iltasyazilim
FD Üye
ALLAH’IN, EL, YÜZ, NEFS, ULUVV, İSTİVÂ GİBİ SIFATLARINA İMAN MESELESİ:
Allah'a hamd ve Rasûlullah aleyhisselâm'a salât ve selâm ederek başlıyoruz Sözlerin en güzeli Allah'ın Kitâbı, yolların en güzeli de Peygamberimizin yoludur Rabbim, hakkı hakk bilip hakka ittibâ, bâtılı bâtıl bilip bâtıldan ictinâb edenlerden eylesin
Emmâ ba'dü:
Müteşâbih sıfatları, Allah’ın ilmine havale etmek gerekir…
Meselâ; Allah’ın iki el1, yüz2, nefs3, uluvv4, istivâ5gibi sıfatları vardır Rabbimiz, bu türden sıfatlarını Kur’an’da zikretmiştir O halde biz de, “bunlar, O’nun sıfatlarıdır deriz Gerek Kur’an ve gerekse Hadislerdeki bu türden müteşâbih sıfatlara keyfiyetsiz (nasıllığını sorgulamadan), teşbih (benzetme), temsil (misallendirme), tecsîm (cisimlendirme), ta’tîl (anlamını işlevsiz kılma) ve tahrif (bozup değiştirme)’ye gitmeden inanırız
İstivâ konusunda fazla detaylara girmeden, bazı rivâyetleri naklederek birkaç meseleyi açıklamak istiyoruz Ama ondan önce, bu kelimenin anlamını ve Kur’an’da nasıl kullanıldığını ifade edelim Sözlükte, istivâ; eşit olmak, yönelmek, istikrar bulmak, hükmetmek, hâkim olmak, yükselmek, yüksek ve yüce olmak ve kurulmak gibi anlamlara gelir
Bu kelime “istevâ: istivâ etti şekliyle, Kur’anı Kerim’de dokuz yerde kullanılmıştır Bunlardan ikisinde6 ????? ???????? ????? ????????? “sonra semâya yöneldi şeklinde “ilâ: …e doğru edatı kullanılmıştır; altı tanesinde7 ise, ????? ???????? ????? ?????????“sonra arşa istivâ etti şeklinde “alâ: …üzerine, üzerinde edatı kullanılmıştır Bir yerde de ??????????? ????? ????????? ????????“Rahmân arşa istivâ etti8 şeklinde geçmektedir İstivâ kelimesinin Kur’an’da başka Ayetlerde de mâzi ve muzâri kipleriyle kullanımları vardır Bu Ayetlerde de, “eşit ve denk olmak, oturmak, kurulmak ve binmek gibi anlamlar ifade etmektedir Tabi ki bu anlamların varlıklarla ilişkili olduğunu unutmayalım Yani bu verdiğimiz anlamlar, istivâ’nın kelime anlamlarıdır Bu fiili, Allah’a nispet ettiğimiz zaman, mahlûkâta ait olan bu anlamları veremeyeceğimizi, Allah’ı yaratılmış varlıklara benzetmenin asla câiz olmadığını bilelim…
Bu girişten sonra, Allah’ın “istivâ sıfatına yaklaşımımız nasıl olmadır, sorusuna cevap arayalım İbni Atıyye rahımehullâh, TâHâ Sûresinin beşinci Ayetinin tefsirini yaparken şunları söylemektedir: “İmam Mâlik, kendisine istivâ hakkında soru soran bir adama şöyle demiştir: İstivâ ma’lumdur, keyfiyet meçhuldür, Bundan (istivâ hakkında) sual etmek bid’attir9
Başka bir rivâyette de şöyle geçmektedir: “Bir adam, Mâlik b Enes’e, Allah’ın “Rahmân arşa istivâ etti kavlinden sual etti ve ‘istivâ nasıldır?’ dedi Bunun üzerine uzunca bir süre başını öne eğdi, buram buram terlemeye başladı sonra dedi ki: ‘İstivâ; meçhul değildir, keyfiyeti akledilemez, buna iman etmek farzdır, bundan sual etmek bid’attir Sanıyorum ki sen sapık bir adamsın’ Sonra emretti, adamı huzurundan çıkardılar10 Bu rivâyete göre; İmam Mâlik, kendisine istivâ’nın keyfiyeti sorulduğu için sıkıntıdan ter içinde kalmıştır Çünkü Rahmân’ın istivâ sıfatını akıl ihâta etmekten âcizdir Bu nedenle de, istivâ’nın bu boyutundan sorgu sual etmek bid’attir İmam Mâlik, böyle bir soru sorduğu için, o adamın dalâlet ve bid’at ehli olduğunu düşünmüştür Allah’ın bu sıfatının mahiyetini kurcalayan bu adamın davranışının, kendisini ya da diğer insanları teşbih ve tecsîm’e götürme tehlikesinden dolayı da çok rahatsız olmuş; adama gerekli cevabı verdikten sonra huzurundan çıkarılmasını istemiştir Diğer bir rivâyette ise, İmam Mâlik, istivâ’nın malum olmasının (bilinmesinin), sözlükteki anlamı açısından olduğunu belirtmektedir: İmam Kurtubî rahımehullâh, A’râf Sûresinin 54 Ayetinin tefsirinde bu rivâyeti nakletmektedir: “İmam Mâlik rahımehullâh: İstivâ’nın ne demek olduğu sözlükte bilinmektedir, nasıl olduğu meçhuldür, bundan soru sormak bid’attir11 İşte Selefi Sâlihîn’ın istivâ konusundaki genel itikâdı budur!
Şeyhu’l İslâm İbni Teymiyye rahımehullâh, Allah’ın arş’a istivâsı konusunda, Ehli Sünnet’in görüşünü zikrederken şöyle demektedir: “Arş’a istivâ, keyfiyetsiz şekilde Allah’ın bir sıfatıdır Kişinin buna iman etmesi ve bunun hakkındaki ilmi Allah’a havale etmesi gerekir12 İbni Teymiyye, bu açıklamadan sonra, az önce Beğavî tefsirinden naklettiğimiz, TâHâ Sûresinin 5 Ayetinin tefsiri hakkında bir adamın İmam Mâlik’e yönelttiği soruyu ve İmam’ın da o kişiye verdiği cevabı kaydetmiştir13
Biz de, “Allah, arşa istivâ etmiştir diye iman ediyoruz İstivâ sıfatını Allah için isbât ediyoruz ama nasıl istivâ ettiğini bilmiyoruz Allah’ın bu sıfatına keyfiyetsiz iman ediyoruz Bu konudaki ilmi, Allah’a havale ediyoruz Allah’ı, cisimlendirmekten ve misallendirmekten tenzih ediyoruz Zira hiçbir şey, Allah’ın benzeri olmadığı için, Rabbimizin sıfatlarıyla bir mahlûkâtı karşılaştırarak anlayıp akletmenin imkânı da bulunmamaktadır Bu nedenle de bu konuda, gereksiz sorularla meseleyi didiklemiyoruz Selef, istivâ Ayetinin keyfiyetine girmeden, Allah’ın bu sıfatını işlevsiz de bırakmadan şunu söylemiştir: “Allah, zâtıyla arşın üstünde ve mahlûkâtından ayrıdır14 Dört mezhep imamı; Ashabı Kirâm’ın, Yüce Allah’ın zâtıyla âlemin dışında ve “fevkinde olduğuna inandıklarını ve dolayısıyla İslâm akidesini bu inancın teşkil ettiğini savunmuşlardır Müteşâbih olan bu meselede çok tartışmalar olmuştur Bu ifadede, Allah’a mekan nispeti yoktur Allah herhangi bir mekanda değildir ve mekandan münezzehtir Çünkü Allah, mahlûkâtı ve arşı yaratmadan önce de vardı…
İstivâ meselesinin konuşulduğu bir yerde “cihet bahsinin ele alınmaması mümkün değildir Bu konuda İslâm alimlerinin iki yol tuttuklarını söyleyebiliriz Bir grup alim, Nasslarda gelen haberî sıfatları te’vîl etmeden olduğu gibi, zâhirleri üzerinde kabul etmişler Ama bunu yaparken asla Allah’ı mahlûkâtına benzetmemiş, cisimlendirmemiş ve O’nu yüceliğine uygun şekilde nitelemişlerdir İlk dönem Selefî Sâlihîn’in ve onlara uyan müctehidlerin yolu budur Bir kısım alimler de, te’vîl yapmışlardır Onlar da, genelde müteahhırûn (sonra gelen) alimlerdir Fakat bu alimler de, te’vîl esnasında Allah’ı, müşebbihe ve mücessime’nin yaptığı gibi, yaratılmışlara benzetmekten ve O’nu cisimlendirmekten, O’na noksanlık izâfe etmekten şiddetle kaçınmışlardır Bu gerçekleri göz önüne alarak, şu gerçeğin altını çizmek isteriz İslâm alimlerinin gerek haberî sıfatlar ve gerekse tüm müteşâbih Nasslar hakkındaki farklı yorumlarının olduğunu hatırdan çıkarmamalıyız Ve biz, bu açıklamalardan hangisini tercih edersek edelim, bizim gibi düşünmeyen alimleri ve Müslümanları sapıklıkla, bid’atçılıkla hatta küfür ile ithâm etme gafletine düşmemeliyiz Çünkü İslâm alimleri ictihâdın câiz olduğu yerlerde ictihâd ederler ve o yorumları esnasında mutlaka İslâm’ın inanç esaslarını ve haramhelâl hudûdunu muhafaza ederler Görüşleri zâhiren birbirlerine zıt dahi olsa bunu “lafzî ihtilâf olarak görmemiz gerekir Zira işin esasında, vahyin muhkem Nasslarına istinâd konusunda alimler arasında ayrılık yoktur Bütün alimlerin amacı, Allah’ın rızasıdır Dayanakları da vahiydir Farklılık, muhkem olmayan o Nassları yorumlama ve anlama konusunda ortaya çıkmaktadır Bundan dolayı alimler kınanmaz Çünkü onlara o meselelerde ictihâd iznini Allah Sübhânehu ve Teâlâ vermiştir
