Otobüste yolculuk ederken hiç tanımadığınız birinin esnemesi sonucu kendinizi birden esnerken bulduğunuz olmuş muydu hiç? Ya da bir film karakterinin ağlamasıyla beraber ağlamaya başladınız mı? İştahla yemek yiyen birine baktığınızda acıktığınızı hissettiniz mi veya kahkahalarla gülen birinin gülüşü size de bulaştı mı? Şüphesiz ki hepimiz farklı zamanlarda buna benzer durumlar yaşamışızdır. Aslında hiç yaşamadığımız olaylara kendimiz yaşıyormuş gibi üzülmüş, güzel haber alan biri için sevinmişizdir. Tüm bu olayların ardında empati yeteneğimiz ve bu yeteneği ortaya çıkaran karmaşık bilişsel süreçler söz konusudur.
Empati bir olayı veya durumu karşımızdaki kişinin perspektifinden bakarak değerlendirmektir. Halk arasında kısaca ‘kişinin kendini başka birinin yerine koyabilmesi’ olarak tanımlanan empati, sağlıklı bir iletişim için vazgeçilmez bir unsurdur.
Hemen her gün farklı ortamlarda karşılaştığımız ve kitle iletişim araçlarında sıklıkla duyduğumuz ‘empati’ kavramı, günlük hayata en çok girmiş olan psikolojik terimlerden birisidir. Empati sözcüğü ilk olarak 1900-1905 yılları arasında kullanılmıştır ve ‘içine alma’ anlamına gelen ‘- em’ eki ile " hissetme, algılama" anlamına gelen ‘- patheia' kelimesinin birleşmesinden meydana gelir. Bu iki kelimenin zamanla birleşmesiyle İngilizce’de ‘İçinde Hissetme’ anlamına gelen ‘empathy’ kelimesi oluşmuş ve dilimize ‘empati’ olarak geçmiştir.
Tarih boyunca empatinin gerekliliği ve sosyal ilişkilerdeki rolü hakkında birçok çalışma yapılsa da bu kavramın bilişsel sebepleri yani neden ve nasıl var olduğu hakkında tatmin edici bir açıklamaya sahip değildik.
Günümüzden 21 yıl önce Giovanni Rizzolatti ve Vittorio Gallese İtalya’da Parma Üniversitesi’nde yaptıkları çalışmada ‘Ayna Nöron’ adı verdikleri bir sinir hücresi çeşidi keşfettiler. Bu sinir hücreleri, makak maymunlarına fıstık verilerek beyindeki nöral aktivitelerin izlendiği bir deney esnasında bulundu. Maymunlara birer fıstık veriliyor ve nöral aktivite görüntüleme cihazları yardımıyla beyindeki hareketler tespit edilmeye çalışılıyordu. Maymunlar ne zaman bir fıstığa uzansa ve ellerine alarak yemeye başlasalar aynı bölgelerdeki nöronlar aktive oluyor ve açığa çıkan elektrik akımı sonucu özel bir ses duyuluyordu. Birgün bir bilim adamı maymunlar sabit dururken fıstıklardan birine uzandı. Maymunların beyninde fıstığa kendileri uzandıkları durumda oluşan nöral aktivitenin aynısı gerçekleşti. Yani maymunların fıstığa uzanıldığını görmesi ile fıstığa uzanması aynı etkiye sebep oluyordu. Buna sebep olan nöronlar ise ‘Ayna Nöron’ olarak isimlendirilen ve maymunlardan farklı olarak beynimizin sol hemisferi ile dille bağlantılı olan Broca alanında toplanmış olan nöronlardı. Bu nöronların keşfi, o güne kadar sadece salgı bezleri ve sinir sisteminden sorumlu olduğu sanılan sinir hücrelerinin hiç bilmediğimiz bir yönünü ortaya koyması açısından devrim niteliğindeydi. Ayrıca ayna nöronların varlığı; empati, taklit, duyguların bulaşıcı olması, halk arasında ‘sürü psikolojisi’ olarak bilinen ‘kalabalık zihniyeti’ kavramı ve daha birçok olguyu biyolojik açıdan temellendirmemizi sağlamış oldu. Bir davranışı yapmak ve sadece yapıldığını bilmek aynı etkiye sebep oluyordu.
