iltasyazilim
FD Üye
Allah ile Yapılan Sözleşme!
Araf172
(Ey Peygamber (133) insanlara şu zamanı hatırlat ki) hani Rabbin, Ademoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahidler kılmıştı: Ben sizin Rabbiniz değil miyim?(demişti de) onlar: Evet (Rabbimizsin) , şahit olduk(134) demişlerdi (Bu,) Kıyamet günü: Biz bundan habersizlerdikdemenizi (önlemek) içindir
133 Bir önceki tema şununla sona ermişti: Allah, İsrailoğulları'ndan, O'na teslim olacakları ve O'na itaat edecekleri konusunda bir ahid almıştı Buradaki ayetten itibaren de yalnız İsrailoğulları'nın değil bütün insanlığın bir anlaşma ile kayıtlı olduğunu hatırlatmak için hitap tüm insanlığa çevriliyor Binaenaleyh insanlar, o sözleşmenin şartlarını ne dereceye kadar yerine getirip getirmedikleri hususunda hesaba çekileceklerdir
134 Değişik rivayetlerden öğreniyoruz ki, bu Hz Adem'in yaratılışı esnasında olmuştu O an, bütün meleklerin bir araya toplanarak, Adem'in önünde eğilmeleri emredilmiş ve ayrıca insanın, Allah'ın yeryüzündeki halifesi olduğu resmen ilân edilmişti Aynı şekilde, bidayetten kıyamete kadar doğacak bütün nefisler bir kerede ve bir yerde hepsi toplanılmış, akletme yetkileri kendilerine verilmiş olarak ve Allah'ın huzurunda O'nun kendilerinin Rabbi olduğunu itiraf etmeleri istenmiştir
Hz Ubey b Ka'ab'dan, büyük ihtimalle Hz Peygamber'den alınan bilgiye dayanan bir hadis, bu ayeti en güzel tefsir eder
Allah ruhlar aleminde bütün insanları topladı, onları türlerine ve yaşadıkları devirlere göre kümelere ayırdı ve onlara insan suretini ve konuşma kabiliyetini verdi Sonra onlardan bir ahit aldı ve buna bizzat kendilerini şahit tutarak Ben sizin Rabbiniz değil miyim?diye sordu Onlar da, hiç şüphe yok ki, yalnızca sen bizim Rabbimizsindiye karşılık verdiler Sonra Allah: Hesap gününde bizim bilgimiz yoktudiyerek mazeret ileri sürmeyesiniz diye yerleri, gökleri ve babanız Adem'i bu konuda şahit olmaya çağırıyorum
O zaman, benden başka ibadete layık hiç bir şeyin olmadığını ve benden başka Tanrı olmadığını iyice kafanıza yerleştirin Bana herhangi birşeyi ortak koşmayın Sizlere, benimle yaptığınız bu anlaşmayı devamlı hatırlatacak peygamberlerimi ve Kitabımı göndereceğimdedi Buna bütün insanlar, Şehadet ederiz ki, yalnızca sen bizim Rabbimiz ve ilâhımızsın, senden başka İlâh ve Rab yokturdiyerek cevap verdiler
Bazıları, 172 ve 173 ayetleri birer remzî (sembolik) anlatım olarak alırlar Bunlara göre, Kur'an, bu üslûpla, adeta, Allah'ın Uluhiyyeti fikrinin, gerçekte, insanın doğasına yerleştirildiğini ve bunun da kavranabilir açık bir vakıa olarak husule geldiğini anlatmak istemektedir Fakat biz bu te'vilin doğru olmadığına kaniyiz Çünkü, Kur'an ve Sünnet bu olayın bizzat fiilen olduğunu belirtmektedir Üstelik, bu ahitleşme olayının kıyamet gününde, insanlara karşı hakiki bir belge olarak ileri sürüleceğini de iddia etmektedir Dolayısıyla, bu olayı, temsilî bir kıssa olarak görmemiz için hiç bir neden yoktur Biz, gerçekten bu olayın fizik dünyada meydana gelmiş olduğuna inanıyoruz Herşeye gücü yeten Allah, kıyamet gününe kadar yaratacağı Adem neslinden her bir ferdi varlık alemine getirip ona anlama ve konuşma iktidarı vermiş ve sonra da hepsini bir kerede ve bir yerde huzurunda toplayarak onlardan kendinden başka ilâh ve Rab olmadığı ve Allah'a teslim olup herşeyiyle O'na itaat etmekten (İslâm) başka onlar için de doğru bir yol bulunmadığı hususunda söz almıştı
Böyle bir toplanışı mümkün göremeyenler, aslında, Allah'ın sınırsız kuvvetinden şüphelidirler Yoksa, bu iş Allah için beşeriyetin kademe kademe yaratılması kadar kolay olduğundan bu konuda herhangi bir şüpheye kapılmayacaklardı Mutlak kudret sahibi olan Allah, şimdi insanları varlık alemine getirdiği gibi varlık alemine gelmeden evvel de (doğum) , varlık alemine gelip gittikten sonra da (ölüm) bütün insanları toplayacak güce sahiptir Allah onlara, hikmet, akıl, yetki ve yeryüzünün kaynaklarından kullanma hakkı verdikten sonra, kendine halife yapmakta olduğunu ve bu hususta kendilerinden sadakat yemini (oath of allegiance) aldığını bilmelerini istemiş olması akla yatkın gözükmektedir Böylece Adem'in yaratılışı münasebetiyle bütün beşeriyetin bir araya toplanmasının gayrı mümkün ve garip bir şey olmadığı aşikârdır
Araf173
173 Ya da: Bizden önce ancak atalarımız şirk koşmuştu, biz ise onlardan sonra gelme bir kuşağız; işleri batıl olanların yaptıklarından dolayı bizi helak mi edeceksiniz? (135) dememeniz için
135Kendisi için bütün insanlardan söz alınan ve bu ayetin konusu olan husus: Her bir şahsı işlediği fiiller hususunda bilinçli ve tam mesul yapmaktır ki, böylece Rablerine karşı asi olanlar suçlarından dolayı hesaba çekilebilsinler Gene izaha kavuşturulmalıdır ki, bu antlaşmadan sonra bir kimse, bir suçu, bilgisizlik yüzünden işlediği için temize çıkmaya ya da inhiraflarının sorumluluğunu kendinden evvel geçenlere yıkmaya kalkışamaz Yine Allah; bu sözü almakla, onların kalblerine, kendilerinin Rabbinin yalnız O, ve ilahlarının da gene yalnızca kendisinin olduğu hususunun zerkedildiğine dikkat çekmektedir Binaenaleyh, hiçbir kimse, Ben bundan tamamen habersizdimveya kötü çevrem tarafından yoldan saptırıldımdiyerek sapkınlığının sorumluluğunu üstlenmekten kendini vareste kılamaz
Şimdi bu bağlamda, muhtemelen ortaya çıkabilecek bir iki soruyu düşünelim: Bu ahitleşmenin vukubulduğunu farzedecek olursak, bu konuda herhangi bir hatırlamaya sahip miyiz? Ve yaratılışımız sırasında, kimimiz Allah'ın huzuruna getirildiğinin ve bahsi geçen konuşmanın hakikaten meydana geldiğinin şuurunda? Eğer cevaplar olumsuz ise, o zaman nasıl olur da ne hatırladığımız ve ne de farkında olduğumuz böyle bir misakın bize karşı delil olarak getirilmesi hakkaniyete uygun olur?
Cevap şöyle olacaktır, evet bu misak bize bir şahit olarak getirilecektir, çünkü her ne kadar onun anısı ve idraki hatırımızdan ve bilincimizden gittiyse de, bu bilinç altında (subconsconsmind) ve vicdanda muhafaza edilmektedir
Bellek ve idrakimizden niçin silinip gittiği sorusuna gelince, eğer bir misakın tesiri hafıza ve şuurumuzda devamlı canlı taze kalsaydı, o zaman herkes otomotikman onu yerine getirir ve dolayısıyla da imtihan ve yargılamanın bir anlamı kalmazdı Böylece insanın esas yaratılış gayesi anlamsızlaşırdı Oysa ki, bu bir potansiyel olarak bilinç altında ve vicdanda (Intuition) muhafaza edilmektedir Ve diğer laşuurî bilgi branşlarında da olduğu gibi keşf, sezgi ve derunî (internal) faktörlerle bu, bilinç haline, şuur haline çıkarılabilmektedir Hakikat şu ki, insanlık, kültür, uygarlık, ahlâk, bilim ve bütün diğer beşerî faaliyetlerde ne başardıysa, aslında potansiyel olarak, daha önceden gizli olanın, harici (externel) faktörler ve sezgi yoluyla dışarıya çıkarılmasıdır bu Öte yandan, hiçbir eğitim, terbiye, çevre, dış faktör ve sezgi, bilinçaltında saklı yetenek olarak zaten yatmakta olandan başka birşey vücuda getiremez Ve, aynı şekilde, bu faktörlerden hiçbirisi de bilinç altında saklı olanı, hiçbir surette silmeye muktedir değildir En fazla belki onun tabiatını tahrif edebilirler ama bütün çabalarına rağmen o güç, gizli olarak şuuraltında var olmaya devam edecek ve haricî faktörlerin uyarılarına karşılık olarak da zahire çıkmaya çalışacaktır Aşağıdakiler bütün saklı bilgi dalları için geçerlidir:
Tüm bunlar, saklı olarak bilinçaltımızda vardırlar ve günlük eylemler halinde gözüktüklerinde var olduklarını kanıtlarlar
Bütün potansiyel bilgiler, dış tesirin bir karşılığı olarak pratik şekil alması için öğrenim ve eğitim vb gibi haricî uyarıcılara ihtiyaç gösterirler
Bütün bu saklı güçler, kötü arzu, çevre ve yoldan çıkarmalarla bastırılabilir, uyutulabilir ama hiçbir zaman tümüyle bilinç altından silinemez Bu yüzden de içsel duygular ve harici çabalarla düzeltilip yeniden döndürülebilirler
Alemdeki konumumuz ve alemin yaratıcısı ile olan alâkamız hususunda hissi bilgimiz için de aynı şeyler söylenebilir
Bu bilginin gerçekten var olduğu, yeryüzünün her ucundaki insan hayatının her döneminde, her yerleşiminde, her kuşak ve her neslinde arada sırada tezahür ederek hiçbir beşerî gücün onu silmeye güç yetiremediğinin ortaya konmasıyla ispatlanmaktadır
Bu, ayrıca ne zaman bu bilgi pratik hayata uygulanmışsa, her zaman iyi ve faydalı sonuçlar doğurduğu gerçeğine de uymaktadır
Bu bilgilerin zahire çıkması ve pratik şekiller alması için daima bazı haricî sebeplere ihtiyaç duyulmuştur İşte bu nedenle, peygamberler, semavî kitaplar ve peygamberlerin yolundan giden davetçiler, bu işlevi görmektedirler Bundan dolayı Kur'anı Kerim, bunlara hatırlatıcılardemektedir Çünkü bu peygamberler, semavî kitaplar ve Hakka davetçiler insanların zihinlerinde yeni birşeyler yaratmıyor, aksine bazı hatırlatmalarla, kendilerinde zaten gizli potansiyel olarak bulunanı canlandırıyor ve günyüzüne çıkarıyorlar
