iltasyazilim
FD Üye
Atatürkün anıları
Atatürk anıları oku
Atatürkün hatıra defteri
YENİLSEYDİK SORUMLU BEN OLACAKTIM
Bir aralık konu İstiklâl Savaşı'na geldi Dikkat ettim, Binbaşılar dahil her komutanın hangi birliğe komuta ettiğini, nerede bulunduğunu, bir gün önce olmuş gibi hatırlıyordu O savaş fakat araç, gereç, personel kıtlığı bugün baskı tasavvur edilirdi Tümenlere binbaşılar, Kolordulara yarbaylar komuta ediyordu! Lakin, bu kadro canını dişine takmış bir ekipti Var edinmek ya da olmamak bu savaşın sonucuna bağlıydı 30 Ağustos bu ruh haletinin eseriydi Böyle bir dramı, keza yazarı, ayrıca baş aktörünün ağzından kulak vermek müstesna bir mutluluktu O hatıralar Ata'yı coşturdukça coşturuyordu Anlatmalarında mübalağa yoktu Ama bu anlatış öylesine canlı, öylesine plastikti oysa, hepimiz heyecandan heyecana sürükleniyorduk Anlatışlarını şöyle bağladı:
İşte büyük galibiyet böyle ortak bir eserdir Şerefler de ortaktır
Bu alçakgönüllülük şaheseriyle konunun kapanacağını tahmin ediyorduk bu arada Atatürk bir duraklama yaptı Sonradan içine dönük, adeta kendisiyle konuşur gibi ek etti:
Ama yenilseydik sorumluluk iki taraflı olmayacak yalnız bana ait olacaktı
Bu belagat aleyhinde gözyaşımı tutamadım Tarihin, zaferleri kendine maleden, yenilgileri ise maiyetine yükleyen sahte kahramanlarını hatırladım
YANINA ALDIĞI ILK ER
O, Samsun'a çıktığı zaman, üstü başı yırtık, postalları patlamış, silahsız bir er fark etti Yüzünün rengi bakıra dönmüş, yağlan eriyip kemik ve sinir kalmış bu Türk askeri ağlıyordu O'na sordu:
Asker ağlamaz arkadaş, sen ne ağlıyorsun?
Er irkildi, başını kaldırdı Bu sesi tanıyordu ve bu yüz ona yabancı değildi Anında doğruldu ve Anafartalar'daki Komutanını çelik yay gibi selamladı
Söyle niçin ağlıyorsun?
İç Anadolu'nun yanık iyi kalpli çocuğu içini çekti:
Düşman memleketi bastı, hükümet beni tahliye etti Silahımızı elimizden aldı Toprağıma giren düşmanı ne ile öldüreceğim? Kemal Atatürk, er'in omzuna elini koydu:
Üzülme çocuğum, dedi Gel benimle!
Ve Samsun deposunda giydirilip silahlandırarak yanına aldığı ilk er bu Mehmetçik oldu
İZMİR SUİKASTI
İzmir'de hazırlanan o haince suikastın sonuçsuz kalmasından sonradan bir gün bize şu olayı anlatmıştı:
Ziya Hurşit'in beni öldürmeye memur ettiği iki zavallı vardı Sorguları yapıldıktan daha sonra bunların birisini yanıma çağırdım Odada kimse yoktu Kendisine sordum:
Sen Mustafa Kemal'i öldürecekmişsin, pek mi?
Evet, dedi Ben yine sordum:
Mustafa Kemal ne yapmıştı ki onu öldürecektin?
Fena bir adammış o Memlekete çok fenalık yapmış Sonradan bize onu öldürmek için para da vereceklerdi
Sen Mustafa Kemal'i tanıyor musun?
Hayır
O halde tanımadığın bir adamı nasıl öldürecektin?
