adanali
FD Üye
- Katılım
- Eki 20, 2019
- Mesajlar
- 2,792
- Etkileşim
- 0
- Puan
- 36
- Yaş
- 36
- Konum
- Adana
- Web sitesi
- bilgilihocam.com
- F-D Coin
- 69
Allah'ın İsimleri Hakkında Neler Biliyoruz?
Allah’ın bütün güzel isimleri, ilahi sıfatlardan birine dayanır. Mesela, Alim ismi sıfat-ı sübutiyeden ‘İlim’ sıfatına; ‘Kadir’ ismi ‘Kudret’ sıfatına, ‘Mütekellim’ ismi ‘Kelam’ sıfatına dayanır.
Keza, Evvel ismi, sıfat-ı selbiyeden ‘Kıdem’ sıfatına; ‘Ahir’ ismi, ‘Beka’ sıfatına dayanır.
Bazı İslami kaynaklarda ilahi isimlerden, sıfat diye söz edildiği görülür. Mesela, ‘Kerim’, Allah’ın bir ismidir. Aynı zamanda Allah’ı kerem sahibi olarak vasıflandırması cihetiyle de sıfat vazifesi görür. ‘Kerim Allah’ dediğimiz zaman Kerim ismini sıfat makamında kullanmış oluruz.
Allah’ı hangi isimle yad edersek edelim, o isim aynı zamanda Allah’ın bir vasfını, bir kemalini, bir cemalini, yahut ahlak-ı İlahiyyesinden birini ifade etmekle sıfat vazifesi görür.
İlahi isimlerden çoğu, fiili sıfatlara dayanırlar. Halık ismi, yaratma fiiline; Muhyi ismi, ihya (hayatlandırma) fiiline; Musavvir ismi, suret verme fiiline; Mümit ismi, imate (ölümü verme) fiiline dayanır.
Cenab-ı Hakk’ın zatı birdir ama isimleri yüzlerce, binlercedir. Hatta bazı zatlara göre ilahi isimler sonsuzdur. İşte bu isimler arasındaki farklılık, onların tecelligahı olacak varlıkların da farklı olmalarını zaruri kılmıştır.
Allah’ın bütün isimleri güzeldir. Zatı güzel olduğu gibi bütün zati isimleri de güzeldir.
Sıfatları güzel olduğu gibi, bu sıfatlardan doğan sonsuz fiilleri de güzeldir. Ve bu fiillere dayanan ‘fiili isimleri’ de güzeldir.
Bu sırra eren kamil insanlar, “Kahrın da hoş, lütfun da hoş.” demişlerdir. Zira, Kahhar ismi de güzeldir, Latif ismi de.
Bu kısa açıklamadan sonra, "zat, şuunat, sıfat, fiil, isim" münasebetinden de kısaca söz edelim:
Nur Külliyatında bu önemli konu defalarca işlenmiş ve misallerle izah edilmiştir. Bunlardan birisinin sonunda şu hüküm cümlesine yer verilmiştir:
“İşte bütün alemdeki asar-ı sanat ve bütün mahlukat, herbiri birer eser-i mükemmel olduğundan, herbiri bir fiile ve fiil ise isme, isim ise vasfa ve vasıf ise şe’ne ve şe’n ise zata şehadet ettikleri için; masnuat adedince birtek Sani’-i Zülcelal’in vücub-u vücuduna şehadet ve ehadiyetine işaret ettikleri gibi; heyet-i mecmuası ile, silsile-i mahlukat kadar kuvvetli bir tarzda bir mi’rac-ı marifettir.” ( Sözler, s.667)
Buna göre, mahlukatı tefekkür ederken takip edeceğimiz sıra şöylece ortaya konulmuş oluyor; eser, fiil, isim, sıfat (vasıf), şe’n, zat.
Allah’ın, bir mahluku yaratmasında ise bu sıra şu şekli alıyor: Zat, şe’n, sıfat, isim, fiil, eser.
Bir hadis-i kutsi de şöyle buyruluyor:
“Ben gizli bir hazine idim, bilinmeye muhabbet ettim (bilinmek istedim) de kainatı yarattım.”
