iltasyazilim
FD Üye
Hak Dostlarından Hikmetler
Bâyezîdi Bistâmî Hazretleri 777 – 848 buyurur:
“Ne mutlu o kimseye ki, bir tek endişesi vardır (yani dâimâ bir ve tek olan Allâh’ı zikir hâlindedir) Kalbini; gözünün gördüğü, kulağının duyduğu mâlâyânî şeylerle meşgul etmez Kim mârifetullah sırrına ererse, kendisini Allah’tan alıkoyan her şeyden yüz çevirir1
Âyeti kerîmede buyrulur:
“Onlar, (o mü?minler) ki, boş ve faydasız şeylerden yüz çevirirler (elMü?minûn, 3)
Hadîsi şerîfte de:
“Lüzumsuz şeyleri terk etmesi, kişinin iyi bir müslüman oluşundandır buyrulmuştur (Tirmizî, Zühd, 11; İbni Mâce, Fiten, 12)
Gönlü mâsivâullah?tan, yani Allah?tan uzaklaştıran her şeyden temizleyip dâimâ Hakk?a yönelmek, mârifetullâha eren mü?minlerin şiârıdır Dünyaya geliş sebebimiz de, Hakk?a kulluk ve mârifetullah, yani Cenâbı Hakk?ı kalben tanıyabilmektir Buna muvaffak olan bir mü?minin kalbi, Cenâbı Hakk?ın azamet, kudret ve sonsuz nîmetlerinin tefekkürü içinde dâimâ; zikir, fikir ve şükür hâlinde bulunur
Mânevî terbiyenin en mühim gâyelerinden biri de “el kârda gönül Yâr?da düstûrunu kazandırmaktır Bu düstur ise, sadece ibadetler esnâsında değil, dünya ile meşgûliyette bile gönlü Hakk?a verebilmek ve hayatın hiçbir safhasında O?ndan gâfil kalmamaktır Böylece dâimî bir zikir hâline kavuşabilmektir
Bu hâl, gönlü dâimâ rızâyı ilâhî istikâmetinde tutan ve günahlara meyletmekten koruyan, mânevî bir uyanıklık, firâset ve basîret nûruna vesîledir Zira âyeti kerîmede buyrulur:
“Allâh?ı unutan ve bu yüzden Allâh?ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın Onlar yoldan çıkan kimselerdir (elHaşr, 19)
Nitekim günahlar da, Allah?tan gâfil kalındığı zaman işlenir Hiç kimse besmele çekerek bir kardeşine çelme takamaz Kalbi “Allah diyen biri; kalplere diken batıramaz; bile bile kul hakkına giremez; haramlara dalamaz
Bâyezîdi Bistâmî Hazretleri de, bu istikâmet hâlini, nice kerâmetten üstün görmüştür Nitekim kendisine bir gün:
“?Efendim, siz su üstünde yürüyormuşsunuz! dediler Hazret ise:
“–Bir çöp de su üstünde yüzer cevâbını verdi
“–Havada uçuyormuşsunuz! dediler
“–Kuş da havada uçar buyurdu
“–Bir gecede Kâbe’ye gidiyormuşsunuz! dediler
“–Bir cin veya şeytan da bir gecede Hindistan’dan Demâvend’e gidiyor buyurdu
“–Peki o hâlde gönül erlerinin işi nedir? diye suâl edilince:
“–Allah Teâlâ’dan başkasına gönül bağlamamak!2 karşılığını verdi
Bâyezîdi Bistâmî Hazretleri buyurur:
“Çok zikir; adedi fazla olan değil, gafletten sakınarak ve huzûr ile yapılan zikirdir3
Zikrin feyz ve rûhâniyetinden lâyıkıyla istifâde edebilmek için, kalben ve zihnen de zikre iştirâk etmemiz îcâb eder Zira, tıpkı namaz gibi, zikrin de kalp ve beden âhengiyle îfâsı zarûrîdir Yani dil zikrederken, kalp de, zikrin mânâsının tefekküründe derinleşmelidir
Kendimizi dâimâ Cenâbı Hakk?ın huzûrunda bilerek, O?nun bizi her an ve mekânda gördüğü, hattâ bize şah damarımızdan bile daha yakın olduğu şuur ve idrâki içinde Hakk?a yönelmeliyiz İşte bu keyfiyette bir yöneliş ile kalpte “huzûr hâli gerçekleşir Ârif zâtların “huzûr tâbiriyle kastettikleri de; “ten plânında bir rahatlık değil, Allah ile beraberlik şuurunun kalpte sâbitlenmesiyle hâsıl olan “dâimî zikir hâlidir
Kendini her an huzûri ilâhîde bilmenin gönle kazandıracağı mânevî zindelik, zikri en yüksek kıvamına ulaştırır Cenâbı Hak, zikrin kemâline eren gerçek zikir ehlini, âyeti kerîmede şöyle takdîm eder:
“Mü’minler ancak o kimselerdir ki; Allah anıldığı zaman kalpleri titrer… (elEnfâl, 2)
Demek ki zikirden murâd edilen; yalnızca dil ile tekrarlamaktan ibâret değildir Bilâkis, dilin telâffuz ettiği isme âit mânâların tefekkürüyle yüreklerin ürpermesi ve kalplerin zâkir hâle gelmesidir
Hazreti Mevlânâ, gönül feyzinden mahrum bir hâlde, sırf şekilde kalarak ibadet eden kimselere şöyle seslenir:
“Ey gâfil! Keşke secde ettiğin zaman, yüzünü samimiyetle Hakk’a çevirebilseydin de «Yücelerin yücesi olan Rabbim, her türlü noksan sıfattan münezzehtir» demenin mânâsını lâyıkıyla idrâk edebilseydin Yani sırf şekil secdesi değil, (seni mîrâca çıkaracak bir) gönül secdesi yapabilseydin!