İmam Kurtubi, cihet konusunda şöyle demektedir: “Selefi Sâlihîn’in ilk dönemleri, Allah’ın bir cihette buluşunu nefyetmiyorlar ve bunu nefyettiklerini de ifade etmiyorlardı Aksine onlar ve herkes, Allah Teâlâ’nın Kitabında bildirdiği, peygamberlerinin de haber verdiği şekilde, O’na cihet isbât ediyorlardı15 Selefi Sâlih’ten hiçbir kimse, Allah’ın arşı üzerine hakikaten istivâ etmiş olduğunu inkâr etmiyordu16 İstivâ Ayetinde ifade edildiği gibi, Allah, arşa hakikaten istivâ etmiştir Bu arşın üzeri de mahlûkâtın dışında ve ondan ayrıdır İstivâ’nın mahiyetini bilmediğimiz için, bu meselede bize düşen; Allah’ı noksanlıklardan tenzih etmek, O’nu mahlûkâtına benzetmemektir Bu konuyu fazla uzatmak istemiyoruz Zira ana konumuz istivâ bahsini detaylandırmak değil, Allah’ın haberî sıfatlarına karşı tutumumuzun ve inancımızın nasıl olması gerektiğini açıklamaktır İstivâ bahsi de, bu konuda çok önemli bir mesele olduğu için, bu örneği açıklama ihtiyacı hissettik…
Allah’ın bir diğer sıfatı, “Allah’ın elidir Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Muhakkak ki (Hudeybiye’de) sana bey’at edenler ancak Allah’a bey’at etmiş olurlar17 Allah’ın eli, onların eli üzerindedir…18 Bu Ayet, Mekke’ye elçi olarak gönderilen Hz Osman’ın şehid edildiği haberi üzerine, Peygamberimizin, ashabından, onlar ölünceye kadar savaşacaklarına ya da savaş meydanından kaçmayacaklarına dair kendilerinden kesin söz almıştı Buna, “Rıdvân Bey’ati denir İşte Ayet, bu bey’ate işaret etmektedir Bu konuya, “Câhiliyye konusunu açıklarken, Hamiyyetü’l Câhiliyye kısmında temas etmiştik
Bu Ayette zikredilen “Allah’ın eli meselesine dönecek olursak; biz, “Allah’ın eli vardır diye inanırız İstivâ konusunda dediğimiz gibi, el biliniyor ama, Allah’ın eli, kimsenin eline benzemediği için, burada teşbih ya da temsil asla câiz değildir Tahrîf ve ta’tîl de yapılmamalıdır “Nasıl bir el? diye de sorulmamalıdır Keyfiyeti meçhul olan müteşâbih sıfatlar konusundaki tutumumuz; Allah’ın şânına ve azametine yakışır bir el olduğuna iman etmek19; bu ve benzeri sıfatları sorgulamaktan ve iptal etmekten sakınmaktır
Mu’tezile ve kaderiyye fırkaları, Fetih Sûresinin 10 Ayetindeki “Allah’ın eli için; “O’nun ilmi ya da kudreti demektedirler Bu şekilde te’vîl edildiğinde, yed (el) meselesinde, büyük bir işkâl (karışıklık ve problem) ortaya çıkmaktadır20 Allah’ın “el sıfatı için, “ilim veya “kudret anlamı verildiğinde, bu sıfatı işlevsiz kılmanın yanında, tutarsız ve itikâdî açıdan tehlikeli bir anlam ortaya çıkmaktadır Bu tutarsızlık da, Allah’ın “iki ilim ve “iki kudret sıfatları olduğu sonucudur Zira Rabbimiz, Sâd: 75 Ayette de: “(Allah) buyurdu: ‘Ey İblis, iki elimle yarattığıma secde etmekten seni meneden nedir?… buyurmaktadır21 Bu Ayet, Allah’ın, el sıfatına, “ilim veya “kudret anlamları verilemeyeceğinin açık delilidir Kur’an’da farklı Ayetlerde geçen “el sıfatının da farklı sıfatlar olmayacağı aşikâr olduğuna göre,22 “el sıfatını te’vîl etmek yerine, teşbîh ve tecsîm’den sakınarak isbât etmek daha isâbetlidir Bu nedenle, “el, Allah’ın bir sıfatıdır ama keyfiyetini bilmiyoruz deriz Allah’ın “rızâ ve “gazap sıfatları da öyledir Bunlar hakkında da, nasıllıklarını bilemediğimiz halde, bunlar, Allah’ın iki sıfatıdır diye iman etmekteyiz
Yed (el), vech (yüz), kadem (ayak), ayn (göz)23, Allah’ın gelmesi, gitmesi, inmesi (mecîe, zehâb, nüzûl, ityân), istivâ gibi haberî sıfatların zâhirî anlamları dikkate alındığında teşbîh ve tecsîme götürücü oldukları için, alimler bu tür sıfatların te’vîl edilip edilmemesi hususunda ihtilâf etmişlerdir Haberî sıfatları olduğu şekliyle isbât edenler olduğu gibi, onları te’vîl edenler de olmuştur İslâm alimlerinin ortak noktası, “Allah Teâlâ’yı, mahlûkâta benzemekten tenzîh etme esasında birleşmeleridir
???? ??????? ?????? ??????????? “Allah’ın eli onların elinin üstündedir Ayetini tefsir ederken İbni Cerîr etTaberî rahımehullâh şunları söylemektedir: “Bu Ayette iki vecih vardır: Birisi: bey’at ederlerken Allah’ın eli onların elinin üstünde demektir Çünkü onlar, Allah’ın Peygamberine bey’at etmekle, Allah’a bey’at etmiş oluyorlardı Diğeri ise: Rasûlüne yardım etme hususunda Allah’ın kuvveti, onların kuvvetinin üstünde demektir Çünkü onlar, düşmana karşı ona yardım edeceklerine dair Allah’ın Rasûlüne bey’at ettiler24 Görüldüğü gibi, İmam Taberî, bu Ayetin iki türlü te’vîl edilebileceğini söylemektedir O te’vîllerden bir tanesi de Ayette geçen, “yedullah yani “Allah’ın eli ifadesinin “Allah’ın kudreti anlamında yorumlanabileceğidir Bazı alimlerin de yaptığı gibi, bu şekilde yorumlamak tahrîf değildir…
Hâfız İbni Kesîr, istivâ konusunu açıklarken, Allah’ın sıfatları konusunda şu hükümleri kaydetmektedir: “Bilâkis hakikat, imamların söylediği gibidir Mesela, İmam Buhârî’nin hocası Nuaym b Hammad şöyle der: Kim Allah’ı, mahlûkâta benzetirse kâfir olur Kim Allah’ın kendisini nitelediği bir vasfı inkâr ederse kâfir olur Allah ve Rasûlünün, Allah’ı nitelemelerinde hiçbir teşbih yoktur Dolayısıyla kim açık Ayetlerde ve sahih Hadislerde gelen sıfatları, Allah’ın yüceliğine layık bir şekilde O’na isnâd eder, Allah’ı noksanlıklardan tenzih ederse doğru yola girmiştir25 İbni Kesîr, bu açıklamaları yaparak, Allah’ın sıfatlarını inkâr etmenin ve o sıfatları yaratılmışlara teşbîh etmenin küfür olduğunu belirtmektedir Bu sebeple biz, Allah’ın sıfatlarında teşbih ve tecsîm yapmadan, O sıfatların Allah’ın yüceliğine yaraşır şekilde olduğuna iman etmekteyiz
Yusuf Semmak
1 Sâd: 75
2 Rahmân: 27
3 Mâide: 116
4 Mülk: 16
5 TâHâ: 5
6 Bakara: 29, Fussilet: 41
7 A’râf: 54, Yûnus: 3, Ra’d: 2, Furkân: 59, Secde: 4, Hadîd: 4
8 TâHâ: 5
9 ElMuharraru’l Vecîz, İbn Atiyye, Beyrût, C: 4, S: 36
10 Tefsîru’l Beğavî, Beyrût, C: 2, S: 137
11 ElCâmi’u liAhkâmi’l Kur’ân, İmam Kurtubî, A’râf: 54 Ayetin tefsiri
12 Mecmûu’l Fetâvâ, C: 16, S: 400
13 Bu rivâyet biraz önce geçmişti: Tefsîru’l Beğavî, Beyrût, C: 2, S: 137
14 ????? ?????? ????????? ???????? ????????? ???? ????????
