iltasyazilim
FD Üye
Atatürk ün edebiyata verdiği yük
Atatürkün edebiyatla ilgili görüşleri
Atatürkün edebiyat ile ilgili sözleri
Atatürk; hayatı boyunca edebiyatla yakında ilgilenmiş, edebiyatı toplum faydasına yöneltmek için açıklamalar vermiş, okullarda öğretim programlarını bu yönde düzenletmiştir Edebi sanatların bir fikrin, bilhassa inkılapların yayılması ve kökleşmesinde en etkin araç olduğuna her zaman inanmıştır
Bir akşam toplantısında (1937), laf edebiyattan açılınca, bu konuda dağıtılmış konuşmalar yapılır Edebiyat nedir? Osmanlı devrinde ve cumhuriyet rejiminde edebiyat denilince ne anlaşılıyor?gibi sorular sorulur
Osmanlı devrinde ve bugüne değin geçen cumhuriyet çağında ve bundan evvelki Türk kültürel çağlarında ve hatta tüm medeni toplumlarda edebiyat denildiği süre şu anlaşılabilir:
Laf ve anlamı, yani insan aklında yer eden her türlü bilgileri ve insan kudretinin en büyük duygularını, bunları dinleyenleri veya okuyanları çok alakalı kılacak surette bildirmek ve kâğıda dökmek sanatı
Bu itibarla, edebiyatın, her insan ve cemiyeti, bu cemiyetin hal ve geleceğini koruyan ve koruyacak olan her kuruluş için esaslı eğitim araçlarından biri olduğu zahmetsizce anlaşılır
Bunun içindir ama Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitim Bakanlığı, edebiyat öğretiminde şu noktalar özellikle önem ve kıymet vermelidir:
A) Türk çocuğunun kafasını, yaratılıştaki uyarı ve itinaya göre geliştirmek Bu, cumhuriyetin sıhhat düzeniyle ilgilenen bakanlığa da düşen bir görevdir
B) Hoş muhafaza edilen, Kalp kafa ve zekalarını açılmak, yaymak, genişletmek Bu özellikle, Milli Eğitim Bakanlığının görevidir Aynı Zamanda, Türk çocuklarının kafalarına müspet ilim ve maddesel teknik mefhumlarını, yalnız nazari olarak yok bununla beraber pratik vasıtalarla da geliştirmek
C) Bir taraftan da Türk kafalarındaki kabiliyetleri, Türk karakterindeki sağlamlıkları, Türk duygularındaki doruk ve genişlikleri, kendileri hiç zorlanmadan, doğal bir halde ve olduğu gibi ifadeye onları alıştırmak
Bunlar yapılınca sonuç şu olacaktır: Türk çocuğu konuşurken, onun açıklama ve anlatış tarzı; Türk çocuğu yazarken, onun ifade üslubu kendisini dinleyenleri, onun yürüdüğü yola gösterebilecek kabiliyeti doğruca; Türk çocuğu kendisini dinleyen veya yazısını okuyanları peşine takarak yüksek Türk ülküsüne iletebilecek, ulaştırabilecektir
Atatürk'ün Türk dili hakkındaki görüşlerinin oluşmasında yetiştiği devrin düşünce akımlarının ve dil konusundaki farklı alanlara yönlendirilmiş tartışmaların etkin olduğu bilinmektedir O, her Türk aydını gibi dil sorunu ile yakından ilgilenmiştir Cumhuriyetten çok önceleri, daha 1917'lerde G Nemeth'in Türkçe Grameri ’ni görmüş, bu münasebetle, gazete dilini yalnız aydınların yok, herkesin anlayabilmesi gerektiği yolunda gösterme bildirmiştir 1922'de yaptığı bir konuşmada muallimeyerine muallim hanımlardiye hitap etmiş, arkasından da dilimizde dişilik te'sigöstermek zorunda olmadığımızı ifade etmiştir Bu iki anekdot, Atatürk'ün çok önceleri, Arapça kurallardan arınmış sade Türkçe ’den yanlamasına olduğunu göstermektedir Bu görüsün oluşmasında etkili olan hareketleri anlayabilmek için Cumhuriyet öncesindeki faaliyetleri iyi çakmak gerekir