Bu kutsi hadisin ışığında şöyle diyebiliriz: Bu varlık aleminin yaratılmasında ilk safha, Allah’ın bilinmeye muhabbet etmesidir. Bu ise ilahi şuunattan bir şe’ndir.
Bu ilahi istekten sonra, kainatın yaratılması irade edilmiştir, irade ise bir ilahi sıfattır. Bu irade ile birlikte kudret, ilim gibi bütün sıfatların, tabiri caizse, faaliyet göstermesi söz konusudur.
Demek ki sıfatları faaliyete geçiren şuunattır.
Sıfatlar belli sayıda olmakla birlikte bunlardan sonsuz fiiller zuhur etmiştir ve bu fiillerden her birisi, Allah’ın, ezelden beri var olan bir ismine dayanır. Terbiye fiilinin Rab ismine dayanması gibi.
Şu var ki, henüz hiçbir varlığın yaratılmadığı dönemde de, bu isimler var idi, ama tecelli etmemişlerdi.
Mahlukatın yaratılmasıyla tecelli eden isimler, fiili isimlerdir; Rezzak, Halık, Muhyi, Mümit gibi...
Zati isimlerin varlığına bu alemde birçok delil varsa da bu, ‘tecelli’ demek değildir. Mesela, Kadim ismi hiçbir şeyde tecelli etmez. Çünkü evveli olmamak ancak Allah’a mahsustur. Ama biz, eşyanın evvellerine bakarak bunları yaratan Allah, Kadim’dir, ezelidir diyebiliriz. Yani, Allah’ın Kadim ismini eşyanın evvellerinde okuyabiliriz, fakat bu bir tecelli değildir.
Şu noktayı da önemle belirtmek isterim:
Tecelli etmek başkadır, ayna olmak daha başkadır. İnsanın ölümünde Allah’ın Mümit (ölümü yaratan) ismi tecelli eder, fakat Baki ismi tecelli etmez. Ama, insanların ölümleri Baki ismine bir ayna olurlar; yani biz, ölümlerde Allah’ın Baki ismini okuyabiliriz.
Demek oluyor ki, alemlerin yaratılmasıyla Allah’ın fiili isimleri tecelli etmiş oldular. Böylece şu gördüğümüz ve göremediğimiz ilahi eserler vücut buldular.
Allah’ın en mükemmel eseri, insan ruhudur. Bu ilahi mucizede, nice ilahi hakikatlerin birtakım işaretleri mevcuttur. Mesela, insan kendi kudretini tefekkür ederek, ilahi kudretin varlığını bilebilir; ancak, kudretinin mahluk olduğunu ve ilahi kudrete işaret ettiğini unutmamak şartıyla...
Malum olduğu gibi, haritadaki bir işaret bir şehri gösterir; ama o işarette şehrin binalarını, caddelerini, büyüklüğünü, şeklini bulamazsınız; sadece o şehrin varlığından haberdar olursunuz o kadar.
İnsanın sıfatları ve şuunatı da böyledir.
Bu gerçeği göz önüne alarak şöyle diyebiliriz:
İnsan bir fakiri gördüğünde içinde bir merhamet, bir acıma duygusu uyanır. Bu, şuunata misaldir.
Sonra ona yardım etmeye karar verdiğinde, irade devreye girmiş ve böylece sıfatlara intikal edilmiştir. Elini cebine sokması da yine bir sıfat olan kudretle gerçekleşir.
Fakire sadaka vermek üzere elini uzatması bir fiildir, sadaka verme fiili.
Herkes bir fakiri görebilir, ama sadaka vermeyebilir de. Sadaka vermek, ancak cömert insanların işidir. Demek ki, cömert ismini taşıyan insanlarda, sadaka verme fiili gerçekleşiyor. Yani, bu fiil bu isme dayanıyor.
Sonunda, fakirin eline paranın değmesiyle, olay tamamlanmış oluyor.
İşte insan, bu istidadı, bu kabiliyeti sayesinde, ilahi şuunatı, sıfatları ve fiilleri bir derece tefekkür edebiliyor.