15 Allah’a cihet nispeti konusunda alimler arasında fikir ayrılıkları olmuştur Kimi alimler, Allah’a cihet nispet edilemeyeceğini söylerken; selefî alimlerin pek çoğu, Allah’a üst cihet (mahlûkâta teşbihsiz bir fevkıyyet) nispet edilebileceği görüşünü benimsemiştir Haberî sıfatlar konusunda ihtilâf olmasının başlıca nedeni; bazılarının, te’vîl yolunu seçmeleri; bazılarının ise, te’vîle sapmayıp, sözü zâhiri üzere alarak, Allah’ı mahlûkâta benzetmeden, O’nun yüceliğine yaraşır şekilde O’nu nitelendirmeleridir Allah’ın haberî sıfatları konusunda en çok ihtilâfın olduğu meselelerin başında istivâ konusu gelmektedir
Mâturîdî kelamcılarından Ebû’l Yusr elPezdevî de, mekanda bulunmaktan münezzeh olan Allah’ın tamamen mekânî kavramlar olan bütün cihetlerden tenzih edilmesi gerektiğini savunmuştur (Usûlü’d Dîn, S: 31)
Allah’ı cihetten tenzih eden alimlerin delilleri kısaca şunlardır: Bir cihette bulunmak, maddî varlıklara mahsus bir sıfattır Allah ise madde üstü bir varlık olduğuna göre, cihetten münezzehtir Eğer O’nun için özel bir cihet kabul edilecek olursa, bu, O’nun bir mekanda olduğu anlamına gelir Mekan ve yer tutmak dolayısıyla, yer tutan için hareket, değişme ve sonradan olma gibi sıfatlar da söz konusu olur Ayrıca Allah’ın bir cihette bulunması, en azından âlemin o cihete denk gelen parçasının, O’nunla birlikte kadîm (ezelî) olmasını gerektirir Halbuki âlem, bütün parçalarıyla hâdis (sonradan yaratılmış)tır… Aslında Nasslarda da, Allah’a cihet kavramı açıkça nispet edilmemiştir Bazı Ayet ve Hadislerde Allah’a atfedilen “istivâ, “semâ, “uluvv, “fevk gibi kelimeler, O’nun azamet, yücelik ve üstünlük niteliklerine sahip olduğunu ifade etmek için zikredilmiştir Şu halde Allah, herhangi bir cihette ve dolayısıyla bir mekanda bulunmayan, âlemin içinde veya dışında gösterilmesi mümkün olmayan madde ötesi bir varlıktır… Bunlar, kelamcıların açıklamalarıdır
Başta Şeyhu’l İslâm İbn Teymiyye olmak üzere selefî alimlerin bu konudaki yorumu ise şöyledir Âlem, Allah tarafından yaratılmıştır ve O’nun, zihnin dışında da fiilen mevcut olduğu herkesçe kabul edilmektedir Bu durumda Allah, âlemi ya zâtında ya da zâtının dışında ayrı olarak yaratmıştır Allah’ın, âlemi zâtında yaratması imkânsızdır Çünkü böyle bir durum, Allah’ın, yarattıklarına hulûl edip, onlarla birleşmesini ve dolayısıyla da mahlûkât gibi, hâdis yani sonradan olmasını gerektir Allah ise, zâtı ve sıfatları ile ezelîdir O halde âlemi zâtının dışında yaratmıştır O, zâtıyla âlemin içinde değil, dışında ve üst cihetindedir Aksi takdirde âlemin ne içinde ne de dışında olmak gibi aklın ilkelerine aykırı bir sonuç ortaya çıkacaktır Allah, mekana ve cihete muhtaç değildir Ama Allah, zâtı ve sıfatlarıyla vardır Şunu ifade etmeden geçmeyelim; Allah’ın üst cihette olması, yaratıkların birbirlerine nispetle belli bir cihette bulunmaları gibi anlaşılmamalıdır Zira O, eşi ve benzeri olmayan bir varlıktır Zâtıyla âlemin içinde değil ötesinde (fevkinde), yaratılmış hiçbir varlığın bulunmadığı bir yönde olması anlamında üst cihettedir… Aklî delillerin yanında, Allah’ın üst cihette olduğunu imâ eden Nasslar da mevcuttur Allah’ın, âlemi yarattıktan sonra arşa istivâ ettiği, meleklerin ve Rûh’un O’na yükseldiği, Hz Peygamberin mi’râc gecesinde sidretü’l müntehâ’yı aşarak O’nun huzuruna çıktığı, ölen mü’minlerin ruhlarının da gök katlarını geçerek O’na ulaştığı bildirilerek Allah’ın âlemin içinde bulunmadığı imâ edilmiştir Nasslarda “cihet lafzı kullanılmamakla birlikte, “suûd (Fâtır: 10), “urûc (Secde: 5; Meâric: 4), “fevk, “uluvvgibi kelimeler kullanılarak, Allah’ın, kâinâtın üstünde olduğuna işaret edilmiştir
Fâtır: 10’da:
???????? ???????? ????????? ?????????? ??????????? ?????????? ??????????
“Güzel söz yalnız O’na yükselir Onu da sâlih amel yükseltir buyrulmuştur
Secde: 5’de ise:
????????? ???????? ???? ?????????? ????? ???????? ????? ???????? ???????? ??? ?????? ????? ??????????? ?????? ?????? ?????? ??????????
“O, her şeyi gökten yere tedbîr (düzenleyip idâre) eder Sonra (işler), sizin saymanıza göre, bin yıl olan bir günde O’na yükselir buyrulmuştur
Meâric: 4’de de:
???????? ????????????? ?????????? ???????? ??? ?????? ????? ??????????? ????????? ?????? ??????
“ ve Rûh (Cebrâil) oraya mikdarı elli bin yıl olan bir günde yükselir buyrulmaktadır
(Secde: 5’de, ?????? ?????????? “sizin saymanıza göre buyrulduğu halde, Meâric: 4’de bu kayıt yoktur Bu Ayette de, o kaydın gözetilmesi gerektiğini söyleyen alimler vardır Bununla beraber, elli bin yıllık senenin “ ve Rûh Senesi olma ihtimali de vardır Bu ifadenin kullanılması, “sakındırma amacına ma’tuftur Bazı alimlere göre ise, “elli bin yıl ifadesi, zamanın çokluğunu beyan etmek için değil, o günün şiddetinden kinâyedir; dolayısıyla bu miktarın da daha çok ya da daha az olması mümkündür Mücâhid’den gelen bir rivâyete göre bu Ayet, dünyanın ömrünün elli bin yıl olduğuna işaret ediyor Bu ömrün hepsi bir gündür…)
Nasslardaki bu tür işaretlerin yanında, insanlar da Allah’ı, fıtrî olarak âlemin üstünde düşündükleri için, kulluklarını bu şuur içinde yerine getirirler Hatta Hadislerde geçtiği gibi, O’na dua ederken de ellerini semâya kaldırırlar Ayrıca ahirette, Allah’ın görülmesi (ru’yetullah) konusunda da Allah’a cihet nispet etmeden, O’nun nasıl görülebileceği açıklamak oldukça zordur Aslında istivâ meselesi gibi ahirette Allah’ın görülmesi meselesi de müteşâbih bir konudur Her ikisinin de nasıllığını bilmek mümkün değildir Sahabe, tâbiîn ve müctehidlerden oluşan ilk dönem İslâm alimleri bu inancı paylaşmışlar ve aksi görüşleri şiddetle tenkît etmişlerdir Fakat şunu tekrar hatırlatmak isteriz ki; Allah’ın haberî sıfatları konusunda, alimler her ne kadar farklı görüşleri savunmuş olsalar da, hepsi de Rabbimizi mahlûkât’a benzemekten, O’nu cisimlendirmekten, isim ve sıfatlarında O’na noksanlık atfetmekten tenzih etmişlerdir Her Müslüman şunu bilsin ki, eğer bu konu müteşâbih yani yoruma ve ictihâd’a açık olmasaydı, alimler bu meselede farklı fikirler ortaya atmazlardı O halde biz mü’minlere düşen de, biz kendimiz, elbette en doğru yola yani selefin yoluna uyarız ama farklı görüşleri olan ya da muteahhırûn ulemâ’nın görüşlerinde olan kimseleri de, sırf bizim gibi inanmıyorlar diye tekfir etmeye kalkışmayız! Zira ictihâd mahallinde, şâzz görüşleri savunan kimseleri dinin dışında saymak, o ictihâdlara sahip olan müctehidleri ve asırlarca onların görüşlerine tâbi olan sayısız din kardeşlerimizi de tekfir etme sonucunu doğurur! İstivâ ve cihet bahsinde her Müslümanın dikkat etmesi gereken şey; bu sıfatların keyfiyetini tam bilememekle ve idrak edememekle beraber, Yüce Allah’ı, mahlûkâtına benzetmemek, O’nu şânına ve yüceliğine layık şekilde niteleyip, tüm noksanlıklardan O’nu tenzih etmek ve O’na bir mekân isnâd etmemek demektir
16 Kurtubi Tefsiri, A’râf: 54’ün tefsiri
İmam Kurtubi’nin bu açıklamalarının Arapçasını da vermek istiyoruz:
??? ??? ????? ????? ??? ???? ???? ?? ?????? ???? ????? ??? ?????? ????? ?? ????? ?? ??????? ???????? ??? ????? ??? ??? ????? ?????? ???? ??? ???? ??? ?? ????? ?????? ??? ????? ??? ???? ?????
