bağdaki sofra! Dedem tapulamış önceden bir dağ, Ağaç dikip onu eylemiş bir tahvil Sonra kaplumbağa kabuğu dikmiş çeşitli yemiş, Çoluk çocuğuyla yiyip eğlenmiş O tahvil bizim idi dedem sağ iken, Ağaç dikilmişti demin dağ iken Bağın durumunu ben açıklama edem, Ne günler geçirdi rahmetli dedem Ahirete göçtü dedem, geçti çağ, Satıldı gitti, elden ele o senet O gün o tahvil neşe ile dolmuştu, Benzeri ora Cennet bağı olmuştu Yeni açmış bağda, kırmızı güller, Şakıyıp öterdi nice bülbüller Öğleye yakındı saate baktım, Senet damına gidip bir alev yaktım Yemek yedirmenin çoktur sevabı, Çevirip pişirdim kuzu kebabı Sofraya döşedim dağıtılmış nimet, Şükür nasip oldu böyle bir hizmet Dedim: “Haydi gelin hazır yemekler, Gereksiz Yere gitmesin bunca emekler Şimdi gelecek üstadım Muhammed, Onunla bulunmak ne büyük nimet Çocuklar son verdiler oynamaya, Sevinerek oturdular sofraya Üstadım gelmedi herkes toplandı, Anında yüreğime hançer saplandı Düşündüm, sofraya neden gelmiyor, Baktım gül çehresi asla gülmüyor Herkesin içinde bilerek bağırdım, Üstadımı ismi ile çağırdım Gezip oynamaya doymadı mı fakat? Sofra hazır dedim duymadı mı ki? Davete gelmedi acep ne vardı? Zarar Görmüş gönlümü üzüntü sardı Dedim: “Hele bir yanına gideyim, Niçin gelmiyor onu öğreneyim Kalktım derhal onun yanında gittim, “Üstadım niçin, gelmiyorsun dedim Neden salarsın bizi intizâra, Yoksa gücendin mi bu günahkâra? Biliyorsun o kadar kusurlu insanım, Özür diliyorum, affet sultanım İstersen sofraya gelmeyeyim ben, Çocuklarımla beraber yersin sen Niçin ses çıkarmama ettin, sesini kestin, Yemeğe mi, yahut bana mı küstün? Bu hâle gönlümüz rahat değildir, Sofraya teşrif et bizi sevindir! Neyin varsa sonradan söylersin bana, Hepsini yapayım yemekten sonra Yeter ancak gel razıyım her eleme, Sırrımızı ifşâ etme âleme! “Hocasının sözü geçmiyor derler, Beni üstat sanıp alay ederler “Öğrencisini çok şımartmış derler, Zavallı hâlime bakıp gülerler Yalnız senin içindi bu seyahat, Bilmem oysa acep yaptım ne kabahat Kusurum ne ise edeyim tevbe? Bu fakire olan himmeti kesme! Ayağına sürem yüzüm gözümü, Ne olur reddetme, benim sözümü! Sorarlarsa onlara ne diyeyim? Akla Yatkın bir cevabı nasıl vereyim? Dedi: “Başı ağrıyormuş dersiniz! Ne var, yemeği bensiz de yersiniz! Dedim: İki gözüm, bu nasıl sözdür? Sen olmayınca bu yoksul öksüzdür Sensiz lokma büyür kalır ağzımda, Hep düğümlenip kalır boğazımda Tüm yalvarmalar, gitti boşuna, Biçare döndüm ben sofra başına Üstadım bakmadı hiç gözyaşıma, Soğuk su katıldı pişmiş aşıma