Forumda yenilikler devam etmektedir , çalışmalara devam ettiğimiz kısa süre içerisinde güzel bir görünüme sahip olduk daha iyisi için lütfen çalışmaların bitmesini bekleyiniz. Tıkla ve Git
x

Son konular

Bediüzzaman ve İman Hizmeti

Bediüzzaman ve İman Hizmeti
0
58

ahmet0135

FD Üye
Katılım
Nis 13, 2018
Mesajlar
3,764
Etkileşim
87
Puan
48
F-D Coin
0
Bediüzzaman ve İman Hizmeti (1931’de Irak’ın Musul şehrinde dünyaya geldi 1980 yılında Bediüzzaman Said Nursî ve Risalei Nur Külliyatını tanıyan Edib İbrahim Debbağ’ın Bediüzzaman’ın hayatı ve fikirleri konusunda yayınlanmış 5 kitabı ve fazla sayıda makaleleri bulunmaktadır) Biz Araplar süre ve mekân bakımından uzaktan olsak da Bediüzzaman Said Nursî’yi tanınma ve kavrama bakımından bir cihette daha büyük bir imkâna sahibiz Çünkü yüksek bir binanın ihtişamını dışından bakanlar içindekilerden daha iyi görür İslâm ve imana âşina olan Arapların böylesine büyük bir İslâm mütefekkirini şüphesiz tanıması gerekir Ben itiraf ediyor ve inanıyorum ancak, Bediüzzaman’ın Arapça’ya çeviri edilen eserleri kısa bir zamanda tecdide susuz insanların ihtiyaçlarına yanıt verecek, imanî bir zihin kaynağı haline gelecektir Böyle büyük bir eser sahibinin şahsiyeti üstünde durmak gerekir 12 seneden beri Bediüzzaman’ın risalelerini okuyorum Bu eserleri iman ve hafıza sahasında kendime kılavuz kabul ettim ve şu neticeye vardım: Biz öyle bir şahsiyet karşısındayiz ki, ruhu iman esrarıyla batmış, kalbi güneş dek pırıl pırıl, aklı iman hakikatları ile ateş alev; nefesi, uyumuş ve hissiz fikirlerimizi uyandıracak dek güçlü; hitabındaki alımlılık celâlî isimlere ayna olacak kadar berrak ve müessirdir Bediüzzaman’ın bu ulu mertebeye ulaşması, öyle pek basit olmamıştır Uzun ruhî ve kalbî seyahatlerden, çetin nefsî mücadelelerden geçerek ulaşmıştır Rûhî ve fikrî hayatında en önemli dönem noktası, onun kendi nefsiyle giriştiği mücadeleden başarıyla çıkmasıdır O, bir lahza bile nefsiyle mücadeleden geri durmadı o kadar ki, nefsinin “cenaze namazını kılana dek bu cihadı devam ettirdi Bu mücadeledeki muzafferiyeti neticesinde yargı yolu kendisine çözülmüş ve mânen çöle dönmüş ruhlara yaşam tahsis etmek, fakat iman âbı hayatı ile olacağı ona ilham edilmiştir İşte bunun üstüne “Eski Said i maziye gömdü, “Yeni Said olarak dirilip fanilik toprağını üzerinden attı Enerjik bir ruh, şaşmaz bir fikir ve yılmaz bir irade ve bitmez tükenmez bir gayretle iman kurtarma hizmetine girişti Bediüzzaman, bu asır insanının derdinin iman zaafından ileri geldiğini basiretiyle farketti ve sathileşen İslâmî idraki bu temelden başlayarak derinleştirme gereğini duydu ve bu tesbiti üstüne yepyeni bir nesil yetiştirmeye koyuldu Öyle bir nesil ancak, ehli dalâlete direnen, şuurlu, nasıl hareket edeceğini bilen, dünyayı avucuna aldığı halde kalbinde ona yer vermeyen bir tür Maddî cihadın harici düşmana karşısında