İnsanın bilincindeki bu gizli bilginin var oluşunun başka bir kanıtı da, her çağda bu davetçilerin çağrısına olumlu karşılık vermiş olması ve onun sesini tanır tanımaz hemen ortaya çıkmasıdır
Belki de hepsinden önce bu bilginin varlığı hakkındaki en büyük delil; bastırmak, susturmak, örtmek ve değiştirmek için şiddetli ve sürekli çabalara rağmen halâ insanoğlunun kalbinde yaşamış olmasıdır Her ne kadar cehalet ve ahmaklık, hırs ve önyargı, saptırıcı ve iğva edici güçler; şirk, tanrıtanımazlık, dinsizlik ve sapıklık üretmekte başarılı olmuşlarsa da, bütün bu şer güçler, bu fıtrî bilgiyi insanın kalbinden silip atamamışlardır Bunun içindir ki, ne zaman o bilgiyi yeniden diriltmek için çaba sarfedilse, hemen günyüzüne çıkacaktır
Hesap gününde, bu fıtrî bilginin nasıl şahitlik yapacağına gelince Allah, bütün insanların, İlâh ve Rabb olarak yalnızca O'nu kabullendikleri Misak'ın anısını yeniden tazeleyecek, canlandıracak ve sonra da dünyada iken mütemadiyen reddetmelerine rağmen bu bilginin kalblerinde gömülü olarak kaldığını onlara gösterecek, bu ahitleşmenin izlerinin her zaman zihinlerinde olduğunu ispat etmek için gene bizzat onların kendilerinden şahitler bulacak ve fıtrî bilginin sesini nasıl ve ne zaman bastırdıklarını hayatlarının kayıtlarında onlara gösterecektir Keşfi bilgilerinin, inhiraflarına nasıl ve ne zaman isnat ettiği ve gene bu bilginin, Hakka davet eden tebliğcilerin çağrısına uymaya onları nasıl zorladığı ve onların da çeşitli bahanelerle bu derunîiçsel sesi nasıl susturdukları kendilerine gösterilecektir Bütün gizli şeylerin açığa çıkarılacağı o anda, hiçbir kimse artık bir mazeret bulamayacaktır Herkes suçunu açık ve doğru ifadelerle itiraf edecektir İşte bu yüzden Kur'an, insanların bizim bu anlaşmadan bir haberimiz yoktudiyemeyeceklerini, aksine Biz inkârcılardandık ve bile bile gerçeği yalanladıkdiyerek itiraf etmek zorunda kalacaklarını söylemektedir Bunlar, inkârcı oluşları konusunda kendi kendileri aleyhine de şahitlikte bulunacaklardır
Tefhimul Kuran(Mevdudi)
Ahid'in Tanımı ve Mâhiyeti
Ahd, söz vermek, emir, talimat, taahhüt, antlaşma, yükümlülük, itimat veren söz, yemin, misak, bir şeyi korumak anlamlarına gelir Bir şeyi her durumda koruyup gereğini yerine getirmek demek olan ahidde hem yemin, hem de kesin söz verme anlamı vardır Yemin, ahdin dinî ve kutsî yönünü; söz verme de ahlâkî yönünü teşkil eder Ahd kelimesi İslamî bir kavram olarak ahdü mîsakşeklinde kullanılmıştır Ahd kelimesi, Kur'an'da 46 yerde geçer Benzer anlama gelen mîsak kelimesi de 25 yerde kullanılır Allah Adem'i insanlığın atası ve temsilcisi olarak yarattığı zaman, gerek onun şahsında, gerekse kıyamete kadar gelecek tüm insanlardan tek tek Ben sizin Rabbiniz değil miyim?diye ahid almıştır (7A'râf, 172)
İnsan, Allah'tan başka rabb tanımayacağına dair Allah'a ahid vermiş, Allah da bu konuda kendisinden ahid almıştır; yani muahede yapmışlar, ahidleşmişlerdir Bu ahdin, Allah'tan başkasını rabb tanımamanın içinde, şeytana ibadet etmemek de vardırEy Ademoğulları! 'Şeytana ibadet etmeyin' diye, size ahid vermedim mi?(36Yâsin, 60) Allah ile beşer arasında geçen birçok ahidleşmeyi ahdü mîsak kavramı insan aklına getirmektedir Kur'anı Kerim'de geçen ahidleşmelerden birisi insanoğlunun yaratıcısını bilmesi ve O'na yönelip
ibadet etmesidir Bu tür bir ahid, fıtrî bir ahiddir Allah'ın varlığına inanmak ihtiyacı, insan yaratılışında sürekli ve kalıcıdır Yalnız bazen insan şaşırıp yolunu sapıtır O zaman Allah'ın rasulleri aracılığıyla gönderdiği emir ve yasaklara uyarsa ahde uymuş olur Ahidleşme Kur'anî bir metottur Allah rasulleri ile onlara uyan, onların ashabı olan insanlar arasında gerek Allah'ın hükümlerini yaşama, gerek bunları muhafaza etme konusunda ahidleşmeler olmuştur
Ahid, hem Allah'ın insanlara teklif etmiş olduğu hükümler ve hem de insanların Allah'a karşı veya Allah namına diğerlerine karşı yerine getirmeyi taahhüd etmiş oldukları hususlardır
Kur'anı Kerim'de Allah'ın ahdini yerine getiriniz(6En'âm, 152) buyurulur Âlimler buradaki ahdi şöyle izah etmişlerdir: Allah'ın ahidlerini ifa ediniz Gerek Allah'ın size teklif etmiş olduğu ahidleri, emirleri, nehiyleri ve gerek sizin Allah'a veya Allah namına diğerlerine verdiğiniz ahidleri, adakları, yeminleri, akitleri, doğru olan her türlü taahhütleri yerine getiriniz İslam'da ahdi bozmak haramdır
Gerek Allah'a ve gerekse insanlara karşı verilen ahdin yerine getirilmesi gerekir
Kur'an'da kurtuluşa eren mü'minlerin sıfatları sayılırken: Onlar emanetlerini ve ahidlerini yerine getirirler(23Mü'minûn, 8) buyurulur Allah ile insanlar arasında birçok ahidler vardır Allah'ın insanlardan aldığı ilk ahid, onların zürriyetlerini Hz Adem'in sulbünden alıp kendi uluhiyetini tasdik ettirmesidir (bkz 7A'râf, 172) Ahidle yemin arasında fark vardır Yemin bozulursa keffaret gerekir Fakat ahidde bu yoktur Ahdi bozmanın günahı keffaretle ortadan kalkmaz
Ey İsrailoğulları, sizi nasıl bir nimet ile nimetlendirdiğimi hatırlayın Ve Bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki, Ben de size verdiğim sözü yerine getireyim Siz, Benden korkun(2Bakara, 40) ayeti bu ahidlerden biridir Ayeti kerimeden anladığımıza göre, Cenabı Hakk'a söz vermiş bulunan bir kavme karşı Cenabı Hakk da onlara bir vaadde bulunmuştur Bu bir ahidleşmedir Allah, ahdinden asla caymayacağına göre, insanlar da ahidlerinden caymamalıydılar Ancak insanlar ahidlerinden caymaya başlamışlar ve Allah'a ibadet etmemek, O'nun yasaklarına uymamak ve O'na ortak koşmak gibi sapıklıklara düşmüşlerdir Ahidlerine uygun olarak yalnız Allah'a ibadet etmeleri, hayatlarında Allah'ın hükümlerini hâkim kılmaları gerekmektedir Ancak fâsıklar ahitlerini bozarak Allah'la sözleşmelerini iptal etmişlerdir Allah ile olan ahdine vefa göstermeyen, bu ahdi bozan ve bozmaya çalışan kimseden hiçbir ahde saygı göstermesi beklenemez Oysa ki Allah kendisi ile yapılan ahde bağlılık gösterenlere büyük bir mükâfat vereceğini vaad etmektedir
Doğrusu sana sadakat yemini edenler (ey Muhammed) bizatihi o yemin ile Allah'a bağlılık yemini etmektedirler Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir Bu yüzden her kim (o yeminden sonra) yeminini bozarsa, ancak kendi zararına bozmuş olur ve her kim Allah ile ahdini yerine getirirse Allah ona büyük bir mükâfat nasip edecektir(48Fetih, 10)
İnsanlar, Allah'ın emir ve yasakları ile hududunu aşarlarsa şeytana ibadet etmiş, onun çenberine girmiş olmaktadırlar Oysa Allah bütün insanlardan ahdü misak aldığını ifade buyurmaktadır
Ey Âdemoğulları, ben sizinle ahidleşmedim mi? Şeytana tapmayın, o sizin düşmanınızdır, diye(36Yâsin, 60) Rabb'in Ademoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini alıp devam ettirmiş ve onları kendilerine şahit tutarak: 'Ben Rabb'iniz değil miyim?' (demiştir) Evet (buna) şahidiz!' dediler Kıyamet günü, biz bundan habersizdik demeyesiniz(7A'râf, 172) Ahde vefa konusunda İslam son derece titiz davranır İnsanlar arası ilişkilerde güven unsurunun hâkim olması için yegâne garanti vasıtası ahde vefâdır Bu güven olmadan veya sağlanmadan sıhhatli bir toplum hayatı mümkün olamaz Allah öyle bir topluma rahmet nazarıyla bakmaz
Ama Allah'a verdikleri sözü iyice pekiştirdikten sonra bozanlar ve Allah'ın bitiştirilmesini istediği şeyi kesenler ve yeryüzünde bozgunculuk yapanlar İşte lânet onlara (dünya) yurdunun kötü sonucu onlaradır(13Ra'd, 25)
Allah, emirleri yoluyla ve peygamberleri vasıtasıyla insanlardan ahid almıştır Yahudi ve hıristiyanlardan alınan ahid de bunlar arasındadır Allah, İsrailoğullarından, namaz kılıp zekât vereceklerine, peygamberlerine inanıp onları destekleyeceklerine ve Allah'a güzel takdimelerde bulunacaklarına (faizsiz borç vereceklerine; bkz 5Mâide, 12), Allah'tan başkasına tapmayacaklarına, anaya babaya, yakınlara, yetimlere, düşkünlere iyilik edeceklerine (2Bakara, 83), birbirlerinin kanlarını dökmeyeceklerine, birbirlerini yurtlarından çıkarmayacaklarına (2Bakara, 8485) dair söz almıştır Fakat onlar, Allah'a verdikleri sözü yerine getirmemiş, ahidlerini bozmuş ve bunu alışkanlık haline getirmişlerdir (bkz 2Bakara, 100; 5Mâide, 13) Hz Musa'ya karşı geldikleri için üzerlerine azap çökünce bunun kaldırılmasını istemişler, Hz Musa da onlara, Allah'a verdikleri sözü hatırlatmıştır (bkz 20Tâhâ, 86) Çünkü yahudiler ne zaman Allah'a söz vermişlerse, içlerinden çoğu bu ahdi bozmuştur (bkz 2Bakara, 100) Allah, hıristiyanlardan da ahidler almış, fakat onlar sözlerinin bir kısmını unutmuşlardır (5Mâide, 14)
Allah nasıl insanlara ahid vermişse, insanlar da Allah'tan ahid almışlardır İnsanlar Allah'tan başkasına ibadet etmemeğe, O'ndan başkasını rabb tanımamaya ahdetmişler; Allah da bunun karşılığında, insanlara yardım edeceğini ve dünya hayatından sonraki ahiret hayatında onları cennetlere koymayı ahdetmiştir Ahid, sorumluluk gerektirir (17İsrâ, 34) Eğer insanlar Allah'a verdikleri ahdin ve bu ahid çerçevesinde kendi aralarındaki ahidleşmenin sorumluluğunu yerine getirirlerse, Allah da ahdini yerine getirecektir (2Bakara, 40)
