Forumda yenilikler devam etmektedir , çalışmalara devam ettiğimiz kısa süre içerisinde güzel bir görünüme sahip olduk daha iyisi için lütfen çalışmaların bitmesini bekleyiniz. Tıkla ve Git
x

Allah'ın ezeliyeti nasıl oluyor; akla tefhim ve takrib edecek bir misali var mı İ.T.

Allah'ın ezeliyeti nasıl oluyor; akla tefhim ve takrib edecek bir misali var mı İ.T.

iltasyazilim

FD Üye
Katılım
Ara 25, 2016
Mesajlar
0
Etkileşim
17
Puan
38
Yaş
36
F-D Coin
58
EZEL : “Evveli olmamak Kıdem
EZELÎ: “Evveli olmayan Kadim
İLMİ EZELÎ: “Allah’ın ezelî olan ilmiyle olmuş ve olacak her şeyi birlikte bilmesi

Önce bir soruya cevap vermeyi daha uygun görüyoruz Sonra Ezel, Ezelikonusuna açıklık getirmeye çalışacağız

Kaderi yanlış anlayan ve cüz’i iradeyi de yine yanlış değerlendiren bazı kesimlerin sıkça sordukları bir soru var:

“Madem Cenâbı Hak ezelî ilmiyle benim ne yapacağımı biliyor, öyleyse benim ne kabahatim var?

Her insan vicdanen bilir ki, kendisinde iki ayrı hareket, iki ayrı fiil söz konusu Bir kısmı ihtiyarî, yani kendi isteğiyle, iradesiyle ortaya çıkıyor Diğer kısmı ise ızdırarî; yani tamamen onun arzusu, iradesi dışında cereyan ediyor

Meselâ; konuşması, susması, oturması, kalkması birinci gruba; kalbinin çarpması, boyunun uzaması, saçının ağarması da ikinci gruba giren fiillerden

O birinci grup işlerde, istemek bizden, yaratmak ise Allah’tan Yâni, biz cüz’i irademizle neyi tercih ediyor, neye karar veriyorsak Cenâbı Hak mutlak iradesiyle onu yaratıyor İkinci tip fiillerde ise bizim irademizin söz hakkı yok Dileyen de yaratan da Cenâbı Hak Biz bu ikinci gruba giren işlerden sorumlu değiliz Yâni, âhirette boyumuzdan, rengimizden, ırkımızdan, cinsiyetimizden yahut dünyaya geldiğimiz asırdan sorguya çekilmeyeceğiz

Soru sahibi bu iki fiili bir sayma gafleti içinde Ama, işin önemli yanı, bu iddiasına kendisi de inanmıyor İşlediği günahlarda kaderin onu zorladığını iddia ederken samimi değil! Bunu nereden bileceğiz?diye sorulabilir Yaşayışından! Bir örnek verelim:

Bir adam düşününüz Kaderin kendisini zorladığına, bağladığına ve iradesini elinden aldığına gerçekten inanmış olsun Bu adam, sabahleyin uyandığında yatağında öylece kalakalır; kalkamaz Kaderini bekler “Bakayım der, “eğer kaderimde kalkmak varsa yataktan kalkarım Yoksa ben buna nasıl karar verebilirim?! Hangi mahkûm, içerisine tıkıldığı hapishane arabasını dilediği yöne sürebiliyor?!

Gelelim asıl samimiyetsizlik örneğine: Buna samimiyetsizlik demek de az kalır Bu, doğrudan doğruya, İlâhî rahmete iftira

Adam, yaptığı bütün müspet işlere sahip çıkıyor, “Ben yaptım, ben kazandım diye göğsünü gere gere anlatıyor bunları Ama, sıra işlediği günahlara, yaptığı hatalara, ettiği zulümlere gelince kadere yapışıyor: Kaderimde bu varmışdiye işin içinden çıkmaya çalışıyor

Evine giren hırsızı mahkemeye verirken kaderi unutuyor “Bu adam diyor, “benim evime girdi, şuyumu çaldı, buyumu gasp etti Hırsızın: “Ben masumum Benim kaderimde soymak, bu zatın kaderinde de soyulmak varmış şeklindeki müdafaasına kızıyor, köpürüyor, çıldıracak hale geliyor! Ama, sıra kendi işlediği günahlara gelince, utanmadan ve sıkılmadan o hırsızın müdafaasına sarılabiliyor!

Böyle birisiyle, kader konusunu ciddî mânâda konuşmak mümkün mü?