Empatinin oluşmasının ve karşımızdaki kişinin düşüncelerini ve duygularını tahmin edebilme yeteneğinin 1996 yılında yaşanan bu gelişmeden beri ayna nöron sisteminin bir ürünü olduğu yaygın olarak kabul ediliyor.
Bir ortamda kendimizi kabul ettirmek, sosyal anlamda var olabilmek, sağlıklı ilişkiler kurmak, bilinçli şekilde hakkımızı savunabilmek gibi temel insani eylemleri yapabilmemizi empati kavramına borçluyuz. İnsanın ömrü boyunca bütün anlattıkları anlaşılmak motivasyonuna hizmet eder. Her cümlemizde anlaşılmayı diler, anlaşılmak için anlatırız. Herkes dinlenildiği ve anlaşıldığı konuşmalar yapmaktan zevk alır. Empati kurulmayan ilişkiler ‘beni anlamıyorsun’ cümlesiyle tükenmeye mahkumdur. Empati kurabilmek her şeyden önce bir yetenektir. Herkes tarafından aynı şekilde ve aynı ölçüde kullanılamaz. Örneğin Asperger Sendromlu ve Otizmli çocuklar karşısındaki insanların duygularını tahmin edemez ve sosyal ilişki kuramaz. Bu sebeplerden ötürü empati kurmak, sağlıklı ilişkiler oluşturmak ve doğru sosyalleşebilmek için mutlaka kullanmamız gereken önemli bir özelliktir. Ancak insan ilişkileri için bu denli faydalı ve gerekli olan bu kavram yanlış ölçüde kullanıldığında çok daha büyük sorunlara yol açabilmektedir. Aşırı Empati Sendromu gibi…
Aşırı Empati Sendromu kişinin devamlı olarak karşısındakinin duygu ve düşünceleriyle ilgilenmesi ve bu durumun bir çeşit ‘aşırı odaklanma’ hali oluşturmasıdır. Bu kişiler sürekli ‘başkası ne düşünür?’, ‘elalem ne der’ gibi düşüncelerle meşguldürler. Nasıl ki empatinin düşük miktarda olması kişinin anlayışsız, kuralcı ve bencil biri olarak anılmasına sebep oluyorsa empati dozunun yüksek olması da kişiyi hassas, yoğun duygusallığa sahip ve kendini değersiz hisseden birine dönüştürür. Aşırı empati düzeyine sahip insanlar karşısındaki insanların yaşantılarından çok fazla etkilenirler. Bu etkilenme kişinin iç dünyasına zarar verecek kadar yüksek düzeydedir.
Aşırı Empati Sendromuna sahip bireyler her zaman kendilerini ikici plana alırlar. Kendi kişiliklerini, duygularını, davranışlarını başkalarının hislerine göre şekillendirirler. Örneğin hiç gitmek istemediği bir yere asosyal olarak algılanmamak için gider veya sırf karşısındakinin gözünde kötü biri olmamak için verdiği her görevi yerine getirir. Aşırı Empati Sendromuna sahip bireylerin önceliği kendi istekleri değil karşısındaki kişilerin istekleridir. Çünkü ancak bu şekilde değerli hissedebileceklerine inanırlar. Eğer karşısındakinin istediği gibi davranırsa değer göreceğine ve sevileceğine inanır. Bu yüzden kendi doğruları, tutumları, istekleri önemsizdir. Önem verdikleri tek şey karşısındakinin memnuniyet hissini arttırmaktır.