olacağını gösteren Bediüzzaman, yeri geldiğinde kalem tutan eli ile silâh taşımış cepheye koşmuş, hattâ bu uğurda yaralanıp Ruslara tutsak düşmüştür 1917’deki bolşevik ihtilâline dek bu esarette kalmıştır Bediüzzaman Said Nursî, Hutbei Şâmiye isimli eserinde İslâm dünyasının içine düştüğü manevî felâketlerin kaynaklarına dikkat çekici etmekte ve çıkış yollarını göstermektedir Bu manevî hastalıklardan birinin, ümitsizliğin Müslümanlar aralarında hayat bulup dirilmesi olduğunu belirtir Ümitsizliğin her türlü ilerlemeye engel, kanser mikrobu gibi olduğunu ifade ederek Müslümanların ümitvar olmaları gerektiğine dikkat çekici eder Çünkü ümit ve iyimserlik duygusu, Müslümanlar için kuvvet kaynağı, zamanın acı darbelerine karşısında koymanın en kuvvetli bir dayanağıdır Ümit, üzüntü karanlıklarını gideren ve gayb âleminden içimize yağan bir nurdur Felaket asrının adamı Bediüzzaman, Barla’da kendini iki öbür gurbetin içinde bulur Birisi İslâmın başına gelen felâketlerin gurbeti; diğeri de şahsen kendisinin bütün yakınlarından ve dostlarından uzakta kaldığı gurbet Evet, Bediüzzaman bu gurbetler içinde yalnız, öksüz, tesellisiz; ne sığınacak bir yer, ne de kendini bağrına basacak bir yuva vardır Acı ve elîm bir gurbeti bütün ruhunda hisseder Dünya ona kapılarını kapamıştır Zaman ona sırtını çevirmiştir O da dünyayı bırakıp âhirete yönelmiştir Bediüzzaman, İslâmiyetin gurbete düştüğü bir zamanda geldi İslâmiyet adına her şeyin silinmek istendiği karanlık bir devirde, çorak bir zeminde vazife başına geçti O, bu gerçeği şu ifadelerle dile getirir ve o karanlıklar arasından yeniden ümidi haykırır “Ne yapayım, telaş ettim, kışta geldim, sizler cennetâsâ bir baharda geleceksiniz Bediüzzaman hüznün her rengini tatmış, her türlü ızdırap ve üzüntü gömleğini giymiş, ama halini kimseye şikâyet etmemiştir İçinde yanardağlar kaynamasına rağmen, dışarıya sükûnet hâkimdi O kendisini düşünmekten vazgeçmiş, İslâmın elemleriyle inliyordu Huşû içinde Rabbine yönelmiş, korkaklığı ayaklar altına almıştı Aç canavara yakın olmanın, merhametini yok, iştihasını kabartacağını biliyordu Onun için bir defa olsun zalimlere boyun eğmemişti Celâl ve Cemâl tecellileri Bediüzzaman, İlâhî terbiyeden yoksun olan aklın, eşyanın ve kâinatın hakikatlarını kavramaktan uzaktan olduğu görüşündedir O, iman nuruyla aydınlanmış, Kur’ân güneşiyle parlamış bir fikir ve basiretle ama İslâm medeniyetinin kurulabileceği kanaatindedir Bu medeniyetin iki temeli vardır: Celâl ve Cemal Cemal bu medeniyetin ruhu, celâl bedeni hükmündedir Cemal o medeniyetin bahçesi, celâl da surlarıdır Cemal, hakikattır, adalettir, hayırdır, güzelliktir, rahmettir, sıdktır, şeref ve fazilettir, tüm güzel sıfatlardır; Celâl ise bu değerleri tahripten koruyacak kalkandır, kılıçtır Risalei Nur, işte bu celâlî ve cemalî isimlerin tecellisi ve hendesesiyle kâinatın özünden