Gerçek şu: Biz her türlü işimizde, fiilimizde kaderin mahkûmu değiliz İhtiyarî fiillerde, yani kendi irademizle yaptığımız işlerde serbest bırakılmışız Bunu vicdanen biliyoruz Bu fiillerde, daha önce de belirttiğim gibi, isteyen biziz, yaratan ise Cenâbı Hak

Zaten dünyaya imtihan için gönderilmiş olmamız da bunu gerektirmiyor mu?

İmtihana giren bir aday dilediği salonda imtihan olamaz İmtihanı istediği saatte başlatamaz ve sona erdiremez Soruların puanlamasını kendi tayin edemez Bütün bunlar, onu imtihan eden kimsenin tayini ve tespiti iledir Fakat, imtihan başladıktan sonra, cevapları dilediği gibi verir İmtihan süresince kendisine müdahale edilmez Aksi halde buna imtihan denmez

Şimdi, şu sorunun cevabını arayalım: İnsanlar bu dünyada kendi amel defterlerini diledikleri gibi doldurmuyorlar mı? İlâhî emir ve yasaklara uyup uymama konusunda serbest değiller mi?

O halde, bu adamlar neyin davasını görüyorlar?! Bir yandan, işledikleri günahların sorumluluğundan kurtulmak için iradelerini inkâra kalkışıyor; diğer yandan, meselâ, pencerelerini taşlayan ve Allah’ın sorumlu bile tutmadığı, küçük bir çocuğu dövmekten de geri durmuyorlar Bu sahne onları sorumlu kılmaya ve utandırmaya yetmiyor mu?

Soru sahibinin Türkçe bilmediğinden söz etmiştik Bunun ispatı gayet kolay Geliniz bu soruyu dilbilgisi yönünden inceleyelim:

“Mâdem Cenâbı Hak, ezelî ilmiyle benim ne yapacağımı biliyor, öyleyse benim kabahatim ne?
Bu cümlede iki tane fiil geçiyor: Biri, “yapmak, diğeri “bilmek Yapmak fiilinin öznesi: Ben Bilmek fiilinin öznesi: Cenâbı Hak

Yâni soru sahibi, “Ben yapıyorum, Allah da biliyor diyor Ve sonra bize soruyor: Benim kabahatim ne?
Ona nazikane şu cevabı veriyoruz: Senin kabahatin o işi yapmak

Bu konuda Nur Risalelerinden Sözler adlı eserde şu tespit yapılır:

“Kader, ilim nev’indendir İlim, malûma tâbidir Yani nasıl olacak, öyle taallûk ediyor Yoksa malûm, ilme tâbi değil

İlim, “bilmek ya da “bilgi mânâsına geliyor Malûm, “bilinen, âlim ise “bilen, yahut “bilgin Bu kaideyi bir misâl ile açıklamaya çalışalım

Meselâ, ben bir gencin Fen Fakültesi'nde okuduğunu bilmiş olayım Bu bilgim ilimdir Malûm ise, o gencin o fakültede öğrenci olduğu İşte, benim ilmim bu malûma tâbidir Yani o genç Fen Fakültesinde okuduğu için, ben de onu öylece bilirim Malûm ilme tâbi olsaydı, ben onu tıpta okuyor bilirdim, o da tıp öğrencisi olurdu Misâller çoğaltılabilir

“Madem Cenâbı Hak benim ne yapacağımı biliyor,denilmekle, Allah’ın âlim olduğu, soru sahibinin ise, o fiili yapacağı peşinen kabul edilmiştir İşte o adamın, söz konusu fiili işlemesi malûm, Allah’ın, bunu ezelî ilmiyle bilmesi ise ilimdir Ve bu ilim, malûma tâbidir Eğer malûm ilme tâbi olsaydı, sorunun şöyle sorulması gerekirdi:

“Madem ben Cenâbı Hakk’ın bildiğini yapıyorum, öyleyse ne kabahatim var?!

Böyle söylenmiyor, söylenemez de Allah’ın ilmi hakkında kim ne konuşabilir?!

Yukarıda, Sözler’den naklettiğimiz cümlelerin devamında da şöyle buyurulur:

“Yani ilim desâtiri; malûmu, haricî vücud noktasında idare etmek için esas değil Çünki malûmun zâtı ve vücudu haricîsi, iradeye bakar ve kudrete istinad eder

Bilindiği gibi, bir şeyi, bir hâdiseyi yahut bir fiili bilmek, onun fâili olmak için yeterli değildir

Bir misâl: Konuşmayı herkes bilir Ama, bir insan bu işe teşebbüs etmedikçe ve konuşma fiilini işlemedikçe onun konuştuğundan söz edebilir miyiz?