Tefsirciler, Allah'ın ahdinin ne olduğu konusunda yaptıkları açıklamalarda diyorlar ki: Allah'ın ahdi, Allah'ın insanların akıllarına yerleştirdiği tevhid, adalet ve peygamberleri doğrulama delilleridir Allah'ın ahdi, Allah'ın peygamberler aracılığıyla insanlara gönderdiği mesajdır Ayrıca, insanların yapmalarını emrettiği ve yapmamalarını istediği konularla ilgili vasiyetidir, diyenler de olmuştur
İbn Kesir, bu görüşler konusunda şu açıklamaları yapar: Bazılarına göre bu ahit, Allah'ın yaratıklarına bir buyruğu, emrettiğine itaat etmeleri, nehyettiğinden kaçınmaları konusunda bir emridir Bu emri kitaplarında ve rasullerinin dilleriyle açıklamıştır Bu ahdi bozmaları demek, onunla amel etmeyi bırakmaları demektir Bazı alimler de şöyle dediler: Bu ayetle bütün küfür, şirk ve nifak ehli kastedilmiştir Allah'ın onlara ahdi ise rububiyetine delalet eden deliller getirerek vahdaniyetini göstermiş olmasıdır Allah'ın onlara ahdi hiç bir kimsenin benzerini getirmeye muktedir olamadığı mucizelerle peygamberlerinin doğruluğunu tasdik ettiği emir ve nehyidir Bu ahdin bozulması ise delillerle doğru olduğu sabit olan hakikatleri kabul etmemeleri ve kitapları yalanlamalarıdır Diğer bazı alimler de şöyle dediler: Allah Teala'nın sözkonusu ettiği bu ahid, insanları Hz Adem'in sulbünden çıkardığı zaman onlardan almış olduğu ahiddir Bu ahdi bozmaları demek, ona uymamaları demektir
Fahreddin Razi, Allah'ın ahdi konusunda şunları söyler: Bu konudaki farklı görüşler şunlardır:
1 Bu ahid ve misaktan maksad, Allah'ın kullarına, kendisinin birliğini, peygamberinin doğruluğunu gösteren delilleridir Böylece bu, deliller ile tevhide sarılma hususunda bir ahd ve misak (söz) almış olur Çünkü bu, deliller ile tevhide ve Peygamber'in doğruluğuna sarılmak demektir İşte bundan dolayı da Cenabı Allah'ın Siz Bana olan ahdinizi (sözünüzü) yerine getirin ki Ben de size olan ahdimi yerine getireyim(2Bakara, 40) ayeti pek yerinde olur
2 Bu ayetle kastedilmiş olanların, peygamberlerine indirilen kitaplarda Hz Muhammed (sas)'i tasdik etmelerine dair kendilerinden ahd ve misak alınan; kendilerine Hz Muhammed'in ve ümmetinin durumu açıklanan ehli kitabtan bir grup olması muhtemeldir Böylece bu grup ahitlerini bozdular, ondan yüz çevirerek Hz Peygamber'in nübüvvetini inkâr ettiler
3 Alimlerden bir kısmı ise, bununla, insanlar zerreler şeklinde iken ve onları böylece Hz Adem'in sulbünden çıkararak, insanlardan almış olduğu misak kastedilmiştir demişlerdir
Elmalılı, Allah'la yapılan ahidleşme konusunda şöyle der: O fâsıklar ki, antlaşmalarını, hem de Allah'ın anlaşmasını bozarlar; bunu da antlaşma ile belgeledikten sonra yaparlar İlk yaratılışta iyyâke na'büdü ve iyyâke nesteıyn (ancak Sana ibadet ederiz ve ancak Sen'den yardım dilerizkavramı üzere akıl ve yaratılış olarak, Allah ile aralarında yapılmış olan ezelî antlaşmayı, iman ve kulluk antlaşmasını, bu yaratılışa ait genel kanunu, her iki taraftan antlaşma ile belgelenip te'kit edildikten; bir taraftan kitaplar indirme ve peygamber gönderme ile takviye, diğer taraftan kalb ve dil bakımından iman ve ikrar ile kuvvetlendirdikten sonra bu ilahî antlaşmayı ve mîsakı kendi kendilerine bozmaya ve kaldırmaya kalkışırlar
Seyyid Kutub, bu ahidleşme konusuna şöyle açıklık getirir: Allah ile beşer arasında akdolunan ahdin bir çok çeşitleri vardır Bunlardan biri insanoğlunun Halik'ını bilmesi ve O'na yönelip ibadet etmesi için yaratılışında sahip olduğu fıtrî ahiddir Allah'ın mevcudiyetine inanmak ihtiyacı, insan fıtratında daimîdir Bu fıtrat, bazen şaşırıp yolunu sapıtır ve Allah'a ortak aramaya koyulur Diğer birisi de, Allah'ın Adem (as)'ı yeryüzüne halife göndererek ondan aldığı ahittir Allah, peygamberler vasıtasıyla her kavim ve milletten de ahitler almıştır Ahidler gereğince yalnız Allah'a ibadet etmeleri, hayatlarında Allah'ın şeriat ve nizamını hâkim kılmaları icab etmektedir İşte fâsıkların bozduğu ahidler bu ahidlerdir Verdiği sözde durmayıp Allah'la ahdini bozan kimse, aynı zamanda, Allah'la olan sözleşmesi dışındaki diğer ahidlerini de bozmuş sayılır Zira Allah'ın ahdini bozmağa cür'et eden kimseden, hiçbir ahde saygı göstermesi beklenemez Yeryüzündeki bütün sapıklık ve fesatlar, Allah'ın emrinden uzaklaşmak, O'nunla olan ahdi bozmak ve bağlanmasını emrettiği bağları koparmak yüzünden doğuyor Yeryüzündeki anarşinin başı, Allah'ın beşer hayatını idare ve tanzim için seçtiği ilahî nizamdan yüzçevirmenin sonucudur İşte, neticesi mutlak surette hüsran olan yolun ayrılış noktası buradan başlar Şu halde, yeryüzü Allah'ın nizamı ile idare edilmekten mahrum ve hayat da şeriatı ilahîden uzak kaldığı müddetçe yeryüzünde huzur ve sükûn aranamaz
Kur'an'da mü'minlerin vasıflarından bahsedilirken Onlar emanetlerine ve ahidlerine sözlerine riayet ederler(23Mü'minûn, 8) diye buyrulmaktadır Mü'minler fert halinde de olsalar, cemiyet halinde de olsalar, verdikleri sözlere riayet ederler, emanetlere de hiyanet etmezler Mü'minlerin omuzlarında pek çok emanet vardır; mü'minler her ne suretle olursa olsun emanetlerini yerine getirirler Çünkü doğru olmak insanların fıtratındandır; fıtrat da İslam'dır Onun için mü'minler, fıtratlarının doğru yoldan sapmasına müsaade etmezler Bütün insanların Allah'a vermiş oldukları bir söz ve ahit vardır Bu da bütün insanların Allah'ı tanımaları, O'na kulluk etmeleridir Yüce Allah, insanların fıtratına kendi varlığını ve birliğini kabul edecek özellik vermiştir İnsanların bozduğu her ahdin şahidi Allah'tır Bunun için mü'min ahde vefa gösterirken Allah'tan korkar ve sakınır
Mü'minler genel anlamda emanetlerden ve verdiği sözlerden sorumludurlar Ayeti kerime (23Mü'minûn, 8), nassın hududunu geniş tutarak kısaca her emaneti ve her ahdi içine alacak tarzda hüküm bildiriyor Bu nitelikler her zaman ve her yerde mü'minlerin nitelikleridir Müslümanlar bu niteliklere riayet etmedikleri takdirde İslam cemaati doğru istikameti bulamaz Böyle bir toplumda, ortak hayat için konulacak temel kaidelere herkesin bağlanması, güvenmesi ve dayanabilmesi için ahde vefâ ve emanete riayet prensibi zaruridir Bu prensibi tüm mü'minlerin örneği ve önderi Rasulullah'ın hayatında açıkça görmekteyiz O'na müşrikler bile güvenmiş, emanetlerini çoğu zaman O'na teslim etmişlerdir Bir yandan düşmanlık, öbür yandan O'na güvenmek gerçekten düşündürücü bir haldir İşte, kısa bir süre içerisinde İslam'ın dünyaya hâkim olmasında Rasulullah'ın bu ilkesinin büyük katkısı olmuştur
Hayır, kim ahdini yerine getirir ve sakınırsa şüphe yok ki Allah sakınanları sever Allah'ın ahdini ve kendi yeminlerini az bir pahaya değiştirenlerin; işte onların ahirette hiçbir nasibi yoktur Allah kıyamet günü onlarla konuşmaz, onlara bakmaz, onları temize çıkarmaz ve onlar için acı bir azap vardır(3Âli İmran, 7677) Ahde vefa, Allah korkusuyla yakından alakalıdır Bunun için sosyal muamelelerde dost ile düşman arasında herhangi bir ayrım yapılamaz Her ikisi için de durum aynıdır Ahde vefa dünyevî bir menfaat karşılığında değiştirilecek bir husus değildir Çünkü verilen söz Allah adına verilmiştir Buradaki mesele Allah'a karşı verilen ahde vefâ meselesidir Onun için de karşıdaki insanlar değil; Allah'ın emri gözetilir
Kur'anı Kerim'de, Allah Teala'nın Hz Adem'e, Hz Musa'ya, Hz İbrahim ve Hz İsmail'e ahid verdiği ifade edilir (bkz 2Bakara, 125; 7A'râf, 134; 20Tâhâ, 115) Bu ahid, genellikle emir veya talimat verme şeklinde açıklanmıştır Yine Kur'an'da Allah'la kulları arasındaki bir ahidleşmeden de bahsedilmiş (bkz 36Yâsin, 60) ve Allah adına verilen ahdin bozulmaması istenmiştir (bkz 16Nahl, 91) Allah'la yaptıkları muahedeye sadık kalanlara büyük mükâfat vaad edilmiş (bkz 48Fetih, 10), ahdini yerine getirmeyenler fesatçıbozguncu olarak nitelendirilmiş (bkz 2Bakara, 27) ve Allah'a karşı ahidlerini hiçe sayanların ahirette hiçbir nasip alamayacakları haber verilmiştir (bkz 3Âli İmran, 77) Siz bana verdiğiniz ahde sadık kalın ki, ben de size verdiğim ahdi ifa edeyim(2Bakara, 40) mealindeki ayet değişik şekillerde tefsir edilmiştir Bir yoruma göre ayette geçen birinci ahid, Allah'ın kullarına olan emir, yasak ve tavsiyeleri, ikinci ahid ise Allah'ın kullarına vaad ettiği af ve mükâfatıdır Diğer bir görüşe göre birinci ahid Allah'ın ahdi, yani kulları üzerindeki hakkı, ikinci ahid de kulların rableri üzerindeki haklarıdır Bir hadise göre Allah'ın kul üzerindeki hakkı, kulun şirk koşmaksızın kendisine ibadet etmesi, kulun Allah üzerindeki hakkı ise azap görmeden cennete girmesidir (bz Buhâri, Libas, 101; Müslim, İman 48) Semavî dinler, Allah'la kulları arasında var olduğuna inanılan bir ahidleşmeye dayanır Hz Peygamberimiz, dua ederken, Allah'ım! Gücüm yettiği kadar ahdine ve vaadine sadakat gösteriyorum(Buhâri, Deavât 16; Tirmizî, Deavât 15) der ve kendini O'na karşı daima sorumlu hissederdi
?
