adanali
FD Üye
- Katılım
- Eki 20, 2019
- Mesajlar
- 2,792
- Etkileşim
- 0
- Puan
- 36
- Yaş
- 36
- Konum
- Adana
- Web sitesi
- bilgilihocam.com
- F-D Coin
- 69
Bankada Çalışanın Geliri Haram mıdır ?
Bankada çalışan kişinin geliri haram mıdır. Kazancından çocukları istifade edebilir mi?
İlk günlerinden bu yana İslamın mücadele ettiği,kökünü kazımaya çalıştığı kötü alışkanlıklardan ve musibetlerden ikisi içki ve fuhuş ise, öbürü de hiç şüphesiz faizdir. Bunlar Cahiliye Arapları ile bütünleşmiş, hayatlarından birer parça olmuş, kan ve damarlarına işlemişti. İslamiyet kısa zamanda bunu ortadan kaldırdı.Nitekim asırlar boyunca İslam ülke ve cemiyetlerinde faizin esamesi okunmazdı. Ne zaman ki cahiliye inanç ve adetleri yeniden hortlamaya yüz tuttu; beraberinde de bütün unsurlarını toplayıp geldi. İçki, fuhuş, kumar, müstehcenlik ve faiz bu belalardan bazılarıdır.
Mesela herşey Avrupa'dan ithal edilirken, iktisadi hayat da büyük ölçüde faiz sistemine göre ayarlandı. Böylece, nihayet bugün her köşe başında pıtırak gibi faiz kuruluşları bitmeye başladı. Orada çalışanlar da yurt dışından getirilemeyeceğine göre, ülkemiz insanının çalıştırılması gerekti. Sonunda müdüründen memuruna, işçisinden temizlikçisine kadar bütün kadrolar dolduruldu.
Faizle iş yapan teşekküllerde çalışanların durumunu iki şekilde mütalaa etmek mümkündür. Birincisi, o müessesenin faizle iş yaptığını, çalışmanın mes'uliyet getireceğini bildiği halde imkanlarının cazibesine kapılarak girenler; ikincisi ise, vaktiyle girmiş, fakat o zamanlar haramlık ve helallik cihetine pek dikkat etmemiş, hatta bunun bir mahzur teşkil edeceğini bile düşünmemiş olanlar.
Şu husus bilinen bir gerçektir: İslamiyet faizi tamamıyla yasaklamış, onunla hep mücadele etmiş, faize gidecek yolları kapatacak çeşitli yardımlaşma müesseseleri kurmuş; cemiyetin rahat ve huzurunu faiz belasının kaldırılmasında görmüştür. Böyle olduğu halde, yüce dinimiz en küçük tasarruflarına varıncaya kadar bütün ticari ve sınai muamelelere faizi bulaştırmaya çalışan, her fırsatta milleti faize teşvik eden, insanlardaki yardımlaşma duygusunu sarsan, borç alıp verme gibi iş dünyasını rahatlatan bir adeti kaldıran faize dayalı müesseseleri tasvip eder mi? Etmeyeceği şüphe götürmez bir gerçektir.
Bediüzzaman'ın ifadesiyle «Ribanın (faizin) kap ve kapıları olan bankaların nef'i (faydası) beşerin fenası olan gavurlara ve onların en zalimlerine ve bunların en sefihlerinedir, alem-i İslama zarar-ı mutlaktır.» (Mektubat, s. 450)
Faizle ve faizli işlemlerle meşgul olmak hem ayetlerde, hem de hadislerde yasaklanmış, haram kılınmıştır. Ayetin meali şöyledir:
«Faiz yiyenler kendilerini şeytan çarpmış birer mecnundan başka bir halde kabirlerinden kalkmazlar. Böyle olması da onların, 'Alım satım da ancak faiz gibidir' demelerindendir. Halbuki Allah alışverişi helal, faizi haram kılmıştır.» ( Bakara, 2/275)
Faiz kanalıyla harama bulaşan kimseler hadis-i şerifte şöyle tasnif edilmektedir:
«Faizi yiyen, yediren, şahitlik ve katipliğini yapan, Allah'ın rahmetinden uzak kalmıştır.» (Müslim, Müsakat, 105)
Ayet-i kerimede mutlak olarak sadece faiz yiyenler zikredilirken, hadis-i şerifte yiyen, yediren, şahitlik ve katipliğini yapan peş peşe sıralanmış ve «Allah'ın rahmetinden uzak olma» cihetinde birlikte ve toptan ifade edilmiştir.