Tanzimat Döneminde Namık Kemal, Ali Suavi, Ziya Pasa, Ahmet Mithat, Şemsettin Sami, Süleyman Pasa gibi yazarların bilinçli olarak başlattığı dilde sadeleşme çabaları, Osmanlı Türkçe sini olabildiğince sadeleştirme yolunda önemli bir başlangıç olmuş, bu gelişmeler yönünde daha sağlıklı bir hareket olan Yeni Lisanhareketinin doğmasında rol oynamıştır
Bu yıllarda görülen bir diğer hareketten de dile getirmek gerekir: Tanzimat Döneminde sadeleşmeakimi içinde iken, Serveti Fünûn ve onu peşine düşüp takip eden yıllarda bağımsız bir özellik kazanan tasfiyecilikhareketi Şemsettin Sami, Ahmet Mithat, Necib Âsım, Ahmet Cevdet, Emrullah Efendi, Veled Çelebi, Fuat Köseraif, Hüseyin Kâzım gibi şahsiyetlerin temsilciliğini yaptığı bu bakış, dildeki Arapça, Farsça kelimelerin iyice atılmasını savunmaktadır II Meşrutiyet döneminde Türk Derneği ve dergisi civarda toplanan tasfiyecilerin bas temsilcisi Fuat Köseraif'tir
Bu akımlar, Cumhuriyete dek bir çatışma hâlinde süregelmiş, Cumhuriyet sonrasında da ara sıra taraftar bulmuşlardır Ama, Cumhuriyete değin en etkili olanı Yeni Lisanakimidir Bu akim, 1911 yılında Selânik'te çıkmaya başlayan Genç Kalemler dergisi etrafında toplanan Ömer Seyfettin, Ali Canip, Ziya Gökalp, Kâzım Nâmi, Âkil Koyuncu gibi isimler kadar savunulmuştur Bunlar içinde özellikle Ziya Gökalp'in teorisyenlik yaptığını, Ömer Seyfettin'in ise onun görüşlerini hikâyelerinde uyguladığını belirterek, bu ikisinin önemini vurgulamalıyız
Yeni Lisancıların görüşleri söyle özetlenebilir: Dildeki Arapça, Farsça gramer kurallarını atarak Türkçe ’nin kurallarını isletmek; Arapça, Farsça kelimeleri Türkçe ’deki söylendikleri gibi yazmak; öbür Türk lehçelerinden kelime elde etmek yerine İstanbul Türkçe ’sine dayalı canlı bir yazı dili meydana getirmek; bu yolla taklit ve özentiden kurtulmuş millî bir dil ve edebiyat ortaya hazırlamak
Yeni Lisan akiminin en önemli özelliği, Tanzimat'tan beri süregelmekte olan fesahatçilikve tasfiyecilikgibi birbirine zıt düşünce akımlarını günün şartları içinde en ilimli biçimde uzlaştırarak millî dile geçişi sağlamış olmasıdır
Görüldüğü gibi, Cumhuriyete gelinirken Türk aydınının gündeminde dilsorunu önemli yer tutmaktadır
Başından beri Türk dili ile yakından ilgilenen Atatürk'ün ırk tanımı içinde dilin çok önemli bir yeri vardır Ona tarafından halk, dil, kültür ve ülkü birliği ile birbirine emrindeki vatandaşların meydana getirdiği sosyal ve siyasî bir topluluktur O, bu konudaki görüşlerini su şekilde daha net söylemektedir: Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türk halkı Türk milletidir Türk milleti çağrıda bulunmak Türk dili demektir Türk dili, Türk milleti için tanrısal bir hazinedir Çünkü, Türk milleti geçirdiği nihayetsiz felâketler içinde ahlâkini, ananelerini, hatıralarını, menfaatlerini, kısacası bugün kendi milliyetini yapan şeyin dili sayesinde muhafaza olduğunu görüyor Türk dili, Türk milletinin kalbidir, zihnidir