süzülmüş hakikatlerdir Satırlarında ve sayfalarında celâl ve cemal kol koladır Bazan bu eserler amaç güzelliğinin feyziyle bir şelâle gibi çağlar Kendinizi şair ruhlu büyük bir edibin aleyhinde bulursunuz Bazan celâlin ihtişamı sizi kuşatır ve kalbinizi sarsar Sizi şaşkınlık secdesine götürür Risalei Nurun sayfalarını çevirdikçe zor içinde rikkat, zorlama içinde şefkat, izzet içinde rahmet, azamet içinde alçakgönüllü, salâbet içinde lütuf, kalb içinde zihin, zihin içinde de kalbi görürsünüz Said Nursî’nin kalbinin vecd içinde inlediğini hisseder ve Allah’tan uzaktan kalmanın ızdırabı içinde kıvranan insanlığın felâketi için keder batmış gözyaşı döktüğünü sezersiniz Said Nursi, âhiretin dehşet âkibetlerini işlerken bile başlıca vazifesini ihmalkârlık etmez, insanlara, korkutmadan önce Allah’ı sevmeyi öğretir Yani önce cemâli sergiler, daha sonra celâli Risalei Nur, kuracağı medeniyetin temelini Celâl ve Cemâl esasları üzerine atar Buna kadar bir insan modeli ve misal Müslüman yapısı örer Bu insan, yüksek fikirli halk müziği sırasına girer ve medeniyeti bu insanların omuzuna tevdi eder Celâlin şefkati “enenin gurur, ucub ve isyanını değil eder Celâlin heybeti ile ’ene’ düşmanlarına boyun eğmekten, tezellülden ve ümitsizlikten kurtulur Cemal bizi fikre, adalete, hakka, fazilete ve mes’uliyete sevkeder; Celâl ise içimizden kuvvetli bir kaynak fışkırmasına sebep olur Pısırıklıktan, korkaklıktan kurtarıp yiğitlik, hamiyet ve fedakârlığı aşılar Kâinata bir bakış açısı Hayattaki İlâhî musikinin nağmeleriyle insan arasındaki bağı Bediüzzaman kadar hisseden ve kuranlar azdır Bediüzzaman bu dakik besteyi müşahede edip kaydetmeye muvaffak olmuş nâdir mütefekkirlerdendir Bediüzzaman’ın eserlerini okuyanlar, sıkıntı çekmeden âlem ile insan kalbi arasındaki bağı görebilirler Hattâ dikkat ettiklerinde insanın kâinatın küçültülmüş bir nüshası olduğunu farkederler Âlem ile insanın vicdanında sevgi, yardımlaşma ve tesanüt nağmeleri yankılanır Bediüzzaman iman yolculuğunda ilerlerken, kâinatın fıtrî olarak, insanın da şuûrî olarak yaptığı ibadeti Cenabı Hakka ibraz eder Bu hakikatı şu şekilde beyan eder: “Evet, şu kâinatta insan bir fihristei câmia olduğundan, insanın kalbi binler âlemin haritai mâneviyesi hükmündedir Evet, insanın kafasındaki dimağı, hadsiz telsiz telgraf ve telefonların santral denilen merkezi misillü, kâinatın bir nevi merkezi mânevisi olduğunu bildiren hadsiz fünun ve ulûmu beşeriye olduğu gibi insanın mahiyetindeki kalbi dahi, hadsiz hakaiki kâinatın mazharı, medarı, çekirdeği olduğunu, had ve hesaba gelmeyen ehli velâyetin yazdıkları milyonlarla nûranî kitaplar gösteriyorlar Said Nursî özgün tecrübesiyle kâinata yepyeni bir perspektif getiriyor Bu bakış açısı, edebiyatçılara, kalem erbabına ve us sahiplerine devamlı sûrette kaynayan gür bir pınar oluyor İman edebiyatını zenginleştiriyor ve