Bu sendroma sahip insanlarda bencillik minimum düzeydedir. Ve bu nedenle çoğu zaman çevrelerindeki insanlar tarafından suistimal edilerek zamanla kırgın ve bezgin bireylere dönüşürler. Yıllar boyunca bütün davranışlarını karşısındaki insanları memnun etmek için düzenlemiş ve yine de bu insanların hiçbirinde kalıcı olamamış bir bireyin kendisini sadece ihtiyaç duyulduğunda kullanılan ve bunun dışında önemsenmeyen bir post-it gibi değersiz hissetmesi olağandır. Emek vermesine rağmen sevilmiyor oluşu, hatta bu sevginin kendisi gibi olmayan ‘bencil’ insanlara veriliyor oluşu yoğun bir değersizlik hissine yol açar. Dolayısıyla bu bireylerin zamanla kırılganlaştığını ve kendi haklarını koruyamayan savunmasız bireylere dönüştüğünü söyleyebiliriz.
Belirli kişilere veya durumlara karşı aşırı empatik olan bireyler sorumlu oldukları birinci derece yakınlarına ve kendi sosyal çevrelerine karşı gittikçe duyarsızlaşırlar. Örneğin bir anne ‘komşular hakkımızda ne der , iyi bir komşu olarak anılalım’ düşüncesi için çocuklarının evdeki davranışlarını çok fazla kısıtlayarak onların özgürlüklerinden çaldığının farkında değildir. Çünkü komşulara karşı duyarlılığı , çocuklarına karşı hissettiğinden daha fazladır. Aynı zamanda bu kişiler çevrelerine karşı aşırı empatik ve duyarlı oldukları için çevrelerindeki insanların sorunlarını ve olumsuz duygularını çok fazla içselleştirirler. Bu sorunları kendileri yaşıyormuş gibi hemen her gün depresif duyguduruma sahip olurlar. Bu nedenle aşırı empati sendromlu kişilerin duygudurum bozukluklarına sahip olma olasılığı diğer bireylerden daha yüksektir diyebiliriz.
Peki Aşırı Empati Sendromunun oluşmasındaki sebepler nelerdir?
Bu sendromun kökenleri hakkında birçok farklı açıklama vardır. Bunlardan en çok kabul görenleri şunlardır:
-
Erken Çocukluk Anıları
-
Toplum Tarafından Davranışlarının Pekiştirilmesi
-
Kişilik Bozukluğu
-
Beyin Fonksiyonlarında Biyolojik Hasar
Aşırı empati sendromuna sahip insanlar toplum içinde çoğumuzun ‘iyi niyetli’ tanımına girecek yapıdadırlar. Günlük hayat koşturmacasında kendisi dışında her şeye duyarsız olan insanlardan farklı olarak her türlü toplumsal olaya karşı duyarlıdırlar. Her zaman mağdurun yanında olan, haksızlığa tahammül edemeyen, sürekli çevresini mutlu etmek için çabalayan, başımıza gelen kötü bir durumu anlattığımızda empati düzeyi yüksek olduğu için duygularımızı gerçekten anlayabilen insanlardır. Ancak ‘memnun etme’ ideali üzerine kurdukları hayat kendilerinin değildir. Hayatlarını başkalarına göre yaşamakta, kendilerini sürekli 3. bir göz izliyormuş gibi davranışlarını düzenlemektedirler. Bu durum bir tercih değil bir bozukluktur.
‘Bencillik’ çoğumuzda olumsuz duygular çağrıştıran bir kelimedir. Empati düzeyi düşük olan bencil insanları genelde kötü şekilde tanımlarız. Ancak insanın kendi ruhsal ve fiziksel sağlığı için ‘sağlıklı bencillik’ dediğimiz düzeyi bulması gerekmektedir. Kimse kişinin kendi yaşamından, sağlığından ve değerlerinden daha önemli ve öncelikli değildir. Sahip olduğunuz hayatı kendinizi mutlu edecek şekilde yaşamanız ümidiyle…