Bir başka misâl: Allah Resulü (asm) İstanbul’un fethini müjdelemiştir Ama, “fetih fiilini Sultan Mehmet işlediği için “fatih ünvanını o padişaha veririz İstanbul’u, Peygamber Efendimizin (asm) fethettiği gibi bir iddiada bulunmayız

Demek ki, fâil olmak için fiili bilmek yetmiyor Onu irade etmek, bizzat teşebbüs etmek ve işlemek gerekiyor İşte Allah, insanın bütün amellerini, bütün fiillerini bilir Ama, iradesini ve kuvvetini sarf ederek o işi yapan insandır ve her türlü sorumluluk da ona aittir

Daha önce de belirttiğim gibi; kul, kendi cüz’i iradesini, hayır olsun, şer olsun hangi işe sarf ederse, Cenâbı Hak onu yaratır İstemek kuldan, yaratmak Allah’tandır Fakat, bütün fiilleri Allah’ın yaratması, insanı sorumluluktan kurtarmaz İnsana kuvvet ihsan eden, her türlü imkânı bağışlayan Allah’tır Kul bu imkânı, bu kuvveti Onun rızasına aykırı olarak kullanırsa elbette sorumlu olur, suçlu olur

Şöyle bir düşünelim: Bir emniyet mensubu, yetkisini ve silâhını kötüye kullanarak birisini haksız yere vursa, devlete mi katil denilecektir, yoksa o görevliye mi?

Şüphesiz, katil o görevlidir! Şimdi bu görevli, “Ben o suçu devletin imkânlarıyla işledim Ne kendi silâhımı kullandım, ne de kendi mermimi şeklinde bir özür beyan edebilir mi? Eğer etse, devlete hakaret ve iftiradan dolayı ayrıca cezalandırılması gerekmez mi?

Maalesef, Allah’ın mutlak saltanatına, sonsuz kudretine ve sınırsız merhametine karşı bu küstahça ve nankörce iftirayı yapanlar çıkabiliyor!

Konuyla yakın ilgisi olduğu için, ezel meselesine de kısaca değinmek isterim:

Kader Risalesinde şöyle bir ifade yer alır:

“Hem ezel; mazi silsilesinin bir ucu değil ki, eşyanın vücudunda esas tutulup ona göre bir mecburiyet tasavvur edilsin Belki ezel; mazi ve hal ve istikbali birden tutar, yüksekten bakar bir âyinemisaldir (Sözler, Yirmi Altıncı Söz)

Allah’ın zatı gibi sıfatları da ezelî Bu sıfatlardan birisi olan ilmi de ezelî Allah, ezelî ilmiyle olmuş ve olacak her şeyi birlikte bilir Birini önce, diğerini sonra bilmesi söz konusu değildir

İnsan, zamanla kayıtlı oluğu için, olayları ancak vuku bulduktan sonra bilebilir ve öğrenebilir Bu sınırlı ilmiyle, “zamandan münezzeh olmayı ve “ezelî ilmi kavraması elbette mümkün olmaz Ama, yukarıdaki harika misâl, bu hakikati insan aklına bir derece yakınlaştırır:

Bir aynayı şuurlu farz ediyor ve onu yüksek bir yerden tutarak aşağıları temaşa ettiriyoruz Bu ayna, tam karşısına düşen dar bir sahayı gördüğü gibi, o sahanın sağına ve soluna düşen çok geniş bir sahayı da görebilir Bu misâlde, sol taraf geçmiş zamanı, sağ ise gelecek zamanı temsil etmektedir

Ayna, gördüğü mekânın içinde bulunmadığı, ondan çok yükseklerde durduğu için, mekân onu kayıtlayamaz Bu güzel misali zamana da tatbik etmek mümkün Demek ki, zamandan münezzeh olanı da zaman kayıtlayamıyor

Çoğu insanımızın aldandığı önemli bir nokta var: Zaman mefhumunu yanlış yorumlamak!
Olay gelecek zamanda ortaya çıkacaktır, ama Allah onu ezelî ilmiyle bilmektedir İşte bu ilim, insanı zorlayıcı bir unsur olarak gösterilmeye çalışılıyor

Şu anda soru sahibiyle “ezel konusunu konuştuğumuzu kabul edelim ve kendisine şu soruyu soralım:
Cenâbı Hak şu anda neler konuştuğumuzu biliyor mu?
Elbette!
Onun bu ilmi bizi şöyle veya böyle konuşmaya zorluyor mu?
Hayır
Biz bu sohbeti on gün sonra yapsak durum değişir mi?
Değişmez
O halde, bu noktada, bugün ile on gün sonrasının farkı yok demektir

