırası gelince açıklanacaktır Diğer kısmı da delili bulunan gâiblerdir ki onlar gaybe inanırlar(Bakara, 23) âyetindeki gaybden kastedilen de bu kısımdır () kelimesinin elif lâmı ahd içindir Yani Allah'tan hakkıyla korkanların inandıkları, tanıdıkları gayb, delili bulunan hak gaybdır ki, bu da Hak Teâlâ ve sıfatı, ahiret ve halleri, melekler, peygamberlerin nübüvveti, kitapları indirme gibi imânâ ait temel unsurlardır Ve bu iman, bazılarında tahminî ve keşfî bir geçişle, bazılarında da fikrî ve delilli bir intikal ile oluşur

Sonra gaybe imanile gıyaben imanarasında küçük bir anlayış farkı vardır Zira birincisinde gaybın kendisine inanılan şey olduğu açıklanmış, ikincide ise inanılan şey hazfedilmiştir (gizli tutulmuştur) Bunun için bazı tefsir bilginleri arada büyük bir fark gözetmiş ve: Sizin gerek arkanızdan ve gerekse huzurunuzda iman ederlerdiye açıklama yapmış; yani inanılan şeyin gayb olduğuna sataşmayıp, münafıklardan sakınma olduğunu göstermişlerdir Fakat açıkça anlaşılan gıyabın da inanılana ait olmasıdır Şu halde gayba iman ile, gıyaben iman arasında mânâ bakımından fark yoktur Ve her iki değerlendirme ile imanın kıymet ve faydası, gayb ile ilgisi veya gayba ait oluşu bakımından dikkati çekmektedir Çünkü korunmak ona bağlıdır Peygamber'i görüp iman eden sahabîlerin de en büyük meziyetleri onu, gayba ait verdiği haberlerde tasdik edişlerindedir Ve burada Peygamber'i görmeden tasdik edenlerin de öğüldüğüne işaret vardır Nitekim İbnü Mes'ud hazretleri

Kendisinden başka ilah olmayan (Allah)a yemin ederim ki, hiçbir kimse, gayba imandan daha faziletli bir şeye inanmamıştır

buyurmuş ve bu ayeti okumuştur Diğer bir açıklama ile de burada gayb, göz karşıtı olan kalp ve kalbin sırrıdır ki, kalbin ve kalbin sırrının kaynağının görmekolduğunu bilmek; hakkı ve peygamberliğin delillerini gözden daha çok kalp ile görüp, şirkten, maddeciliğin pisliğinden kurtaran bir imânâ ermek mânâsını ifade eder ki, bunda derin bir iman yoluna işaret vardır Yani kalbi bilen, Allah'ı bilir

İman, asıl lügatta emnve emânkökünden türemiş if'alvezninde bir kelimedir Hemzesi, ta'diye (geçişli kılmak) ve bazan sayrûret (olmak, hal değiştirmek) anlamlarında kullanılır Geçişli olduğuna göre güven vermek, emin kılmakdemektir ki, Allah'ın isimlerinden olan Mümin(güven veren, emin kılan) bu anlamdadır Sayrûret (olmak) mânâsına olduğuna göre de emin olmakdemek olur Ve sağlamve güvenilirolmak, itimat etmek mânâsını ifade eder ki, dilimizde inanmak denilir Dil geleneğinde ise mutlaka tasdik etmek anlamındadır Çünkü tasdik eden, tasdik ettiğini yalanlamaktan emin kılmış veya kendisi yalandan emin olmuş olur İman bu mânâlarda ona inandıgibi bizzat geçişli olur Bununla beraber veya gibi bâveya lâmharfleri ile de geçişli olur Bâharfi ile geçişli olduğu zaman itirafmânâsını, lâmharfi ile geçişli olduğunda da iz'an ve kabul anlamını içine alır Bunun için gaybi tasdik ve itiraf ederler, yahut Tasdik ettiklerini huzurda da, gıyaben de tasdik ve itiraf ederlerdemek olur

Bir şeyi tasdik etmek, onu doğru olarak almak demektir Sıdk (doğruluk) ise ya kelime veya sözle ilgili olduğundan, imanın da ilgilendiğiyle ilgisi bu ölçüde çeşitli şekillerde cereyan eder Mesela Allah'a iman ile Allah'ın kitabına ve ahirete iman şekillerinde bazı anlam farkları vardır Bununla beraber tasdikin esas menşei (kaynağı) doğru sözde; doğru sözün menşei de hükmün doğruluğunda yani vakıaya (olaya) uygunluğundadır Zihin ve hariç (dış), diğer deyişle kalp ve göz, işte doğruluk ve gerçeklik, bu karşılıklı iki taraf arasındaki doğruluk ve uygunluk ölçüsündedir Olaya uygun olan ve uygun olabilen zihin ve kalp doğru; bunun zıddı doğru değildir Şu halde iman ve tasdikin başlangıcı, bu doğruluk ve uygunluk ölçüsünü kabul ve itiraf etmektir Aynı olay insan ruhunda veya huzurunda bizzat mevcut ise görmeye ait tasdiktir, hissî veya aklî bedâheti (apaçıklığı) tasdik etmek gibi Bizzat değil de hazır olan bir delil veya bir gösterici aracılığı ile hazır ise gıyabî (görmeden) tasdiktir Bu durumdaki o görünmeyen olay, benzerleri ve zıdları ile, az çok kıyas edilebiliyor ve sınırlanabiliyorsa, delilin devamlılığı ve yansımasındaki zaman süreci ölçüsünde özetli veya etraflı tasdik, resmi veya sınırlı bir bilgi, belirli bir tasavvur ifade eder