İhlâs, takvâ, huşû gibi kalbî meziyetlerden mahrum, gâfilâne edâ edilen ibadetler; fânî ortaklar ve mânevî kirlerle doludur Bu sebeple ibadetleri hâlisâne îfâ etmek zarûrîdir Nitekim hadîsi şerîfte:
“Dîninde ihlâslı ol! Böyle yaparsan, az amel bile sana kâfi gelir buyrulmaktadır (Hâkim, Müstedrek, IV, 341)
Yani mâsivâ düşüncelerinden arınmış, hâlis bir kalple yapılan sâlih ameller, az bile olsa, Hak katında çok kıymetlidirler Bunun zıddına, huşû, huzur ve ihlâstan uzak, gâfil bir kalple îfâ edilen ameller ise kemmiyet bakımından ne kadar çok olursa olsun gerçek kıymetlerinden fire verirler
Nitekim Cenâbı Hak âyeti kerîmede:
“O ki, hanginizin daha güzel amel edeceğini sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır… (elMülk, 2) buyuruyor Dikkat edilirse Cenâbı Hak; “???????? ??????? değil “???????? ??????? buyuruyor Yani kimin “daha çok amel edeceğine değil, “daha güzel amel edeceğine ehemmiyet veriyor
Şu rivâyet, bu hususta ne güzel bir misaldir:
Bir gün İbni Mes’ûd radıyallâhu anh tâbiîn neslinden dostlarına dedi ki:
“–Sizler, Rasûlullâh’ın ashâbından daha çok (nâfile) oruç tutuyor, namaz kılıyor ve sâlih amellere gayret ediyorsunuz Fakat onlar, sizden daha hayırlıydı
“–Bu nasıl oluyor? diye sorulunca da:
“–Onlar, dünyaya karşı sizden çok daha zâhid, âhirete de sizden daha çok rağbetli idiler buyurdu (Hâkim, Müstedrek, 4135)
Demek ki amellerin kıymeti, sahip olunan gönül kıvamıyla doğrudan irtibatlıdır
Velhâsıl zikrin nûru, zikredenin hâli nisbetindedir Tasavvufî terbiyede de bir insanın mânevî derecesi, onun evrâd ve ezkârının belli zaman aralıklarıyla yükselmesine değil, hâlinin terfî etmesine bağlıdır Yani ibadetlerinin kalp ve beden âhengi içinde olması, ahlâkının ve bilhassa merhametinin tekâmül etmesi, insanî münâsebetlerinde ve muâmelâtında âdâbı muâşerete titizlik göstermesi gibi hususlara bağlıdır
Hak katında makbul olan zikir de; sözde değil, özde zikirdir Yani k?lden hâle ve amele intikâl eden zikirdir Kişinin şahsiyet ve karakterinde tesirleri görülen, sâlih amellerle te?yid edilen zikirdir
Şâyet zikir, kişiyi tefekkür derinliğine götürmüyor, gönlü huzûra kavuşturmuyorsa; ahlâkı tekâmül ettirmiyor, davranışlara nezâket ve zarâfet katmıyorsa; takvâ hassâsiyeti kazandırmıyor ve sâlih amellere rağbeti artırmıyorsa; bu hâl, zikrin âdâbına riâyetsizliğin bir göstergesidir
Bâyezîdi Bistâmî Hazretleri buyurur:
“Hakk?a eren, sırf hürmeti muhâfaza ettiği için ermiştir Yolda kalan da, sırf hürmeti terk ettiği için geri kalmıştır 4
Mânevî terbiye yolculuğunda âdâba riâyet, maksada ulaşmanın ilk şartıdır Cenâbı Hakk?ın rızâ ve muhabbetine vuslat da, O?nun emirlerini îfâ etmek kadar, bu emirleri “tâzîm liemrillâh düstûrunca, yüksek bir tâzîm ile, yani edep ve hürmetle yerine getirmeye bağlıdır
Allah için yapılan bütün ibadet ve hizmetleri, îman aşkıyla, muhabbetle, vecd ile îfâ etmek, son derece mühim bir kulluk edebidir Zira Cenâbı Hakk?ın bizim ibadet ve hizmetlerimize ihtiyacı yoktur
Nitekim bir kişi gelip:
“–Bana öyle bir şey öğret ki, kurtuluşuma vesîle olsun! dediğinde, Bâyezîdi Bistâmî Hazretleri ona şu nasihatte bulunmuştur:
“–Şu iki cümleyi aklında tut, ilim olarak bunu bilmen sana kâfîdir:
1– Hak Teâlâ sana şah damarından daha yakındır, her şeyi bilir ve görür
2– Allah Teâlâ’nın, senin ameline ihtiyacı yoktur (Aksine senin O’na muhtaç olduğunun idrâki içinde, şükür duygularıyla sâlih ameller işlemeye bak!)5
Velhâsıl Hak katında mühim olan; kulluk vazifelerimizin îfâsı kadar, onların îfâsı esnâsında sergileyeceğimiz kalbî durumumuzdur Yani samimiyet, gayret, iştiyak ve hürmetimizin hangi seviyede olduğudur
Enes bin Mâlik radıyallâhu anh;
“Amelde edep, onun kabûlüne işarettir buyurmuştur
Hak dostları da;
“İbadet, insanı Cennet?e götürür İbadette edep ve tâzîm ise kulu Allâh’a götürür, Hakk’a yaklaştırır demişlerdir
Nitekim bu hassâsiyetin bir tezâhürü sadedinde, Sâmi Efendi ve Mûsâ Efendi Hazretleri, namaza gösterdikleri tâzîm gereği, seccâdenin püsküllerinin dahî düzgün olmasına dikkat ederlerdi
Bâyezîdi Bistâmî Hazretleri buyurur:
“«Lâ ilâhe illâllah» sözü, Cennet’in anahtarıdır Fakat şu bir gerçektir ki, dişleri olmayan anahtar kapıyı açmaz Kelimei tevhîd anahtarının dişleri ise şunlardır:
1) Yalan, iftira, dedikodu, gıybet ve boş sözlerden arınmış bir dil
2) Hîle ve desîselerden, günahların kasvetinden temizlenmiş bir kalp
3) Haram ve şüpheli şeylerden korunmuş bir mide
4) (Gurur, kibir, gösteriş gibi) nefsânî arzulardan ve bid’atlerden uzak ameli sâlihler6
Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz buyurur:
“Kimin son sözü; «Lâ ilâhe illâllâh: Allah’tan başka ilâh yoktur» olursa, o kişi Cennet?e girer (Ebû Dâvûd, Cenâiz, 15163116; Ahmed, V, 247)
Fakat son sözümüzün kelimei tevhîd olmasını istiyorsak, hayatımızın her safhasını tevhîd muhtevâsında yaşamaya gayret etmemiz zarûrîdir Zira diğer bir hadîsi şerîfte de şöyle buyrulur:
“Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle diriltilirsiniz! (Münâvî, Feyzü’lKadîr, V, 663)
Hayatımızı kelimei tevhîd?in belirlediği istikâmet üzere yaşamak için de, aklımızı, kalbimizi, dilimizi, midemizi, velhâsıl bütün âzâlarımızı ve onlarla sergilediğimiz davranışlarımızı, tevhîd inancına göre, âdeta bir süzgeçten geçirmeliyiz Helâlharam, hakbâtıl, hayırşer, doğruyanlış, sevapgünah gibi hususlarda, tevhîdin rehberliği altında hayatımızı tanzim etmeliyiz
Unutmayalım ki tevhîd inancının aslâ ortaklığa tahammülü yoktur Tevhîd ehli bir müslüman, nasıl ki dış dünyadaki bâtıl ilâhları reddedip yalnız Cenâbı Hakk?ı Rab olarak bilirse; iç dünyasından da, tevhîdin mânâ ve rûhuyla tezat teşkil eden bütün hâl ve tavırları bertaraf etmelidir Hazreti İbrahim?in, puthânedeki putları kırması gibi, îmânın mekânı olan kalbini de gurur, kibir, riyâ, ucub, hevâ, heves gibi nefsânî putlardan temizlemelidir Zira âyeti kerîmede:
“(Ey Peygamber!)Hevâ ve hevesini (kötü duygularını ve nefsânî ihtiraslarını) kendisine ilâh edineni gördün mü? (elFurkân, 43)
Hadîsi şerîfte de:
“Allâh’a göre gök kubbe altında ibadet edilen sahte ilâhlar arasında, peşine düşülen hevâdan daha ağırı ve daha kötüsü yoktur buyrulmaktadır (Heysemî, I, 188)
Demek ki kelimei tevhîdin hakîkatinde derinleşerek, gerçek mânâda tevhîd ehli olabilmek için; kulu Rabbinden gâfil bırakan bütün hevâ ve hevesleri “Lâ ilâhe diyerek kalpten silip atmak gerekir Daha sonra da kalbin bu arıduru zemininde “İllâllâh hakîkatini sâbitleyip, gönül tahtını yalnızca Allâh’a tahsis etmek îcâb eder
Hazreti İbrahim aleyhisselâm bütün fânî muhabbetleri gönlünden bertaraf etti, kalbi Cenâbı Hakk?ın cemâlî tecellîlerinin mazharı oldu Böylece Cenâbı Hakk?ın dostluğuna kavuştu
Bu sebeple tasavvuftaki mânevî tekâmülün birinci basamağı “???????????? yani iç âlemi Allah?tan uzaklaştıran her şeyden, samimî tevbe, istiğfar ve nedâmet gözyaşlarıyla tahliye etmek;
İkinci basamağı “???????????? yani Cenâbı Hakk?ın rızâ ve muhabbetini celbedecek güzel ahlâk ve sâlih amellerle hâllenmek;
Üçüncü basamağı ise “???????????? yani mârifetullah ve muhabbetullah tecellîlerinden hisseler almaktır…
Bâyezîdi Bistâmî Hazretleri, Cenâbı Hakk?a bir münâcâtında şöyle der:
“İlâhî, benim Sana olan muhabbetime şaşmıyorum Zira ben hakir bir kulum Ben asıl, Sen’in beni kulun olarak sevmene şaşıyorum Çünkü Sen, Yüce bir Rab olduğun hâlde (ne kadar merhametlisin ki), zelil bir kulu seviyorsun!7
Kulun Cenâbı Hakk?ı sevmesi, O?na itaati, ibadeti, yalvarışı, O?nun uğrundaki fedakârlıkları, Cenâbı Hakk?a hiçbir şey kazandırmaz Zira O, Samed?dir, yani herkes ve her şey O?na muhtaç, fakat O her türlü ihtiyaçtan münezzeh ve müstağnîdir Dolayısıyla Cenâbı Hakk?a olan ibadet ve tâatlerimiz, O?na bir ikram değil, O?nun bize bir ikramıdır
Şeyh Sâdî?nin buyurduğu gibi:
“Seni hayır işlemeye muvaffak kıldığı için Allâh’a şükret Zira Hak Teâlâ seni lûtuf ve ihsânıyla boş bırakmadı
Pâdişâha hizmet eden, ona minnet yükleyemez Seni istihdâm ettiği için sen ona minnettâr ol
Dolayısıyla Cenâbı Hakk?a şükredebilmek ve O?na kullukta bulunabilmek, mü?min için en büyük nîmet, izzet, ve saâdettir
Kulluktaki aşk, şevk ve heyecan noksanlığı ise; büyük bir îman zaafı, maddîmânevî nîmetlere karşı nankörlük ve bir nifak alâmetidir Nitekim âyeti kerîmede münâfıklar ve gâfiller hakkında şöyle buyrulmaktadır:
“…Onlar namaza kalktıkları zaman üşenerek, tembel tembel, isteksizce kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar ve Allâh?ı da pek az hatırlarına getirirler (enNisâ, 142)
Bu itibarla mü?min, Allah için olan bütün ibadetlerini, infaklarını, hizmet ve fedakârlıklarını, en ufak bir iç sıkıntısı duymadan, bilâkis şevk ve heyecanla, seve seve, canına minnet bilerek îfâ etmelidir ki Rabbinin muhabbet ve rızâsına nâil olsun
Bize bir insan, çok kıymetli hediyeler getirse, fakat onları abus ve alık bir çehre ile, gönülsüz ve isteksiz olarak verecek olsa; onu kabul etmek içimizden gelmez Fakat cân u gönülden ve edeple takdim edilen en sade bir ikramı dahî, büyük bir huzurla kabul eder, verene muhabbet duyarız
Kulun Rabbine arz ettiği duâ, kulluk ve ibadetler de bunun gibidir Allah için yaptığımız amellerimizi ne kadar aşkla, şevkle, heyecanla îfâ edersek, onların indi ilâhîdeki kıymetleri de o derece yüksek olur