ona yeni boyutlar kazandırıyor Bir yana göklere tırmanıyor, diğer yanlamasına yerin derinliklerine kök salıyor Çünkü o, bu zamanda insan fikrinin, kâinatla fazla yakından alakadar olduğunu biliyor Vicdanı, asaletinden bir şey kaybettirmeden nezaket etmek ve ona yol gösterebilmek Müslüman düşünürlerin üzerinde fazla durdukları bir konudur Fakat bu konuda muvaffak olanlar o kadar azdır Said Nursî, bu asırda bozulan vicdanı tamir etmekte muvaffak olmuştur İnsanları bu asrın dışına çıkarmadan, kalbiyle, ruhuyla, aklıyla bu asırda tutarak ona hitap ediyor Sorumluluklardan kurtulmak için cemiyetin dışına çıkarmıyor İnsan hayatı mukaddestir Bu kudsiyet, hayatı veren Allah’tan gelmektedir İnsan buna inandığı vakit kesinlikle üstünde titreyecek, hayatını kirletmeyecek, zayi etmeyecektir Sıkıntılar nedeniyle onu üzerinde ağır bir tartma olarak gördüğünde ondan kurtulmak istemeyecek, ona en yüksek fiyatı veren Allah’ın hizmetine sunacaktır Bediüzzaman hayatın kıymetini belirtirken diyor ama: “Yaşam, bu kâinattan süzülmüş bir hülâsadır ve şuur ve his zeka hayattan süzülmüş, hayatın bir hülâsasıdır Yaşam kâinatın kısa ve öz bir parçası olduğuna göre, kâinatı tanımazsak hayatı da tanıyamayız İlim bize eşyanın boyutlarını sadece nisbi olarak tanıtıyor İlim, eşyanın hakikatını hâlâ bütün olarak keşfedebilmiş değildir Eli her yere uzandığı halde, hâlâ belirlenmiş bir neticeye ulaşamamıştır Bu koşul daha çok teori plânında kalıyor Bunun yanına insan, mutlak hakikata gelmek ve gerçeği bulmak için çalışmaktadır Mutlak gerçeğe yönelmek sanılmasın ancak, aklî meseleleri bir kenara itmek demektir Mutlak gerçeğe fikir ve mantığı bir kenara itip ulaşılmaz Kâinatın ötesine sırf hayalle yapılan seyahatle de mutlak reel bulunmaz Çünkü hiçbir dinî realite yoktur ama, düşünce ve mantığın esaslarına yerinde olmasın Tersine, aklî meselelerin derununa inildiğinde orada dini buluruz Vicdana hitap eden âlimler, genellikle en ince aklî delilleri ortaya koymuşlardır Gazalî, Said Nursî ve benzerlerinde olduğu gibi Özet Olarak; tahrif edilmemiş bir din aklî bir dindir, akla ve mantığa katiyen ters gelen meselesi olmaz Kelâm ilmi, çağdaş çağ öncesinde İslâmın akıllaştırılma çalışmasının bir merhalesidir Ama, bu modern ilim asrında, geçmiş asrın ilmi kelâm çalışmaları kifayetsiz kalmaktadır Bediüzzaman Said Nursî bu boşluğu görmüş ve kelâmı bu asra uygun bir şekilde ortaya koşmuştur Bu mazhariyet Bediüzzaman Said Nursî’ye nasip olmuştur O, fikir ve mantığa uzak gibi görünen meselelerde bile en yüksek hafıza ve mantık ölçülerini vazediyor Ve meseleleri öylesine ulvileştiriyor ama, şair ruhluları bile ihtizaza getiriyor Sözler’den âdeta hayat fışkırıyor Kâinatın İlâhî nağmeleri dinleniyor İmanı gurbette kalmış gönüller en güzel teselliyi, vuslatı onda buluyor  
 
858,497Konular
981,950Mesajlar
29,947Kullanıcılar
Pelin06432Son üye
Üst Alt