Forumda yenilikler devam etmektedir , çalışmalara devam ettiğimiz kısa süre içerisinde güzel bir görünüme sahip olduk daha iyisi için lütfen çalışmaların bitmesini bekleyiniz. Tıkla ve Git
x

Son konular

Aşk

Aşk
0
55

tekin

FD Üye
Katılım
Ocak 9, 2022
Mesajlar
38,427
Etkileşim
0
Puan
36
Yaş
96
F-D Coin
95


Böyle hassas bir konuda bilimsel gerçeklerle konuşmak pek hoşuma gitmeyecek ama meslek aşkım ve saygım da bir yandan bunu esprili bir dille de olsa yapmam gerektiğini söylüyor. Yani burada psikolog kendiyle çelişiyor. Aşka haksızlık etmek istemeyen duygusal tarafı ve illa da bilim diyen meslek AŞKı. Yine de anlaşılan duygusal tarafım ağır bastı ki illa da anlatacaksam espri katayım, yumuşatayım istiyorum

Her şeyi de bilmeyelim efendim, aşkı da yalan yanlış yaşayalım ne olacak diyenleriniz olabilir. Vallahi yaşayın ama daha sağlıklı yaşayın diye sıvadım kollarımı aşka, yani aşkı yazmaya.

“Aşk yoktur, libido vardır” demiş psikolojinin babalarından olan Sigmund Freud. Öyleyse libidonun tanımını yapmakla başlamalı. Libido, bilinçdışına bastırılmış duyguları, insanın bedeninde ateşleyen, yaşantımızın birçok yönüyle bize haz veren şeyleri anlatmak için kullanılan bir terimdir. Aşkta da bilinçdışından bir şeyler çıkıyor demek ki bilince. Bakalım onlar neymiş?

Bir söylentiye göre ( söylenti dediğime bakmayın, oturmuş kuram yapmışlar), kimilerinde ödipal arzuymuş aşk. Hadi, yeni bir kavram daha… Şimdi ayıklayalım pirincin taşını. Hayatımızda bir dönem var ki o dönem 3-5 yaşlarına tekabül eder. Bu dönemde erkek çocuk anneye, kız çocuk babaya aşıktır ve hem cinsini ortadan kaldırmak ister bilinçdışında. Bundandır kız çocuklarının annesinin topuklu ayakkabılarını giyip salınması evin içinde. Babaya beğendirecek ya kendini. Ee erkek çocukta korur kollar annesini, kıskanır babayı, bilek güreştirir ki babayla göstersin anneye gücünü. Ancak, toplumun ve kültürün oluşumunu sağlayan bir yasak var ki bu da ensest yasağı. Mecbur bastırır çocuk duygularını. Bastırmış duygular durur mu bilinçdışında, durmaz! Bu çocuk büyür ve günün birinde karşısına çıkan “O” na ilk görüşte aşık oluverir. Yıllardır aradığı, hayallerini süsleyen kadın-erkek ordadır işte. Bilinçli olarak farkında değildir, aşık olduğu kadının yanağındaki benin aynısının annesinde olduğunun, ve farkında değildir aşık olduğu adamın babası kadar şefkatli bakışına vurulduğunun. Bunlar basitleştirilmiş örnekler tabi. Sonra gelsin evliliklerde cinsel sorunlar, hayal kırıklıkları, anlaşmazlıklar, sen böyle değildin demeler… “O” aslında genelde öyledir de, görmek istediği gibi görüşündendir şimdiki hayal kırıklığı. Ve işte bu yüzden kördür aşkın gözü! 

“Aşk; herkesi O’na benzetip, kimseyi O’nun yerine koyamamaktır” demiş Can Yücel. Şairlerinde bir bildiği var demek.