17 “Bu bey’at, Rıdvân Bey’at’idir Hudeybiye’de semure (devedikeni) ağacının altında meydana gelmiştir O gün, Allah’ın Rasûlüne bey’at eden sahabîlerin sayısı hakkında bin üç yüz, bin dört yüz, bin beş yüz rakamları söylenilmiştir ki, bu üç rakamın ortası sahih olandır (Tefsîru’l Kur’âni’l Azîm, İbni Kesîr, Dâru Usâme, Ammân, C: 4, S: 1930)
18 Fetih: 10
19 Allah’ı, şânına yakışmayan nitelendirmelerden tenzîh etmek için, O’nun selbî sıfatları vardır Bunlar şunlardır: Kıdem (ezelî olmak, başlangıcı olmamak), bekâ (ebedî olmak, varlığının sonu olmamak), muhâlefetü’n li’l havâdis (sonradan olanlara yani mahlûkâta benzememek), kıyâm binefsihi (Allah’ın başka bir zâta ya da mekana muhtaç olmaması, bizzat kâim olması), vahdâniyyet (Allah’ın zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde bir ve tek olması, eşi, benzeri ve ortağının bulunmaması) demektir Bu beş sıfâta “tenzîhiyye sıfatları da denir Bu sıfatlar, Allah’ı zâtına layık olmayan mana ve nitelemelerden tenzih etmek demektir Allah’ın selbî sıfatları anlaşılmadığı ve O’nun zâtına ve yüceliğine noksanlıklar izâfe edildiği zaman, şirk ortaya çıkar Tenzih akidesi ise şirk’i iptal eder Bu akideyi, “O’nun benzeri hiçbir şey yoktur (Şûrâ: 11) Ayeti en güzel şekilde ortaya koymaktadır
Aslında tenzihât’ı belli bir çerçeveye sıkıştırıp, tek tek saymak mümkün değildir Fakat Kelâm ulemâsı kolay anlaşılması için yukarıda taksimâtını verdiğimiz gibi, bu sıfatları beş ana asla ircâ ederek mütelâa etmişlerdir Bu sıfatlar, ulûhiyete nispet edilmesi mümkün olmayan “yaratılmışlık, “acz, “noksanlık gibi kavramların nefyini yani Allah’ı bunlardan tenzih etmeyi zarûri kılar Bu tür kavramların, Allah’ın zâtından uzaklaştırılması (nefy, tenzîh) ile O, nitelenmiş olur Buna göre tenzîhî sıfatlar, Allah’ın ne olmadığını anlatan sıfatlardır Allah’ı, hakkıyla takdir etmek yani O’na iman etmek; O’nu, kendisinde olan sıfatlarla kabul etmek olduğu gibi, kendisinde olmayan noksanlık, acizlik ve kusurlardan da tenzîh etmek demektir
Tenzîhî sıfatları şöyle de ifade edebiliriz: Allah’ın başlangıcı ve sonu yoktur Allah cevher, cisim, a’raz, musavver (şekil sahibi), mahdûd (sınırlı), ma’dûd (sayılabilir), müteba’iz (bölünebilir), mütecezzi (parçalanabilir), müterakkib (birleşik), mütenâhi (sonlu) vb değildir Mahiyet ve keyfiyet Allah’ın vasfı olamaz Allah için mekan söz konusu değildir, zamanla mukayyed (kayıtlı) değildir Hiçbir şey O’na benzemez…
Allah’ın nefsî sıfatı olan Vücûd ise, “Allah vardır, varlığı zâtının gereğidir, varlığı başkasından değildir demektir Bu nedenle Allah’a “vâcibu’l vücûd denir Varlığın zıddı olan adem (yokluk), Allah hakkında mümteni (imkânsız)dır Böyle bir şey tasavvur edilemez Yukarıda açıkladığımız vücûd, kıdem, bekâ, muhâlefetü’n li’l havâdis, kiyâm binefsihi, vahdâniyyet sıfatlarının tamamına “zâtî sıfatlar da denir
Allah’ın tenzîhî sıfatlarını açıklamamızın nedenlerinden bir tanesi de, O’nun subûtî, haberî ve fiilî sıfatlarında aşırı gidip, O’nun hakkında, hakkın dışında söz söylemekten sakındırmaktır Biz, Allah’ı kendi sıfatlarından tanırız ve O’nun hiçbir sıfatını bir başkasına vermediğimiz gibi, hiçbir sıfatını mahlûkâta teşbih de etmeyiz O’nu cisimlendirmekten de sakınırız Allah’ın bir sıfatına, bir başkasını ortak kılmak şirk olduğu gibi, O’nun sıfatının bir tanesini dahi, mahlûkâtın sıfatına benzetmek de şirk’tir! Meselâ, yed (el), vech (yüz), istivâ gibi haberî sıfatları konusunda tutumumuz; O’nun sıfatlarını iptal etmediğimiz gibi, asla o sıfatları yaratılmışlara da benzetmeyiz
20 Bu ifadeler, bid’at fırkaları olan kaderiye ve mu’tezile hakkındadır Ehli Sünnetten Allah’ın “yed sıfatına “kudret, ilim, nimet gibi anlamlar veren alimler hakkında değildir Zira bu iki ekolün metodu ve itikâdı aynı değildir Bid’at fırkaları, Allah’ın haberî sıfatlarını isbât etmedikleri gibi, bu sıfatları işlevsiz kılmışlar; bazıları teşbîh ve temsîl’e sapmışlar, bazıları da teşbîh ve temsîl’e yaklaşmışlardır Bazı Ehli Sünnet alimleri ise, her ne kadar bu sıfatları te’vîl etseler de, Allah’ı şânına yakışır şekilde tenzîh etmeyi ihmal etmemişlerdir Te’vîl ile tahrîf arasındaki çizgiyi aşmamak gerekir Te’vîl câizdir, tahrîf bâtıldır…
21 Allah’ın ‘el’ sıfatı, tesniye (ikil) ve çoğul olarak da zikredilmektedir: Mâide: 64’de: “Hayır, Allah’ın iki eli de açıktır buyrulmuştur Yâsîn: 71’de ise: “Görmezler mi ki, Biz onların faydasına kendi ellerimizle var ettiğimiz davarlar yarattık? İşte kendileri bunlara sahiptirler buyrulmaktadır İlk Ayette ‘iki el’, son Ayette ise ‘ellerimiz’ ifadeleri kullanılmıştır
22 Yani “Fetih: 10’daki “el sıfatı, “kudret, “ilim yahut “nimettir; ama Sâd: 75’deki “iki el sıfatını te’vîl etmeden, isbât etmek gerekir demek gibi… Sâd: 75’deki “iki el sıfatına “iki kudret anlamı vermenin imkânsızlığı, Kur’an’daki diğer Ayetlerdeki “el sıfatını da te’vîl yerine isbât etmeyi daha makul hale getiriyor Fakat bazı alimler, bu sıfatları bulundukları Ayetlere göre yorumlamışlar; bazıları te’vîl etmişler, bazıları da te’vîl etmemişlerdir Mesela, “mülk elinde bulunanın şânı ne yücedir (Mülk: 1) Ayetinde hakikaten “el mi kastedilmiştir yoksa bu kelime “kudret anlamında bir nitelik midir? İşte bu iki yönde de tercih yapan alimler bulunmaktadır Selef, bu türden haberî sıfatları teşbihsiz olarak isbât yoluna girmişlerdir Allah en iyi bilendir!
23 Allah’ın ‘ayn (göz)’ sıfatı, TâHâ: 39’da tekil olarak ‘göz’ şeklinde, Kamer: 14’de de çoğul olarak ‘gözlerimiz’ şeklinde kullanılmıştır
24 Taberî Tefsiri, Fetih: 10’un tefsiri İmam Taberî’nin açıklaması:
??? ????: ???? ?????? ?????? ?????????? ????? ?? ???????: ??????: ?? ???? ??? ?????? ??? ??????, ????? ????? ??????? ???? ??????? ???? ??? ???? ???? ???? ???????: ???? ???? ??? ?????? ?? ????? ????? ??? ???? ???? ????, ????? ???? ?????? ???? ???? ??? ???? ???? ???? ??? ?????? ??? ??????
