Forumda yenilikler devam etmektedir , çalışmalara devam ettiğimiz kısa süre içerisinde güzel bir görünüme sahip olduk daha iyisi için lütfen çalışmaların bitmesini bekleyiniz. Tıkla ve Git
x

Bâyezîd-i Bistâmî (rahmetullâhi aleyh) -4-

Bâyezîd-i Bistâmî (rahmetullâhi aleyh) -4-

iltasyazilim

FD Üye
Katılım
Ara 25, 2016
Mesajlar
0
Etkileşim
17
Puan
38
Yaş
36
F-D Coin
58
Bâyezîdi Bistâmî Hazretleri buyurur:

“Nefsimi ilâhî vuslata yolculuk yapmaya dâvet ettim Bu zor yolculuk hususunda nefsim direndi ve bana güçlük çıkardı Ben de onu bıkarıp (nefsin süflî arzularını bertaraf edip) Cenâbı Hakk’ın huzûruna yalnız başıma yöneldim!1

Âyeti kerîmede:

“…Nefs, aşırı şekilde kötülüğü emreder… (Yûsuf, 53) buyrulmaktadır Mânevî terbiye ile olgunlaşmamış, ham ve nâdan bir nefs; hiçbir zaman Hakk?a yakınlığı istemez Kulu Rabbine sevdirip yaklaştıracak sâlih amellerden, hizmet ve gayretlerden dâimâ uzak durur Sefâletini saâdet zanneder Gününü gün etmek ve üç günlük fânî hayatını keyfince yaşamak arzusuyla, ebedî hayatını ateşe atmaya râzı olur

Bu sebeple, Hakk?a vuslat yolunda kula en büyük engel, yine kendi nefsidir Onun, bitmek tükenmek bilmeyen süflî arzularıdır

Nitekim bir gün Bâyezîdi Bistâmî Hazretleri?ne:

“?Hakk?a giden yol nasıldır? O?na nasıl ulaşılır? diye sorulunca, Hazret şu cevabı verir:

“?Sen yoldan kalktığın vakit, Hakk?a vâsıl olursun2

Yani bu yolda kendine en büyük ayak bağı olan nefsinin aşırı isteklerine direnebilirsen, onun tembelliğini, ihmâlkârlığını, zevk u sefâya düşkünlüğünü ve gafletini bertaraf edebilirsen, ilâhî hikmet ve hakîkatlere vâkıf olmaya başlarsın Süflî arzuların kasvetinden rûhunu kurtardığın vakit; Hakk?a yakınlığın feyz ve rûhâniyetinden hisseler alır, mârifetullah ufkunda mesafe kat edersin…

Bunun içindir ki tasavvuf, nefsâniyeti bertaraf etme yoludur Çünkü nefsâniyet, her zaman ve her yerde kulun karşısına çıkar Onu Hak yolundan alıkoymak için türlü tuzaklar kurar

Bu tuzaklardan korunmanın yegâne çâresi ise, “takvâ zırhına bürünmektir Yani nefsinin süflî arzularını bertaraf ederek Hakk?a yakınlığın gönül feyziyle yaşamaktır Kendini haramlardan, şüphelilerden, bâtıldan, şerlerden muhafaza etmektir

Buna muvaffak olduğunda ise, yine nefsine bir pay çıkarmayıp, bütün nîmet ve mazhariyetleri Cenâbı Hakk?ın bir lûtfu bilmektir Hiçbir zaman; “Ben başardım, ben kazandım diyerek, kazancını ziyan etmemektir Bilâkis; “Sen?in lûtfundur yâ Rabbi! hissiyâtı içinde bulunmaktır

Bâyezîdi Bistâmî Hazretleri buyurur:

“Kul, nefsinin kusurunu görüp halktan medet ummadığı vakit, Hak onu himmeti (mânevî nasîbi, gayreti, duâ ve ilticâsı) kadar ve nefsinden uzaklaşması nisbetinde kendine yaklaştırır3

Hadîsi şerîflerde buyrulur:

“Dünyaya gönül bağlama ki Hak seni sevsin; insanların eline bakma ki halk seni sevsin (İbni Mâce, Zühd, 1)

“…Mü’minin izzeti, insanlardan müstağnî kalmasındadır!» (Hâkim, IV, 3603617921)