Olay görünmeyen, eşsiz ve zıtsız, benzersiz ve nazîrsiz ise, o görünmeyen tasdik, sınırlı bir bilgi değil, sınırsız bir salt inanma olur ki, genellikle iman denince bu anlaşılır Bu iman, ilmin hem başı ve hem gayesidir Ve bundaki sağlıklı biliş, ilme ait bilişten yüksek ve kuvvetlidir Zira her tasavvura bağlı sınırlama delil olarak alınmayıp da, istenilen bizzat olarak alındığı zaman birer kesin bilgi engeli olabilir ve bildiğinin ötesini inkar eden cahil kalır Fakat böyle bir sınırsız imânâ layık olan ancak Allah Teâlâ'dır Allah'a iman, bu şekilde, görünenden görünmeyene sonsuz olarak uzanır gider

Genel olarak lügatta tasdik, ya sözlü veya fiilî olur Sözlü tasdik de, biri kalbe, diğeri dile ait olmak üzere iki türlüdür Buna göre lügat geleneği bakımından tasdikin üç derecesi vardır: Birincisi, kalbe ait tasdiktir Bir kimse herhangi bir hükmün veya bir sözün veya söyleyeninin doğruluğunu yalnız gönlünde itiraf, teslim ve bunu kendi kendine ifade ettiği ve onun doğruluğuna kalben emin olduğu zaman, o hükmü veya sözü veya söyleyeni tasdik etmiş olur İkincisi dil ile tasdiktir Bu da, kendisinden başka birine dahi bildirecek ve duyurabilecek bir tarzda; bu böyledirdiye, bir sözü dili ile söylemektir ki, ya gerçek veya görünürde olur Birisinde bu dil ile tasdik, kalbî tasdik ile birleşir, söyleyen kendisince de doğru olur Diğerinde dil başka, kalp başka olur Yani dili ile diğerini tasdik ederken, kalbi ile kendini bile yalanlar Üçüncüsü fiil ile tasdiktir ki, bir sözün gereğini fiilen yerine getirmekle olur Bu da kalp ile veya dil ile tasdikten birine veya her ikisine yakın olup olmadığına göre birkaç dereceye ayrılır Fiil ile tasdik, kalp ile tasdike uygun düşmezse gösteriş veya zorlama ile yapılmış olur

Acaba din lisanında iman bunların hangisidir? Yani İslam dininde bunların hangisini yapan mü'min sayılır? Lügattaki iman ile dindeki imanın farkı var mıdır? Bunu Kur'ân'dan ağır ağır öğreneceğiz ve bu âyetten itibaren başlıyoruz

Dindeki imanın, lügattaki imandan iki yönden özelliği bahis konusudur Birincisi, iman edilecek olan ilgili (yani kendisine inanılacak şey) bakımından şer'î iman özeldir Allah'ın birliğine ve Muhammed (sav)'in Allah tarafından getirdiği kesin olarak bilinen şeylere kısaca ve gerektiğinde genişçe inanmaktır Bunun en özetli olanı Allah'a ve ondan gelene inanmak, diğer deyişle (Allah'tan başka ilâh yoktur; Muhammed Allah'ın Resulüdür) kelimei tevhidine inanmaktır Bir derece tafsîl (açıklama) ile, Allah'a, Muhammed (sav)'in peygamberliğine, ahirete inanmaktır İkinci bir tafsîl (açıklama) ile Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kaza ve kadere, öldükten sonra dirilmeye, sevap ve cezaya inanmaktır Üçüncü bir tafsîl de Kitap (Kur'ân) ve Sünnet ile Muhammed (sav)'in bildirdiği kesin bir şekilde sabit olan haberlerin ve hükümlerin tümüne ve her birine Allah'ın ve Allah'ın peygamberinin istediği şekilde inanmaktır ki, burada Onlar gayba inanırlar; ve onlar sana indirilene ve senden önce indirilmiş olana inanırlar; ve onlar ahirete kesin olarak inanırlarifadesi bütün bunları iki derecede açıklamıştır Diğer açıklamalar da ilerde gelecektir