Son olarak Risale-i Nur Külliyatındaki şu hayati tavsiye üzerinde de kısaca durmak isterim:
“Şeriat ve sünnet-i seniyenin ahkamları içinde cilveleri intişar eden esma-i hüsnanın herbir isminin feyz-i tecellisine bir mazhar-ı cami’ olmağa çalış...” (Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, s.362)
Buna göre ilahi isimlere mahzar olmak ve onlardan feyiz almanın en sağlam yolu, Kur’an’a ve sünnete uymaktır. İnsan, ilahi emirlere uyduğu, yasaklardan kaçındığı ve bu konuda en büyük rehber olan Allah Resulü (a.s.m.)'ın sünnetine ittiba ettiği ölçüde, ilahi isimlerin tecellilerinden feyiz alır.
Nur Müellifi, ‘mazhar-ı cami’ olmaktan söz ediyor ve bunun için çalışmak gerektiğini söylüyor.
Bir mahluk, ne kadar çok isimden ne ölçüde feyiz alırsa, derecesi, şerefi, rütbesi o nisbette yükselir. Bir misal vermek isterim: Bir alimde Allah’ın Alim ismi tecelli etmiştir. Bu alim fakirleri doyurduğunda Rezzak isminden de ayrı bir feyiz alır. Kendisine karşı işlenen bir hatayı affettiğinde ise Afüvv ismine mazhar olur. Bütün bunlar kulun kendi cüz’i iradesiyle yapabildiği işlerdir ve ‘mazhar-ı cami olmaya çalış’, denilmesi de bundandır. Yoksa, bir ilahi ihsan olarak bizde tecelli eden isimlerde, bizim bir çalışmamız söz konusu değildir.
Nur Külliyatında, ‘insanın esma-i ilahiyeye mazhar olması’ hakkında çok önemli bir bahis var. ‘Herbir isminin feyz-i tecellisine bir mazhar-ı cami’ olmayı’ bu bahsin ışığında daha iyi anlayabiliriz:
“İnsan, üç cihetle esma-i ilahiyeye bir ayinedir."
"Birinci Vecih: Gecede zulümat, nasıl nuru gösterir. Öyle de: İnsan, zaaf ve acziyle, fakr u hacatıyla, naks ve kusuru ile, bir Kadir-i Zülcelal’in kudretini, kuvvetini, gınasını, rahmetini bildiriyor ve hakeza pek çok evsaf-ı ilahiyeye bu suretle ayinedarlık ediyor."
...
"İkinci Vecih ayinedarlık ise: İnsana verilen numuneler nev’inden cüz’i ilim, kudret, basar, sem’, malikiyet, hakimiyet gibi cüz’iyat ile kainat Malikinin ilmine ve kudretine, basarına, sem’ine, hakimiyet-i rububiyetine ayinedarlık eder."
...
"Üçüncü Vecih ayinedarlık ise: İnsan, üstünde nakışları görünen esma-i ilahiyeye ayinedarlık eder.” (Sözler, Otuz Birinci Pencere, s.686)
İlk iki vecihte, insanın iradesi söz konusudur. Yani, insan kendi iradesini doğru kullanarak, aczini ve fakrını bildiği nisbette Allah’ın Kadir ve Ğani isimlerine ayna olur. Noksanını bildiği ölçüde, ilahi sıfatların ve fiillerin kemalini idrak eder, bu idrakle birlikte o da kemal bulur, terakki eder.
Öte yandan, insan kendi mahiyetine konulan sıfatları doğru değerlendirdiğinde, bunlar vasıtasıyla, ilahi sıfatların varlığını idrak eder. İnsan bu sıfatlara sahip olmasaydı, Allah’ın sıfatları ona meçhul olurdu.
İlahi sıfatların bir işareti, bir gölgesi insanın mahiyetinde yaratılmış olduğu için, insan, mahluk olan bu sıfatlarını kıyas unsuru olarak kullanıp, ilahi sıfatları tefekkür edebiliyor.
Üçüncü vecihte, iradeyi kullanma, yahut kıyas yapma söz konusu değildir. Bu kainat sergisinde Allah’ın nice farklı eserleri sergileniyor ve her birinde ayrı bir sanat ve farklı bir isim tecelli ediyor.
İnsan da bu eserlerden birisi, ama birincisi. O da bir eser olarak kendinde tecelli eden isimleri sergiliyor, seyircilere gösteriyor, fikir erbabına okutturuyor.