Durum böyle iken, faiz kuruluşlarında çalışanlar her ne kadar doğrudan faiz yemiyor ve yedirmiyorlarsa da; muamelesini görmekte, hesap ve yazışmalarını yapmakta, idari işlerini yürütmektedirler. Gerek memur olsun, gerekse müdür olsun; hadiste geçen «katip» mefhumunun içine girmiş olmaktadır.
İşte bu hususları bilen bir insanın bilerek bu nevi müesseselere girmesi, tavsiye edilecek bir şey değildir. «Başka bir iş bulamadım», «Zaruret icabı girmem gerekiyor» gibi bahaneleri, kişiyi haklı çıkaracak, üzerindeki mes'uliyeti giderecek gerekçeler olarak görmek mümkün değildir. çünkü helal ve meşru daire insanın ihtiyacına kafi gelecek kadar geniştir. Belki meşru dairede bulduğu ve çalıştığı işin ücreti diğerine nisbetle bir miktar az olabilir, ama hiç olmazsa şaibeli bir para olmaz. üstelik böyle faiz esasına dayalı bir kuruluşta çalışmayı bir zaruret olarak kabul etmek de oldukça güçtür.
«Diğer memurluklarda ve kamu iktisadi teşekküllerinde çalışmakla bir faiz müessesinde çalışmak arasında ne fark var? çünkü, memura verilen maaşa da büyük ölçüde faiz karışmaktadır" gibi sözlere gelince: Evvela, memurların hepsi veya resmi olan diğer işyerlerinde çalışanların tamamı faizli muamelenin muhasebesini yapıyor değildir. Yani, memur veya işçi bizzat faizle uğraşmamaktadır. Halbuki faize dayalı işyerlerinde çalışanların bütün mesaisini faiz hesaplan, akitleri ve muamemeleri almaktadır.
Diğer taraftan, devletin geliri sadece faiz yoluyla birikmemektedir. Büyük ekseriyeti halktan alman vergiler ve benzeri yollardan sağlanmaktadır. Memur da maaşını alırken oradan gelen paraları niyet ederek kabul eder. Hatta kazancını kumar, içki alışverişi ve benzeri helal olmayan bir yoldan temin eden bir insanın, mesela inşaat gibi meşru sayılan bir işinde çalışıldığı zaman, işçinin almış olduğu ücret meşru ve helaldir. Yine alacaklı bir Müslümanın, borçlu bir gayrimüslimin şaraptan elde ettiği paradan borcunu alması caizdir. (Dürer, 1/318) Her ne kadar bu paranın aslı dinen haram sayılan bir yoldan elde edilmişse de, alacaklı için durum farklıdır. çünkü o, borçludan hakkını almaktadır. Bu paranın haram yoldan kazanılmasında alacaklının bir mes'uliyeti yoktur. Mes'uliyetin tamamı borçlu olana aittir. Memurun da durumu bundan farklı olmasa gerektir. çünkü memur meşru olan bir iş yapmakta, yaptığı işten dolayı bir miktar hak elde etmektedir. Bunu da devlet karşılamaktadır. Bunun için faizli iş yerlerinde çalışan kimseler kendilerini devlet memuru ile kıyaslayamazlar.
Faiz esasına dayalı iş yapan müesseselere girip de meselenin haramlık - helallik cihetini daha sonraki zamanlarda araştırma yoluna girmiş olanlar, geçimlerini temin edecekleri başka bir iş buldukları takdirde, orada kalmaları ve devam etmeleri tavsiye edilmez. Helal dairede bir iş bulma gayret ve azmi içinde bulunmaları gerekir.