Atatürk'ün, Sadri Maksudî'nin Türk Dili İçin isimli eserinin basına yazdığı su sözleri onun dil görüsünün en güzel ifadelerindendir: Millî his ile dil arasındaki senet fazla kuvvetlidir Dilin millî ve zengin olması millî hissin inkişâfında başlıca müessirdir Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter fakat bu dil şuurla islensin Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını haberdar olan Türk milleti, dilini de tanıdık olmayan diller boyunduruğundan kurtarmalıdır
Atatürk'ün dil konusundaki bu düşünceleri, milliyetçilik anlayışı içinde önemli yer tutmaktadır Dil inkılâbı, onun diğer inkılâplarıyla bir bütün olarak, ölümüne kadarki zaman dilimi içinde farklı alanlara yönlendirilmiş aşamalarda uygulamaya konulmuştur: Bunlardan ilki hiç şüphesiz ki 28 Ağustos 1928'deki “Yazı İnkılâbıdır
Atatürk'ün, bu uygulamaya olan görüşleri şöyledir: Bir milletin, bir heyeti içtimâînin yüzde onu okuma yazma bilir, yüzde sekseni bilmez, bundan insan olanlar utanmak lâzımdır Bu ırk utanmak için yaratılmış bir halk değildir; iftihar etmek için yaratılmış bir millettir, tarihini iftiharla doldurmuş bir millettir Fakat, milletin yüzde sekseni okuma yazma bilmiyorsa bu hata bizde değildir Türk'ün seciyesini anlamayarak kafasını birtakım zincirlerle saranlardadır Bundan Böyle mazinin hatalarını kökünden arındırmak zamanındayız Hataları tashih edeceğiz
Atatürk, bu görüşten hareketle, Türkçe ’nin ses yapısına yerinde ve basit öğrenilir olan Lâtin alfabesini kabul ederek, yazı inkılâbını dil inkılâbının en kayda değer safhalarından biri olarak uygulamaya koymuştur
Yazı inkılâbından sonra asil manâlı olan dil inkılâbının bilime uygun şekilde uygulamaya konmasıdır Atatürk bu düşünceyle, 12 Temmuz 1932'de Türk Dili Muayene Cemiyeti (Türk Dil Kurumu)'ni kurdurmuş, hatta tüzük taslağını kişisel olarak kendisi hazırlamıştır
Bundan sonradan yoğun bir faaliyet başlamıştır 26 Eylül6 Ekim 1932'de I Türk Dil Kurultayı toplanmıştır Kurultayda belirlenen belli başlı program doğrultusunda, dil seferberliği başlatmış ve taramayla elde edilen dil malzemesi Osmanlıca ’dan Türkçe ’ye Laf Karşılıkları Tarama Dergisiadıyla yayınlanmıştır
Bu uygulamalar yapılırken, diğer taraftan Tanzimat'tan beri süregelen değişik akımların yandaşları, dilde sadeleşme konusunda her yerde aleyhinde karşıya geldiler Bu yıllarda inkılâp heyecanı ile tasfiyecilerin ağır bastığı görüldü Onlara tarafından, Türkçe hiçbir dilden kelimeye ihtiyaç duymayacak dek zengindi, yabancı kelimeler atılarak yerlerine halk ağzından ve yazılı kaynaklardan, Türkiye dışındaki Türk lehçelerinden derlenecek kelimeler konulmalı idi
Atatürk bu cazip görüsü denemeye karar verdi Onun bu tatbik döneminde yaptığı su konuşma tarihî bir doküman gibidir: Avrupa ’nın iki bitim ucunda yerlerini berkiten uluslarımız, ataç özlüklerinin tüm ıssıları olarak baysak, önürme, intibak kıldacıları olmuş bulunuyorlar; onlar bugün en güzel utkuyu kazanmaya anıklanıyorlar: Baysal utkusu
Bu konuşmada olduğu gibi, çoğunluğu arkaik Türkçe olan yeni kelimeler kabul görmemişti Ayrıca,yeni kelimelerin kullanılmasında da bir birlik sağlanamamıştı Örnek olarak, kalem kelimesi yerine öbür yazarlar çizgiç, kamis, kavri, sizgiç, yagus, yazgaç, yuvus gibi kelimeler kullanmaktaydı Bu sebeple, dil seferberliği kısa sürede çıkmaza girdi