Nur Müellifinin, ‘çalış’ tavsiyesi, ilk iki cihet içindir; bu üçüncü cihette kulun bir gayreti söz konusu değildir.
Allah’ın bütün güzel isimleri, ilahi sıfatlardan birine dayanır. Mesela, Alim ismi sıfat-ı sübutiyeden ‘İlim’ sıfatına; ‘Kadir’ ismi ‘Kudret’ sıfatına, ‘Mütekellim’ ismi ‘Kelam’ sıfatına dayanır.
Keza, Evvel ismi, sıfat-ı selbiyeden ‘Kıdem’ sıfatına; ‘Ahir’ ismi, ‘Beka’ sıfatına dayanır.
Bazı İslami kaynaklarda ilahi isimlerden, sıfat diye söz edildiği görülür. Mesela, ‘Kerim’, Allah’ın bir ismidir. Aynı zamanda Allah’ı kerem sahibi olarak vasıflandırması cihetiyle de sıfat vazifesi görür. ‘Kerim Allah’ dediğimiz zaman Kerim ismini sıfat makamında kullanmış oluruz.
Allah’ı hangi isimle yad edersek edelim, o isim aynı zamanda Allah’ın bir vasfını, bir kemalini, bir cemalini, yahut ahlak-ı İlahiyyesinden birini ifade etmekle sıfat vazifesi görür.
İlahi isimlerden çoğu, fiili sıfatlara dayanırlar. Halık ismi, yaratma fiiline; Muhyi ismi, ihya (hayatlandırma) fiiline; Musavvir ismi, suret verme fiiline; Mümit ismi, imate (ölümü verme) fiiline dayanır.
Cenab-ı Hakk’ın zatı birdir ama isimleri yüzlerce, binlercedir. Hatta bazı zatlara göre ilahi isimler sonsuzdur. İşte bu isimler arasındaki farklılık, onların tecelligahı olacak varlıkların da farklı olmalarını zaruri kılmıştır.
Allah’ın bütün isimleri güzeldir. Zatı güzel olduğu gibi bütün zati isimleri de güzeldir.
Sıfatları güzel olduğu gibi, bu sıfatlardan doğan sonsuz fiilleri de güzeldir. Ve bu fiillere dayanan ‘fiili isimleri’ de güzeldir.
Bu sırra eren kamil insanlar, “Kahrın da hoş, lütfun da hoş.” demişlerdir. Zira, Kahhar ismi de güzeldir, Latif ismi de.
Bu kısa açıklamadan sonra, "zat, şuunat, sıfat, fiil, isim" münasebetinden de kısaca söz edelim:
Nur Külliyatında bu önemli konu defalarca işlenmiş ve misallerle izah edilmiştir. Bunlardan birisinin sonunda şu hüküm cümlesine yer verilmiştir:
“İşte bütün alemdeki asar-ı sanat ve bütün mahlukat, herbiri birer eser-i mükemmel olduğundan, herbiri bir fiile ve fiil ise isme, isim ise vasfa ve vasıf ise şe’ne ve şe’n ise zata şehadet ettikleri için; masnuat adedince birtek Sani’-i Zülcelal’in vücub-u vücuduna şehadet ve ehadiyetine işaret ettikleri gibi; heyet-i mecmuası ile, silsile-i mahlukat kadar kuvvetli bir tarzda bir mi’rac-ı marifettir.” ( Sözler, s.667)
Buna göre, mahlukatı tefekkür ederken takip edeceğimiz sıra şöylece ortaya konulmuş oluyor; eser, fiil, isim, sıfat (vasıf), şe’n, zat.
Allah’ın, bir mahluku yaratmasında ise bu sıra şu şekli alıyor: Zat, şe’n, sıfat, isim, fiil, eser.
Bir hadis-i kutsi de şöyle buyruluyor:
“Ben gizli bir hazine idim, bilinmeye muhabbet ettim (bilinmek istedim) de kainatı yarattım.”
Bu kutsi hadisin ışığında şöyle diyebiliriz: Bu varlık aleminin yaratılmasında ilk safha, Allah’ın bilinmeye muhabbet etmesidir. Bu ise ilahi şuunattan bir şe’ndir.