Bu arada, manevi ve İslami hizmetlerini, vazifelerini daha iyi yaparak sevap cihetini takviye etmeye çalışmalıdır. çünkü iyi ameller kötülük ve günahları giderir, temizler.
Şunu da belirtmek gerekir ki, haramla meşgul olan iş yerlerinin ayrıca helal sayılan iş sahaları da varsa ve meşru işler de işletip ondan kazanıyorlarsa bütün gelirlerinin haram olduğuna hükmedilemediği için durum biraz daha hafifleşir. Veyahut bu iş yerlerinin yol yapmak, su getirmek, elektrik ihaleleri yapıp faydalı iş sahalarında çalışmak da bizzat haramda çalışmak sayılmaz.
Anne babanın haram kazancından dolayı çocuklar sorumlu olmazlar. Bunun için tevbe etmek, bundan sonra haram kazanca girmemek ve bol bol hayırda bulunmak gerekir.
BABANIN HARAM KAZANCINDAN HANIMI VE çOCUKLARI YİYEBİLİR Mİ?
Annenin ve çocukların geçimi, nafakası babanın üzerinedir. Bu, onun tabii bir vazifesi olduğu gibi, aynı zamanda dini bir yükümlülük olarak Cenab-ı Hak tarafından omuzuna yüklenmiştir. Bakara Suresinin 233. ayet-i kerimesinde şöyle buyurulur:
“Annelerin yiyecek ve giyeceği, gücünün yettiği ölçüde çocuğun babasına aittir.”
Müfessir İmam-ı Kurtubi, zayıflığından ve güçsüzlüğünden dolayı çocuğun nafakasının babanın üzerine bir vecibe olduğuna bu ayeti delil olarak gösterir. (Tefsirü'l-Kurtubi, 1/163)
Yani, çocuk kendi geçimini temin edecek yaşa gelinceye kadar babanın onun ihtiyaçlarını karşılaması gerekir. Baba olarak bu iş onun zaten fıtri bir vazifesidir.
Bazı ayet ve hadis-i şeriflerde babanın bu vazifeyi yaparken meşru ve helal dairede kalması emredilmektedir. Yani aile reisi olan veli, başta kendisi olmak üzere hanımının, çocuklarının ve nafakaları üzerine olan —babası ve annesi gibi— kimselerin nafakalarını helal yoldan kazandığı para ile karşılamak durumundadır.
Helal kazançla yetinmeyip, geçim derdini bahane ederek, iman zayıflığından dolayı harama teşebbüs eden, hatta daha da umursamaz bir tavra girerek, kazancının tamamını haram yoldan karşılayan kimse, başta kendisi olmak üzere, aynı kazançtan yedirdiği aile fertlerinin bütün mes'uliyet ve günahını üzerine almış olur.
çünkü bakmakla mükellef olduğu fertlerin bu meselede bir mes'uliyet ve suçu yoktur. Dolayısıyla, onlar mecbur kaldıkları için haram kazançtan yemektedirler. Bu sebepten, günaha girmiş olmazlar.
İbni Abidin merhum bu hususta şöyle bir kayda yer verir:
“Kocasının, aslen meşru olmayan bir yoldan temin ederek geçirmiş olduğu bir yiyeceği yemesinde, bir elbiseyi giymesinde hanım için bir günah yoktur. Günah, kocanın kendisinedir. Yalnız, kocası tarafından kendisine verilen nafaka bizzat gasedilmiş birşey ise, kadının ondan yemesi caiz olmaz.” (Reddü'l-Muhtar, 5/247)
çocukların durumu da bundan farklı değildir. çünkü hanımın nafakası nasıl kocasının üzerine ise, çocukların geçimi de babaya aittir. çocuklar da babalarının kendilerine haramdan getirmiş olduğu nafakadan faydalanmak mecburiyetinde kaldıkları için, o haramdan doğacak günah babalarına aittir, kendilerine ait değildir.