Atatürk bunun üstüne, Türkçecin hiç bir tanıdık olmayan kelimeye ihtiyacı olmadığını söyleyenlerin iddiasını tecrübe ettik Dili bir çıkmaza sokmuşuzdur Maksatlarımızı anlatamaz olmuşuzdur Bırakırlar mı dili çıkmazda? Hayır! Biz daha önce kurtarmaya bakalımdiyerek bu denemeden vazgeçti Atatürk'ün 1936'dan sonraki konuşmalarında, yukarıdakine aynı arkaik Türkçe kelimelerin yer almaması bunun bir göstergesidir
19341936 yılları arasında, tasfiyeci görüsün ağır bastığı tarama ve derlemeler ayıklandı 19361937 yıllarında GüneşDil Teorisi yolunda uygulamalarla önceki dönemdeki aşırılıklar giderilmeye çalışıldı Bu kuram ile Türk milletine bir güven ve millî bilinç devretmek, kültür ve medeniyetin Türkler kadar dünyaya yayıldığı, bütün dillerin Türkçe ’den çıktığı belirtilerek dili daha ilimli bir çizgiye oturtmak amacı güdülmüştür
Atatürk'ün bu dönemde yaptığı en önemli uygulamalardan birisi de, adini kişisel olarak kendisinin koyduğu Dil ve TarihCoğrafya Fakültesini 1936'da kurdurmuş olmasıdır
neticede, Meşrutiyet dönemindeki dil akımlarının etkisi ile sağlam bir dil bilinci kazanmış olan Atatürk'ün, Cumhuriyet döneminde yazı ve dil inkılâbı ile Türk dilini halka mal ettiğini, kurdurduğu Türk Dili Tetkik Cemiyeti ve Dil ve TarihCoğrafya Fakülteleri yoluyla ilmî yöntemlerle araştırma ve geliştirme yolunda tarihî uygulamalarla günümüze ışık tuttuğu anlaşılmaktadır
Türk bilim adamlara bugün de, bazı yazılmış ve görüntülü basının umursamazlığına karşın, Türk dilinin yabancı dillerin boyunduruğu altına girmemesi için ayni şekilde çalışmalarını sürdürmektedirler *
Atatürkün edebiyatla ilgili görüşleri
Atatürkün edebiyat ile ilgili sözleri
Atatürk; hayatı boyunca edebiyatla yakında ilgilenmiş, edebiyatı toplum faydasına yöneltmek için açıklamalar vermiş, okullarda öğretim programlarını bu yönde düzenletmiştir Edebi sanatların bir fikrin, bilhassa inkılapların yayılması ve kökleşmesinde en etkin araç olduğuna her zaman inanmıştır
Bir akşam toplantısında (1937), laf edebiyattan açılınca, bu konuda dağıtılmış konuşmalar yapılır Edebiyat nedir? Osmanlı devrinde ve cumhuriyet rejiminde edebiyat denilince ne anlaşılıyor?gibi sorular sorulur
Osmanlı devrinde ve bugüne değin geçen cumhuriyet çağında ve bundan evvelki Türk kültürel çağlarında ve hatta tüm medeni toplumlarda edebiyat denildiği süre şu anlaşılabilir:
Laf ve anlamı, yani insan aklında yer eden her türlü bilgileri ve insan kudretinin en büyük duygularını, bunları dinleyenleri veya okuyanları çok alakalı kılacak surette bildirmek ve kâğıda dökmek sanatı
Bu itibarla, edebiyatın, her insan ve cemiyeti, bu cemiyetin hal ve geleceğini koruyan ve koruyacak olan her kuruluş için esaslı eğitim araçlarından biri olduğu zahmetsizce anlaşılır
Bunun içindir ama Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitim Bakanlığı, edebiyat öğretiminde şu noktalar özellikle önem ve kıymet vermelidir:
A) Türk çocuğunun kafasını, yaratılıştaki uyarı ve itinaya göre geliştirmek Bu, cumhuriyetin sıhhat düzeniyle ilgilenen bakanlığa da düşen bir görevdir