25 Tefsîru’l Kur’âni’l Azîm, İbn Kesîr, Dâru Usâme, Ammân, C: 2, S: 804
Allah'a hamd ve Rasûlullah aleyhisselâm'a salât ve selâm ederek başlıyoruz Sözlerin en güzeli Allah'ın Kitâbı, yolların en güzeli de Peygamberimizin yoludur Rabbim, hakkı hakk bilip hakka ittibâ, bâtılı bâtıl bilip bâtıldan ictinâb edenlerden eylesin
Emmâ ba'dü:
Müteşâbih sıfatları, Allah’ın ilmine havale etmek gerekir…
Meselâ; Allah’ın iki el1, yüz2, nefs3, uluvv4, istivâ5gibi sıfatları vardır Rabbimiz, bu türden sıfatlarını Kur’an’da zikretmiştir O halde biz de, “bunlar, O’nun sıfatlarıdır deriz Gerek Kur’an ve gerekse Hadislerdeki bu türden müteşâbih sıfatlara keyfiyetsiz (nasıllığını sorgulamadan), teşbih (benzetme), temsil (misallendirme), tecsîm (cisimlendirme), ta’tîl (anlamını işlevsiz kılma) ve tahrif (bozup değiştirme)’ye gitmeden inanırız
İstivâ konusunda fazla detaylara girmeden, bazı rivâyetleri naklederek birkaç meseleyi açıklamak istiyoruz Ama ondan önce, bu kelimenin anlamını ve Kur’an’da nasıl kullanıldığını ifade edelim Sözlükte, istivâ; eşit olmak, yönelmek, istikrar bulmak, hükmetmek, hâkim olmak, yükselmek, yüksek ve yüce olmak ve kurulmak gibi anlamlara gelir
Bu kelime “istevâ: istivâ etti şekliyle, Kur’anı Kerim’de dokuz yerde kullanılmıştır Bunlardan ikisinde6 ????? ???????? ????? ????????? “sonra semâya yöneldi şeklinde “ilâ: …e doğru edatı kullanılmıştır; altı tanesinde7 ise, ????? ???????? ????? ?????????“sonra arşa istivâ etti şeklinde “alâ: …üzerine, üzerinde edatı kullanılmıştır Bir yerde de ??????????? ????? ????????? ????????“Rahmân arşa istivâ etti8 şeklinde geçmektedir İstivâ kelimesinin Kur’an’da başka Ayetlerde de mâzi ve muzâri kipleriyle kullanımları vardır Bu Ayetlerde de, “eşit ve denk olmak, oturmak, kurulmak ve binmek gibi anlamlar ifade etmektedir Tabi ki bu anlamların varlıklarla ilişkili olduğunu unutmayalım Yani bu verdiğimiz anlamlar, istivâ’nın kelime anlamlarıdır Bu fiili, Allah’a nispet ettiğimiz zaman, mahlûkâta ait olan bu anlamları veremeyeceğimizi, Allah’ı yaratılmış varlıklara benzetmenin asla câiz olmadığını bilelim…
Bu girişten sonra, Allah’ın “istivâ sıfatına yaklaşımımız nasıl olmadır, sorusuna cevap arayalım İbni Atıyye rahımehullâh, TâHâ Sûresinin beşinci Ayetinin tefsirini yaparken şunları söylemektedir: “İmam Mâlik, kendisine istivâ hakkında soru soran bir adama şöyle demiştir: İstivâ ma’lumdur, keyfiyet meçhuldür, Bundan (istivâ hakkında) sual etmek bid’attir9
Başka bir rivâyette de şöyle geçmektedir: “Bir adam, Mâlik b Enes’e, Allah’ın “Rahmân arşa istivâ etti kavlinden sual etti ve ‘istivâ nasıldır?’ dedi Bunun üzerine uzunca bir süre başını öne eğdi, buram buram terlemeye başladı sonra dedi ki: ‘İstivâ; meçhul değildir, keyfiyeti akledilemez, buna iman etmek farzdır, bundan sual etmek bid’attir Sanıyorum ki sen sapık bir adamsın’ Sonra emretti, adamı huzurundan çıkardılar10 Bu rivâyete göre; İmam Mâlik, kendisine istivâ’nın keyfiyeti sorulduğu için sıkıntıdan ter içinde kalmıştır Çünkü Rahmân’ın istivâ sıfatını akıl ihâta etmekten âcizdir Bu nedenle de, istivâ’nın bu boyutundan sorgu sual etmek bid’attir İmam Mâlik, böyle bir soru sorduğu için, o adamın dalâlet ve bid’at ehli olduğunu düşünmüştür Allah’ın bu sıfatının mahiyetini kurcalayan bu adamın davranışının, kendisini ya da diğer insanları teşbih ve tecsîm’e götürme tehlikesinden dolayı da çok rahatsız olmuş; adama gerekli cevabı verdikten sonra huzurundan çıkarılmasını istemiştir Diğer bir rivâyette ise, İmam Mâlik, istivâ’nın malum olmasının (bilinmesinin), sözlükteki anlamı açısından olduğunu belirtmektedir: İmam Kurtubî rahımehullâh, A’râf Sûresinin 54 Ayetinin tefsirinde bu rivâyeti nakletmektedir: “İmam Mâlik rahımehullâh: İstivâ’nın ne demek olduğu sözlükte bilinmektedir, nasıl olduğu meçhuldür, bundan soru sormak bid’attir11 İşte Selefi Sâlihîn’ın istivâ konusundaki genel itikâdı budur!
Şeyhu’l İslâm İbni Teymiyye rahımehullâh, Allah’ın arş’a istivâsı konusunda, Ehli Sünnet’in görüşünü zikrederken şöyle demektedir: “Arş’a istivâ, keyfiyetsiz şekilde Allah’ın bir sıfatıdır Kişinin buna iman etmesi ve bunun hakkındaki ilmi Allah’a havale etmesi gerekir12 İbni Teymiyye, bu açıklamadan sonra, az önce Beğavî tefsirinden naklettiğimiz, TâHâ Sûresinin 5 Ayetinin tefsiri hakkında bir adamın İmam Mâlik’e yönelttiği soruyu ve İmam’ın da o kişiye verdiği cevabı kaydetmiştir13
Biz de, “Allah, arşa istivâ etmiştir diye iman ediyoruz İstivâ sıfatını Allah için isbât ediyoruz ama nasıl istivâ ettiğini bilmiyoruz Allah’ın bu sıfatına keyfiyetsiz iman ediyoruz Bu konudaki ilmi, Allah’a havale ediyoruz Allah’ı, cisimlendirmekten ve misallendirmekten tenzih ediyoruz Zira hiçbir şey, Allah’ın benzeri olmadığı için, Rabbimizin sıfatlarıyla bir mahlûkâtı karşılaştırarak anlayıp akletmenin imkânı da bulunmamaktadır Bu nedenle de bu konuda, gereksiz sorularla meseleyi didiklemiyoruz Selef, istivâ Ayetinin keyfiyetine girmeden, Allah’ın bu sıfatını işlevsiz de bırakmadan şunu söylemiştir: “Allah, zâtıyla arşın üstünde ve mahlûkâtından ayrıdır14 Dört mezhep imamı; Ashabı Kirâm’ın, Yüce Allah’ın zâtıyla âlemin dışında ve “fevkinde olduğuna inandıklarını ve dolayısıyla İslâm akidesini bu inancın teşkil ettiğini savunmuşlardır Müteşâbih olan bu meselede çok tartışmalar olmuştur Bu ifadede, Allah’a mekan nispeti yoktur Allah herhangi bir mekanda değildir ve mekandan münezzehtir Çünkü Allah, mahlûkâtı ve arşı yaratmadan önce de vardı…
İstivâ meselesinin konuşulduğu bir yerde “cihet bahsinin ele alınmaması mümkün değildir Bu konuda İslâm alimlerinin iki yol tuttuklarını söyleyebiliriz Bir grup alim, Nasslarda gelen haberî sıfatları te’vîl etmeden olduğu gibi, zâhirleri üzerinde kabul etmişler Ama bunu yaparken asla Allah’ı mahlûkâtına benzetmemiş, cisimlendirmemiş ve O’nu yüceliğine uygun şekilde nitelemişlerdir İlk dönem Selefî Sâlihîn’in ve onlara uyan müctehidlerin yolu budur Bir kısım alimler de, te’vîl yapmışlardır Onlar da, genelde müteahhırûn (sonra gelen) alimlerdir Fakat bu alimler de, te’vîl esnasında Allah’ı, müşebbihe ve mücessime’nin yaptığı gibi, yaratılmışlara benzetmekten ve O’nu cisimlendirmekten, O’na noksanlık izâfe etmekten şiddetle kaçınmışlardır Bu gerçekleri göz önüne alarak, şu gerçeğin altını çizmek isteriz İslâm alimlerinin gerek haberî sıfatlar ve gerekse tüm müteşâbih Nasslar hakkındaki farklı yorumlarının olduğunu hatırdan çıkarmamalıyız Ve biz, bu açıklamalardan hangisini tercih edersek edelim, bizim gibi düşünmeyen alimleri ve Müslümanları sapıklıkla, bid’atçılıkla hatta küfür ile ithâm etme gafletine düşmemeliyiz Çünkü İslâm alimleri ictihâdın câiz olduğu yerlerde ictihâd ederler ve o yorumları esnasında mutlaka İslâm’ın inanç esaslarını ve haramhelâl hudûdunu muhafaza ederler Görüşleri zâhiren birbirlerine zıt dahi olsa bunu “lafzî ihtilâf olarak görmemiz gerekir Zira işin esasında, vahyin muhkem Nasslarına istinâd konusunda alimler arasında ayrılık yoktur Bütün alimlerin amacı, Allah’ın rızasıdır Dayanakları da vahiydir Farklılık, muhkem olmayan o Nassları yorumlama ve anlama konusunda ortaya çıkmaktadır Bundan dolayı alimler kınanmaz Çünkü onlara o meselelerde ictihâd iznini Allah Sübhânehu ve Teâlâ vermiştir