Ne zaman ki çocukların eli iş tutar, kendi ihtiyaçlarını kendileri temin edecek seviyeye gelir, helal yoldan para kazanma durumuna ulaşırlarsa, artık kendi kazançlarını yemeleri gerekir.
Bankada çalışan kişinin geliri haram mıdır. Kazancından çocukları istifade edebilir mi?
İlk günlerinden bu yana İslamın mücadele ettiği,kökünü kazımaya çalıştığı kötü alışkanlıklardan ve musibetlerden ikisi içki ve fuhuş ise, öbürü de hiç şüphesiz faizdir. Bunlar Cahiliye Arapları ile bütünleşmiş, hayatlarından birer parça olmuş, kan ve damarlarına işlemişti. İslamiyet kısa zamanda bunu ortadan kaldırdı.Nitekim asırlar boyunca İslam ülke ve cemiyetlerinde faizin esamesi okunmazdı. Ne zaman ki cahiliye inanç ve adetleri yeniden hortlamaya yüz tuttu; beraberinde de bütün unsurlarını toplayıp geldi. İçki, fuhuş, kumar, müstehcenlik ve faiz bu belalardan bazılarıdır.
Mesela herşey Avrupa'dan ithal edilirken, iktisadi hayat da büyük ölçüde faiz sistemine göre ayarlandı. Böylece, nihayet bugün her köşe başında pıtırak gibi faiz kuruluşları bitmeye başladı. Orada çalışanlar da yurt dışından getirilemeyeceğine göre, ülkemiz insanının çalıştırılması gerekti. Sonunda müdüründen memuruna, işçisinden temizlikçisine kadar bütün kadrolar dolduruldu.
Faizle iş yapan teşekküllerde çalışanların durumunu iki şekilde mütalaa etmek mümkündür. Birincisi, o müessesenin faizle iş yaptığını, çalışmanın mes'uliyet getireceğini bildiği halde imkanlarının cazibesine kapılarak girenler; ikincisi ise, vaktiyle girmiş, fakat o zamanlar haramlık ve helallik cihetine pek dikkat etmemiş, hatta bunun bir mahzur teşkil edeceğini bile düşünmemiş olanlar.
Şu husus bilinen bir gerçektir: İslamiyet faizi tamamıyla yasaklamış, onunla hep mücadele etmiş, faize gidecek yolları kapatacak çeşitli yardımlaşma müesseseleri kurmuş; cemiyetin rahat ve huzurunu faiz belasının kaldırılmasında görmüştür. Böyle olduğu halde, yüce dinimiz en küçük tasarruflarına varıncaya kadar bütün ticari ve sınai muamelelere faizi bulaştırmaya çalışan, her fırsatta milleti faize teşvik eden, insanlardaki yardımlaşma duygusunu sarsan, borç alıp verme gibi iş dünyasını rahatlatan bir adeti kaldıran faize dayalı müesseseleri tasvip eder mi? Etmeyeceği şüphe götürmez bir gerçektir.
Bediüzzaman'ın ifadesiyle «Ribanın (faizin) kap ve kapıları olan bankaların nef'i (faydası) beşerin fenası olan gavurlara ve onların en zalimlerine ve bunların en sefihlerinedir, alem-i İslama zarar-ı mutlaktır.» (Mektubat, s. 450)
Faizle ve faizli işlemlerle meşgul olmak hem ayetlerde, hem de hadislerde yasaklanmış, haram kılınmıştır. Ayetin meali şöyledir:
«Faiz yiyenler kendilerini şeytan çarpmış birer mecnundan başka bir halde kabirlerinden kalkmazlar. Böyle olması da onların, 'Alım satım da ancak faiz gibidir' demelerindendir. Halbuki Allah alışverişi helal, faizi haram kılmıştır.» ( Bakara, 2/275)
Faiz kanalıyla harama bulaşan kimseler hadis-i şerifte şöyle tasnif edilmektedir:
«Faizi yiyen, yediren, şahitlik ve katipliğini yapan, Allah'ın rahmetinden uzak kalmıştır.» (Müslim, Müsakat, 105)
Ayet-i kerimede mutlak olarak sadece faiz yiyenler zikredilirken, hadis-i şerifte yiyen, yediren, şahitlik ve katipliğini yapan peş peşe sıralanmış ve «Allah'ın rahmetinden uzak olma» cihetinde birlikte ve toptan ifade edilmiştir.