Bu ilahi istekten sonra, kainatın yaratılması irade edilmiştir, irade ise bir ilahi sıfattır. Bu irade ile birlikte kudret, ilim gibi bütün sıfatların, tabiri caizse, faaliyet göstermesi söz konusudur.
Demek ki sıfatları faaliyete geçiren şuunattır.
Sıfatlar belli sayıda olmakla birlikte bunlardan sonsuz fiiller zuhur etmiştir ve bu fiillerden her birisi, Allah’ın, ezelden beri var olan bir ismine dayanır. Terbiye fiilinin Rab ismine dayanması gibi.
Şu var ki, henüz hiçbir varlığın yaratılmadığı dönemde de, bu isimler var idi, ama tecelli etmemişlerdi.
Mahlukatın yaratılmasıyla tecelli eden isimler, fiili isimlerdir; Rezzak, Halık, Muhyi, Mümit gibi...
Zati isimlerin varlığına bu alemde birçok delil varsa da bu, ‘tecelli’ demek değildir. Mesela, Kadim ismi hiçbir şeyde tecelli etmez. Çünkü evveli olmamak ancak Allah’a mahsustur. Ama biz, eşyanın evvellerine bakarak bunları yaratan Allah, Kadim’dir, ezelidir diyebiliriz. Yani, Allah’ın Kadim ismini eşyanın evvellerinde okuyabiliriz, fakat bu bir tecelli değildir.
Şu noktayı da önemle belirtmek isterim:
Tecelli etmek başkadır, ayna olmak daha başkadır. İnsanın ölümünde Allah’ın Mümit (ölümü yaratan) ismi tecelli eder, fakat Baki ismi tecelli etmez. Ama, insanların ölümleri Baki ismine bir ayna olurlar; yani biz, ölümlerde Allah’ın Baki ismini okuyabiliriz.
Demek oluyor ki, alemlerin yaratılmasıyla Allah’ın fiili isimleri tecelli etmiş oldular. Böylece şu gördüğümüz ve göremediğimiz ilahi eserler vücut buldular.
Allah’ın en mükemmel eseri, insan ruhudur. Bu ilahi mucizede, nice ilahi hakikatlerin birtakım işaretleri mevcuttur. Mesela, insan kendi kudretini tefekkür ederek, ilahi kudretin varlığını bilebilir; ancak, kudretinin mahluk olduğunu ve ilahi kudrete işaret ettiğini unutmamak şartıyla...
Malum olduğu gibi, haritadaki bir işaret bir şehri gösterir; ama o işarette şehrin binalarını, caddelerini, büyüklüğünü, şeklini bulamazsınız; sadece o şehrin varlığından haberdar olursunuz o kadar.
İnsanın sıfatları ve şuunatı da böyledir.
Bu gerçeği göz önüne alarak şöyle diyebiliriz:
İnsan bir fakiri gördüğünde içinde bir merhamet, bir acıma duygusu uyanır. Bu, şuunata misaldir.
Sonra ona yardım etmeye karar verdiğinde, irade devreye girmiş ve böylece sıfatlara intikal edilmiştir. Elini cebine sokması da yine bir sıfat olan kudretle gerçekleşir.
Fakire sadaka vermek üzere elini uzatması bir fiildir, sadaka verme fiili.
Herkes bir fakiri görebilir, ama sadaka vermeyebilir de. Sadaka vermek, ancak cömert insanların işidir. Demek ki, cömert ismini taşıyan insanlarda, sadaka verme fiili gerçekleşiyor. Yani, bu fiil bu isme dayanıyor.
Sonunda, fakirin eline paranın değmesiyle, olay tamamlanmış oluyor.
İşte insan, bu istidadı, bu kabiliyeti sayesinde, ilahi şuunatı, sıfatları ve fiilleri bir derece tefekkür edebiliyor.
Son olarak Risale-i Nur Külliyatındaki şu hayati tavsiye üzerinde de kısaca durmak isterim:
“Şeriat ve sünnet-i seniyenin ahkamları içinde cilveleri intişar eden esma-i hüsnanın herbir isminin feyz-i tecellisine bir mazhar-ı cami’ olmağa çalış...” (Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, s.362)
Buna göre ilahi isimlere mahzar olmak ve onlardan feyiz almanın en sağlam yolu, Kur’an’a ve sünnete uymaktır. İnsan, ilahi emirlere uyduğu, yasaklardan kaçındığı ve bu konuda en büyük rehber olan Allah Resulü (a.s.m.)'ın sünnetine ittiba ettiği ölçüde, ilahi isimlerin tecellilerinden feyiz alır.
