iltasyazilim
FD Üye
Bir annenin çocuklarıyla Balkan Savaşı'nda yaşadığı bir hikaye
Yeni tuttuğu hizmetçi kadına sordu:
Dilin Anadoluluya benzemiyor Rumelili misin sen?
Serfliçe köylerindendim Alnımın yazısı imiş, buralara düştüm, dedi kadın
Gözleri eski şekerlenmiş şuruplar değin donuk ve fersiz Dibe çökmüş bir gam tortusu Azıcık inceleyince canı sıkıldı Akşam akşam keyfini kaçırmasından korktu İçinden 'bir başkasını bulunca savarım' diye düşündü Hikayesini dinleyince bunu asla yapamadı
Balkan Savaşı kopunca, sınıra yakın köyde, bir akşamüstü şu rivayet yayılmış: Düşman geliyor! Gelen düşman, yalnızca can değil, ırz ve din düşmanıdır da Müslüman erkeği süngüleyecek, kadını kirletecektir Köy halkı, mülk mal neyi varsa bırakıp kaçmaya karar verir
Dul Ayşe de hazırdır; bir atın üstündedir Gerisinde beş yaşındaki oğlu, belinden sıkıca sarılmış, önünde üç yaşındaki kızı bir kuşakla dizlerinden eyere emrindeki, kucağında daha bir yaşına basmamış yavrusu uykuda Tepelerden kesintisiz bir yağmur yağıyor, kış başlangıcı yağmuru Herkes biliyor ancak, bu sürerse ovayı su basacak, çaylar kabaracak, köprüler çökecek, yol iz kalmayacaktır Sırılsıklam kafile, ıslak gece içinde ilerliyor Öndeki ümit Türk ordusuna yetişmek, arka nefret düşman ordularına çiğnenmemek
Ayşe, beline dolanan minik kolların arada bir gevşediğini duyuyor:
Uyuma Ali, diyor, uyuma! Önündeki baş yer yer dikliğini kaybediyor:
Uyuma Emine'm, uyuma! diyor Sonradan kucağında kıpırdamalar başlayınca:
Uyu ciğerim, uyu Osman'ım, diyor Yaşlı, romatizmalı beygir, ikide bir sürçüyor, toparlanıyor, daha sonra çamura gömülüyor, silkinip ilerlemeye çalışıyor Yağmur dinmiyor, toprak en ince ayrıntısına kadar cıvık ışık halkası geliyor Saplanıp bir yerde kalmaları veya bir ırmağın akıntısında boğulmaları ihtimali büyüyor
Atın ve kendisinin kudretsizliğini gören Ayşe, yavrularına sarılarak ölmeyi artık kötü bulmamaktadır Ana dehşetli korkusu, üç canlı yükü ile kalmaktır
Nihayet bu oluyor Çöken, ast üstü uzanan mecalsiz attan hızla iniyorlar Zira yıkım kafilesinden kopmak, Ayşe için bundan da korkunçtur Geride kaldığını anlayınca, üç çocuğu birdenbire taşımanın olası olmadığını görüyor, ikisini kurtarmak için birini feda etmek lazımdır diye düşünüyor Hangisini?
Yanında, elinden tutmuş, dizine kadar çamura bata çıka yürüyen Ali'nin küçük elini adamak istemiyor Boynuna dolanan mecalsiz elleri çözmeye de cesareti yok Kucağındaki ıslak, durağan, sessiz bohça ona cansız gibi görünüyor Soğuktan, sudan, havasızlıktan ölmüştür Ananın ümidi, yaşamadığını anlayarak kundağı en düşük çamurlu, en az batak yere bırakıvermek O kıyamet içinde Osman'a eğiliyor, ses duymamak ümidiyle dinliyor Ama yavrusunun ılık ılık ağladığını duyuyor, yazık, diyor
Bir enkazı andıran kafile bata çıka ilerlemekte, kimi karanlığın içinde çamura gömülmekte, kimi üzerine basılarak ezilmektedir
Ayşe hâlâ yükünü atamamıştır nefes nefese, buz gibi ter içindedir Ayaklarını çamurdan çekecek kudreti erimekte, kolları karıncalanmaktadır pek ama, sol kolunun açılıp yükünü kendiliğinden bıraktığını bile anlayamıyor Acilen göğsünün üstünde Ali vardır Güya uzun bir hasretten daha sonra birbirine kavuşmuşlardır
Bir yana da yağmur ve çamur içindeki kaçış sürüyor Böyle birkaç saat mi, birkaç dakika mı koşuyorlar ya da pek sanıyorlar Ayşe tükeniyor, arkada bıraktıkları at gibi yere uzanıvereceğini anlayarak, bağırmak, birini imdadına çağırmak istiyor Yine koşuyor ve aniden bir hafiflik, bir canlılık duyuyor Niçin daha sonra anlıyor fakat, boynundan sarılan kuvvetsiz, küçük kollar artık yoktur Emine de dökülmüştür Çık sırtıma, sıkı sarıl sakın gevşeme Ali!diyor