Diğer taraftan mü?min, kendisini yoktan var eden Rabbi için ne yapsa az olduğu şuuruyla, dâimâ, hiçlik, yokluk, acziyet ve tevâzû hâlinde olmalıdır Aslâ amellerine mağrur olmamalı; rahmet ve mağfiretini ümîd ederek Rabbine sığınmalıdır
Nitekim ilim ve irfanda “güneşler güneşi denilen Hak dostu Hâlidi Bağdâdî Hazretleri de, talebelerine yazdığı mektuplarda kendisi için hüsni hâtime duâsı talep etmiştir Kardeşine yazdığı bir mektubunda da hiçlik ve tevâzû hissiyâtını şöyle ifâde etmiştir:
“…Allâh’a yemin ederim ki, annemin beni doğurduğu günden beri tek bir hayırlı amel işlediğime inanmıyorum… Eğer kendi nefsini bütün hayırlı işlerde iflâs etmiş olarak görmüyorsan, bu, cehâletin en son noktasıdır Kendini iflâs etmiş olarak görünce de sakın Allâh’ın rahmetinden ümîdini kesme! Zira Allâh’ın fazl u ihsânı, kul için bütün insanların ve cinle*rin amelinden daha hayırlıdır…
Âyeti kerîmede:
“Rahmân?ın (rahmetinin tecellî ettiği o has) kulları, yeryüzünde tevâzû ile yürürler… (elFurkân, 63) buyrulmaktadır
Yani kâmil mü?minler, Hakk?ın kudret ve azameti karşısında hiçlik hissiyâtı içinde, acziyet ve kusurlarını müdrik hâlde yaşarlar Çünkü Hakk?ın nîmetlerinin şükür borcunu tam olarak ödeyebilmek imkânsızdır
Zira Cenâbı Hak bizi yaratmış, varlıklar içinde eşrefi mahlûkat olan “insan kılmış, insanlar içinde ehli îmân eylemiş, en sevgili Rasûl?üne ümmet olma izzetini bahşetmiş, Kur?ânı Kerîm?e muhâtap olmakla şereflendirmiştir Bütün bunlar, ömür boyu şükür secdesinden başımızı kaldırmasak, yine de şükrünü îfâ edemeyeceğimiz muazzam nâiliyetlerdir
Hak dostlarının bu husustaki gönül ufkuna, Bâyezîdi Bistâmî Hazretleri?nin şu hâli ne güzel bir misal teşkil etmektedir:
Bâyezîd Hazretleri bir gün müridleriyle daracık bir yoldan giderken, karşılarına bir köpek çıkar O Ârifler Sultânı geri çekilir ve köpeğe yol verilmesini söyler Müridlerinden biri, içinden:
“–Allah Teâlâ insanı mükerrem (üstün) kılmışken, Bâyezîd Hazretleri müridlerini de geri çekip köpeğe yol verdi Bu ne acâyip bir hâl! der
Hazret, onun bu hissiyâtına vâkıf olarak şu îzahta bulunur:
“–Gönlümde öyle bir zuhûrat oldu ki, sanki o köpek hâl lisânıyla bana; «Benim kusurum ne idi ki ezelde köpeklik postunu sırtıma geçirdiler Sen ne yaptın ki sana Âriflerin Sultânı hil’atini giydirdiler? Bu hâlin sırrı nedir?» dedi İşte bunun için ona yol verdim8
Demek ki Allâh’ın herhangi bir mahlûkunu gördüğümüz zaman; “Ben onun, o da benim yerimde olabilirdi diye düşünüp Cenâbı Hakk’ın bu muazzam nîmet, ihsan ve ikramına karşı şükrümüzü artırmalıyız
Öte yandan:
“Sonra o gün (dünyada yararlandığınız) nîmetlerden elbette ve elbette hesaba çekileceksiniz (etTekâsür, 8) âyetinin tefekküründe derinleşerek farkında olduğumuz ve olmadığımız bütün nîmetleri için, Rabbimiz?i hamd ile tesbîh etmeliyiz Lâyıkıyla şükredebilmekten âciz olduğumuz için de, affımızı dileyip istiğfâra devam etmeliyiz
Nitekim bu âyeti kerîme nâzil olduğunda, hiçbir şeyi olmayan muhtaç bir sahâbî ayağa kalkarak;
“–Benim üzerimde (hesabı verilecek) nîmetlerden bir şey var mı? diye sordu Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz ise;
“–(İstifâde ettiğin) ağacın gölgesi, (ayağına giydiğin) iki nalin ve (içtiğin) soğuk su cevâbını verdi (Bkz Süyûtî, VIII, 619) Böylece, hiçbir şeyi olmadığını düşünen bir insanın dahî, âhirette hesabı verilecek nice nîmetlerle perverde bulunduğuna işaret buyurdu
Velhâsıl mü?min, Cenâbı Hakk?ı sevip O?na kullukta bulunmayı, şükründen âciz olduğu nîmetlerin en büyüğü bilmelidir Zira Cenâbı Hak, sevdiği kuluna sevgisini bahşeder Bu bakımdan, Allâh?ın rızâsını ve muhabbetini celb edecek olan ibadet, hizmet ve fedakârlıkları, canımıza minnet bilmemiz gerekir
Hadîsi şerîfte buyrulduğu üzere:
“Dâvud Peygamber şöyle duâ ederdi:
«Allâh’ım! Sen’den Sen’i sevmeyi, Sen’i seven kişiyi sevmeyi, Sen’in sevgine ulaştıran ameli isterim…» (Tirmizî, Deavât, 72)
Demek ki Cenâbı Hakk?ın sevgisine ulaştıracak vesîleleri arayıp onlara sımsıkı sarılmalıyız Şüphesiz ki bu vesîlelerin en büyüğü; Allâh?ın en sevdiği kulu olan Habîbullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz?in sünneti üzere yaşamaktır Zira O?nun söz, fiil ve hâlleri; murâdı ilâhîyi ifâde eden Kur?ânı Kerîm?in canlı bir tefsiri mâhiyetindedir
Bu itibarla Allâh?ın Habîbi?ni gücümüz nisbetinde örnek almaya gayret etmemiz, Cenâbı Hakk?ın sevgisine en büyük vesîledir…
Cenâbı Hak cümlemizi, muhabbet ve rızâsına medâr olacak hâl ve amellere lûtf u keremiyle muvaffak eylesin
Âmîn!