İmam Kurtubi, cihet konusunda şöyle demektedir: “Selefi Sâlihîn’in ilk dönemleri, Allah’ın bir cihette buluşunu nefyetmiyorlar ve bunu nefyettiklerini de ifade etmiyorlardı Aksine onlar ve herkes, Allah Teâlâ’nın Kitabında bildirdiği, peygamberlerinin de haber verdiği şekilde, O’na cihet isbât ediyorlardı15 Selefi Sâlih’ten hiçbir kimse, Allah’ın arşı üzerine hakikaten istivâ etmiş olduğunu inkâr etmiyordu16 İstivâ Ayetinde ifade edildiği gibi, Allah, arşa hakikaten istivâ etmiştir Bu arşın üzeri de mahlûkâtın dışında ve ondan ayrıdır İstivâ’nın mahiyetini bilmediğimiz için, bu meselede bize düşen; Allah’ı noksanlıklardan tenzih etmek, O’nu mahlûkâtına benzetmemektir Bu konuyu fazla uzatmak istemiyoruz Zira ana konumuz istivâ bahsini detaylandırmak değil, Allah’ın haberî sıfatlarına karşı tutumumuzun ve inancımızın nasıl olması gerektiğini açıklamaktır İstivâ bahsi de, bu konuda çok önemli bir mesele olduğu için, bu örneği açıklama ihtiyacı hissettik…
Allah’ın bir diğer sıfatı, “Allah’ın elidir Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Muhakkak ki (Hudeybiye’de) sana bey’at edenler ancak Allah’a bey’at etmiş olurlar17 Allah’ın eli, onların eli üzerindedir…18 Bu Ayet, Mekke’ye elçi olarak gönderilen Hz Osman’ın şehid edildiği haberi üzerine, Peygamberimizin, ashabından, onlar ölünceye kadar savaşacaklarına ya da savaş meydanından kaçmayacaklarına dair kendilerinden kesin söz almıştı Buna, “Rıdvân Bey’ati denir İşte Ayet, bu bey’ate işaret etmektedir Bu konuya, “Câhiliyye konusunu açıklarken, Hamiyyetü’l Câhiliyye kısmında temas etmiştik
Bu Ayette zikredilen “Allah’ın eli meselesine dönecek olursak; biz, “Allah’ın eli vardır diye inanırız İstivâ konusunda dediğimiz gibi, el biliniyor ama, Allah’ın eli, kimsenin eline benzemediği için, burada teşbih ya da temsil asla câiz değildir Tahrîf ve ta’tîl de yapılmamalıdır “Nasıl bir el? diye de sorulmamalıdır Keyfiyeti meçhul olan müteşâbih sıfatlar konusundaki tutumumuz; Allah’ın şânına ve azametine yakışır bir el olduğuna iman etmek19; bu ve benzeri sıfatları sorgulamaktan ve iptal etmekten sakınmaktır
Mu’tezile ve kaderiyye fırkaları, Fetih Sûresinin 10 Ayetindeki “Allah’ın eli için; “O’nun ilmi ya da kudreti demektedirler Bu şekilde te’vîl edildiğinde, yed (el) meselesinde, büyük bir işkâl (karışıklık ve problem) ortaya çıkmaktadır20 Allah’ın “el sıfatı için, “ilim veya “kudret anlamı verildiğinde, bu sıfatı işlevsiz kılmanın yanında, tutarsız ve itikâdî açıdan tehlikeli bir anlam ortaya çıkmaktadır Bu tutarsızlık da, Allah’ın “iki ilim ve “iki kudret sıfatları olduğu sonucudur Zira Rabbimiz, Sâd: 75 Ayette de: “(Allah) buyurdu: ‘Ey İblis, iki elimle yarattığıma secde etmekten seni meneden nedir?… buyurmaktadır21 Bu Ayet, Allah’ın, el sıfatına, “ilim veya “kudret anlamları verilemeyeceğinin açık delilidir Kur’an’da farklı Ayetlerde geçen “el sıfatının da farklı sıfatlar olmayacağı aşikâr olduğuna göre,22 “el sıfatını te’vîl etmek yerine, teşbîh ve tecsîm’den sakınarak isbât etmek daha isâbetlidir Bu nedenle, “el, Allah’ın bir sıfatıdır ama keyfiyetini bilmiyoruz deriz Allah’ın “rızâ ve “gazap sıfatları da öyledir Bunlar hakkında da, nasıllıklarını bilemediğimiz halde, bunlar, Allah’ın iki sıfatıdır diye iman etmekteyiz
Yed (el), vech (yüz), kadem (ayak), ayn (göz)23, Allah’ın gelmesi, gitmesi, inmesi (mecîe, zehâb, nüzûl, ityân), istivâ gibi haberî sıfatların zâhirî anlamları dikkate alındığında teşbîh ve tecsîme götürücü oldukları için, alimler bu tür sıfatların te’vîl edilip edilmemesi hususunda ihtilâf etmişlerdir Haberî sıfatları olduğu şekliyle isbât edenler olduğu gibi, onları te’vîl edenler de olmuştur İslâm alimlerinin ortak noktası, “Allah Teâlâ’yı, mahlûkâta benzemekten tenzîh etme esasında birleşmeleridir
???? ??????? ?????? ??????????? “Allah’ın eli onların elinin üstündedir Ayetini tefsir ederken İbni Cerîr etTaberî rahımehullâh şunları söylemektedir: “Bu Ayette iki vecih vardır: Birisi: bey’at ederlerken Allah’ın eli onların elinin üstünde demektir Çünkü onlar, Allah’ın Peygamberine bey’at etmekle, Allah’a bey’at etmiş oluyorlardı Diğeri ise: Rasûlüne yardım etme hususunda Allah’ın kuvveti, onların kuvvetinin üstünde demektir Çünkü onlar, düşmana karşı ona yardım edeceklerine dair Allah’ın Rasûlüne bey’at ettiler24 Görüldüğü gibi, İmam Taberî, bu Ayetin iki türlü te’vîl edilebileceğini söylemektedir O te’vîllerden bir tanesi de Ayette geçen, “yedullah yani “Allah’ın eli ifadesinin “Allah’ın kudreti anlamında yorumlanabileceğidir Bazı alimlerin de yaptığı gibi, bu şekilde yorumlamak tahrîf değildir…
Hâfız İbni Kesîr, istivâ konusunu açıklarken, Allah’ın sıfatları konusunda şu hükümleri kaydetmektedir: “Bilâkis hakikat, imamların söylediği gibidir Mesela, İmam Buhârî’nin hocası Nuaym b Hammad şöyle der: Kim Allah’ı, mahlûkâta benzetirse kâfir olur Kim Allah’ın kendisini nitelediği bir vasfı inkâr ederse kâfir olur Allah ve Rasûlünün, Allah’ı nitelemelerinde hiçbir teşbih yoktur Dolayısıyla kim açık Ayetlerde ve sahih Hadislerde gelen sıfatları, Allah’ın yüceliğine layık bir şekilde O’na isnâd eder, Allah’ı noksanlıklardan tenzih ederse doğru yola girmiştir25 İbni Kesîr, bu açıklamaları yaparak, Allah’ın sıfatlarını inkâr etmenin ve o sıfatları yaratılmışlara teşbîh etmenin küfür olduğunu belirtmektedir Bu sebeple biz, Allah’ın sıfatlarında teşbih ve tecsîm yapmadan, O sıfatların Allah’ın yüceliğine yaraşır şekilde olduğuna iman etmekteyiz
Yusuf Semmak
1 Sâd: 75
2 Rahmân: 27
3 Mâide: 116
4 Mülk: 16
5 TâHâ: 5
6 Bakara: 29, Fussilet: 41
7 A’râf: 54, Yûnus: 3, Ra’d: 2, Furkân: 59, Secde: 4, Hadîd: 4
8 TâHâ: 5
9 ElMuharraru’l Vecîz, İbn Atiyye, Beyrût, C: 4, S: 36
10 Tefsîru’l Beğavî, Beyrût, C: 2, S: 137
11 ElCâmi’u liAhkâmi’l Kur’ân, İmam Kurtubî, A’râf: 54 Ayetin tefsiri
12 Mecmûu’l Fetâvâ, C: 16, S: 400
13 Bu rivâyet biraz önce geçmişti: Tefsîru’l Beğavî, Beyrût, C: 2, S: 137
14 ????? ?????? ????????? ???????? ????????? ???? ????????