Bu Nedenle kanının son ateşini yakarak, batıp çıkarak yuvarlanarak, ter ve gözyaşı yüzünü yıkayarak molasız yürüyor Ayşe Ali'sini kurtarmış olmanın sevinci ile Değişik felaketlere katlanıp ümitle yürüyor, kafileye yetişiyor, hatta onları geride bırakıyor Seher vakti ay yıldızlı nemli bir sancak çekili küçük kasabaya varıyor Yükünü bir mühimmat sandığının üzerine indiriyor
Kurtulduk Ali kalk! Kalk Ali! diyor
Ali kımıldamıyor Anne, saatlerdir bir gövde taşıdığını anlamıyor, anlayışlı olmak istemiyor Ali kalk kurtulduk diyor Ayşe, gece yağan yağmur gibi dökülen gözyaşları içinde gülümsüyor
Hizmetçi, donuk, fersiz, kuru gözlerini göze çarpan ederek, Beydedi O günden beri ağlayamam İstesem de gözlerimden yaş gelmez
Son günlerde beni en çok etkileyen yazı, hayatının uzunca bir dönemini sürgünde geçiren Refik Halid Karay'ın (18881965) Gurbet Hikayeleri'nde anlattığı bu tabloydu Gözyaşı içinde okurken, bir yanlamasına da yaşadığı acıları ne değin tez unutan bir millet olduğumuzu düşündüm Halbuki, en azından iyi zamanlarımızda sahip olduklarımızın kıymetini çakmak için Ayşe Ana'ların hikayesini bilmemiz gerekmiyor mu? Bu hikayelerin beyazperdeye taşınması iyi olmaz mı? Şayet de bu sayede hangi ırksa, ideolojik kimliğe sahip olursak olalım birbirimizi daha iyi anlar, ülkemizi aşkla sevebiliriz *
Yeni tuttuğu hizmetçi kadına sordu:
Dilin Anadoluluya benzemiyor Rumelili misin sen?
Serfliçe köylerindendim Alnımın yazısı imiş, buralara düştüm, dedi kadın
Gözleri eski şekerlenmiş şuruplar değin donuk ve fersiz Dibe çökmüş bir gam tortusu Azıcık inceleyince canı sıkıldı Akşam akşam keyfini kaçırmasından korktu İçinden 'bir başkasını bulunca savarım' diye düşündü Hikayesini dinleyince bunu asla yapamadı
Balkan Savaşı kopunca, sınıra yakın köyde, bir akşamüstü şu rivayet yayılmış: Düşman geliyor! Gelen düşman, yalnızca can değil, ırz ve din düşmanıdır da Müslüman erkeği süngüleyecek, kadını kirletecektir Köy halkı, mülk mal neyi varsa bırakıp kaçmaya karar verir
Dul Ayşe de hazırdır; bir atın üstündedir Gerisinde beş yaşındaki oğlu, belinden sıkıca sarılmış, önünde üç yaşındaki kızı bir kuşakla dizlerinden eyere emrindeki, kucağında daha bir yaşına basmamış yavrusu uykuda Tepelerden kesintisiz bir yağmur yağıyor, kış başlangıcı yağmuru Herkes biliyor ancak, bu sürerse ovayı su basacak, çaylar kabaracak, köprüler çökecek, yol iz kalmayacaktır Sırılsıklam kafile, ıslak gece içinde ilerliyor Öndeki ümit Türk ordusuna yetişmek, arka nefret düşman ordularına çiğnenmemek
Ayşe, beline dolanan minik kolların arada bir gevşediğini duyuyor:
Uyuma Ali, diyor, uyuma! Önündeki baş yer yer dikliğini kaybediyor:
Uyuma Emine'm, uyuma! diyor Sonradan kucağında kıpırdamalar başlayınca:
Uyu ciğerim, uyu Osman'ım, diyor Yaşlı, romatizmalı beygir, ikide bir sürçüyor, toparlanıyor, daha sonra çamura gömülüyor, silkinip ilerlemeye çalışıyor Yağmur dinmiyor, toprak en ince ayrıntısına kadar cıvık ışık halkası geliyor Saplanıp bir yerde kalmaları veya bir ırmağın akıntısında boğulmaları ihtimali büyüyor
Atın ve kendisinin kudretsizliğini gören Ayşe, yavrularına sarılarak ölmeyi artık kötü bulmamaktadır Ana dehşetli korkusu, üç canlı yükü ile kalmaktır
Nihayet bu oluyor Çöken, ast üstü uzanan mecalsiz attan hızla iniyorlar Zira yıkım kafilesinden kopmak, Ayşe için bundan da korkunçtur Geride kaldığını anlayınca, üç çocuğu birdenbire taşımanın olası olmadığını görüyor, ikisini kurtarmak için birini feda etmek lazımdır diye düşünüyor Hangisini?