Geçerken dikkat çekici edecekler, Mustafa Kemal işte budur, diyeceklerdi Biz de öldürecektik
O süre cebimdeki tabancayı çıkararak kendisine uzattım:
Mustafa Kemal benim, haydi al eline tabancayı, öldür, dedim
Alıcı benden bu karşılığı alınca yıldırımla vurulmuş gibi oldu Bir vakit şaşkın baş döndürücü yüzüme baktıktan sonradan diz üstü kapanarak hüngür hüngür ağlamaya başladı
MUTSUZ LİDER
Bir akşam sofrasının hararetli bir döneminde Mustafa Kemal, bireysel özgürlüğünün çoğu bölümlerinden yoksun bırakılması acısını üzüntü batmış sözlerle şöyle anlattı:
Şimdi siz buradan ayrılır, istediğiniz yerde gezer dolaşırsınız Benim gözümde bunun ne büyük mutluluk olduğunu bilemezsiniz Halime bakın, sahip olduğunuz bu özgürlükten yoksunum, cumhurbaşkanıyım ama köşeye atılmış ve özgürlüğü sınırlı bir insanım Bütün eğlencem, akşamları soframa topladığım arkadaşlara ayrılmıştır Haydi derhal buradan ayrılıp bol bol dolaşın, istediğiniz yerlere girip çıkın, özlem ettiğiniz gibi eğlenin Ben de bunun hayaliyle avunurumdedi
O akşam hepimiz masadan erken ayrıldık
ASKERLE GÜREŞ
Bir gezisinde, Kolordu binasının kapısında aslan yapılı bir Mehmetçik gördü Çağırdı ve güler yüzle sordu:
Sen güreş bilir misin?
Yanındakilerden en kaslı görünenlerle Mehmetçiği güreştirdi Genç asker daima üstün geliyordu Çok neşelendi, ayağa fırladı
Ceketini çıkarıp Mehmet'e ense tuttu:
Haydi, dahası benimle güreş!
Katıksız ve pak Anadolu çocuğu Ata'sının yüzüne hayranlıkla baktı:
Atam,dedi Senin sırtını yedi düvel yere getiremedi Bir Mehmet mi bu işi başarır?
Gözleri doldu ve ağlamamak için gülmeye çalıştı
YANINA ALDIĞI BIRINCIL ER
Atatürk, Mudanya yolu ile Bursa'ya gidiyordu Kalabalık bir insanlar kütlesi iskelede etrafını çevirmiş bulunmakta idi Bir kadının, elinde bir kâğıtla Atatürk'e yaklaştığı görüldü Zayıf bir kadındı Ata'nın yolunu keserek titrek bir sesle:
Beni tanıdın mı oğul? dedi Ben sizin Selanik'te komşunuzdum Bir oğlum var: Devlet Demir Yolları'na girmek istiyor Siz onu alsınlar dediniz Ama Müdür dinlemedi Oğlumu yine işe almamış Ne olur bir defa de siz söyleyiniz
Atatürk'ün çelik bakışlı gözleri içtenlikle parladı Elleriyle geniş jestler yaparak ve yüksek sesle:
Oğlunu almadılar mı? dedi Ben salık verdiğim halde mi almadılar? Ne değin iyi olmuş çok iyi yapmışlar İşte Cumhuriyet böyle anlaşılacak
Bayan kalabalığın içinde kaybolmuştu Ve Atatürk hemen hemen kendinden geçercesine batmış bir sesle:
İşte Cumhuriyetten beklediğimiz netice diyordu
GENELGEYLE DEVIR OLMAZ
1924 yılının ilkbaharıydı Erzurum ve Pasinler'de depremde çoğu köyün evleri yıkılmıştı Hasar gören halkla görüşmek için Pasinler'e gelen Atatürk, halkın içinden yaşlı bir köylüyü çağırdı:
Depremden çok hasar gördün mü, baba? diye sordu Atatürk ihtiyarın şüphesini görünce, yeniden sordu:
Hükümet sana kaç lira verse, zararını karşılayabilirsin? Yaşlı, Kürt şivesiyle:
Valle Padişah bilir! dedi
Atatürk gülümsedi Yumuşak bir sesle:
Baba, Padişah yok; onları siz kaldırmadınız mı? Söyle bakalım zararın ne?
Yaşlı baştan etti:
Padişah bilir!