Hakk?a yakınlığın en mühim adımları; insanların elindeki imkânlara tamah etmemek, onlardan müstağnî kalabilmek, nefsin hırs ve hasedini bertaraf edebilmektir Bunun için de gönlün, Allâh?a ve âhirete îmânın gereği olan “kanaatle zenginleşip, ilâhî takdîre “rızâ ile seviye kazanması îcâb eder

Fakat mü?minin bu müstağnî tavrı, sadece maddî imkânlara mahsus kalmamalıdır Zira insan, bu hayatta maddî nîmetler gibi, hattâ onlardan daha ziyâde, toplum nezdinde kabul görmeye, insanlar tarafından beğenilip takdir edilmeye de ihtiyaç duyar

İşte bu hususta ifrata kaçan ham nefisler ise, Allah için yapılması gereken ibadet ve amelleri bile, fânîlerin gözünde değer kazanmanın bir vâsıtası hâline getirirler Bu ise, kalpteki ihlâsı zedelediğinden, amellerin ecrini zâyî eder

Zira bir hadîsi şerîfte de bildirildiği üzere; kıyâmet günü ilk olarak aleyhinde hükmedilen kişiler, zâhiren şehid, âlim ve infâk ehli bir zengindir Fakat bu kimseler, amellerine Allah rızâsının dışında, insanlar tarafından beğenilip takdir edilme niyetini de karıştırdıkları için, yani riyâda bulundukları için, Cenâbı Hak onların bu amellerini reddedecektir4

Bunun içindir ki mü?minin izzet ve şerefi, amellerini halka değil, Hakk?a beğendirme gayretinde olmasına bağlıdır Gerçek bir mü?min; kendisi hakkında insanların değil, Allah Teâlâ?nın ne buyurduğuna ehemmiyet veren kimsedir

Zira insanlara gösterişte bulunmak sûretiyle Hakk?ın değil de halkın ne dediğine ehemmiyet vermek; ibadet ve amellerini Allâh?a takdim etmek yerine, onları fânîlere pazarlamak hükmündedir Bu ise Allah için yapılması gereken amellere fânîleri de ortak etmektir Hâlbuki tevhîd akîdesinin hiçbir şekilde ortaklığa tahammülü yoktur

Nitekim âyeti kerîmede Cenâbı Hak:

“Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarını ciddiye almaz*lar (Namazlarıyla) gösteriş yaparlar! (elMâûn, 46) buyurmaktadır

Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem de ashâbına:

“Dikkat edin; hakkınızda Deccâl’den daha çok korktuğum şeyin ne olduğunu söyleyeyim mi? diye sormuş, sahâbîler de:

“–Buyur yâ Rasûlâllah! deyince:

“–Korktuğum bu şey, gizli şirktir Meselâ namaza duran birini düşünün Bu kimse, bir başkası tarafından gözetlendiğini fark ettiği için namazını özenerek kılıyor buyurmuştur (İbni Mâce, Zühd, 21)

Yine bu gerçeğe binâen, Hazreti Mevlânâ şu îkazda bulunur:

“Allah aşkı için çalış! Allah aşkı için hizmette bulun! Halkın kabul etmesi veya reddetmesi ile senin ne işin var? Bu fânî dünya pazarında sana bol bol kazandıracak bir müşteri olarak, Allah kâfî değil mi? Allah?tan alacağın karşısında insanların verebilecekleri ne ki!?

O hâlde gözünü ve gönlünü insanlardan gelecek teşekkürlere, iltifatlara değil, Allah?tan gelecek mazhariyete döndür!

İmâm Şâfiî Hazretleri de:

“İnsanların hepsini hoşnud etmen mümkün değildir Sen, Allah ile aranı düzeltmeye bak! Bunu gerçekleştirdikten sonra insanlara aldırma! nasihatinde bulunur

Bundan dolayıdır ki ârif kullar, Allah için yaptıkları amellerini, hiçbir dünyevî menfaate değişmezler Onlar, ne fânîlerin övgüsüne kavuşmak arzusuyla, ne de fânîlerin gözünden düşmek korkusuyla amel ederler Onların bütün kulluk, ibadet, hayır ve hizmetleri, yalnızca Allah rızâsı içindir