Yanında, elinden tutmuş, dizine kadar çamura bata çıka yürüyen Ali'nin küçük elini adamak istemiyor Boynuna dolanan mecalsiz elleri çözmeye de cesareti yok Kucağındaki ıslak, durağan, sessiz bohça ona cansız gibi görünüyor Soğuktan, sudan, havasızlıktan ölmüştür Ananın ümidi, yaşamadığını anlayarak kundağı en düşük çamurlu, en az batak yere bırakıvermek O kıyamet içinde Osman'a eğiliyor, ses duymamak ümidiyle dinliyor Ama yavrusunun ılık ılık ağladığını duyuyor, yazık, diyor
Bir enkazı andıran kafile bata çıka ilerlemekte, kimi karanlığın içinde çamura gömülmekte, kimi üzerine basılarak ezilmektedir
Ayşe hâlâ yükünü atamamıştır nefes nefese, buz gibi ter içindedir Ayaklarını çamurdan çekecek kudreti erimekte, kolları karıncalanmaktadır pek ama, sol kolunun açılıp yükünü kendiliğinden bıraktığını bile anlayamıyor Acilen göğsünün üstünde Ali vardır Güya uzun bir hasretten daha sonra birbirine kavuşmuşlardır
Bir yana da yağmur ve çamur içindeki kaçış sürüyor Böyle birkaç saat mi, birkaç dakika mı koşuyorlar ya da pek sanıyorlar Ayşe tükeniyor, arkada bıraktıkları at gibi yere uzanıvereceğini anlayarak, bağırmak, birini imdadına çağırmak istiyor Yine koşuyor ve aniden bir hafiflik, bir canlılık duyuyor Niçin daha sonra anlıyor fakat, boynundan sarılan kuvvetsiz, küçük kollar artık yoktur Emine de dökülmüştür Çık sırtıma, sıkı sarıl sakın gevşeme Ali!diyor
Bu Nedenle kanının son ateşini yakarak, batıp çıkarak yuvarlanarak, ter ve gözyaşı yüzünü yıkayarak molasız yürüyor Ayşe Ali'sini kurtarmış olmanın sevinci ile Değişik felaketlere katlanıp ümitle yürüyor, kafileye yetişiyor, hatta onları geride bırakıyor Seher vakti ay yıldızlı nemli bir sancak çekili küçük kasabaya varıyor Yükünü bir mühimmat sandığının üzerine indiriyor
Kurtulduk Ali kalk! Kalk Ali! diyor
Ali kımıldamıyor Anne, saatlerdir bir gövde taşıdığını anlamıyor, anlayışlı olmak istemiyor Ali kalk kurtulduk diyor Ayşe, gece yağan yağmur gibi dökülen gözyaşları içinde gülümsüyor
Hizmetçi, donuk, fersiz, kuru gözlerini göze çarpan ederek, Beydedi O günden beri ağlayamam İstesem de gözlerimden yaş gelmez
Son günlerde beni en çok etkileyen yazı, hayatının uzunca bir dönemini sürgünde geçiren Refik Halid Karay'ın (18881965) Gurbet Hikayeleri'nde anlattığı bu tabloydu Gözyaşı içinde okurken, bir yanlamasına da yaşadığı acıları ne değin tez unutan bir millet olduğumuzu düşündüm Halbuki, en azından iyi zamanlarımızda sahip olduklarımızın kıymetini çakmak için Ayşe Ana'ların hikayesini bilmemiz gerekmiyor mu? Bu hikayelerin beyazperdeye taşınması iyi olmaz mı? Şayet de bu sayede hangi ırksa, ideolojik kimliğe sahip olursak olalım birbirimizi daha iyi anlar, ülkemizi aşkla sevebiliriz *
Türkiye'nin en güncel forumlardan olan forumdas.com.tr'de forumda aktif ve katkısı olabilecek kişilerden gönüllü katkıda sağlayabilecek kişiler aranmaktadır.