Hadisi Şeriflerde Ahde VefâsızlıkAhdi Bozmak
Hz Peygamberimiz'den bir rivayet şöyledir: Ahdine vefâsı olmayanın imanı da (dini de) olamaz(Beyhakî, esSünnetü'lKübrâ, c 9, s 231; Zehebî, Kebâir 108)
Hadisi şerife göre ahde vefâsızlık, küfrün en rezil şekli olan münafıklığın da belirgin niteliklerinden biridir Münafığın alâmeti üçtür Söz söylerken yalan söyler Va'd ettiği, söz verdiği zaman sözünde durmaz Kendisine bir şey emanet edildiği zaman hiyanet eder(S Buhâri, Tecridi Sarih, c 1, s 45, no: 31; Tirmizî, İman 14)) Dört şey kimde bulunursa hâlis münafık olur Kimde bunlardan bir kısmı bulunursa, onu bırakıncaya kadar kendisinde münafıklıktan bir haslet kalmış olur Bunlar: Kendisine bir şey emanet edildiği zaman hiyanet etmek, söz söylerken yalan söylemek, ahdettiğinde, söz verdiğinde sözünü tutmamak, husumet zamanında da haktan ayrılmaktır(S Buhâri, Tecridi Sarih, c1, s 45, no: 32)
Bir kavim ahdinden dönerse, Allah onlara mutlaka düşmanlarını musallat eder(Muvatta, Cihad 26 2460)
İbn Ömer (ra) anlatıyor: (Bir gün) Rasulullah (sas) yanımıza gelip şöyle buyurdular: Ey muhacirler! Beş şey vardır, onlarla imtihan olacağınız zaman artık cemiyette hiçbir hayır kalmamıştır Onların siz hayatta iken zuhurundan Allah'a sığınırım (Bu beş şey şunlardır)
1 Zina: Bir toplumda zina ortaya çıkar ve alenî işlenecek bir hale gelirse, mutlaka o toplumda tâun hastalığı (bulaşıcı hastalık) yaygınlaşır ve onlardan önce gelip geçmiş toplumlarda görülmeyen hastalıklar yayılır (Dün frengi, bugün AIDS, kanser, yarın?!)
2 Ölçütartıda hile: Ölçü ve tartıyı eksik yapan her toplum, mutlaka kıtlık, geçim sıkıntısı ve sultanın zulmüne uğrar
3 Zekât vermemek: Hangi toplum mallarının zekâtını vermezse mutlaka gökten yağmur kesilir Hayvanlar da olmasaydı tek damla yağmur düşmezdi
4 Ahdin bozulması: Hangi toplum Allah ve Rasülü'nün ahdini bozarsa, Allah, o toplumda, kendilerinden olmayan bir düşmanı musallat eder ve ellerindeki (servet)lerin bir kısmını onlar alır
5 Kitabullah'la hükmetmeyi terk: Hangi toplumun imamları (liderleri) Allah'ın kitabı ile ameli terk ederek Allah'ın indirdiği hükümlerden işlerine gelenleri seçerlerse, Allah onları kendi aralarında savaştırır(Kütübi Sitte Muht Tercüme ve Şerhi, c 17; s 540)
Ebu Hureyre (ra)'den Nebî (sav)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Aziz ve Celil olan Allah: Üç (sınıf insan) vardır ki, kıyamet gününde Ben bunların hasmıyım: 1 O kimse ki, bana (Mukaddes ismime) yemin eder de sonra ahdini bozar 2 Bir kimse ki, hür (bir insan)ı köle diye satar da onun karşılığını yer 3 Diğer kimse ki, bir işçi tutar, onu çalıştırır da ücretini vermez, buyurmuştur(Buhâri, Tecridi Sarih Terc Ve Şerhi, c 6, s 535)
Ahdini bozan her kişi için kıyamet gününde (halk arasında teşhir olunmak üzere) bir alâmet vardır (o alâmet,) sözünü bozan ğaddarın yanına dikilir, onunla bilinir(Buhâri, Tecrid, c 8, s 477)
Kur'an'da hem insanlar arası ilişkiler, hem de insanla Allah arası ilişkilerin temelinde ahid vardır Ahde vefâ göstermek, hem insanlar arası ilişkilerin, hem de insanAllah arası ilişkilerin esasıdır Kur'an, ahde vefâyı insanın onur burçlarından biri olarak belirlemiş ve ahde vefânın psikolojik ve sosyolojik boyutlarına dikkat çekmiştir Prensipler şöyle konuyor: Ahde vefâ gösterin, sözünüzde durun(17İsrâ, 34) Ahde vefâsı olmayanın zâlimlerden olduğu anlaşılmaktadır: Allah, ahdim zâlimlere ermez, buyurdu(2Bakara, 124) Ey iman edenler! Akitleri(n gereğini) yerine getirin(5Mâide, 1)Allah, ahdü misakını bozanları şiddetle kınar, onların cezalandırılacaklarını belirtir Bozulan bu sözleşme, ister Allah ile, ister Peygamber ile, isterse insanlar ile yapılan sözleşme olsun, bozanlar cezalandırılmayı hak ederler: Sözlerini bozmaları sebebiyle onları lânetledik ve kalplerini katılaştırdık(5Mâide, 13) Onlar ki, kesin söz verdikten sonra sözlerinden dönerler Allah'ın birleştirilmesini emrettiği şeyi keserler ve yeryüzünde bozgunculuk yaparlar; işte husrânaziyana uğrayanlar onlardır(2Bakara, 27)
Kur'an'a göre insan ruhuyla Allah arasında ezelde yapılmış bir anlaşma vardır ve dünya hayatı bu muâhedenin icra yeridir Kur'an, insanı bu anlaşmayı unutmamaya ve şartlarını yerine getirmeye çağırmaktadır İman, bu ezelî mukavelenin bir kere daha hatırlanması ve itirafı, dünya hayatımız da bu sözleşme şartlarına uygun bir yaşayışın sürdürülmesidir Rabbi'in Ademoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini alıp devam ettirmiş ve onları kendilerine şahit tutarak: 'Ben Rabb'iniz değil miyim?' (demiştir) Evet (buna) şâhidiz!' dediler Kıyamet günü, biz bundan habersizdik demeyesiniz(7A'râf, 172) Bu ayette dile getirilen ahdü misakın mahiyeti hakkında müfessirler çok farklı yorumlara gitmişlerdir Bu yorumlar şöyle gruplandırılabilir: Müfessirlerden çoğunluğu oluşturan grup bu ayeti, sembolik (remzî) bir anlatım olarak kabul ederler Bunlara göre, Kur'an, bu üslup ile âdeta Allah'ın uluhiyeti fikrinin, gerçekte insanın tabiatınadoğasına yerleştirildiğini, bunun da kavranabilir bir vakıa olarak meydana geldiğini anlatmak ister
Diğer bir grup müfesir, bu ahdü misakın fiilen meydana geldiğini kabul ederler Bazı müfessirler ise, bu ahidleşme, fıtrî olması ve kelamı nefsîyi de içine alması itibariyle gerçek bir sözleşme gözüyle bakarlar Dolayısıyla olayın fıtrî olması, fiilî olarak olmasına engel teşkil etmez görüşündedirler Yine, bu ayette geçen kaalû belâifadesi hakkında, bunun ezelde mi, ana rahminde mi, yoksa bülûğ çağında mı olduğu hususunda çeşitli görüşler vardır Bütün müfessirler, bu sözleşmeyi ister fıtrî, ruhî bir sözleşme olarak, isterse fiilî, kelamî bir ahidleşme şeklinde kabul etsinler, insanlığın bu ahdü misakla gerçek anlamda Allah'a söz vermiş ve O'nunla bir sözleşme yapmış olduğu hususunda söz birliği içindedirler
Mü'minler ahiretteki kazançlarını düşünerek ahidlerini yerine getirmek zorundadırlar Bu ahidler, ister Allah ile kul arasında olsun, ister beşerî ilişkilerde olsun, hiçbir değişiklik arzetmez Tağutlara itaat eden, Allah'ın hududunu çiğneyen, İslam'ı kişisel ve toplumsal hayatında yaşama gayretinde olmayan insanlar, Allah'la yaptıkları ahdi, O'na verdikleri sözü bozmuşlardır Bu kişilerin, diğer insanlara verdikleri sözlerini tutmaları da beklenemez
Kavram Tefsiri
Araf172
(Ey Peygamber (133) insanlara şu zamanı hatırlat ki) hani Rabbin, Ademoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahidler kılmıştı: Ben sizin Rabbiniz değil miyim?(demişti de) onlar: Evet (Rabbimizsin) , şahit olduk(134) demişlerdi (Bu,) Kıyamet günü: Biz bundan habersizlerdikdemenizi (önlemek) içindir
133 Bir önceki tema şununla sona ermişti: Allah, İsrailoğulları'ndan, O'na teslim olacakları ve O'na itaat edecekleri konusunda bir ahid almıştı Buradaki ayetten itibaren de yalnız İsrailoğulları'nın değil bütün insanlığın bir anlaşma ile kayıtlı olduğunu hatırlatmak için hitap tüm insanlığa çevriliyor Binaenaleyh insanlar, o sözleşmenin şartlarını ne dereceye kadar yerine getirip getirmedikleri hususunda hesaba çekileceklerdir
134 Değişik rivayetlerden öğreniyoruz ki, bu Hz Adem'in yaratılışı esnasında olmuştu O an, bütün meleklerin bir araya toplanarak, Adem'in önünde eğilmeleri emredilmiş ve ayrıca insanın, Allah'ın yeryüzündeki halifesi olduğu resmen ilân edilmişti Aynı şekilde, bidayetten kıyamete kadar doğacak bütün nefisler bir kerede ve bir yerde hepsi toplanılmış, akletme yetkileri kendilerine verilmiş olarak ve Allah'ın huzurunda O'nun kendilerinin Rabbi olduğunu itiraf etmeleri istenmiştir
Hz Ubey b Ka'ab'dan, büyük ihtimalle Hz Peygamber'den alınan bilgiye dayanan bir hadis, bu ayeti en güzel tefsir eder
Allah ruhlar aleminde bütün insanları topladı, onları türlerine ve yaşadıkları devirlere göre kümelere ayırdı ve onlara insan suretini ve konuşma kabiliyetini verdi Sonra onlardan bir ahit aldı ve buna bizzat kendilerini şahit tutarak Ben sizin Rabbiniz değil miyim?diye sordu Onlar da, hiç şüphe yok ki, yalnızca sen bizim Rabbimizsindiye karşılık verdiler Sonra Allah: Hesap gününde bizim bilgimiz yoktudiyerek mazeret ileri sürmeyesiniz diye yerleri, gökleri ve babanız Adem'i bu konuda şahit olmaya çağırıyorum