B) Hoş muhafaza edilen, Kalp kafa ve zekalarını açılmak, yaymak, genişletmek Bu özellikle, Milli Eğitim Bakanlığının görevidir Aynı Zamanda, Türk çocuklarının kafalarına müspet ilim ve maddesel teknik mefhumlarını, yalnız nazari olarak yok bununla beraber pratik vasıtalarla da geliştirmek
C) Bir taraftan da Türk kafalarındaki kabiliyetleri, Türk karakterindeki sağlamlıkları, Türk duygularındaki doruk ve genişlikleri, kendileri hiç zorlanmadan, doğal bir halde ve olduğu gibi ifadeye onları alıştırmak
Bunlar yapılınca sonuç şu olacaktır: Türk çocuğu konuşurken, onun açıklama ve anlatış tarzı; Türk çocuğu yazarken, onun ifade üslubu kendisini dinleyenleri, onun yürüdüğü yola gösterebilecek kabiliyeti doğruca; Türk çocuğu kendisini dinleyen veya yazısını okuyanları peşine takarak yüksek Türk ülküsüne iletebilecek, ulaştırabilecektir
Atatürk'ün Türk dili hakkındaki görüşlerinin oluşmasında yetiştiği devrin düşünce akımlarının ve dil konusundaki farklı alanlara yönlendirilmiş tartışmaların etkin olduğu bilinmektedir O, her Türk aydını gibi dil sorunu ile yakından ilgilenmiştir Cumhuriyetten çok önceleri, daha 1917'lerde G Nemeth'in Türkçe Grameri ’ni görmüş, bu münasebetle, gazete dilini yalnız aydınların yok, herkesin anlayabilmesi gerektiği yolunda gösterme bildirmiştir 1922'de yaptığı bir konuşmada muallimeyerine muallim hanımlardiye hitap etmiş, arkasından da dilimizde dişilik te'sigöstermek zorunda olmadığımızı ifade etmiştir Bu iki anekdot, Atatürk'ün çok önceleri, Arapça kurallardan arınmış sade Türkçe ’den yanlamasına olduğunu göstermektedir Bu görüsün oluşmasında etkili olan hareketleri anlayabilmek için Cumhuriyet öncesindeki faaliyetleri iyi çakmak gerekir
Tanzimat Döneminde Namık Kemal, Ali Suavi, Ziya Pasa, Ahmet Mithat, Şemsettin Sami, Süleyman Pasa gibi yazarların bilinçli olarak başlattığı dilde sadeleşme çabaları, Osmanlı Türkçe sini olabildiğince sadeleştirme yolunda önemli bir başlangıç olmuş, bu gelişmeler yönünde daha sağlıklı bir hareket olan Yeni Lisanhareketinin doğmasında rol oynamıştır
Bu yıllarda görülen bir diğer hareketten de dile getirmek gerekir: Tanzimat Döneminde sadeleşmeakimi içinde iken, Serveti Fünûn ve onu peşine düşüp takip eden yıllarda bağımsız bir özellik kazanan tasfiyecilikhareketi Şemsettin Sami, Ahmet Mithat, Necib Âsım, Ahmet Cevdet, Emrullah Efendi, Veled Çelebi, Fuat Köseraif, Hüseyin Kâzım gibi şahsiyetlerin temsilciliğini yaptığı bu bakış, dildeki Arapça, Farsça kelimelerin iyice atılmasını savunmaktadır II Meşrutiyet döneminde Türk Derneği ve dergisi civarda toplanan tasfiyecilerin bas temsilcisi Fuat Köseraif'tir
Bu akımlar, Cumhuriyete dek bir çatışma hâlinde süregelmiş, Cumhuriyet sonrasında da ara sıra taraftar bulmuşlardır Ama, Cumhuriyete değin en etkili olanı Yeni Lisanakimidir Bu akim, 1911 yılında Selânik'te çıkmaya başlayan Genç Kalemler dergisi etrafında toplanan Ömer Seyfettin, Ali Canip, Ziya Gökalp, Kâzım Nâmi, Âkil Koyuncu gibi isimler kadar savunulmuştur Bunlar içinde özellikle Ziya Gökalp'in teorisyenlik yaptığını, Ömer Seyfettin'in ise onun görüşlerini hikâyelerinde uyguladığını belirterek, bu ikisinin önemini vurgulamalıyız