Durum böyle iken, faiz kuruluşlarında çalışanlar her ne kadar doğrudan faiz yemiyor ve yedirmiyorlarsa da; muamelesini görmekte, hesap ve yazışmalarını yapmakta, idari işlerini yürütmektedirler. Gerek memur olsun, gerekse müdür olsun; hadiste geçen «katip» mefhumunun içine girmiş olmaktadır.
İşte bu hususları bilen bir insanın bilerek bu nevi müesseselere girmesi, tavsiye edilecek bir şey değildir. «Başka bir iş bulamadım», «Zaruret icabı girmem gerekiyor» gibi bahaneleri, kişiyi haklı çıkaracak, üzerindeki mes'uliyeti giderecek gerekçeler olarak görmek mümkün değildir. çünkü helal ve meşru daire insanın ihtiyacına kafi gelecek kadar geniştir. Belki meşru dairede bulduğu ve çalıştığı işin ücreti diğerine nisbetle bir miktar az olabilir, ama hiç olmazsa şaibeli bir para olmaz. üstelik böyle faiz esasına dayalı bir kuruluşta çalışmayı bir zaruret olarak kabul etmek de oldukça güçtür.
«Diğer memurluklarda ve kamu iktisadi teşekküllerinde çalışmakla bir faiz müessesinde çalışmak arasında ne fark var? çünkü, memura verilen maaşa da büyük ölçüde faiz karışmaktadır" gibi sözlere gelince: Evvela, memurların hepsi veya resmi olan diğer işyerlerinde çalışanların tamamı faizli muamelenin muhasebesini yapıyor değildir. Yani, memur veya işçi bizzat faizle uğraşmamaktadır. Halbuki faize dayalı işyerlerinde çalışanların bütün mesaisini faiz hesaplan, akitleri ve muamemeleri almaktadır.
Diğer taraftan, devletin geliri sadece faiz yoluyla birikmemektedir. Büyük ekseriyeti halktan alman vergiler ve benzeri yollardan sağlanmaktadır. Memur da maaşını alırken oradan gelen paraları niyet ederek kabul eder. Hatta kazancını kumar, içki alışverişi ve benzeri helal olmayan bir yoldan temin eden bir insanın, mesela inşaat gibi meşru sayılan bir işinde çalışıldığı zaman, işçinin almış olduğu ücret meşru ve helaldir. Yine alacaklı bir Müslümanın, borçlu bir gayrimüslimin şaraptan elde ettiği paradan borcunu alması caizdir. (Dürer, 1/318) Her ne kadar bu paranın aslı dinen haram sayılan bir yoldan elde edilmişse de, alacaklı için durum farklıdır. çünkü o, borçludan hakkını almaktadır. Bu paranın haram yoldan kazanılmasında alacaklının bir mes'uliyeti yoktur. Mes'uliyetin tamamı borçlu olana aittir. Memurun da durumu bundan farklı olmasa gerektir. çünkü memur meşru olan bir iş yapmakta, yaptığı işten dolayı bir miktar hak elde etmektedir. Bunu da devlet karşılamaktadır. Bunun için faizli iş yerlerinde çalışan kimseler kendilerini devlet memuru ile kıyaslayamazlar.
Faiz esasına dayalı iş yapan müesseselere girip de meselenin haramlık - helallik cihetini daha sonraki zamanlarda araştırma yoluna girmiş olanlar, geçimlerini temin edecekleri başka bir iş buldukları takdirde, orada kalmaları ve devam etmeleri tavsiye edilmez. Helal dairede bir iş bulma gayret ve azmi içinde bulunmaları gerekir.
Bu arada, manevi ve İslami hizmetlerini, vazifelerini daha iyi yaparak sevap cihetini takviye etmeye çalışmalıdır. çünkü iyi ameller kötülük ve günahları giderir, temizler.