Nur Müellifi, ‘mazhar-ı cami’ olmaktan söz ediyor ve bunun için çalışmak gerektiğini söylüyor.
Bir mahluk, ne kadar çok isimden ne ölçüde feyiz alırsa, derecesi, şerefi, rütbesi o nisbette yükselir. Bir misal vermek isterim: Bir alimde Allah’ın Alim ismi tecelli etmiştir. Bu alim fakirleri doyurduğunda Rezzak isminden de ayrı bir feyiz alır. Kendisine karşı işlenen bir hatayı affettiğinde ise Afüvv ismine mazhar olur. Bütün bunlar kulun kendi cüz’i iradesiyle yapabildiği işlerdir ve ‘mazhar-ı cami olmaya çalış’, denilmesi de bundandır. Yoksa, bir ilahi ihsan olarak bizde tecelli eden isimlerde, bizim bir çalışmamız söz konusu değildir.
Nur Külliyatında, ‘insanın esma-i ilahiyeye mazhar olması’ hakkında çok önemli bir bahis var. ‘Herbir isminin feyz-i tecellisine bir mazhar-ı cami’ olmayı’ bu bahsin ışığında daha iyi anlayabiliriz:
“İnsan, üç cihetle esma-i ilahiyeye bir ayinedir."
"Birinci Vecih: Gecede zulümat, nasıl nuru gösterir. Öyle de: İnsan, zaaf ve acziyle, fakr u hacatıyla, naks ve kusuru ile, bir Kadir-i Zülcelal’in kudretini, kuvvetini, gınasını, rahmetini bildiriyor ve hakeza pek çok evsaf-ı ilahiyeye bu suretle ayinedarlık ediyor."
...
"İkinci Vecih ayinedarlık ise: İnsana verilen numuneler nev’inden cüz’i ilim, kudret, basar, sem’, malikiyet, hakimiyet gibi cüz’iyat ile kainat Malikinin ilmine ve kudretine, basarına, sem’ine, hakimiyet-i rububiyetine ayinedarlık eder."
...
"Üçüncü Vecih ayinedarlık ise: İnsan, üstünde nakışları görünen esma-i ilahiyeye ayinedarlık eder.” (Sözler, Otuz Birinci Pencere, s.686)
İlk iki vecihte, insanın iradesi söz konusudur. Yani, insan kendi iradesini doğru kullanarak, aczini ve fakrını bildiği nisbette Allah’ın Kadir ve Ğani isimlerine ayna olur. Noksanını bildiği ölçüde, ilahi sıfatların ve fiillerin kemalini idrak eder, bu idrakle birlikte o da kemal bulur, terakki eder.
Öte yandan, insan kendi mahiyetine konulan sıfatları doğru değerlendirdiğinde, bunlar vasıtasıyla, ilahi sıfatların varlığını idrak eder. İnsan bu sıfatlara sahip olmasaydı, Allah’ın sıfatları ona meçhul olurdu.
İlahi sıfatların bir işareti, bir gölgesi insanın mahiyetinde yaratılmış olduğu için, insan, mahluk olan bu sıfatlarını kıyas unsuru olarak kullanıp, ilahi sıfatları tefekkür edebiliyor.
Üçüncü vecihte, iradeyi kullanma, yahut kıyas yapma söz konusu değildir. Bu kainat sergisinde Allah’ın nice farklı eserleri sergileniyor ve her birinde ayrı bir sanat ve farklı bir isim tecelli ediyor.
İnsan da bu eserlerden birisi, ama birincisi. O da bir eser olarak kendinde tecelli eden isimleri sergiliyor, seyircilere gösteriyor, fikir erbabına okutturuyor.
Nur Müellifinin, ‘çalış’ tavsiyesi, ilk iki cihet içindir; bu üçüncü cihette kulun bir gayreti söz konusu değildir.