Ve bu derecelerden her biri, güç yetme derecesi ile birlikte bulunur Bütün dini bilmek demek olan tafsîl, havass (saygın kişiler)ın özelliği olabileceğinden, halk ve çoğunluk için birinci farz, özet olarak inanmak ve en son da tafsîlin ikinci derecesine imandır Ve işte Bakara Sûresi'nin başı bu iki değeri göstermiştir Halbuki lügat anlamındaki imanın ilgi sahası bundan daha geniştir O, gerçeği ve yanlışı, doğruyu ve eğriyi içine aldığı gibi, gereksiz sayılacak ayrıntıları da içine alır Lügat bakımından iman denebilecek birçok tasdikler vardır ki, onlar din açısından tam küfürdürler Mesela şirke inanmak; şeytanın sözüne, doğruluğuna inanmak; küfrün, zulmün hayır olduğuna inanmak; zinanın, fuhşun, hırsızlığın, haksız yere adam öldürmenin, Allah'ın kullarına saldırmanın doğruluğuna inanmak lügat itibariyle birer iman, fakat İslâm dininde birer küfürdürler Lügat anlamında imanın diğer bazı kısımları daha vardır ki, dinî açıdan küfür olmamakla beraber birer inanma görevi teşkil etmezler Bir kısmı mübah, bir kısmı mendub, bir kısmı da kötülük ve günah olabilir ve bunların açıklaması fıkıh ilmine aittir

Özetle lügat anlamında imanın bir kısmı hak ve hayır, bir kısmı şer ve batıl, bir kısmı da zevk, saçma ve lüzumsuz şeyler olabilir Hak ve hayır olanlar şer'î imanın aynı veya onun kapsamı içinde ayrıntısıdırlar Çünkü asıl şer'î iman, şimdiki halin arkasında veya bâtın (kapalılığın)da kaybolan hak ve hayrın anahtar ve ölçüsünü veren ve bir tek yol takip eden prensiplerin tümüdür Gerçekte bütün iş, hak ve hayırdan önce, bunların prensip ve ölçülerindedir Ve İslâm dininin esas apaçık gerçekliği olan imânâ dair prensipleri de bu anahtarı ve ölçüyü verir Hidayet (doğruluk)de onu takip edenleredir Geleceğin kayıp anahtarı, şimdiki görmede; şimdiki görmenin anahtarı, onun gizli gaybı ile geçmişteki gaybında ve hepsinin anahtarı ise Allah katındadır

Gaybın anahtarları onun katındadır, onları O'ndan başkası bilemez(En'âm, 659)

Şu halde insan; anahtarı, doğruyu ve hayrı kendi istek ve arzusunda aramamalı, doğrudan doğruya veya bir aracı ile Allah Teâlâ'dan almalıdır Aracıları inkâr etmemeli, fakat kulluğu ancak Allah'a yapmalıdır Çünkü

O'nun izni olmadan onun katında kim şefaat edebilir?(Bakara, 2255)

âyeti, onun izni olmadan kimsenin şefaat edemeyeceğini bildirmektedir

Linkleri sadece kayıtlı üyelerimiz görebilirForumTR üyesi olmak için tıklayınız
 

Similar threads

Sual: Tam İlmihal’in iman bahsinde, Seyyid Abdülhakim efendi imanı şöyle tarif ediyor: “Serveri âlem olan Muhammed aleyhisselamın, Peygamber olarak bildirdiği şeyleri, akla, tecrübeye ve felsefeye danışmaksızın, tasdik ve itikat etmektir, inanmaktır Akla uygun olduğu için tasdik ederse, aklı...
Cevaplar
0
Görüntüleme
70
GAYB, GAYB ÂLEMİ Hazır bulunmayan, gizli olan Duyu organlarıyla doğrudan ya da dolaylı olarak ulaşılamayanbilgiyle kuşatılamayan, müşâhede alanının dışında kalan her şey Taberî'ye göre bütün mümkünler gaybı oluşturur Kur'an gayb kelimesini, insanların içlerinde taşıdıkları şeyleri...
Cevaplar
0
Görüntüleme
88
İslami ıstılah olarak iman, Peygamberimiz Hz Muhammed (sas)'in Allah (cc) tarafından getirdiği kesin olarak bilinen haber, dini esas ve hükümlerin doğru ve gerçek olduğuna tereddütsüz inanmak, bunların tamamını iz'an ve kabul ile tasdik ve itiraf etmektir Yani Allah'a, Hz Muhammed (sas)''in son...
Cevaplar
0
Görüntüleme
86
Gayb bilgisi hem bildirilmemiş metafizik âlemi ile ilgili bilgileri ve hem de geleceğe ait bilgileri kapsıyor Gaybın bütün bilgisi, anahtarı ve tasarrufu şüphesiz Yüce Allah'a aittir Hiç kimsenin, Yüce Allah'ın müsaadesi olmadan bu âleme girmesi, bilgilenmesi veya bilgilendirilmesi mümkün...
Cevaplar
0
Görüntüleme
110
İnanmak ve inanmamak, insanlığın var olduğu günden beri ilgi duyduğu en önemli iki konudur Allah Teâlâ'nın gönderdiği bütün peygamberler bu iki konuda insanları uyarmışlar; imanın faziletini, inançsızlığın ise korkunç akibetini duyurmuşlardır İnanmak ve inanmamak bugünkü insanın da en önemli iki...
Cevaplar
0
Görüntüleme
102
858,464Konular
981,127Mesajlar
29,532Kullanıcılar
Üst Alt