15 Allah’a cihet nispeti konusunda alimler arasında fikir ayrılıkları olmuştur Kimi alimler, Allah’a cihet nispet edilemeyeceğini söylerken; selefî alimlerin pek çoğu, Allah’a üst cihet (mahlûkâta teşbihsiz bir fevkıyyet) nispet edilebileceği görüşünü benimsemiştir Haberî sıfatlar konusunda ihtilâf olmasının başlıca nedeni; bazılarının, te’vîl yolunu seçmeleri; bazılarının ise, te’vîle sapmayıp, sözü zâhiri üzere alarak, Allah’ı mahlûkâta benzetmeden, O’nun yüceliğine yaraşır şekilde O’nu nitelendirmeleridir Allah’ın haberî sıfatları konusunda en çok ihtilâfın olduğu meselelerin başında istivâ konusu gelmektedir
Mâturîdî kelamcılarından Ebû’l Yusr elPezdevî de, mekanda bulunmaktan münezzeh olan Allah’ın tamamen mekânî kavramlar olan bütün cihetlerden tenzih edilmesi gerektiğini savunmuştur (Usûlü’d Dîn, S: 31)
Allah’ı cihetten tenzih eden alimlerin delilleri kısaca şunlardır: Bir cihette bulunmak, maddî varlıklara mahsus bir sıfattır Allah ise madde üstü bir varlık olduğuna göre, cihetten münezzehtir Eğer O’nun için özel bir cihet kabul edilecek olursa, bu, O’nun bir mekanda olduğu anlamına gelir Mekan ve yer tutmak dolayısıyla, yer tutan için hareket, değişme ve sonradan olma gibi sıfatlar da söz konusu olur Ayrıca Allah’ın bir cihette bulunması, en azından âlemin o cihete denk gelen parçasının, O’nunla birlikte kadîm (ezelî) olmasını gerektirir Halbuki âlem, bütün parçalarıyla hâdis (sonradan yaratılmış)tır… Aslında Nasslarda da, Allah’a cihet kavramı açıkça nispet edilmemiştir Bazı Ayet ve Hadislerde Allah’a atfedilen “istivâ, “semâ, “uluvv, “fevk gibi kelimeler, O’nun azamet, yücelik ve üstünlük niteliklerine sahip olduğunu ifade etmek için zikredilmiştir Şu halde Allah, herhangi bir cihette ve dolayısıyla bir mekanda bulunmayan, âlemin içinde veya dışında gösterilmesi mümkün olmayan madde ötesi bir varlıktır… Bunlar, kelamcıların açıklamalarıdır
Başta Şeyhu’l İslâm İbn Teymiyye olmak üzere selefî alimlerin bu konudaki yorumu ise şöyledir Âlem, Allah tarafından yaratılmıştır ve O’nun, zihnin dışında da fiilen mevcut olduğu herkesçe kabul edilmektedir Bu durumda Allah, âlemi ya zâtında ya da zâtının dışında ayrı olarak yaratmıştır Allah’ın, âlemi zâtında yaratması imkânsızdır Çünkü böyle bir durum, Allah’ın, yarattıklarına hulûl edip, onlarla birleşmesini ve dolayısıyla da mahlûkât gibi, hâdis yani sonradan olmasını gerektir Allah ise, zâtı ve sıfatları ile ezelîdir O halde âlemi zâtının dışında yaratmıştır O, zâtıyla âlemin içinde değil, dışında ve üst cihetindedir Aksi takdirde âlemin ne içinde ne de dışında olmak gibi aklın ilkelerine aykırı bir sonuç ortaya çıkacaktır Allah, mekana ve cihete muhtaç değildir Ama Allah, zâtı ve sıfatlarıyla vardır Şunu ifade etmeden geçmeyelim; Allah’ın üst cihette olması, yaratıkların birbirlerine nispetle belli bir cihette bulunmaları gibi anlaşılmamalıdır Zira O, eşi ve benzeri olmayan bir varlıktır Zâtıyla âlemin içinde değil ötesinde (fevkinde), yaratılmış hiçbir varlığın bulunmadığı bir yönde olması anlamında üst cihettedir… Aklî delillerin yanında, Allah’ın üst cihette olduğunu imâ eden Nasslar da mevcuttur Allah’ın, âlemi yarattıktan sonra arşa istivâ ettiği, meleklerin ve Rûh’un O’na yükseldiği, Hz Peygamberin mi’râc gecesinde sidretü’l müntehâ’yı aşarak O’nun huzuruna çıktığı, ölen mü’minlerin ruhlarının da gök katlarını geçerek O’na ulaştığı bildirilerek Allah’ın âlemin içinde bulunmadığı imâ edilmiştir Nasslarda “cihet lafzı kullanılmamakla birlikte, “suûd (Fâtır: 10), “urûc (Secde: 5; Meâric: 4), “fevk, “uluvvgibi kelimeler kullanılarak, Allah’ın, kâinâtın üstünde olduğuna işaret edilmiştir
Fâtır: 10’da:
???????? ???????? ????????? ?????????? ??????????? ?????????? ??????????
“Güzel söz yalnız O’na yükselir Onu da sâlih amel yükseltir buyrulmuştur
Secde: 5’de ise:
????????? ???????? ???? ?????????? ????? ???????? ????? ???????? ???????? ??? ?????? ????? ??????????? ?????? ?????? ?????? ??????????
“O, her şeyi gökten yere tedbîr (düzenleyip idâre) eder Sonra (işler), sizin saymanıza göre, bin yıl olan bir günde O’na yükselir buyrulmuştur
Meâric: 4’de de:
???????? ????????????? ?????????? ???????? ??? ?????? ????? ??????????? ????????? ?????? ??????
“ ve Rûh (Cebrâil) oraya mikdarı elli bin yıl olan bir günde yükselir buyrulmaktadır
(Secde: 5’de, ?????? ?????????? “sizin saymanıza göre buyrulduğu halde, Meâric: 4’de bu kayıt yoktur Bu Ayette de, o kaydın gözetilmesi gerektiğini söyleyen alimler vardır Bununla beraber, elli bin yıllık senenin “ ve Rûh Senesi olma ihtimali de vardır Bu ifadenin kullanılması, “sakındırma amacına ma’tuftur Bazı alimlere göre ise, “elli bin yıl ifadesi, zamanın çokluğunu beyan etmek için değil, o günün şiddetinden kinâyedir; dolayısıyla bu miktarın da daha çok ya da daha az olması mümkündür Mücâhid’den gelen bir rivâyete göre bu Ayet, dünyanın ömrünün elli bin yıl olduğuna işaret ediyor Bu ömrün hepsi bir gündür…)
Nasslardaki bu tür işaretlerin yanında, insanlar da Allah’ı, fıtrî olarak âlemin üstünde düşündükleri için, kulluklarını bu şuur içinde yerine getirirler Hatta Hadislerde geçtiği gibi, O’na dua ederken de ellerini semâya kaldırırlar Ayrıca ahirette, Allah’ın görülmesi (ru’yetullah) konusunda da Allah’a cihet nispet etmeden, O’nun nasıl görülebileceği açıklamak oldukça zordur Aslında istivâ meselesi gibi ahirette Allah’ın görülmesi meselesi de müteşâbih bir konudur Her ikisinin de nasıllığını bilmek mümkün değildir Sahabe, tâbiîn ve müctehidlerden oluşan ilk dönem İslâm alimleri bu inancı paylaşmışlar ve aksi görüşleri şiddetle tenkît etmişlerdir Fakat şunu tekrar hatırlatmak isteriz ki; Allah’ın haberî sıfatları konusunda, alimler her ne kadar farklı görüşleri savunmuş olsalar da, hepsi de Rabbimizi mahlûkât’a benzemekten, O’nu cisimlendirmekten, isim ve sıfatlarında O’na noksanlık atfetmekten tenzih etmişlerdir Her Müslüman şunu bilsin ki, eğer bu konu müteşâbih yani yoruma ve ictihâd’a açık olmasaydı, alimler bu meselede farklı fikirler ortaya atmazlardı O halde biz mü’minlere düşen de, biz kendimiz, elbette en doğru yola yani selefin yoluna uyarız ama farklı görüşleri olan ya da muteahhırûn ulemâ’nın görüşlerinde olan kimseleri de, sırf bizim gibi inanmıyorlar diye tekfir etmeye kalkışmayız! Zira ictihâd mahallinde, şâzz görüşleri savunan kimseleri dinin dışında saymak, o ictihâdlara sahip olan müctehidleri ve asırlarca onların görüşlerine tâbi olan sayısız din kardeşlerimizi de tekfir etme sonucunu doğurur! İstivâ ve cihet bahsinde her Müslümanın dikkat etmesi gereken şey; bu sıfatların keyfiyetini tam bilememekle ve idrak edememekle beraber, Yüce Allah’ı, mahlûkâtına benzetmemek, O’nu şânına ve yüceliğine layık şekilde niteleyip, tüm noksanlıklardan O’nu tenzih etmek ve O’na bir mekân isnâd etmemek demektir
16 Kurtubi Tefsiri, A’râf: 54’ün tefsiri
İmam Kurtubi’nin bu açıklamalarının Arapçasını da vermek istiyoruz:
??? ??? ????? ????? ??? ???? ???? ?? ?????? ???? ????? ??? ?????? ????? ?? ????? ?? ??????? ???????? ??? ????? ??? ??? ????? ?????? ???? ??? ???? ??? ?? ????? ?????? ??? ????? ??? ???? ?????