O zaman, benden başka ibadete layık hiç bir şeyin olmadığını ve benden başka Tanrı olmadığını iyice kafanıza yerleştirin Bana herhangi birşeyi ortak koşmayın Sizlere, benimle yaptığınız bu anlaşmayı devamlı hatırlatacak peygamberlerimi ve Kitabımı göndereceğimdedi Buna bütün insanlar, Şehadet ederiz ki, yalnızca sen bizim Rabbimiz ve ilâhımızsın, senden başka İlâh ve Rab yokturdiyerek cevap verdiler
Bazıları, 172 ve 173 ayetleri birer remzî (sembolik) anlatım olarak alırlar Bunlara göre, Kur'an, bu üslûpla, adeta, Allah'ın Uluhiyyeti fikrinin, gerçekte, insanın doğasına yerleştirildiğini ve bunun da kavranabilir açık bir vakıa olarak husule geldiğini anlatmak istemektedir Fakat biz bu te'vilin doğru olmadığına kaniyiz Çünkü, Kur'an ve Sünnet bu olayın bizzat fiilen olduğunu belirtmektedir Üstelik, bu ahitleşme olayının kıyamet gününde, insanlara karşı hakiki bir belge olarak ileri sürüleceğini de iddia etmektedir Dolayısıyla, bu olayı, temsilî bir kıssa olarak görmemiz için hiç bir neden yoktur Biz, gerçekten bu olayın fizik dünyada meydana gelmiş olduğuna inanıyoruz Herşeye gücü yeten Allah, kıyamet gününe kadar yaratacağı Adem neslinden her bir ferdi varlık alemine getirip ona anlama ve konuşma iktidarı vermiş ve sonra da hepsini bir kerede ve bir yerde huzurunda toplayarak onlardan kendinden başka ilâh ve Rab olmadığı ve Allah'a teslim olup herşeyiyle O'na itaat etmekten (İslâm) başka onlar için de doğru bir yol bulunmadığı hususunda söz almıştı
Böyle bir toplanışı mümkün göremeyenler, aslında, Allah'ın sınırsız kuvvetinden şüphelidirler Yoksa, bu iş Allah için beşeriyetin kademe kademe yaratılması kadar kolay olduğundan bu konuda herhangi bir şüpheye kapılmayacaklardı Mutlak kudret sahibi olan Allah, şimdi insanları varlık alemine getirdiği gibi varlık alemine gelmeden evvel de (doğum) , varlık alemine gelip gittikten sonra da (ölüm) bütün insanları toplayacak güce sahiptir Allah onlara, hikmet, akıl, yetki ve yeryüzünün kaynaklarından kullanma hakkı verdikten sonra, kendine halife yapmakta olduğunu ve bu hususta kendilerinden sadakat yemini (oath of allegiance) aldığını bilmelerini istemiş olması akla yatkın gözükmektedir Böylece Adem'in yaratılışı münasebetiyle bütün beşeriyetin bir araya toplanmasının gayrı mümkün ve garip bir şey olmadığı aşikârdır
Araf173
173 Ya da: Bizden önce ancak atalarımız şirk koşmuştu, biz ise onlardan sonra gelme bir kuşağız; işleri batıl olanların yaptıklarından dolayı bizi helak mi edeceksiniz? (135) dememeniz için
135Kendisi için bütün insanlardan söz alınan ve bu ayetin konusu olan husus: Her bir şahsı işlediği fiiller hususunda bilinçli ve tam mesul yapmaktır ki, böylece Rablerine karşı asi olanlar suçlarından dolayı hesaba çekilebilsinler Gene izaha kavuşturulmalıdır ki, bu antlaşmadan sonra bir kimse, bir suçu, bilgisizlik yüzünden işlediği için temize çıkmaya ya da inhiraflarının sorumluluğunu kendinden evvel geçenlere yıkmaya kalkışamaz Yine Allah; bu sözü almakla, onların kalblerine, kendilerinin Rabbinin yalnız O, ve ilahlarının da gene yalnızca kendisinin olduğu hususunun zerkedildiğine dikkat çekmektedir Binaenaleyh, hiçbir kimse, Ben bundan tamamen habersizdimveya kötü çevrem tarafından yoldan saptırıldımdiyerek sapkınlığının sorumluluğunu üstlenmekten kendini vareste kılamaz
Şimdi bu bağlamda, muhtemelen ortaya çıkabilecek bir iki soruyu düşünelim: Bu ahitleşmenin vukubulduğunu farzedecek olursak, bu konuda herhangi bir hatırlamaya sahip miyiz? Ve yaratılışımız sırasında, kimimiz Allah'ın huzuruna getirildiğinin ve bahsi geçen konuşmanın hakikaten meydana geldiğinin şuurunda? Eğer cevaplar olumsuz ise, o zaman nasıl olur da ne hatırladığımız ve ne de farkında olduğumuz böyle bir misakın bize karşı delil olarak getirilmesi hakkaniyete uygun olur?
Cevap şöyle olacaktır, evet bu misak bize bir şahit olarak getirilecektir, çünkü her ne kadar onun anısı ve idraki hatırımızdan ve bilincimizden gittiyse de, bu bilinç altında (subconsconsmind) ve vicdanda muhafaza edilmektedir
Bellek ve idrakimizden niçin silinip gittiği sorusuna gelince, eğer bir misakın tesiri hafıza ve şuurumuzda devamlı canlı taze kalsaydı, o zaman herkes otomotikman onu yerine getirir ve dolayısıyla da imtihan ve yargılamanın bir anlamı kalmazdı Böylece insanın esas yaratılış gayesi anlamsızlaşırdı Oysa ki, bu bir potansiyel olarak bilinç altında ve vicdanda (Intuition) muhafaza edilmektedir Ve diğer laşuurî bilgi branşlarında da olduğu gibi keşf, sezgi ve derunî (internal) faktörlerle bu, bilinç haline, şuur haline çıkarılabilmektedir Hakikat şu ki, insanlık, kültür, uygarlık, ahlâk, bilim ve bütün diğer beşerî faaliyetlerde ne başardıysa, aslında potansiyel olarak, daha önceden gizli olanın, harici (externel) faktörler ve sezgi yoluyla dışarıya çıkarılmasıdır bu Öte yandan, hiçbir eğitim, terbiye, çevre, dış faktör ve sezgi, bilinçaltında saklı yetenek olarak zaten yatmakta olandan başka birşey vücuda getiremez Ve, aynı şekilde, bu faktörlerden hiçbirisi de bilinç altında saklı olanı, hiçbir surette silmeye muktedir değildir En fazla belki onun tabiatını tahrif edebilirler ama bütün çabalarına rağmen o güç, gizli olarak şuuraltında var olmaya devam edecek ve haricî faktörlerin uyarılarına karşılık olarak da zahire çıkmaya çalışacaktır Aşağıdakiler bütün saklı bilgi dalları için geçerlidir:
Tüm bunlar, saklı olarak bilinçaltımızda vardırlar ve günlük eylemler halinde gözüktüklerinde var olduklarını kanıtlarlar
Bütün potansiyel bilgiler, dış tesirin bir karşılığı olarak pratik şekil alması için öğrenim ve eğitim vb gibi haricî uyarıcılara ihtiyaç gösterirler
Bütün bu saklı güçler, kötü arzu, çevre ve yoldan çıkarmalarla bastırılabilir, uyutulabilir ama hiçbir zaman tümüyle bilinç altından silinemez Bu yüzden de içsel duygular ve harici çabalarla düzeltilip yeniden döndürülebilirler
Alemdeki konumumuz ve alemin yaratıcısı ile olan alâkamız hususunda hissi bilgimiz için de aynı şeyler söylenebilir
Bu bilginin gerçekten var olduğu, yeryüzünün her ucundaki insan hayatının her döneminde, her yerleşiminde, her kuşak ve her neslinde arada sırada tezahür ederek hiçbir beşerî gücün onu silmeye güç yetiremediğinin ortaya konmasıyla ispatlanmaktadır
Bu, ayrıca ne zaman bu bilgi pratik hayata uygulanmışsa, her zaman iyi ve faydalı sonuçlar doğurduğu gerçeğine de uymaktadır
Bu bilgilerin zahire çıkması ve pratik şekiller alması için daima bazı haricî sebeplere ihtiyaç duyulmuştur İşte bu nedenle, peygamberler, semavî kitaplar ve peygamberlerin yolundan giden davetçiler, bu işlevi görmektedirler Bundan dolayı Kur'anı Kerim, bunlara hatırlatıcılardemektedir Çünkü bu peygamberler, semavî kitaplar ve Hakka davetçiler insanların zihinlerinde yeni birşeyler yaratmıyor, aksine bazı hatırlatmalarla, kendilerinde zaten gizli potansiyel olarak bulunanı canlandırıyor ve günyüzüne çıkarıyorlar
İnsanın bilincindeki bu gizli bilginin var oluşunun başka bir kanıtı da, her çağda bu davetçilerin çağrısına olumlu karşılık vermiş olması ve onun sesini tanır tanımaz hemen ortaya çıkmasıdır
Belki de hepsinden önce bu bilginin varlığı hakkındaki en büyük delil; bastırmak, susturmak, örtmek ve değiştirmek için şiddetli ve sürekli çabalara rağmen halâ insanoğlunun kalbinde yaşamış olmasıdır Her ne kadar cehalet ve ahmaklık, hırs ve önyargı, saptırıcı ve iğva edici güçler; şirk, tanrıtanımazlık, dinsizlik ve sapıklık üretmekte başarılı olmuşlarsa da, bütün bu şer güçler, bu fıtrî bilgiyi insanın kalbinden silip atamamışlardır Bunun içindir ki, ne zaman o bilgiyi yeniden diriltmek için çaba sarfedilse, hemen günyüzüne çıkacaktır
Hesap gününde, bu fıtrî bilginin nasıl şahitlik yapacağına gelince Allah, bütün insanların, İlâh ve Rabb olarak yalnızca O'nu kabullendikleri Misak'ın anısını yeniden tazeleyecek, canlandıracak ve sonra da dünyada iken mütemadiyen reddetmelerine rağmen bu bilginin kalblerinde gömülü olarak kaldığını onlara gösterecek, bu ahitleşmenin izlerinin her zaman zihinlerinde olduğunu ispat etmek için gene bizzat onların kendilerinden şahitler bulacak ve fıtrî bilginin sesini nasıl ve ne zaman bastırdıklarını hayatlarının kayıtlarında onlara gösterecektir Keşfi bilgilerinin, inhiraflarına nasıl ve ne zaman isnat ettiği ve gene bu bilginin, Hakka davet eden tebliğcilerin çağrısına uymaya onları nasıl zorladığı ve onların da çeşitli bahanelerle bu derunîiçsel sesi nasıl susturdukları kendilerine gösterilecektir Bütün gizli şeylerin açığa çıkarılacağı o anda, hiçbir kimse artık bir mazeret bulamayacaktır Herkes suçunu açık ve doğru ifadelerle itiraf edecektir İşte bu yüzden Kur'an, insanların bizim bu anlaşmadan bir haberimiz yoktudiyemeyeceklerini, aksine Biz inkârcılardandık ve bile bile gerçeği yalanladıkdiyerek itiraf etmek zorunda kalacaklarını söylemektedir Bunlar, inkârcı oluşları konusunda kendi kendileri aleyhine de şahitlikte bulunacaklardır