Yeni Lisancıların görüşleri söyle özetlenebilir: Dildeki Arapça, Farsça gramer kurallarını atarak Türkçe ’nin kurallarını isletmek; Arapça, Farsça kelimeleri Türkçe ’deki söylendikleri gibi yazmak; öbür Türk lehçelerinden kelime elde etmek yerine İstanbul Türkçe ’sine dayalı canlı bir yazı dili meydana getirmek; bu yolla taklit ve özentiden kurtulmuş millî bir dil ve edebiyat ortaya hazırlamak
Yeni Lisan akiminin en önemli özelliği, Tanzimat'tan beri süregelmekte olan fesahatçilikve tasfiyecilikgibi birbirine zıt düşünce akımlarını günün şartları içinde en ilimli biçimde uzlaştırarak millî dile geçişi sağlamış olmasıdır
Görüldüğü gibi, Cumhuriyete gelinirken Türk aydınının gündeminde dilsorunu önemli yer tutmaktadır
Başından beri Türk dili ile yakından ilgilenen Atatürk'ün ırk tanımı içinde dilin çok önemli bir yeri vardır Ona tarafından halk, dil, kültür ve ülkü birliği ile birbirine emrindeki vatandaşların meydana getirdiği sosyal ve siyasî bir topluluktur O, bu konudaki görüşlerini su şekilde daha net söylemektedir: Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türk halkı Türk milletidir Türk milleti çağrıda bulunmak Türk dili demektir Türk dili, Türk milleti için tanrısal bir hazinedir Çünkü, Türk milleti geçirdiği nihayetsiz felâketler içinde ahlâkini, ananelerini, hatıralarını, menfaatlerini, kısacası bugün kendi milliyetini yapan şeyin dili sayesinde muhafaza olduğunu görüyor Türk dili, Türk milletinin kalbidir, zihnidir
Atatürk'ün, Sadri Maksudî'nin Türk Dili İçin isimli eserinin basına yazdığı su sözleri onun dil görüsünün en güzel ifadelerindendir: Millî his ile dil arasındaki senet fazla kuvvetlidir Dilin millî ve zengin olması millî hissin inkişâfında başlıca müessirdir Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter fakat bu dil şuurla islensin Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını haberdar olan Türk milleti, dilini de tanıdık olmayan diller boyunduruğundan kurtarmalıdır
Atatürk'ün dil konusundaki bu düşünceleri, milliyetçilik anlayışı içinde önemli yer tutmaktadır Dil inkılâbı, onun diğer inkılâplarıyla bir bütün olarak, ölümüne kadarki zaman dilimi içinde farklı alanlara yönlendirilmiş aşamalarda uygulamaya konulmuştur: Bunlardan ilki hiç şüphesiz ki 28 Ağustos 1928'deki “Yazı İnkılâbıdır
Atatürk'ün, bu uygulamaya olan görüşleri şöyledir: Bir milletin, bir heyeti içtimâînin yüzde onu okuma yazma bilir, yüzde sekseni bilmez, bundan insan olanlar utanmak lâzımdır Bu ırk utanmak için yaratılmış bir halk değildir; iftihar etmek için yaratılmış bir millettir, tarihini iftiharla doldurmuş bir millettir Fakat, milletin yüzde sekseni okuma yazma bilmiyorsa bu hata bizde değildir Türk'ün seciyesini anlamayarak kafasını birtakım zincirlerle saranlardadır Bundan Böyle mazinin hatalarını kökünden arındırmak zamanındayız Hataları tashih edeceğiz
Atatürk, bu görüşten hareketle, Türkçe ’nin ses yapısına yerinde ve basit öğrenilir olan Lâtin alfabesini kabul ederek, yazı inkılâbını dil inkılâbının en kayda değer safhalarından biri olarak uygulamaya koymuştur
Yazı inkılâbından sonra asil manâlı olan dil inkılâbının bilime uygun şekilde uygulamaya konmasıdır Atatürk bu düşünceyle, 12 Temmuz 1932'de Türk Dili Muayene Cemiyeti (Türk Dil Kurumu)'ni kurdurmuş, hatta tüzük taslağını kişisel olarak kendisi hazırlamıştır