17 “Bu bey’at, Rıdvân Bey’at’idir Hudeybiye’de semure (devedikeni) ağacının altında meydana gelmiştir O gün, Allah’ın Rasûlüne bey’at eden sahabîlerin sayısı hakkında bin üç yüz, bin dört yüz, bin beş yüz rakamları söylenilmiştir ki, bu üç rakamın ortası sahih olandır (Tefsîru’l Kur’âni’l Azîm, İbni Kesîr, Dâru Usâme, Ammân, C: 4, S: 1930)
18 Fetih: 10
19 Allah’ı, şânına yakışmayan nitelendirmelerden tenzîh etmek için, O’nun selbî sıfatları vardır Bunlar şunlardır: Kıdem (ezelî olmak, başlangıcı olmamak), bekâ (ebedî olmak, varlığının sonu olmamak), muhâlefetü’n li’l havâdis (sonradan olanlara yani mahlûkâta benzememek), kıyâm binefsihi (Allah’ın başka bir zâta ya da mekana muhtaç olmaması, bizzat kâim olması), vahdâniyyet (Allah’ın zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde bir ve tek olması, eşi, benzeri ve ortağının bulunmaması) demektir Bu beş sıfâta “tenzîhiyye sıfatları da denir Bu sıfatlar, Allah’ı zâtına layık olmayan mana ve nitelemelerden tenzih etmek demektir Allah’ın selbî sıfatları anlaşılmadığı ve O’nun zâtına ve yüceliğine noksanlıklar izâfe edildiği zaman, şirk ortaya çıkar Tenzih akidesi ise şirk’i iptal eder Bu akideyi, “O’nun benzeri hiçbir şey yoktur (Şûrâ: 11) Ayeti en güzel şekilde ortaya koymaktadır
Aslında tenzihât’ı belli bir çerçeveye sıkıştırıp, tek tek saymak mümkün değildir Fakat Kelâm ulemâsı kolay anlaşılması için yukarıda taksimâtını verdiğimiz gibi, bu sıfatları beş ana asla ircâ ederek mütelâa etmişlerdir Bu sıfatlar, ulûhiyete nispet edilmesi mümkün olmayan “yaratılmışlık, “acz, “noksanlık gibi kavramların nefyini yani Allah’ı bunlardan tenzih etmeyi zarûri kılar Bu tür kavramların, Allah’ın zâtından uzaklaştırılması (nefy, tenzîh) ile O, nitelenmiş olur Buna göre tenzîhî sıfatlar, Allah’ın ne olmadığını anlatan sıfatlardır Allah’ı, hakkıyla takdir etmek yani O’na iman etmek; O’nu, kendisinde olan sıfatlarla kabul etmek olduğu gibi, kendisinde olmayan noksanlık, acizlik ve kusurlardan da tenzîh etmek demektir
Tenzîhî sıfatları şöyle de ifade edebiliriz: Allah’ın başlangıcı ve sonu yoktur Allah cevher, cisim, a’raz, musavver (şekil sahibi), mahdûd (sınırlı), ma’dûd (sayılabilir), müteba’iz (bölünebilir), mütecezzi (parçalanabilir), müterakkib (birleşik), mütenâhi (sonlu) vb değildir Mahiyet ve keyfiyet Allah’ın vasfı olamaz Allah için mekan söz konusu değildir, zamanla mukayyed (kayıtlı) değildir Hiçbir şey O’na benzemez…
Allah’ın nefsî sıfatı olan Vücûd ise, “Allah vardır, varlığı zâtının gereğidir, varlığı başkasından değildir demektir Bu nedenle Allah’a “vâcibu’l vücûd denir Varlığın zıddı olan adem (yokluk), Allah hakkında mümteni (imkânsız)dır Böyle bir şey tasavvur edilemez Yukarıda açıkladığımız vücûd, kıdem, bekâ, muhâlefetü’n li’l havâdis, kiyâm binefsihi, vahdâniyyet sıfatlarının tamamına “zâtî sıfatlar da denir
Allah’ın tenzîhî sıfatlarını açıklamamızın nedenlerinden bir tanesi de, O’nun subûtî, haberî ve fiilî sıfatlarında aşırı gidip, O’nun hakkında, hakkın dışında söz söylemekten sakındırmaktır Biz, Allah’ı kendi sıfatlarından tanırız ve O’nun hiçbir sıfatını bir başkasına vermediğimiz gibi, hiçbir sıfatını mahlûkâta teşbih de etmeyiz O’nu cisimlendirmekten de sakınırız Allah’ın bir sıfatına, bir başkasını ortak kılmak şirk olduğu gibi, O’nun sıfatının bir tanesini dahi, mahlûkâtın sıfatına benzetmek de şirk’tir! Meselâ, yed (el), vech (yüz), istivâ gibi haberî sıfatları konusunda tutumumuz; O’nun sıfatlarını iptal etmediğimiz gibi, asla o sıfatları yaratılmışlara da benzetmeyiz
20 Bu ifadeler, bid’at fırkaları olan kaderiye ve mu’tezile hakkındadır Ehli Sünnetten Allah’ın “yed sıfatına “kudret, ilim, nimet gibi anlamlar veren alimler hakkında değildir Zira bu iki ekolün metodu ve itikâdı aynı değildir Bid’at fırkaları, Allah’ın haberî sıfatlarını isbât etmedikleri gibi, bu sıfatları işlevsiz kılmışlar; bazıları teşbîh ve temsîl’e sapmışlar, bazıları da teşbîh ve temsîl’e yaklaşmışlardır Bazı Ehli Sünnet alimleri ise, her ne kadar bu sıfatları te’vîl etseler de, Allah’ı şânına yakışır şekilde tenzîh etmeyi ihmal etmemişlerdir Te’vîl ile tahrîf arasındaki çizgiyi aşmamak gerekir Te’vîl câizdir, tahrîf bâtıldır…
21 Allah’ın ‘el’ sıfatı, tesniye (ikil) ve çoğul olarak da zikredilmektedir: Mâide: 64’de: “Hayır, Allah’ın iki eli de açıktır buyrulmuştur Yâsîn: 71’de ise: “Görmezler mi ki, Biz onların faydasına kendi ellerimizle var ettiğimiz davarlar yarattık? İşte kendileri bunlara sahiptirler buyrulmaktadır İlk Ayette ‘iki el’, son Ayette ise ‘ellerimiz’ ifadeleri kullanılmıştır
22 Yani “Fetih: 10’daki “el sıfatı, “kudret, “ilim yahut “nimettir; ama Sâd: 75’deki “iki el sıfatını te’vîl etmeden, isbât etmek gerekir demek gibi… Sâd: 75’deki “iki el sıfatına “iki kudret anlamı vermenin imkânsızlığı, Kur’an’daki diğer Ayetlerdeki “el sıfatını da te’vîl yerine isbât etmeyi daha makul hale getiriyor Fakat bazı alimler, bu sıfatları bulundukları Ayetlere göre yorumlamışlar; bazıları te’vîl etmişler, bazıları da te’vîl etmemişlerdir Mesela, “mülk elinde bulunanın şânı ne yücedir (Mülk: 1) Ayetinde hakikaten “el mi kastedilmiştir yoksa bu kelime “kudret anlamında bir nitelik midir? İşte bu iki yönde de tercih yapan alimler bulunmaktadır Selef, bu türden haberî sıfatları teşbihsiz olarak isbât yoluna girmişlerdir Allah en iyi bilendir!
23 Allah’ın ‘ayn (göz)’ sıfatı, TâHâ: 39’da tekil olarak ‘göz’ şeklinde, Kamer: 14’de de çoğul olarak ‘gözlerimiz’ şeklinde kullanılmıştır
24 Taberî Tefsiri, Fetih: 10’un tefsiri İmam Taberî’nin açıklaması:
??? ????: ???? ?????? ?????? ?????????? ????? ?? ???????: ??????: ?? ???? ??? ?????? ??? ??????, ????? ????? ??????? ???? ??????? ???? ??? ???? ???? ???? ???????: ???? ???? ??? ?????? ?? ????? ????? ??? ???? ???? ????, ????? ???? ?????? ???? ???? ??? ???? ???? ???? ??? ?????? ??? ??????
25 Tefsîru’l Kur’âni’l Azîm, İbn Kesîr, Dâru Usâme, Ammân, C: 2, S: 804