Bir diğer söylentiye göre ise, çocukluk yaşantımızın ödipal dönemden önceki döneminde eksik kalmış, ilk nesneyle yani bakıcıyla ilişkimizin eksik kalan yanlarını tamamlamak için aşkı arar dururmuşuz. Bu yüzdendir ki yap-bozun eksik kalan parçalarını uygunsuz parçalarla doldurma isteği. Boşluğu doldurma ihtiyacına aşk der, tutkuyla yaşar, delice bağlanır, kaybetmekten korkar ve kaybetmemek için çılgın bir çaba gösterir. Aslında o kişinin derdi aşık olunan kişinin gidişi değildir, görünen o olsa da. O çılgın çaba eksik kalan yanını hatırlamama çabasıdır. O boşluk üşütür insanı, ve üşümemek için yanmayı göze alır. Bu kişilerin iyilik halleri dışarıdaki kişilere bağlıdır. “O”nu kaybetmemek için kendini bile kaybeder.

Burada da Cemal Süreya girer işin içine ve der ki; “Annesinden dayak yediği halde, yine anne diye ağlayan bir çocuktur aşk.”

Bir de aşkın şu yüzü var; bebekliğin ilk dönemde bakıcı ile ortak yaşamsal haz verici yaşantıların tekrarlanması, bu vesileyle de bakıcının bebeğe sunduğu “cennete” erişme isteği. Kimi zaman bu hissi tekrar yaşamayı, yani sevgilinin sıcaklığını, ilgisini hissetmeyi arzular. Bu kimi zaman sağlıklı bir bütünleşmeyi getirse de kimi zaman bağımlı bir varoluşu tetikler. Şarkılarda aşkların, aşıkların cennetle ilişkilendirmesi de boşuna değildir hani.

“Gel benim ol, cennet gözlüm/ sar beni tut elimi, al kalbimi” , “ Cennet gözlüm gittin ama hayalinle yaşıyorum” , “Cennetten gelen bir melekti sanki” , “Gel gel gel elleri cennet kokan yarim” , “Cennet gözlüm bul beni/ Yavrum cennetine al”.

Kimisi de kendi pofpoflanma ihtiyacından yaşadığını aşk zanneder ve zannettirirmiş diyorlar. Bu kişiler hayranlığı kendilerine toplamak için deli divane aşık rolüne girer ve o anda aslında gerçektende öyle hisseder. Sepetindeki aşık sayısı koltuklarını kabartır. Bu kişiler hep koltukları kabarık gezme ihtiyacı hisseder, sepetindeki insan sayısından beslenirler. Hele bir kır o kişiyi, kafasındaki dünyasına çomak sok, bambaşka biri olur, o aşık kaybolur. Sonrasında tak sepeti koluna, herkes kendi yoluna… Kendisi mükemmel olduğu hissinin yanında mutlaka aşık ettirmeye çalıştığı kişi de mükemmeldir. Bu tarz kişiler sepetine attığı, yani kendine aşık ettiği kişilerin gerçek özelliklerini fark ettikçe hayal kırıklığı yaşar ve o kişiyi tümüyle kötü algılayıp sepetinden atar. Gelsin yeni mükemmeller!

Bir objeye duyulan sevgi, ona sahip olma isteğinden gelir.” Freud

İçinizi karartmış olabilirim ama tüm bunların yanında sağlıklı ve nitelikli beraberliklerin olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Yani iyisini de kötüsünü de söylemesi benden, sizde olanı bulması sizden. Olgun bir ilişkinin yaraları iyileştirdiği, bütünleşmeyi sağladığı, ihtiyaçları giderdiği, paylaşımı arttırdığı ve çoğu zaman hayatı kolaylaştırdığı doğrudur. Daha fazla uzatmadan Newton’un sözüyle nokta koymak istiyorum yazıma. Aşkla kalın!

“Aşk köprü kurmaktır. İnsanlar köprü kuracaklarına duvar ördükleri için yalnız kalırlar.” Newton


 
858,467Konular
981,174Mesajlar
29,538Kullanıcılar
buraksenSon üye
Üst Alt