Tefhimul Kuran(Mevdudi)
Ahid'in Tanımı ve Mâhiyeti
Ahd, söz vermek, emir, talimat, taahhüt, antlaşma, yükümlülük, itimat veren söz, yemin, misak, bir şeyi korumak anlamlarına gelir Bir şeyi her durumda koruyup gereğini yerine getirmek demek olan ahidde hem yemin, hem de kesin söz verme anlamı vardır Yemin, ahdin dinî ve kutsî yönünü; söz verme de ahlâkî yönünü teşkil eder Ahd kelimesi İslamî bir kavram olarak ahdü mîsakşeklinde kullanılmıştır Ahd kelimesi, Kur'an'da 46 yerde geçer Benzer anlama gelen mîsak kelimesi de 25 yerde kullanılır Allah Adem'i insanlığın atası ve temsilcisi olarak yarattığı zaman, gerek onun şahsında, gerekse kıyamete kadar gelecek tüm insanlardan tek tek Ben sizin Rabbiniz değil miyim?diye ahid almıştır (7A'râf, 172)
İnsan, Allah'tan başka rabb tanımayacağına dair Allah'a ahid vermiş, Allah da bu konuda kendisinden ahid almıştır; yani muahede yapmışlar, ahidleşmişlerdir Bu ahdin, Allah'tan başkasını rabb tanımamanın içinde, şeytana ibadet etmemek de vardırEy Ademoğulları! 'Şeytana ibadet etmeyin' diye, size ahid vermedim mi?(36Yâsin, 60) Allah ile beşer arasında geçen birçok ahidleşmeyi ahdü mîsak kavramı insan aklına getirmektedir Kur'anı Kerim'de geçen ahidleşmelerden birisi insanoğlunun yaratıcısını bilmesi ve O'na yönelip
ibadet etmesidir Bu tür bir ahid, fıtrî bir ahiddir Allah'ın varlığına inanmak ihtiyacı, insan yaratılışında sürekli ve kalıcıdır Yalnız bazen insan şaşırıp yolunu sapıtır O zaman Allah'ın rasulleri aracılığıyla gönderdiği emir ve yasaklara uyarsa ahde uymuş olur Ahidleşme Kur'anî bir metottur Allah rasulleri ile onlara uyan, onların ashabı olan insanlar arasında gerek Allah'ın hükümlerini yaşama, gerek bunları muhafaza etme konusunda ahidleşmeler olmuştur
Ahid, hem Allah'ın insanlara teklif etmiş olduğu hükümler ve hem de insanların Allah'a karşı veya Allah namına diğerlerine karşı yerine getirmeyi taahhüd etmiş oldukları hususlardır
Kur'anı Kerim'de Allah'ın ahdini yerine getiriniz(6En'âm, 152) buyurulur Âlimler buradaki ahdi şöyle izah etmişlerdir: Allah'ın ahidlerini ifa ediniz Gerek Allah'ın size teklif etmiş olduğu ahidleri, emirleri, nehiyleri ve gerek sizin Allah'a veya Allah namına diğerlerine verdiğiniz ahidleri, adakları, yeminleri, akitleri, doğru olan her türlü taahhütleri yerine getiriniz İslam'da ahdi bozmak haramdır
Gerek Allah'a ve gerekse insanlara karşı verilen ahdin yerine getirilmesi gerekir
Kur'an'da kurtuluşa eren mü'minlerin sıfatları sayılırken: Onlar emanetlerini ve ahidlerini yerine getirirler(23Mü'minûn, 8) buyurulur Allah ile insanlar arasında birçok ahidler vardır Allah'ın insanlardan aldığı ilk ahid, onların zürriyetlerini Hz Adem'in sulbünden alıp kendi uluhiyetini tasdik ettirmesidir (bkz 7A'râf, 172) Ahidle yemin arasında fark vardır Yemin bozulursa keffaret gerekir Fakat ahidde bu yoktur Ahdi bozmanın günahı keffaretle ortadan kalkmaz
Ey İsrailoğulları, sizi nasıl bir nimet ile nimetlendirdiğimi hatırlayın Ve Bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki, Ben de size verdiğim sözü yerine getireyim Siz, Benden korkun(2Bakara, 40) ayeti bu ahidlerden biridir Ayeti kerimeden anladığımıza göre, Cenabı Hakk'a söz vermiş bulunan bir kavme karşı Cenabı Hakk da onlara bir vaadde bulunmuştur Bu bir ahidleşmedir Allah, ahdinden asla caymayacağına göre, insanlar da ahidlerinden caymamalıydılar Ancak insanlar ahidlerinden caymaya başlamışlar ve Allah'a ibadet etmemek, O'nun yasaklarına uymamak ve O'na ortak koşmak gibi sapıklıklara düşmüşlerdir Ahidlerine uygun olarak yalnız Allah'a ibadet etmeleri, hayatlarında Allah'ın hükümlerini hâkim kılmaları gerekmektedir Ancak fâsıklar ahitlerini bozarak Allah'la sözleşmelerini iptal etmişlerdir Allah ile olan ahdine vefa göstermeyen, bu ahdi bozan ve bozmaya çalışan kimseden hiçbir ahde saygı göstermesi beklenemez Oysa ki Allah kendisi ile yapılan ahde bağlılık gösterenlere büyük bir mükâfat vereceğini vaad etmektedir
Doğrusu sana sadakat yemini edenler (ey Muhammed) bizatihi o yemin ile Allah'a bağlılık yemini etmektedirler Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir Bu yüzden her kim (o yeminden sonra) yeminini bozarsa, ancak kendi zararına bozmuş olur ve her kim Allah ile ahdini yerine getirirse Allah ona büyük bir mükâfat nasip edecektir(48Fetih, 10)
İnsanlar, Allah'ın emir ve yasakları ile hududunu aşarlarsa şeytana ibadet etmiş, onun çenberine girmiş olmaktadırlar Oysa Allah bütün insanlardan ahdü misak aldığını ifade buyurmaktadır
Ey Âdemoğulları, ben sizinle ahidleşmedim mi? Şeytana tapmayın, o sizin düşmanınızdır, diye(36Yâsin, 60) Rabb'in Ademoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini alıp devam ettirmiş ve onları kendilerine şahit tutarak: 'Ben Rabb'iniz değil miyim?' (demiştir) Evet (buna) şahidiz!' dediler Kıyamet günü, biz bundan habersizdik demeyesiniz(7A'râf, 172) Ahde vefa konusunda İslam son derece titiz davranır İnsanlar arası ilişkilerde güven unsurunun hâkim olması için yegâne garanti vasıtası ahde vefâdır Bu güven olmadan veya sağlanmadan sıhhatli bir toplum hayatı mümkün olamaz Allah öyle bir topluma rahmet nazarıyla bakmaz
Ama Allah'a verdikleri sözü iyice pekiştirdikten sonra bozanlar ve Allah'ın bitiştirilmesini istediği şeyi kesenler ve yeryüzünde bozgunculuk yapanlar İşte lânet onlara (dünya) yurdunun kötü sonucu onlaradır(13Ra'd, 25)
Allah, emirleri yoluyla ve peygamberleri vasıtasıyla insanlardan ahid almıştır Yahudi ve hıristiyanlardan alınan ahid de bunlar arasındadır Allah, İsrailoğullarından, namaz kılıp zekât vereceklerine, peygamberlerine inanıp onları destekleyeceklerine ve Allah'a güzel takdimelerde bulunacaklarına (faizsiz borç vereceklerine; bkz 5Mâide, 12), Allah'tan başkasına tapmayacaklarına, anaya babaya, yakınlara, yetimlere, düşkünlere iyilik edeceklerine (2Bakara, 83), birbirlerinin kanlarını dökmeyeceklerine, birbirlerini yurtlarından çıkarmayacaklarına (2Bakara, 8485) dair söz almıştır Fakat onlar, Allah'a verdikleri sözü yerine getirmemiş, ahidlerini bozmuş ve bunu alışkanlık haline getirmişlerdir (bkz 2Bakara, 100; 5Mâide, 13) Hz Musa'ya karşı geldikleri için üzerlerine azap çökünce bunun kaldırılmasını istemişler, Hz Musa da onlara, Allah'a verdikleri sözü hatırlatmıştır (bkz 20Tâhâ, 86) Çünkü yahudiler ne zaman Allah'a söz vermişlerse, içlerinden çoğu bu ahdi bozmuştur (bkz 2Bakara, 100) Allah, hıristiyanlardan da ahidler almış, fakat onlar sözlerinin bir kısmını unutmuşlardır (5Mâide, 14)
Allah nasıl insanlara ahid vermişse, insanlar da Allah'tan ahid almışlardır İnsanlar Allah'tan başkasına ibadet etmemeğe, O'ndan başkasını rabb tanımamaya ahdetmişler; Allah da bunun karşılığında, insanlara yardım edeceğini ve dünya hayatından sonraki ahiret hayatında onları cennetlere koymayı ahdetmiştir Ahid, sorumluluk gerektirir (17İsrâ, 34) Eğer insanlar Allah'a verdikleri ahdin ve bu ahid çerçevesinde kendi aralarındaki ahidleşmenin sorumluluğunu yerine getirirlerse, Allah da ahdini yerine getirecektir (2Bakara, 40)
Tefsirciler, Allah'ın ahdinin ne olduğu konusunda yaptıkları açıklamalarda diyorlar ki: Allah'ın ahdi, Allah'ın insanların akıllarına yerleştirdiği tevhid, adalet ve peygamberleri doğrulama delilleridir Allah'ın ahdi, Allah'ın peygamberler aracılığıyla insanlara gönderdiği mesajdır Ayrıca, insanların yapmalarını emrettiği ve yapmamalarını istediği konularla ilgili vasiyetidir, diyenler de olmuştur