Dipnotlar:
1 Sehlegî, enNûr, sf 170; Abbâs, Ebû Yezîd, sf 73
2 Attâr, Tezkire, sf 201; Serrâc, sf 316; Abbâs, Ebû Yezîd, sf 98
3 Attâr, Tezkire, sf 198
4 Prof Dr S Uludağ, Bâyezîdi Bistâmî, sf 187, TDV Yayınları, Ankara 1994
5 Attâr, Tezkire, sf 191
6 Hânî, Hadâik, sf 320
7 Ebû Nuaym, Hilye, X, 34
8 Attâr, Tezkire, sf 179
Altınoluk Dergisi
Bâyezîdi Bistâmî Hazretleri 777 – 848 buyurur:
“Ne mutlu o kimseye ki, bir tek endişesi vardır (yani dâimâ bir ve tek olan Allâh’ı zikir hâlindedir) Kalbini; gözünün gördüğü, kulağının duyduğu mâlâyânî şeylerle meşgul etmez Kim mârifetullah sırrına ererse, kendisini Allah’tan alıkoyan her şeyden yüz çevirir1
Âyeti kerîmede buyrulur:
“Onlar, (o mü?minler) ki, boş ve faydasız şeylerden yüz çevirirler (elMü?minûn, 3)
Hadîsi şerîfte de:
“Lüzumsuz şeyleri terk etmesi, kişinin iyi bir müslüman oluşundandır buyrulmuştur (Tirmizî, Zühd, 11; İbni Mâce, Fiten, 12)
Gönlü mâsivâullah?tan, yani Allah?tan uzaklaştıran her şeyden temizleyip dâimâ Hakk?a yönelmek, mârifetullâha eren mü?minlerin şiârıdır Dünyaya geliş sebebimiz de, Hakk?a kulluk ve mârifetullah, yani Cenâbı Hakk?ı kalben tanıyabilmektir Buna muvaffak olan bir mü?minin kalbi, Cenâbı Hakk?ın azamet, kudret ve sonsuz nîmetlerinin tefekkürü içinde dâimâ; zikir, fikir ve şükür hâlinde bulunur
Mânevî terbiyenin en mühim gâyelerinden biri de “el kârda gönül Yâr?da düstûrunu kazandırmaktır Bu düstur ise, sadece ibadetler esnâsında değil, dünya ile meşgûliyette bile gönlü Hakk?a verebilmek ve hayatın hiçbir safhasında O?ndan gâfil kalmamaktır Böylece dâimî bir zikir hâline kavuşabilmektir
Bu hâl, gönlü dâimâ rızâyı ilâhî istikâmetinde tutan ve günahlara meyletmekten koruyan, mânevî bir uyanıklık, firâset ve basîret nûruna vesîledir Zira âyeti kerîmede buyrulur:
“Allâh?ı unutan ve bu yüzden Allâh?ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın Onlar yoldan çıkan kimselerdir (elHaşr, 19)
Nitekim günahlar da, Allah?tan gâfil kalındığı zaman işlenir Hiç kimse besmele çekerek bir kardeşine çelme takamaz Kalbi “Allah diyen biri; kalplere diken batıramaz; bile bile kul hakkına giremez; haramlara dalamaz
Bâyezîdi Bistâmî Hazretleri de, bu istikâmet hâlini, nice kerâmetten üstün görmüştür Nitekim kendisine bir gün:
“?Efendim, siz su üstünde yürüyormuşsunuz! dediler Hazret ise:
“–Bir çöp de su üstünde yüzer cevâbını verdi
“–Havada uçuyormuşsunuz! dediler
“–Kuş da havada uçar buyurdu
“–Bir gecede Kâbe’ye gidiyormuşsunuz! dediler
“–Bir cin veya şeytan da bir gecede Hindistan’dan Demâvend’e gidiyor buyurdu
“–Peki o hâlde gönül erlerinin işi nedir? diye suâl edilince:
“–Allah Teâlâ’dan başkasına gönül bağlamamak!2 karşılığını verdi
Bâyezîdi Bistâmî Hazretleri buyurur:
“Çok zikir; adedi fazla olan değil, gafletten sakınarak ve huzûr ile yapılan zikirdir3
Zikrin feyz ve rûhâniyetinden lâyıkıyla istifâde edebilmek için, kalben ve zihnen de zikre iştirâk etmemiz îcâb eder Zira, tıpkı namaz gibi, zikrin de kalp ve beden âhengiyle îfâsı zarûrîdir Yani dil zikrederken, kalp de, zikrin mânâsının tefekküründe derinleşmelidir
Kendimizi dâimâ Cenâbı Hakk?ın huzûrunda bilerek, O?nun bizi her an ve mekânda gördüğü, hattâ bize şah damarımızdan bile daha yakın olduğu şuur ve idrâki içinde Hakk?a yönelmeliyiz İşte bu keyfiyette bir yöneliş ile kalpte “huzûr hâli gerçekleşir Ârif zâtların “huzûr tâbiriyle kastettikleri de; “ten plânında bir rahatlık değil, Allah ile beraberlik şuurunun kalpte sâbitlenmesiyle hâsıl olan “dâimî zikir hâlidir
Kendini her an huzûri ilâhîde bilmenin gönle kazandıracağı mânevî zindelik, zikri en yüksek kıvamına ulaştırır Cenâbı Hak, zikrin kemâline eren gerçek zikir ehlini, âyeti kerîmede şöyle takdîm eder:
“Mü’minler ancak o kimselerdir ki; Allah anıldığı zaman kalpleri titrer… (elEnfâl, 2)
Demek ki zikirden murâd edilen; yalnızca dil ile tekrarlamaktan ibâret değildir Bilâkis, dilin telâffuz ettiği isme âit mânâların tefekkürüyle yüreklerin ürpermesi ve kalplerin zâkir hâle gelmesidir
Hazreti Mevlânâ, gönül feyzinden mahrum bir hâlde, sırf şekilde kalarak ibadet eden kimselere şöyle seslenir:
“Ey gâfil! Keşke secde ettiğin zaman, yüzünü samimiyetle Hakk’a çevirebilseydin de «Yücelerin yücesi olan Rabbim, her türlü noksan sıfattan münezzehtir» demenin mânâsını lâyıkıyla idrâk edebilseydin Yani sırf şekil secdesi değil, (seni mîrâca çıkaracak bir) gönül secdesi yapabilseydin!