Rivâyete göre Hazreti Fâtıma ve Hazreti Ali radıyallâhu anhumâ bir gün, kendileri de aç olmalarına rağmen, ellerindeki yiyeceğin üçte birini kapılarına gelen yoksula, üçte birini yetime ve kalanını da bir esire ikram etmişlerdi Diğer bir rivâyete göre ise, üç gün üst üste iftarlıklarını yoksula, yetime ve esire ikram edip kendileri su ile iftar etmişlerdi Onlara infâk ederken de âyeti kerîmede bildirildiği üzere;

“?Biz size sadece Allah rızâsı için yediriyoruz, sizden bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz (elİnsân, 9) demişlerdi Böylece hem o muhtaçları minnet altında kalmaktan kurtarmış, hem de amellerinin ihlâsını muhafazaya îtinâ göstermişlerdi

İşte gerçek bir mü?min; “amelimin ecri kaybolmasın düşüncesiyle, fânî iltifatlara dahî muhatap olmaktan sakınan kimsedir Bütün insanların övgüsüne nâil olsa bile, buna değil, Hak katında ne kadar kıymetinin bulunduğuna ehemmiyet veren kimsedir

Nitekim Hazreti Ebû Bekir radıyallâhu anh birinin medh ü senâsına muhatap olunca, derhâl Cenâbı Hakk?a ilticâ ederek:

“Allâh’ım! Sen beni benden daha iyi bilirsin Ben de kendimi onlardan daha iyi bilirim Allâh’ım! Beni onların zannettiğinden daha hayırlı eyle! Onların bilmediği hatâlarımı mağfiret eyle! Söyledikleri sözler sebebiyle de beni hesaba çekme! niyâzında bulunurdu5

Yine Allah yolunda gayret eden bir mü?min, bütün insanlar kendisini hor görse bile buna aldırmayan, yalnız Cenâbı Hakk?ın katında zelil duruma düşme korkusuyla kalbi titreyen kimsedir

Nitekim Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz de tebliğine ilk başladığında, güllerle, tebessümlerle değil; bilâkis, dikenlerle, hakâretlerle karşılandı Ezâ ve cefâların en ağırına mâruz kaldı Kâbe?de namaz kılarken üzerine deve işkembesi atıldı Uhud Harbi?nde mübârek dişi kırıldı Pek çok güzîde sahâbîsi şehîd oldu Tâif?te taş yağmuruna tutuldu Fakat O Rahmet Peygamberi, bunun gibi hiçbir ezâ ve cefâya aldırış etmedi Rabbinin emrettiği yolda, sabırla yürümeye devam etti Tâkatinin tükendiği anda dahî, fânîlerden medet ummadı

Tâif?te gördüğü ağır zulüm karşısında mübârek ellerini dergâhı ilâhîye açarak:

“Allâh’ım! Kuvvetimin zaafa uğradığını, çâresizliğimi, halk nazarında hor ve hakir görülmemi Sana arz ediyorum Ey merhametlilerin en merhametlisi! Eğer bana karşı gazaplı değilsen, çektiğim mihnet ve belâlara aldırmam! niyâzında bulundu (İbni Hişâm, II, 2930; Heysemî, VI, 35)

Neticede, gönüller fethedilip insanlar fevç fevç İslâm?a girmeye başladığında, O yine gül yüzünü dünyaya değil, âhirete çevirdi İnsanların ve dünyanın iltifatını değil; Rabbinin rızâ, muhabbet ve yakınlığını tercih etti

Ümmeti Muhammed olarak bizler de, Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz?in izinden giderek; ilâhî emirlerin îfâsı hususunda, kınayanın kınamasına aldırmamalıyız Amellerimize, fânî menfaat düşüncelerinin gölgesini dahî düşürmemeye gayret edip “hasbeten lillâh yani sadece ve sadece Allah için kullukta bulunmalıyız

Bâyezîdi Bistâmî Hazretleri buyurur:

“Otuz senedir devam ettiğim bir âdetim vardır:

Ne zaman Cenâbı Hakk’ı zikretmek istesem, O’nun zikrini tâzîm için, ağzımı ve dilimi iyice yıkarım6

Nasıl ki, yüksek mevkîde bulunan bir büyüğü ziyaret ederken, üstümüze başımıza çekidüzen verip hâl ve tavırlarımıza büyük bir îtinâ ve ihtimam gösteriyorsak; Âlemlerin Rabbi?yle olan münâsebetlerimizde de son derece dikkatli ve edepli olmalıyız Kimin huzuruna çıkacağımızın idrâki içinde bulunmalıyız