Bu cevap aleyhinde kaşları çatılan Atatürk, Kaymakam'a döndü:
Siz daha devrimi yaymamışsınız! dedi
Bu sırada görevini başarmış insanlara özgü bir ağırbaşlılıkla ortaya atılan tahrirat katibi:
Köylere genelge yolladık Paşam, dedi Atatürk'ün fırtınalı yüzü, daha fazla karıştı:
Oğlum, dedi, genelgeyle devrim olamaz!*
Atatürk anıları oku
Atatürkün hatıra defteri
YENİLSEYDİK SORUMLU BEN OLACAKTIM
Bir aralık konu İstiklâl Savaşı'na geldi Dikkat ettim, Binbaşılar dahil her komutanın hangi birliğe komuta ettiğini, nerede bulunduğunu, bir gün önce olmuş gibi hatırlıyordu O savaş fakat araç, gereç, personel kıtlığı bugün baskı tasavvur edilirdi Tümenlere binbaşılar, Kolordulara yarbaylar komuta ediyordu! Lakin, bu kadro canını dişine takmış bir ekipti Var edinmek ya da olmamak bu savaşın sonucuna bağlıydı 30 Ağustos bu ruh haletinin eseriydi Böyle bir dramı, keza yazarı, ayrıca baş aktörünün ağzından kulak vermek müstesna bir mutluluktu O hatıralar Ata'yı coşturdukça coşturuyordu Anlatmalarında mübalağa yoktu Ama bu anlatış öylesine canlı, öylesine plastikti oysa, hepimiz heyecandan heyecana sürükleniyorduk Anlatışlarını şöyle bağladı:
İşte büyük galibiyet böyle ortak bir eserdir Şerefler de ortaktır
Bu alçakgönüllülük şaheseriyle konunun kapanacağını tahmin ediyorduk bu arada Atatürk bir duraklama yaptı Sonradan içine dönük, adeta kendisiyle konuşur gibi ek etti:
Ama yenilseydik sorumluluk iki taraflı olmayacak yalnız bana ait olacaktı
Bu belagat aleyhinde gözyaşımı tutamadım Tarihin, zaferleri kendine maleden, yenilgileri ise maiyetine yükleyen sahte kahramanlarını hatırladım
YANINA ALDIĞI ILK ER
O, Samsun'a çıktığı zaman, üstü başı yırtık, postalları patlamış, silahsız bir er fark etti Yüzünün rengi bakıra dönmüş, yağlan eriyip kemik ve sinir kalmış bu Türk askeri ağlıyordu O'na sordu:
Asker ağlamaz arkadaş, sen ne ağlıyorsun?
Er irkildi, başını kaldırdı Bu sesi tanıyordu ve bu yüz ona yabancı değildi Anında doğruldu ve Anafartalar'daki Komutanını çelik yay gibi selamladı
Söyle niçin ağlıyorsun?
İç Anadolu'nun yanık iyi kalpli çocuğu içini çekti:
Düşman memleketi bastı, hükümet beni tahliye etti Silahımızı elimizden aldı Toprağıma giren düşmanı ne ile öldüreceğim? Kemal Atatürk, er'in omzuna elini koydu:
Üzülme çocuğum, dedi Gel benimle!
Ve Samsun deposunda giydirilip silahlandırarak yanına aldığı ilk er bu Mehmetçik oldu
İZMİR SUİKASTI
İzmir'de hazırlanan o haince suikastın sonuçsuz kalmasından sonradan bir gün bize şu olayı anlatmıştı:
Ziya Hurşit'in beni öldürmeye memur ettiği iki zavallı vardı Sorguları yapıldıktan daha sonra bunların birisini yanıma çağırdım Odada kimse yoktu Kendisine sordum:
Sen Mustafa Kemal'i öldürecekmişsin, pek mi?
Evet, dedi Ben yine sordum:
Mustafa Kemal ne yapmıştı ki onu öldürecektin?
Fena bir adammış o Memlekete çok fenalık yapmış Sonradan bize onu öldürmek için para da vereceklerdi
Sen Mustafa Kemal'i tanıyor musun?
Hayır
O halde tanımadığın bir adamı nasıl öldürecektin?