İhlâs, takvâ, huşû gibi kalbî meziyetlerden mahrum, gâfilâne edâ edilen ibadetler; fânî ortaklar ve mânevî kirlerle doludur Bu sebeple ibadetleri hâlisâne îfâ etmek zarûrîdir Nitekim hadîsi şerîfte:
“Dîninde ihlâslı ol! Böyle yaparsan, az amel bile sana kâfi gelir buyrulmaktadır (Hâkim, Müstedrek, IV, 341)
Yani mâsivâ düşüncelerinden arınmış, hâlis bir kalple yapılan sâlih ameller, az bile olsa, Hak katında çok kıymetlidirler Bunun zıddına, huşû, huzur ve ihlâstan uzak, gâfil bir kalple îfâ edilen ameller ise kemmiyet bakımından ne kadar çok olursa olsun gerçek kıymetlerinden fire verirler
Nitekim Cenâbı Hak âyeti kerîmede:
“O ki, hanginizin daha güzel amel edeceğini sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır… (elMülk, 2) buyuruyor Dikkat edilirse Cenâbı Hak; “???????? ??????? değil “???????? ??????? buyuruyor Yani kimin “daha çok amel edeceğine değil, “daha güzel amel edeceğine ehemmiyet veriyor
Şu rivâyet, bu hususta ne güzel bir misaldir:
Bir gün İbni Mes’ûd radıyallâhu anh tâbiîn neslinden dostlarına dedi ki:
“–Sizler, Rasûlullâh’ın ashâbından daha çok (nâfile) oruç tutuyor, namaz kılıyor ve sâlih amellere gayret ediyorsunuz Fakat onlar, sizden daha hayırlıydı
“–Bu nasıl oluyor? diye sorulunca da:
“–Onlar, dünyaya karşı sizden çok daha zâhid, âhirete de sizden daha çok rağbetli idiler buyurdu (Hâkim, Müstedrek, 4135)
Demek ki amellerin kıymeti, sahip olunan gönül kıvamıyla doğrudan irtibatlıdır
Velhâsıl zikrin nûru, zikredenin hâli nisbetindedir Tasavvufî terbiyede de bir insanın mânevî derecesi, onun evrâd ve ezkârının belli zaman aralıklarıyla yükselmesine değil, hâlinin terfî etmesine bağlıdır Yani ibadetlerinin kalp ve beden âhengi içinde olması, ahlâkının ve bilhassa merhametinin tekâmül etmesi, insanî münâsebetlerinde ve muâmelâtında âdâbı muâşerete titizlik göstermesi gibi hususlara bağlıdır
Hak katında makbul olan zikir de; sözde değil, özde zikirdir Yani k?lden hâle ve amele intikâl eden zikirdir Kişinin şahsiyet ve karakterinde tesirleri görülen, sâlih amellerle te?yid edilen zikirdir
Şâyet zikir, kişiyi tefekkür derinliğine götürmüyor, gönlü huzûra kavuşturmuyorsa; ahlâkı tekâmül ettirmiyor, davranışlara nezâket ve zarâfet katmıyorsa; takvâ hassâsiyeti kazandırmıyor ve sâlih amellere rağbeti artırmıyorsa; bu hâl, zikrin âdâbına riâyetsizliğin bir göstergesidir
Bâyezîdi Bistâmî Hazretleri buyurur:
“Hakk?a eren, sırf hürmeti muhâfaza ettiği için ermiştir Yolda kalan da, sırf hürmeti terk ettiği için geri kalmıştır 4
Mânevî terbiye yolculuğunda âdâba riâyet, maksada ulaşmanın ilk şartıdır Cenâbı Hakk?ın rızâ ve muhabbetine vuslat da, O?nun emirlerini îfâ etmek kadar, bu emirleri “tâzîm liemrillâh düstûrunca, yüksek bir tâzîm ile, yani edep ve hürmetle yerine getirmeye bağlıdır
Allah için yapılan bütün ibadet ve hizmetleri, îman aşkıyla, muhabbetle, vecd ile îfâ etmek, son derece mühim bir kulluk edebidir Zira Cenâbı Hakk?ın bizim ibadet ve hizmetlerimize ihtiyacı yoktur
Nitekim bir kişi gelip:
“–Bana öyle bir şey öğret ki, kurtuluşuma vesîle olsun! dediğinde, Bâyezîdi Bistâmî Hazretleri ona şu nasihatte bulunmuştur:
“–Şu iki cümleyi aklında tut, ilim olarak bunu bilmen sana kâfîdir:
1– Hak Teâlâ sana şah damarından daha yakındır, her şeyi bilir ve görür
2– Allah Teâlâ’nın, senin ameline ihtiyacı yoktur (Aksine senin O’na muhtaç olduğunun idrâki içinde, şükür duygularıyla sâlih ameller işlemeye bak!)5
Velhâsıl Hak katında mühim olan; kulluk vazifelerimizin îfâsı kadar, onların îfâsı esnâsında sergileyeceğimiz kalbî durumumuzdur Yani samimiyet, gayret, iştiyak ve hürmetimizin hangi seviyede olduğudur
Enes bin Mâlik radıyallâhu anh;
“Amelde edep, onun kabûlüne işarettir buyurmuştur
Hak dostları da;
“İbadet, insanı Cennet?e götürür İbadette edep ve tâzîm ise kulu Allâh’a götürür, Hakk’a yaklaştırır demişlerdir
Nitekim bu hassâsiyetin bir tezâhürü sadedinde, Sâmi Efendi ve Mûsâ Efendi Hazretleri, namaza gösterdikleri tâzîm gereği, seccâdenin püsküllerinin dahî düzgün olmasına dikkat ederlerdi
Bâyezîdi Bistâmî Hazretleri buyurur:
“«Lâ ilâhe illâllah» sözü, Cennet’in anahtarıdır Fakat şu bir gerçektir ki, dişleri olmayan anahtar kapıyı açmaz Kelimei tevhîd anahtarının dişleri ise şunlardır:
1) Yalan, iftira, dedikodu, gıybet ve boş sözlerden arınmış bir dil
2) Hîle ve desîselerden, günahların kasvetinden temizlenmiş bir kalp
3) Haram ve şüpheli şeylerden korunmuş bir mide
4) (Gurur, kibir, gösteriş gibi) nefsânî arzulardan ve bid’atlerden uzak ameli sâlihler6
Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz buyurur:
“Kimin son sözü; «Lâ ilâhe illâllâh: Allah’tan başka ilâh yoktur» olursa, o kişi Cennet?e girer (Ebû Dâvûd, Cenâiz, 15163116; Ahmed, V, 247)