İbn Kesir, bu görüşler konusunda şu açıklamaları yapar: Bazılarına göre bu ahit, Allah'ın yaratıklarına bir buyruğu, emrettiğine itaat etmeleri, nehyettiğinden kaçınmaları konusunda bir emridir Bu emri kitaplarında ve rasullerinin dilleriyle açıklamıştır Bu ahdi bozmaları demek, onunla amel etmeyi bırakmaları demektir Bazı alimler de şöyle dediler: Bu ayetle bütün küfür, şirk ve nifak ehli kastedilmiştir Allah'ın onlara ahdi ise rububiyetine delalet eden deliller getirerek vahdaniyetini göstermiş olmasıdır Allah'ın onlara ahdi hiç bir kimsenin benzerini getirmeye muktedir olamadığı mucizelerle peygamberlerinin doğruluğunu tasdik ettiği emir ve nehyidir Bu ahdin bozulması ise delillerle doğru olduğu sabit olan hakikatleri kabul etmemeleri ve kitapları yalanlamalarıdır Diğer bazı alimler de şöyle dediler: Allah Teala'nın sözkonusu ettiği bu ahid, insanları Hz Adem'in sulbünden çıkardığı zaman onlardan almış olduğu ahiddir Bu ahdi bozmaları demek, ona uymamaları demektir
Fahreddin Razi, Allah'ın ahdi konusunda şunları söyler: Bu konudaki farklı görüşler şunlardır:
1 Bu ahid ve misaktan maksad, Allah'ın kullarına, kendisinin birliğini, peygamberinin doğruluğunu gösteren delilleridir Böylece bu, deliller ile tevhide sarılma hususunda bir ahd ve misak (söz) almış olur Çünkü bu, deliller ile tevhide ve Peygamber'in doğruluğuna sarılmak demektir İşte bundan dolayı da Cenabı Allah'ın Siz Bana olan ahdinizi (sözünüzü) yerine getirin ki Ben de size olan ahdimi yerine getireyim(2Bakara, 40) ayeti pek yerinde olur
2 Bu ayetle kastedilmiş olanların, peygamberlerine indirilen kitaplarda Hz Muhammed (sas)'i tasdik etmelerine dair kendilerinden ahd ve misak alınan; kendilerine Hz Muhammed'in ve ümmetinin durumu açıklanan ehli kitabtan bir grup olması muhtemeldir Böylece bu grup ahitlerini bozdular, ondan yüz çevirerek Hz Peygamber'in nübüvvetini inkâr ettiler
3 Alimlerden bir kısmı ise, bununla, insanlar zerreler şeklinde iken ve onları böylece Hz Adem'in sulbünden çıkararak, insanlardan almış olduğu misak kastedilmiştir demişlerdir
Elmalılı, Allah'la yapılan ahidleşme konusunda şöyle der: O fâsıklar ki, antlaşmalarını, hem de Allah'ın anlaşmasını bozarlar; bunu da antlaşma ile belgeledikten sonra yaparlar İlk yaratılışta iyyâke na'büdü ve iyyâke nesteıyn (ancak Sana ibadet ederiz ve ancak Sen'den yardım dilerizkavramı üzere akıl ve yaratılış olarak, Allah ile aralarında yapılmış olan ezelî antlaşmayı, iman ve kulluk antlaşmasını, bu yaratılışa ait genel kanunu, her iki taraftan antlaşma ile belgelenip te'kit edildikten; bir taraftan kitaplar indirme ve peygamber gönderme ile takviye, diğer taraftan kalb ve dil bakımından iman ve ikrar ile kuvvetlendirdikten sonra bu ilahî antlaşmayı ve mîsakı kendi kendilerine bozmaya ve kaldırmaya kalkışırlar
Seyyid Kutub, bu ahidleşme konusuna şöyle açıklık getirir: Allah ile beşer arasında akdolunan ahdin bir çok çeşitleri vardır Bunlardan biri insanoğlunun Halik'ını bilmesi ve O'na yönelip ibadet etmesi için yaratılışında sahip olduğu fıtrî ahiddir Allah'ın mevcudiyetine inanmak ihtiyacı, insan fıtratında daimîdir Bu fıtrat, bazen şaşırıp yolunu sapıtır ve Allah'a ortak aramaya koyulur Diğer birisi de, Allah'ın Adem (as)'ı yeryüzüne halife göndererek ondan aldığı ahittir Allah, peygamberler vasıtasıyla her kavim ve milletten de ahitler almıştır Ahidler gereğince yalnız Allah'a ibadet etmeleri, hayatlarında Allah'ın şeriat ve nizamını hâkim kılmaları icab etmektedir İşte fâsıkların bozduğu ahidler bu ahidlerdir Verdiği sözde durmayıp Allah'la ahdini bozan kimse, aynı zamanda, Allah'la olan sözleşmesi dışındaki diğer ahidlerini de bozmuş sayılır Zira Allah'ın ahdini bozmağa cür'et eden kimseden, hiçbir ahde saygı göstermesi beklenemez Yeryüzündeki bütün sapıklık ve fesatlar, Allah'ın emrinden uzaklaşmak, O'nunla olan ahdi bozmak ve bağlanmasını emrettiği bağları koparmak yüzünden doğuyor Yeryüzündeki anarşinin başı, Allah'ın beşer hayatını idare ve tanzim için seçtiği ilahî nizamdan yüzçevirmenin sonucudur İşte, neticesi mutlak surette hüsran olan yolun ayrılış noktası buradan başlar Şu halde, yeryüzü Allah'ın nizamı ile idare edilmekten mahrum ve hayat da şeriatı ilahîden uzak kaldığı müddetçe yeryüzünde huzur ve sükûn aranamaz
Kur'an'da mü'minlerin vasıflarından bahsedilirken Onlar emanetlerine ve ahidlerine sözlerine riayet ederler(23Mü'minûn, 8) diye buyrulmaktadır Mü'minler fert halinde de olsalar, cemiyet halinde de olsalar, verdikleri sözlere riayet ederler, emanetlere de hiyanet etmezler Mü'minlerin omuzlarında pek çok emanet vardır; mü'minler her ne suretle olursa olsun emanetlerini yerine getirirler Çünkü doğru olmak insanların fıtratındandır; fıtrat da İslam'dır Onun için mü'minler, fıtratlarının doğru yoldan sapmasına müsaade etmezler Bütün insanların Allah'a vermiş oldukları bir söz ve ahit vardır Bu da bütün insanların Allah'ı tanımaları, O'na kulluk etmeleridir Yüce Allah, insanların fıtratına kendi varlığını ve birliğini kabul edecek özellik vermiştir İnsanların bozduğu her ahdin şahidi Allah'tır Bunun için mü'min ahde vefa gösterirken Allah'tan korkar ve sakınır
Mü'minler genel anlamda emanetlerden ve verdiği sözlerden sorumludurlar Ayeti kerime (23Mü'minûn, 8), nassın hududunu geniş tutarak kısaca her emaneti ve her ahdi içine alacak tarzda hüküm bildiriyor Bu nitelikler her zaman ve her yerde mü'minlerin nitelikleridir Müslümanlar bu niteliklere riayet etmedikleri takdirde İslam cemaati doğru istikameti bulamaz Böyle bir toplumda, ortak hayat için konulacak temel kaidelere herkesin bağlanması, güvenmesi ve dayanabilmesi için ahde vefâ ve emanete riayet prensibi zaruridir Bu prensibi tüm mü'minlerin örneği ve önderi Rasulullah'ın hayatında açıkça görmekteyiz O'na müşrikler bile güvenmiş, emanetlerini çoğu zaman O'na teslim etmişlerdir Bir yandan düşmanlık, öbür yandan O'na güvenmek gerçekten düşündürücü bir haldir İşte, kısa bir süre içerisinde İslam'ın dünyaya hâkim olmasında Rasulullah'ın bu ilkesinin büyük katkısı olmuştur
Hayır, kim ahdini yerine getirir ve sakınırsa şüphe yok ki Allah sakınanları sever Allah'ın ahdini ve kendi yeminlerini az bir pahaya değiştirenlerin; işte onların ahirette hiçbir nasibi yoktur Allah kıyamet günü onlarla konuşmaz, onlara bakmaz, onları temize çıkarmaz ve onlar için acı bir azap vardır(3Âli İmran, 7677) Ahde vefa, Allah korkusuyla yakından alakalıdır Bunun için sosyal muamelelerde dost ile düşman arasında herhangi bir ayrım yapılamaz Her ikisi için de durum aynıdır Ahde vefa dünyevî bir menfaat karşılığında değiştirilecek bir husus değildir Çünkü verilen söz Allah adına verilmiştir Buradaki mesele Allah'a karşı verilen ahde vefâ meselesidir Onun için de karşıdaki insanlar değil; Allah'ın emri gözetilir
Kur'anı Kerim'de, Allah Teala'nın Hz Adem'e, Hz Musa'ya, Hz İbrahim ve Hz İsmail'e ahid verdiği ifade edilir (bkz 2Bakara, 125; 7A'râf, 134; 20Tâhâ, 115) Bu ahid, genellikle emir veya talimat verme şeklinde açıklanmıştır Yine Kur'an'da Allah'la kulları arasındaki bir ahidleşmeden de bahsedilmiş (bkz 36Yâsin, 60) ve Allah adına verilen ahdin bozulmaması istenmiştir (bkz 16Nahl, 91) Allah'la yaptıkları muahedeye sadık kalanlara büyük mükâfat vaad edilmiş (bkz 48Fetih, 10), ahdini yerine getirmeyenler fesatçıbozguncu olarak nitelendirilmiş (bkz 2Bakara, 27) ve Allah'a karşı ahidlerini hiçe sayanların ahirette hiçbir nasip alamayacakları haber verilmiştir (bkz 3Âli İmran, 77) Siz bana verdiğiniz ahde sadık kalın ki, ben de size verdiğim ahdi ifa edeyim(2Bakara, 40) mealindeki ayet değişik şekillerde tefsir edilmiştir Bir yoruma göre ayette geçen birinci ahid, Allah'ın kullarına olan emir, yasak ve tavsiyeleri, ikinci ahid ise Allah'ın kullarına vaad ettiği af ve mükâfatıdır Diğer bir görüşe göre birinci ahid Allah'ın ahdi, yani kulları üzerindeki hakkı, ikinci ahid de kulların rableri üzerindeki haklarıdır Bir hadise göre Allah'ın kul üzerindeki hakkı, kulun şirk koşmaksızın kendisine ibadet etmesi, kulun Allah üzerindeki hakkı ise azap görmeden cennete girmesidir (bz Buhâri, Libas, 101; Müslim, İman 48) Semavî dinler, Allah'la kulları arasında var olduğuna inanılan bir ahidleşmeye dayanır Hz Peygamberimiz, dua ederken, Allah'ım! Gücüm yettiği kadar ahdine ve vaadine sadakat gösteriyorum(Buhâri, Deavât 16; Tirmizî, Deavât 15) der ve kendini O'na karşı daima sorumlu hissederdi
?