Nitekim âyeti kerîmede:

“Ey Âdemoğulları! Her secde edişinizde güzel elbiselerinizi giyiniz! (elA‘râf, 31) buyrulmaktadır

Hadîsi şerîflerde de, namazdan önce misvak kullanmak, güzel koku sürmek, Cuma namazından önce gusletmek tavsiye edilmektedir

Namaz öncesinde, ilâhî huzûra duracağımız için, evvelâ abdestle bir temizlik ve hazırlık yaptığımız gibi, yine Cenâbı Hak?la beraberlik demek olan zikre de maddîmânevî temizlikle hazırlanmamız îcâb eder Zira bu temizlik, Allâh?a olan tâzim duygumuzun bir göstergesidir

Amelleri makbul kılan da onların kemiyetinden ziyâde keyfiyetidir Yani çokluğundan ziyâde, ne kadar ihlâs, huşû, edep, hürmet ve tâzîm ile îfâ edildiğidir

Nakledildiğine göre İbrahim bin Edhem Hazretleri, bir gün, sızmış hâldeki bir ayyaşın pis kokulu ve bulaşık ağzını yıkamıştı Bunu niçin yaptığını soranlara da:

“–Eğer yüce Allâh’ı zikretmek için yaratılan dili ve ağzı bulaşık olarak bıraksaydım, hürmetsizlik olurdu… demişti

Sarhoş ayıldığında ona:

“–Horasan zâhidi İbrahim bin Edhem senin ağzını yıkadı… dediler Bu durumdan mahcub olan ayyaşın gönlü de uyandı ve:

“?Öyleyse ben artık tevbe ettim… dedi

Bu tevbeye vesîle olan İbrahim bin Edhem Hazretleri’ne, rüyasında Hak katından şöyle nidâ edildi:

“–Sen Biz’im için onun ağzını yıkadın; Biz de senin için onun kalbini yıkadık!

Bu itibarla, Bâyezîdi Bistâmî Hazretleri?nin de güzel âdeti olan zikirden evvel ağzı yıkamanın, bir maddî bir de mânevî şekli vardır:

Maddî şekli; abdest almak veya abdestli iken suyla ağzı yıkamaktır

Mânevî şekli ise; Rabbimiz?in râzı olmadığı, hattâ gazaplandığı kirlerden de ağzımızı ve gönlümüzü arındırmaktır Bunların başında ise, yalan, gıybet, iftira, dedikodu, hayâsızca konuşmalar ve boş sözler gelir

Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz buyururlar ki:

“İnsanoğlunun konuşmaları lehine değil, aleyhinedir Ancak iyiliği emretmek veya kötülükten men etmek için yaptığı konuşmalar bunun dışındadır (İbni Mâce, Fiten, 12)

“…Çok konuşmaktan sakın! Söylenen şey zikrullâh olmadıkça kalbi öldürür Fakat Allâh’ı çokça zikret İşte bu, kalbi diriltir (Ali elMüttakî, no: 1896)

Dikkat edilirse, boş ve faydasız sözler bile kişinin mâneviyâtına zarar verdiğine göre; yalan, iftira, dedikodu, gıybet gibi çirkin sözlerin, mü?minin iç dünyasında ne büyük bir mânevî tahribâta sebebiyet vereceğini düşünmek gerekir

Bundan dolayıdır ki yine Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz:

“Allâh’a ve âhiret gününe îmân eden kişi, ya hayır söylesin ya da sussun! buyurmuşlardır (Buhârî, Edeb, 31, 85; Müslim, Îman, 74)

Velhâsıl, zikrin lezzetine nâil olabilmek için, kalbi ve dili, tevbe ve istiğfâr ile temizleyip onu kötü sözlerden her dâim muhafaza etmek îcâb eder Bu takvâ hassâsiyetine ulaşan bir gönül, zâten dâimî zikir hâline kavuşmuş olur

Bâyezîdi Bistâmî Hazretleri buyurur:

“Dünyanın ne kıymeti var ki, ona karşı zâhid davranmaktan bahsedilsin!7

Mü?min, dünyaya bakış tarzını, Kur?ân ve Sünnet ölçüleriyle tanzim ettiği takdirde, ona karşı zâhid davranması, yani ondan kalben uzaklaşması, gayet tabiîdir Kalben dünyadan uzaklaşanlar nazarında, dünya iyice küçülüp ehemmiyetini yitirir

Zira Allah katında dünyanın, bir sineğin kanadı kadar bile değeri olmadığını bilen, âhiretin sonsuzluğu karşısında dünya hayatının deryadan bir damla hükmünde bulunduğunu idrâk eden bir mü?minin, fânî dünya nîmetleri için Kâinâtın Hâlık?ını gazaplandırması, gelgeç zevkler uğruna ebedî saâdetini tehlikeye atması söz konusu olamaz

Gören gözler için bu cihandaki umûmî manzara, fânîliktir Ebedî saâdete nâil olmak isteyen kimse, fânî câzibelere aldanmaz

Mevlânâ Hazretleri, dünyanın fânî câzibelerine aldananlara şöyle hitâb eder:

“Ey yağlıballı yemekler ve nefis gıdalar görüp imrenen! Kalk helâya git de, onların âkıbetini orada gör!

“Pisliğe de ki: Senin o güzelliğin, tabak içindeki lezzet, letâfet ve güzel kokun nerede?

“Cevâben sana der ki: O saydığın şeyler gonca idi Ben de kurulmuş bir tuzaktım Sen gelip tuzağa düşünce; gonca eridi, soldu ve cürûfa döndü

İşte bizler de günün birinde eriyip solacak, cürûfa dönecek dünya nîmetleriyle imtihan edilmekte olan âhiret yolcularıyız O hâlde bizim için, dünya misafirhanesinde yerli edâsıyla oturmak ve bu misafirhanenin nefsânî tezyinâtıyla haddinden fazla meşgul olmak kadar büyük bir aldanış tasavvur olunamaz

İmâm Şâfiî Hazretleri böyle bir aldanışa dûçâr olmaktan sakınmamız için şu nasihatlerde bulunur:

“Kervanların yolculuk esnâsında ev inşâ etmeleri akıl kârı değildir!

Serabın kendisini görene hıyânet etmesi ve kendisine bel bağlayanların umudunu boşa çıkarması gibi; dünyevî arzu ve emeller de nicelerini perişan etmiştir…

Allâh’ın akıllı kulları şunlardır ki; dünyanın boş hevâ ve heveslerine aldanmazlar

Diğer taraftan da, dünyanın ve âhiretin belâ ve imtihanlarından korkarlar Dünyaya ibretle nazar ederler ve bilirler ki, ondan bir fânîye ne yâr olur ne de vatan!

Dünyaya karşı zâhid olmak; onun sevgisini kalbe sokmamaktır Kalbi, dünya nîmetlerinin kasası yapmamaktır Yoksa dünyadan el etek çekerek, kendisinin ve mes?ûl olduğu kimselerin maîşetini temin gayretinden vazgeçmek değildir

Mevlânâ Hazretleri der ki:

“Şunu bilesin ki dünya; para, pul, karşı cins, giyimkuşam, ticâret değil; Allah’tan gâfil olmaktır…

Yani gönüller Allah ile olduğu takdirde, dünya ile meşgûliyetin bir zararı yoktur

Nitekim sahâbei kirâm arasında Hazreti Ebû Bekir, Hazreti Osman, Abdurrahman bin Avf gibi zengin sahâbîler de bulunmaktaydı Fakat onlar, gâyet sâde ve mütevâzı yaşamayı, gönüllü olarak tercih ediyor, dünya servetini dâimâ kalplerinin dışında taşıyorlardı Asgarî ihtiyaçlarının dışındakileri, Allah ve Rasûlü?nün emrine âmâde kılıyorlardı Yine bu kazandıklarını, Allâh?ın rızâsını tahsil maksadıyla harcayıp ebedî saâdet sermâyesi hâline getiriyorlardı

Zira onlar, şu âyeti kerîmenin şuur ve idrâki içinde yaşıyorlardı:

“Allâh?ın sana verdiğinden (O?nun yolunda harcayarak) âhiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma Allâh?ın sana ihsân ettiği gibi, sen de (insanlara) ihsân et… (elKasas, 77)