Fakat son sözümüzün kelimei tevhîd olmasını istiyorsak, hayatımızın her safhasını tevhîd muhtevâsında yaşamaya gayret etmemiz zarûrîdir Zira diğer bir hadîsi şerîfte de şöyle buyrulur:
“Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle diriltilirsiniz! (Münâvî, Feyzü’lKadîr, V, 663)
Hayatımızı kelimei tevhîd?in belirlediği istikâmet üzere yaşamak için de, aklımızı, kalbimizi, dilimizi, midemizi, velhâsıl bütün âzâlarımızı ve onlarla sergilediğimiz davranışlarımızı, tevhîd inancına göre, âdeta bir süzgeçten geçirmeliyiz Helâlharam, hakbâtıl, hayırşer, doğruyanlış, sevapgünah gibi hususlarda, tevhîdin rehberliği altında hayatımızı tanzim etmeliyiz
Unutmayalım ki tevhîd inancının aslâ ortaklığa tahammülü yoktur Tevhîd ehli bir müslüman, nasıl ki dış dünyadaki bâtıl ilâhları reddedip yalnız Cenâbı Hakk?ı Rab olarak bilirse; iç dünyasından da, tevhîdin mânâ ve rûhuyla tezat teşkil eden bütün hâl ve tavırları bertaraf etmelidir Hazreti İbrahim?in, puthânedeki putları kırması gibi, îmânın mekânı olan kalbini de gurur, kibir, riyâ, ucub, hevâ, heves gibi nefsânî putlardan temizlemelidir Zira âyeti kerîmede:
“(Ey Peygamber!)Hevâ ve hevesini (kötü duygularını ve nefsânî ihtiraslarını) kendisine ilâh edineni gördün mü? (elFurkân, 43)
Hadîsi şerîfte de:
“Allâh’a göre gök kubbe altında ibadet edilen sahte ilâhlar arasında, peşine düşülen hevâdan daha ağırı ve daha kötüsü yoktur buyrulmaktadır (Heysemî, I, 188)
Demek ki kelimei tevhîdin hakîkatinde derinleşerek, gerçek mânâda tevhîd ehli olabilmek için; kulu Rabbinden gâfil bırakan bütün hevâ ve hevesleri “Lâ ilâhe diyerek kalpten silip atmak gerekir Daha sonra da kalbin bu arıduru zemininde “İllâllâh hakîkatini sâbitleyip, gönül tahtını yalnızca Allâh’a tahsis etmek îcâb eder
Hazreti İbrahim aleyhisselâm bütün fânî muhabbetleri gönlünden bertaraf etti, kalbi Cenâbı Hakk?ın cemâlî tecellîlerinin mazharı oldu Böylece Cenâbı Hakk?ın dostluğuna kavuştu
Bu sebeple tasavvuftaki mânevî tekâmülün birinci basamağı “???????????? yani iç âlemi Allah?tan uzaklaştıran her şeyden, samimî tevbe, istiğfar ve nedâmet gözyaşlarıyla tahliye etmek;
İkinci basamağı “???????????? yani Cenâbı Hakk?ın rızâ ve muhabbetini celbedecek güzel ahlâk ve sâlih amellerle hâllenmek;
Üçüncü basamağı ise “???????????? yani mârifetullah ve muhabbetullah tecellîlerinden hisseler almaktır…
Bâyezîdi Bistâmî Hazretleri, Cenâbı Hakk?a bir münâcâtında şöyle der:
“İlâhî, benim Sana olan muhabbetime şaşmıyorum Zira ben hakir bir kulum Ben asıl, Sen’in beni kulun olarak sevmene şaşıyorum Çünkü Sen, Yüce bir Rab olduğun hâlde (ne kadar merhametlisin ki), zelil bir kulu seviyorsun!7
Kulun Cenâbı Hakk?ı sevmesi, O?na itaati, ibadeti, yalvarışı, O?nun uğrundaki fedakârlıkları, Cenâbı Hakk?a hiçbir şey kazandırmaz Zira O, Samed?dir, yani herkes ve her şey O?na muhtaç, fakat O her türlü ihtiyaçtan münezzeh ve müstağnîdir Dolayısıyla Cenâbı Hakk?a olan ibadet ve tâatlerimiz, O?na bir ikram değil, O?nun bize bir ikramıdır
Şeyh Sâdî?nin buyurduğu gibi:
“Seni hayır işlemeye muvaffak kıldığı için Allâh’a şükret Zira Hak Teâlâ seni lûtuf ve ihsânıyla boş bırakmadı
Pâdişâha hizmet eden, ona minnet yükleyemez Seni istihdâm ettiği için sen ona minnettâr ol
Dolayısıyla Cenâbı Hakk?a şükredebilmek ve O?na kullukta bulunabilmek, mü?min için en büyük nîmet, izzet, ve saâdettir
Kulluktaki aşk, şevk ve heyecan noksanlığı ise; büyük bir îman zaafı, maddîmânevî nîmetlere karşı nankörlük ve bir nifak alâmetidir Nitekim âyeti kerîmede münâfıklar ve gâfiller hakkında şöyle buyrulmaktadır:
“…Onlar namaza kalktıkları zaman üşenerek, tembel tembel, isteksizce kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar ve Allâh?ı da pek az hatırlarına getirirler (enNisâ, 142)
Bu itibarla mü?min, Allah için olan bütün ibadetlerini, infaklarını, hizmet ve fedakârlıklarını, en ufak bir iç sıkıntısı duymadan, bilâkis şevk ve heyecanla, seve seve, canına minnet bilerek îfâ etmelidir ki Rabbinin muhabbet ve rızâsına nâil olsun
Bize bir insan, çok kıymetli hediyeler getirse, fakat onları abus ve alık bir çehre ile, gönülsüz ve isteksiz olarak verecek olsa; onu kabul etmek içimizden gelmez Fakat cân u gönülden ve edeple takdim edilen en sade bir ikramı dahî, büyük bir huzurla kabul eder, verene muhabbet duyarız
Kulun Rabbine arz ettiği duâ, kulluk ve ibadetler de bunun gibidir Allah için yaptığımız amellerimizi ne kadar aşkla, şevkle, heyecanla îfâ edersek, onların indi ilâhîdeki kıymetleri de o derece yüksek olur
Diğer taraftan mü?min, kendisini yoktan var eden Rabbi için ne yapsa az olduğu şuuruyla, dâimâ, hiçlik, yokluk, acziyet ve tevâzû hâlinde olmalıdır Aslâ amellerine mağrur olmamalı; rahmet ve mağfiretini ümîd ederek Rabbine sığınmalıdır