Şimdi aynı soruyu, geçmiş zaman için soralım:
Biz bu sohbeti on gün önce yapsaydık, Allah’ın bunu bilmesi irademizi hükümsüz kılacak mıydı? Yâni, biz kendi irademizle konuşamayacak mıydık?
Elbette konuşacaktık

Demek ki mâzi, hâl ve istikbâl, yâni, geçmiş zaman, şu an ve gelecek zaman Allah’ın ezelî ilmi için fark etmiyor Ve her üç halde de ilim malûma tâbi Biz ne konuştuysak, ne konuşuyorsak yahut ne konuşacaksak Allah, ezelî ilmiyle onu biliyor Malûm ilme tâbi olmadığı içindir ki, Allah’ın bilmesi bizi zorlamıyor, irademizi bağlamıyor

Bunu vicdanen bildiğimiz halde aksini nasıl iddia edebiliriz? Nasıl olur da on gün sonra işleyeceğimiz günahlar için böyle bir özre yapışabiliriz?!

Bu tip iddialarda bulunan insanlar, Allah’ın zamandan münezzeh olduğunu unutuyor; bu hakikatten gaflet ediyorlar

Allah’ın hem zâtı ezelî, hem de sıfatları Bizim ise zâtımız ve sıfatlarımız sonradan yaratılmış Elbette biz Onun ne zâtını, ne de sıfatlarını lâyıkıyla bilemeyiz, ezelî ve zamandan münezzeh oluşunu hakkıyla kavrayamayız Nasıl kavrayabiliriz ki, henüz zamanın ne olduğunu bile anlamış değiliz!

Zaman nedir? Nasıl bir şeydir? Aynı anda o nehir içinde her şey akıyor, ama niçin her birine farklı tesirleri oluyor? Çocukları gençliğe tırmandırırken, olgunları ihtiyarlığa, ihtiyarları da ölüme sürüklüyor Bu nehir aşağı doğru mu akıyor, yukarı doğru mu?

Şair, haklı olarak soruyor:

Nedir zaman nedir?
Bir su mu, bir kuş mu?
Nedir zaman, nedir?
İniş mi yokuş mu?

Biz zamanla kayıtlıyız Dünümüz var, yarınımız var Bunlar, ömür denilen hayat süresinin safhaları Lâkin, bu safhalar hep nisbî, yâni birbirine göre bu isimleri alıyorlar Bu günümüz, yirmiotuz saat kadar önce, “yarın diye yâd ediliyordu Sabaha çıktığımızda ondan söz ederken, “dün diyeceğiz Geçmiş ve gelecek zaman da dün ve yarından farklı değil

Her gün, her saat, hatta her an ayrı bir âlem Belli bir anda kâinatta cereyan eden bütün hâdiseler, bir an öncesine ve bir an sonrasına göre farklı tablolar meydana getiriyorlar Öyleyse, her an bu âlemde ayrı bir levha sergileniyor

İşte zaman, sıra sıra dizilen bu tablolarda okunuyor, yahut, bu tablolar zamanın içinde dokunuyor
Zaman hakkında çok şeyler söylenmiş Mâhiyeti ne olursa olsun, gerçek şu ki, varlıkların hareketleriyle, seyirleriyle, konup göçmeleriyle ilgili bir mefhum olan zaman, bütün âlemlerin Rabbi ve Hâlıkı için söz konusu olamaz Yaratılmış ve yaratılacak bütün eşyayı, ezelî ilmiyle bilir

Âyeti Kerime’de ne güzel buyurulur:

“Yaratan bilmez olur mu? O Lâtiftir, her şeyden haberdardır (Mülk, 6714)

Geçenlerde harika bir yazı okudum Özet olarak şöyle:

“Bir kitaba bakan insan düşünmeli ki, bu kitaptaki her kelime, her satır, her harf yazılmış O halde bunları yazan zât, yazı cinsinden olmayan, kelimeye, harfe benzemekten münezzeh birisi olmalı!

Şimdi bu ifadeleri konumuza tatbik edelim Şu dünyamız, şu bütün insanlar, hayvanlar, bitkiler zaman nehrinde durmadan akıyorlar Ölüme, kıyamete doğru yol alıyorlar Bu nehri akıtan zât, elbette zamandan münezzehtir Yâni, onunla bağlı ve kayıtlı değildir Ve bu nehirde akanların hiçbiri, zamandan münezzeh olmayı lâyıkıyla bilemez
Linkleri sadece kayıtlı üyelerimiz görebilirForumTR üyesi olmak için tıklayınız
 
858,475Konular
981,228Mesajlar
29,547Kullanıcılar
sonertSon üye
Üst Alt