Bundan sonradan yoğun bir faaliyet başlamıştır 26 Eylül6 Ekim 1932'de I Türk Dil Kurultayı toplanmıştır Kurultayda belirlenen belli başlı program doğrultusunda, dil seferberliği başlatmış ve taramayla elde edilen dil malzemesi Osmanlıca ’dan Türkçe ’ye Laf Karşılıkları Tarama Dergisiadıyla yayınlanmıştır
Bu uygulamalar yapılırken, diğer taraftan Tanzimat'tan beri süregelen değişik akımların yandaşları, dilde sadeleşme konusunda her yerde aleyhinde karşıya geldiler Bu yıllarda inkılâp heyecanı ile tasfiyecilerin ağır bastığı görüldü Onlara tarafından, Türkçe hiçbir dilden kelimeye ihtiyaç duymayacak dek zengindi, yabancı kelimeler atılarak yerlerine halk ağzından ve yazılı kaynaklardan, Türkiye dışındaki Türk lehçelerinden derlenecek kelimeler konulmalı idi
Atatürk bu cazip görüsü denemeye karar verdi Onun bu tatbik döneminde yaptığı su konuşma tarihî bir doküman gibidir: Avrupa ’nın iki bitim ucunda yerlerini berkiten uluslarımız, ataç özlüklerinin tüm ıssıları olarak baysak, önürme, intibak kıldacıları olmuş bulunuyorlar; onlar bugün en güzel utkuyu kazanmaya anıklanıyorlar: Baysal utkusu
Bu konuşmada olduğu gibi, çoğunluğu arkaik Türkçe olan yeni kelimeler kabul görmemişti Ayrıca,yeni kelimelerin kullanılmasında da bir birlik sağlanamamıştı Örnek olarak, kalem kelimesi yerine öbür yazarlar çizgiç, kamis, kavri, sizgiç, yagus, yazgaç, yuvus gibi kelimeler kullanmaktaydı Bu sebeple, dil seferberliği kısa sürede çıkmaza girdi
Atatürk bunun üstüne, Türkçecin hiç bir tanıdık olmayan kelimeye ihtiyacı olmadığını söyleyenlerin iddiasını tecrübe ettik Dili bir çıkmaza sokmuşuzdur Maksatlarımızı anlatamaz olmuşuzdur Bırakırlar mı dili çıkmazda? Hayır! Biz daha önce kurtarmaya bakalımdiyerek bu denemeden vazgeçti Atatürk'ün 1936'dan sonraki konuşmalarında, yukarıdakine aynı arkaik Türkçe kelimelerin yer almaması bunun bir göstergesidir
19341936 yılları arasında, tasfiyeci görüsün ağır bastığı tarama ve derlemeler ayıklandı 19361937 yıllarında GüneşDil Teorisi yolunda uygulamalarla önceki dönemdeki aşırılıklar giderilmeye çalışıldı Bu kuram ile Türk milletine bir güven ve millî bilinç devretmek, kültür ve medeniyetin Türkler kadar dünyaya yayıldığı, bütün dillerin Türkçe ’den çıktığı belirtilerek dili daha ilimli bir çizgiye oturtmak amacı güdülmüştür
Atatürk'ün bu dönemde yaptığı en önemli uygulamalardan birisi de, adini kişisel olarak kendisinin koyduğu Dil ve TarihCoğrafya Fakültesini 1936'da kurdurmuş olmasıdır
neticede, Meşrutiyet dönemindeki dil akımlarının etkisi ile sağlam bir dil bilinci kazanmış olan Atatürk'ün, Cumhuriyet döneminde yazı ve dil inkılâbı ile Türk dilini halka mal ettiğini, kurdurduğu Türk Dili Tetkik Cemiyeti ve Dil ve TarihCoğrafya Fakülteleri yoluyla ilmî yöntemlerle araştırma ve geliştirme yolunda tarihî uygulamalarla günümüze ışık tuttuğu anlaşılmaktadır
Türk bilim adamlara bugün de, bazı yazılmış ve görüntülü basının umursamazlığına karşın, Türk dilinin yabancı dillerin boyunduruğu altına girmemesi için ayni şekilde çalışmalarını sürdürmektedirler *