Geçerken dikkat çekici edecekler, Mustafa Kemal işte budur, diyeceklerdi Biz de öldürecektik
O süre cebimdeki tabancayı çıkararak kendisine uzattım:
Mustafa Kemal benim, haydi al eline tabancayı, öldür, dedim
Alıcı benden bu karşılığı alınca yıldırımla vurulmuş gibi oldu Bir vakit şaşkın baş döndürücü yüzüme baktıktan sonradan diz üstü kapanarak hüngür hüngür ağlamaya başladı
MUTSUZ LİDER
Bir akşam sofrasının hararetli bir döneminde Mustafa Kemal, bireysel özgürlüğünün çoğu bölümlerinden yoksun bırakılması acısını üzüntü batmış sözlerle şöyle anlattı:
Şimdi siz buradan ayrılır, istediğiniz yerde gezer dolaşırsınız Benim gözümde bunun ne büyük mutluluk olduğunu bilemezsiniz Halime bakın, sahip olduğunuz bu özgürlükten yoksunum, cumhurbaşkanıyım ama köşeye atılmış ve özgürlüğü sınırlı bir insanım Bütün eğlencem, akşamları soframa topladığım arkadaşlara ayrılmıştır Haydi derhal buradan ayrılıp bol bol dolaşın, istediğiniz yerlere girip çıkın, özlem ettiğiniz gibi eğlenin Ben de bunun hayaliyle avunurumdedi
O akşam hepimiz masadan erken ayrıldık
ASKERLE GÜREŞ
Bir gezisinde, Kolordu binasının kapısında aslan yapılı bir Mehmetçik gördü Çağırdı ve güler yüzle sordu:
Sen güreş bilir misin?
Yanındakilerden en kaslı görünenlerle Mehmetçiği güreştirdi Genç asker daima üstün geliyordu Çok neşelendi, ayağa fırladı
Ceketini çıkarıp Mehmet'e ense tuttu:
Haydi, dahası benimle güreş!
Katıksız ve pak Anadolu çocuğu Ata'sının yüzüne hayranlıkla baktı:
Atam,dedi Senin sırtını yedi düvel yere getiremedi Bir Mehmet mi bu işi başarır?
Gözleri doldu ve ağlamamak için gülmeye çalıştı
YANINA ALDIĞI BIRINCIL ER
Atatürk, Mudanya yolu ile Bursa'ya gidiyordu Kalabalık bir insanlar kütlesi iskelede etrafını çevirmiş bulunmakta idi Bir kadının, elinde bir kâğıtla Atatürk'e yaklaştığı görüldü Zayıf bir kadındı Ata'nın yolunu keserek titrek bir sesle:
Beni tanıdın mı oğul? dedi Ben sizin Selanik'te komşunuzdum Bir oğlum var: Devlet Demir Yolları'na girmek istiyor Siz onu alsınlar dediniz Ama Müdür dinlemedi Oğlumu yine işe almamış Ne olur bir defa de siz söyleyiniz
Atatürk'ün çelik bakışlı gözleri içtenlikle parladı Elleriyle geniş jestler yaparak ve yüksek sesle:
Oğlunu almadılar mı? dedi Ben salık verdiğim halde mi almadılar? Ne değin iyi olmuş çok iyi yapmışlar İşte Cumhuriyet böyle anlaşılacak
Bayan kalabalığın içinde kaybolmuştu Ve Atatürk hemen hemen kendinden geçercesine batmış bir sesle:
İşte Cumhuriyetten beklediğimiz netice diyordu
GENELGEYLE DEVIR OLMAZ
1924 yılının ilkbaharıydı Erzurum ve Pasinler'de depremde çoğu köyün evleri yıkılmıştı Hasar gören halkla görüşmek için Pasinler'e gelen Atatürk, halkın içinden yaşlı bir köylüyü çağırdı:
Depremden çok hasar gördün mü, baba? diye sordu Atatürk ihtiyarın şüphesini görünce, yeniden sordu:
Hükümet sana kaç lira verse, zararını karşılayabilirsin? Yaşlı, Kürt şivesiyle:
Valle Padişah bilir! dedi
Atatürk gülümsedi Yumuşak bir sesle:
Baba, Padişah yok; onları siz kaldırmadınız mı? Söyle bakalım zararın ne?
Yaşlı baştan etti:
Padişah bilir!
Bu cevap aleyhinde kaşları çatılan Atatürk, Kaymakam'a döndü:
Siz daha devrimi yaymamışsınız! dedi
Bu sırada görevini başarmış insanlara özgü bir ağırbaşlılıkla ortaya atılan tahrirat katibi:
Köylere genelge yolladık Paşam, dedi Atatürk'ün fırtınalı yüzü, daha fazla karıştı:
Oğlum, dedi, genelgeyle devrim olamaz!*