Şunu da belirtmek gerekir ki, haramla meşgul olan iş yerlerinin ayrıca helal sayılan iş sahaları da varsa ve meşru işler de işletip ondan kazanıyorlarsa bütün gelirlerinin haram olduğuna hükmedilemediği için durum biraz daha hafifleşir. Veyahut bu iş yerlerinin yol yapmak, su getirmek, elektrik ihaleleri yapıp faydalı iş sahalarında çalışmak da bizzat haramda çalışmak sayılmaz.
Anne babanın haram kazancından dolayı çocuklar sorumlu olmazlar. Bunun için tevbe etmek, bundan sonra haram kazanca girmemek ve bol bol hayırda bulunmak gerekir.
BABANIN HARAM KAZANCINDAN HANIMI VE çOCUKLARI YİYEBİLİR Mİ?
Annenin ve çocukların geçimi, nafakası babanın üzerinedir. Bu, onun tabii bir vazifesi olduğu gibi, aynı zamanda dini bir yükümlülük olarak Cenab-ı Hak tarafından omuzuna yüklenmiştir. Bakara Suresinin 233. ayet-i kerimesinde şöyle buyurulur:
“Annelerin yiyecek ve giyeceği, gücünün yettiği ölçüde çocuğun babasına aittir.”
Müfessir İmam-ı Kurtubi, zayıflığından ve güçsüzlüğünden dolayı çocuğun nafakasının babanın üzerine bir vecibe olduğuna bu ayeti delil olarak gösterir. (Tefsirü'l-Kurtubi, 1/163)
Yani, çocuk kendi geçimini temin edecek yaşa gelinceye kadar babanın onun ihtiyaçlarını karşılaması gerekir. Baba olarak bu iş onun zaten fıtri bir vazifesidir.
Bazı ayet ve hadis-i şeriflerde babanın bu vazifeyi yaparken meşru ve helal dairede kalması emredilmektedir. Yani aile reisi olan veli, başta kendisi olmak üzere hanımının, çocuklarının ve nafakaları üzerine olan —babası ve annesi gibi— kimselerin nafakalarını helal yoldan kazandığı para ile karşılamak durumundadır.
Helal kazançla yetinmeyip, geçim derdini bahane ederek, iman zayıflığından dolayı harama teşebbüs eden, hatta daha da umursamaz bir tavra girerek, kazancının tamamını haram yoldan karşılayan kimse, başta kendisi olmak üzere, aynı kazançtan yedirdiği aile fertlerinin bütün mes'uliyet ve günahını üzerine almış olur.
çünkü bakmakla mükellef olduğu fertlerin bu meselede bir mes'uliyet ve suçu yoktur. Dolayısıyla, onlar mecbur kaldıkları için haram kazançtan yemektedirler. Bu sebepten, günaha girmiş olmazlar.
İbni Abidin merhum bu hususta şöyle bir kayda yer verir:
“Kocasının, aslen meşru olmayan bir yoldan temin ederek geçirmiş olduğu bir yiyeceği yemesinde, bir elbiseyi giymesinde hanım için bir günah yoktur. Günah, kocanın kendisinedir. Yalnız, kocası tarafından kendisine verilen nafaka bizzat gasedilmiş birşey ise, kadının ondan yemesi caiz olmaz.” (Reddü'l-Muhtar, 5/247)
çocukların durumu da bundan farklı değildir. çünkü hanımın nafakası nasıl kocasının üzerine ise, çocukların geçimi de babaya aittir. çocuklar da babalarının kendilerine haramdan getirmiş olduğu nafakadan faydalanmak mecburiyetinde kaldıkları için, o haramdan doğacak günah babalarına aittir, kendilerine ait değildir.
Ne zaman ki çocukların eli iş tutar, kendi ihtiyaçlarını kendileri temin edecek seviyeye gelir, helal yoldan para kazanma durumuna ulaşırlarsa, artık kendi kazançlarını yemeleri gerekir.