İşte gerçek bir mü?min, her ne kadar dünya hizmet ve vazifeleriyle meşgul olsa da, dâimâ âhiret yolcusu olduğunun şuuruyla, Rabbine selîm bir kalp götürebilmenin derdinde olan kimsedir

Bu hakîkatlerden uzak bir şekilde, bütün çalışması, kazancı, derdi ve tasası, nefsânî ve dünyevî gâyelerden ibâret olan gâfillerin ise;

“????????? ????????? : Çalışmış, (ama boşuna) yorulmuşlardır (elĞâşiye, 3) âyeti kerîmesi muktezâsınca, âhirette ellerine azap dolu bir nedâmetten başka bir şey geçmeyecektir

Rabbimiz, Yüce Zât?ının ve sevdiklerinin muhabbetini, gönüllerimizin tükenmez hazinesi kılsın Sevip râzı olduğu kullarının gönül dokusundan hisseler almayı cümlemize nasîb eylesin Biz âciz kullarını, mağfiret, merhamet, muhabbet ve rızâsından mahrum etmesin…

Âmîn!

Dipnotlar:

1 Ebû Nuaym, Hilye, X, 36

2 Prof Dr Süleyman Uludağ, Bâyezîdi Bistâmî, sf 186, TDV Yayınları, Ankara 1994

3 Prof Dr Süleyman Uludağ, Bâyezîdi Bistâmî, sf 188, TDV Yayınları, Ankara 1994

4 Bkz Müslim, İmâre, 152

5 Süyûtî, Târîhu’lHulefâ, s 104

6 Ebû Nuaym, Hilye, X, 35

7 Abbâs, Ebû Yezîd, s 90

Altınoluk Dergisi
2019 – Mayıs, Sayı: 351, Sayfa: 032

 

Similar threads

Hak Dostlarından Hikmetler Bâyezîdi Bistâmî Hazretleri 777 – 848 buyurur: “Ne mutlu o kimseye ki, bir tek endişesi vardır (yani dâimâ bir ve tek olan Allâh’ı zikir hâlindedir) Kalbini; gözünün gördüğü, kulağının duyduğu mâlâyânî şeylerle meşgul etmez Kim mârifetullah sırrına ererse, kendisini...
Cevaplar
0
Görüntüleme
141
Bâyezîdi Bistâmî Hazretleri buyurur: “Halka, avâm nazarıyla bakan, yani onları hor ve hakir gören kişi, onlardan nefret eder Hâlık’ın nazarıyla bakan ise onlara merhamet eder1 Meşhur tâbiriyle; “Yaratan?dan ötürü yaratılanı sevmek veya “Hâlık?ın şefkat nazarıyla mahlûkâta bakış hassâsiyeti...
Cevaplar
0
Görüntüleme
106
Bâyezîdi Bistâmî Hazretleri buyurur: “Halkın Hak?tan en uzak olanı, sonra yaparım deyip hayrı tehir edendir1 Dünyevî ihtiraslar peşinde ömür tüketip, uhrevî mes?ûliyetlerini, kulluk vazifelerini, ibadet, tâat ve hayırları yarınlara ertelemek, büyük bir aldanıştır Zira yarını görüp...
Cevaplar
0
Görüntüleme
83
Bâyezîdi Bistâmî Hazretleri buyurur: “Kendisine kerâmetler verilmiş, hattâ havada bağdaş kurup oturan birini görseniz bile, hemen ona aldanmayın! İlâhî emir ve nehiylere riâyet ediyor mu, ilâhî hudutları muhafaza ediyor mu, şer’î hükümleri hakkıyla edâ ediyor mu, ona bakınız!1 Mü?minin en...
Cevaplar
0
Görüntüleme
107
Hak Dostlarından Hikmetler Hâlidi Bağdâdî Hazretleri buyurur: “…Cenâbı Hak’tan bizler ve sizler için istikâmetin devamını dileriz İstikâmet sebeplerini tahsil etmek için bütün gayretinizle çalışınız! Zira istikâmet, bin kerâmetten daha hayırlıdır…1 Gönüllerde âdeta bir şok tesiri yapan...
Cevaplar
0
Görüntüleme
83
858,465Konular
981,138Mesajlar
29,533Kullanıcılar
TUNCAMMSon üye
Üst Alt