Nitekim ilim ve irfanda “güneşler güneşi denilen Hak dostu Hâlidi Bağdâdî Hazretleri de, talebelerine yazdığı mektuplarda kendisi için hüsni hâtime duâsı talep etmiştir Kardeşine yazdığı bir mektubunda da hiçlik ve tevâzû hissiyâtını şöyle ifâde etmiştir:
“…Allâh’a yemin ederim ki, annemin beni doğurduğu günden beri tek bir hayırlı amel işlediğime inanmıyorum… Eğer kendi nefsini bütün hayırlı işlerde iflâs etmiş olarak görmüyorsan, bu, cehâletin en son noktasıdır Kendini iflâs etmiş olarak görünce de sakın Allâh’ın rahmetinden ümîdini kesme! Zira Allâh’ın fazl u ihsânı, kul için bütün insanların ve cinle*rin amelinden daha hayırlıdır…
Âyeti kerîmede:
“Rahmân?ın (rahmetinin tecellî ettiği o has) kulları, yeryüzünde tevâzû ile yürürler… (elFurkân, 63) buyrulmaktadır
Yani kâmil mü?minler, Hakk?ın kudret ve azameti karşısında hiçlik hissiyâtı içinde, acziyet ve kusurlarını müdrik hâlde yaşarlar Çünkü Hakk?ın nîmetlerinin şükür borcunu tam olarak ödeyebilmek imkânsızdır
Zira Cenâbı Hak bizi yaratmış, varlıklar içinde eşrefi mahlûkat olan “insan kılmış, insanlar içinde ehli îmân eylemiş, en sevgili Rasûl?üne ümmet olma izzetini bahşetmiş, Kur?ânı Kerîm?e muhâtap olmakla şereflendirmiştir Bütün bunlar, ömür boyu şükür secdesinden başımızı kaldırmasak, yine de şükrünü îfâ edemeyeceğimiz muazzam nâiliyetlerdir
Hak dostlarının bu husustaki gönül ufkuna, Bâyezîdi Bistâmî Hazretleri?nin şu hâli ne güzel bir misal teşkil etmektedir:
Bâyezîd Hazretleri bir gün müridleriyle daracık bir yoldan giderken, karşılarına bir köpek çıkar O Ârifler Sultânı geri çekilir ve köpeğe yol verilmesini söyler Müridlerinden biri, içinden:
“–Allah Teâlâ insanı mükerrem (üstün) kılmışken, Bâyezîd Hazretleri müridlerini de geri çekip köpeğe yol verdi Bu ne acâyip bir hâl! der
Hazret, onun bu hissiyâtına vâkıf olarak şu îzahta bulunur:
“–Gönlümde öyle bir zuhûrat oldu ki, sanki o köpek hâl lisânıyla bana; «Benim kusurum ne idi ki ezelde köpeklik postunu sırtıma geçirdiler Sen ne yaptın ki sana Âriflerin Sultânı hil’atini giydirdiler? Bu hâlin sırrı nedir?» dedi İşte bunun için ona yol verdim8
Demek ki Allâh’ın herhangi bir mahlûkunu gördüğümüz zaman; “Ben onun, o da benim yerimde olabilirdi diye düşünüp Cenâbı Hakk’ın bu muazzam nîmet, ihsan ve ikramına karşı şükrümüzü artırmalıyız
Öte yandan:
“Sonra o gün (dünyada yararlandığınız) nîmetlerden elbette ve elbette hesaba çekileceksiniz (etTekâsür, 8) âyetinin tefekküründe derinleşerek farkında olduğumuz ve olmadığımız bütün nîmetleri için, Rabbimiz?i hamd ile tesbîh etmeliyiz Lâyıkıyla şükredebilmekten âciz olduğumuz için de, affımızı dileyip istiğfâra devam etmeliyiz
Nitekim bu âyeti kerîme nâzil olduğunda, hiçbir şeyi olmayan muhtaç bir sahâbî ayağa kalkarak;
“–Benim üzerimde (hesabı verilecek) nîmetlerden bir şey var mı? diye sordu Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz ise;
“–(İstifâde ettiğin) ağacın gölgesi, (ayağına giydiğin) iki nalin ve (içtiğin) soğuk su cevâbını verdi (Bkz Süyûtî, VIII, 619) Böylece, hiçbir şeyi olmadığını düşünen bir insanın dahî, âhirette hesabı verilecek nice nîmetlerle perverde bulunduğuna işaret buyurdu
Velhâsıl mü?min, Cenâbı Hakk?ı sevip O?na kullukta bulunmayı, şükründen âciz olduğu nîmetlerin en büyüğü bilmelidir Zira Cenâbı Hak, sevdiği kuluna sevgisini bahşeder Bu bakımdan, Allâh?ın rızâsını ve muhabbetini celb edecek olan ibadet, hizmet ve fedakârlıkları, canımıza minnet bilmemiz gerekir
Hadîsi şerîfte buyrulduğu üzere:
“Dâvud Peygamber şöyle duâ ederdi:
«Allâh’ım! Sen’den Sen’i sevmeyi, Sen’i seven kişiyi sevmeyi, Sen’in sevgine ulaştıran ameli isterim…» (Tirmizî, Deavât, 72)
Demek ki Cenâbı Hakk?ın sevgisine ulaştıracak vesîleleri arayıp onlara sımsıkı sarılmalıyız Şüphesiz ki bu vesîlelerin en büyüğü; Allâh?ın en sevdiği kulu olan Habîbullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz?in sünneti üzere yaşamaktır Zira O?nun söz, fiil ve hâlleri; murâdı ilâhîyi ifâde eden Kur?ânı Kerîm?in canlı bir tefsiri mâhiyetindedir
Bu itibarla Allâh?ın Habîbi?ni gücümüz nisbetinde örnek almaya gayret etmemiz, Cenâbı Hakk?ın sevgisine en büyük vesîledir…
Cenâbı Hak cümlemizi, muhabbet ve rızâsına medâr olacak hâl ve amellere lûtf u keremiyle muvaffak eylesin
Âmîn!
Dipnotlar:
1 Sehlegî, enNûr, sf 170; Abbâs, Ebû Yezîd, sf 73
2 Attâr, Tezkire, sf 201; Serrâc, sf 316; Abbâs, Ebû Yezîd, sf 98
3 Attâr, Tezkire, sf 198
4 Prof Dr S Uludağ, Bâyezîdi Bistâmî, sf 187, TDV Yayınları, Ankara 1994
5 Attâr, Tezkire, sf 191
6 Hânî, Hadâik, sf 320
7 Ebû Nuaym, Hilye, X, 34
8 Attâr, Tezkire, sf 179
Altınoluk Dergisi