Hadisi Şeriflerde Ahde VefâsızlıkAhdi Bozmak
Hz Peygamberimiz'den bir rivayet şöyledir: Ahdine vefâsı olmayanın imanı da (dini de) olamaz(Beyhakî, esSünnetü'lKübrâ, c 9, s 231; Zehebî, Kebâir 108)
Hadisi şerife göre ahde vefâsızlık, küfrün en rezil şekli olan münafıklığın da belirgin niteliklerinden biridir Münafığın alâmeti üçtür Söz söylerken yalan söyler Va'd ettiği, söz verdiği zaman sözünde durmaz Kendisine bir şey emanet edildiği zaman hiyanet eder(S Buhâri, Tecridi Sarih, c 1, s 45, no: 31; Tirmizî, İman 14)) Dört şey kimde bulunursa hâlis münafık olur Kimde bunlardan bir kısmı bulunursa, onu bırakıncaya kadar kendisinde münafıklıktan bir haslet kalmış olur Bunlar: Kendisine bir şey emanet edildiği zaman hiyanet etmek, söz söylerken yalan söylemek, ahdettiğinde, söz verdiğinde sözünü tutmamak, husumet zamanında da haktan ayrılmaktır(S Buhâri, Tecridi Sarih, c1, s 45, no: 32)
Bir kavim ahdinden dönerse, Allah onlara mutlaka düşmanlarını musallat eder(Muvatta, Cihad 26 2460)
İbn Ömer (ra) anlatıyor: (Bir gün) Rasulullah (sas) yanımıza gelip şöyle buyurdular: Ey muhacirler! Beş şey vardır, onlarla imtihan olacağınız zaman artık cemiyette hiçbir hayır kalmamıştır Onların siz hayatta iken zuhurundan Allah'a sığınırım (Bu beş şey şunlardır)
1 Zina: Bir toplumda zina ortaya çıkar ve alenî işlenecek bir hale gelirse, mutlaka o toplumda tâun hastalığı (bulaşıcı hastalık) yaygınlaşır ve onlardan önce gelip geçmiş toplumlarda görülmeyen hastalıklar yayılır (Dün frengi, bugün AIDS, kanser, yarın?!)
2 Ölçütartıda hile: Ölçü ve tartıyı eksik yapan her toplum, mutlaka kıtlık, geçim sıkıntısı ve sultanın zulmüne uğrar
3 Zekât vermemek: Hangi toplum mallarının zekâtını vermezse mutlaka gökten yağmur kesilir Hayvanlar da olmasaydı tek damla yağmur düşmezdi
4 Ahdin bozulması: Hangi toplum Allah ve Rasülü'nün ahdini bozarsa, Allah, o toplumda, kendilerinden olmayan bir düşmanı musallat eder ve ellerindeki (servet)lerin bir kısmını onlar alır
5 Kitabullah'la hükmetmeyi terk: Hangi toplumun imamları (liderleri) Allah'ın kitabı ile ameli terk ederek Allah'ın indirdiği hükümlerden işlerine gelenleri seçerlerse, Allah onları kendi aralarında savaştırır(Kütübi Sitte Muht Tercüme ve Şerhi, c 17; s 540)
Ebu Hureyre (ra)'den Nebî (sav)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Aziz ve Celil olan Allah: Üç (sınıf insan) vardır ki, kıyamet gününde Ben bunların hasmıyım: 1 O kimse ki, bana (Mukaddes ismime) yemin eder de sonra ahdini bozar 2 Bir kimse ki, hür (bir insan)ı köle diye satar da onun karşılığını yer 3 Diğer kimse ki, bir işçi tutar, onu çalıştırır da ücretini vermez, buyurmuştur(Buhâri, Tecridi Sarih Terc Ve Şerhi, c 6, s 535)
Ahdini bozan her kişi için kıyamet gününde (halk arasında teşhir olunmak üzere) bir alâmet vardır (o alâmet,) sözünü bozan ğaddarın yanına dikilir, onunla bilinir(Buhâri, Tecrid, c 8, s 477)
Kur'an'da hem insanlar arası ilişkiler, hem de insanla Allah arası ilişkilerin temelinde ahid vardır Ahde vefâ göstermek, hem insanlar arası ilişkilerin, hem de insanAllah arası ilişkilerin esasıdır Kur'an, ahde vefâyı insanın onur burçlarından biri olarak belirlemiş ve ahde vefânın psikolojik ve sosyolojik boyutlarına dikkat çekmiştir Prensipler şöyle konuyor: Ahde vefâ gösterin, sözünüzde durun(17İsrâ, 34) Ahde vefâsı olmayanın zâlimlerden olduğu anlaşılmaktadır: Allah, ahdim zâlimlere ermez, buyurdu(2Bakara, 124) Ey iman edenler! Akitleri(n gereğini) yerine getirin(5Mâide, 1)Allah, ahdü misakını bozanları şiddetle kınar, onların cezalandırılacaklarını belirtir Bozulan bu sözleşme, ister Allah ile, ister Peygamber ile, isterse insanlar ile yapılan sözleşme olsun, bozanlar cezalandırılmayı hak ederler: Sözlerini bozmaları sebebiyle onları lânetledik ve kalplerini katılaştırdık(5Mâide, 13) Onlar ki, kesin söz verdikten sonra sözlerinden dönerler Allah'ın birleştirilmesini emrettiği şeyi keserler ve yeryüzünde bozgunculuk yaparlar; işte husrânaziyana uğrayanlar onlardır(2Bakara, 27)
Kur'an'a göre insan ruhuyla Allah arasında ezelde yapılmış bir anlaşma vardır ve dünya hayatı bu muâhedenin icra yeridir Kur'an, insanı bu anlaşmayı unutmamaya ve şartlarını yerine getirmeye çağırmaktadır İman, bu ezelî mukavelenin bir kere daha hatırlanması ve itirafı, dünya hayatımız da bu sözleşme şartlarına uygun bir yaşayışın sürdürülmesidir Rabbi'in Ademoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini alıp devam ettirmiş ve onları kendilerine şahit tutarak: 'Ben Rabb'iniz değil miyim?' (demiştir) Evet (buna) şâhidiz!' dediler Kıyamet günü, biz bundan habersizdik demeyesiniz(7A'râf, 172) Bu ayette dile getirilen ahdü misakın mahiyeti hakkında müfessirler çok farklı yorumlara gitmişlerdir Bu yorumlar şöyle gruplandırılabilir: Müfessirlerden çoğunluğu oluşturan grup bu ayeti, sembolik (remzî) bir anlatım olarak kabul ederler Bunlara göre, Kur'an, bu üslup ile âdeta Allah'ın uluhiyeti fikrinin, gerçekte insanın tabiatınadoğasına yerleştirildiğini, bunun da kavranabilir bir vakıa olarak meydana geldiğini anlatmak ister
Diğer bir grup müfesir, bu ahdü misakın fiilen meydana geldiğini kabul ederler Bazı müfessirler ise, bu ahidleşme, fıtrî olması ve kelamı nefsîyi de içine alması itibariyle gerçek bir sözleşme gözüyle bakarlar Dolayısıyla olayın fıtrî olması, fiilî olarak olmasına engel teşkil etmez görüşündedirler Yine, bu ayette geçen kaalû belâifadesi hakkında, bunun ezelde mi, ana rahminde mi, yoksa bülûğ çağında mı olduğu hususunda çeşitli görüşler vardır Bütün müfessirler, bu sözleşmeyi ister fıtrî, ruhî bir sözleşme olarak, isterse fiilî, kelamî bir ahidleşme şeklinde kabul etsinler, insanlığın bu ahdü misakla gerçek anlamda Allah'a söz vermiş ve O'nunla bir sözleşme yapmış olduğu hususunda söz birliği içindedirler
Mü'minler ahiretteki kazançlarını düşünerek ahidlerini yerine getirmek zorundadırlar Bu ahidler, ister Allah ile kul arasında olsun, ister beşerî ilişkilerde olsun, hiçbir değişiklik arzetmez Tağutlara itaat eden, Allah'ın hududunu çiğneyen, İslam'ı kişisel ve toplumsal hayatında yaşama gayretinde olmayan insanlar, Allah'la yaptıkları ahdi, O'na verdikleri sözü bozmuşlardır Bu kişilerin, diğer insanlara verdikleri sözlerini tutmaları da beklenemez
Kavram Tefsiri