Bir camii avlusunda rastladım ona Bir camii avlusunda rastladım ona; Köşede bir bankta oturuyordu Dalgın, yere konan kuşları izliyordu Esmer, uzun boylu, zayıftı Yüzü anemik Karnı aç gibiydi, böylece düşündüm Yaklaştığımı görür görmez toparlandı Selamlama verdim, aleykümselam dedi Yanında oturdum Uzun zamandır tanışıyoruz gibi baktık birbirimize Konuştuk, konuştuk Böyle kendi halinde, yüzüne kim bilir hangi yaşanmışların gölgesi düşmüş millet beni niye cezbeder, bilmiyorum Bir saat konuştuk, belki iki saat Kalktık Birlikte rasgele yürürken, önünden geçtiğimiz börekçinin camekânına takıldı gözüm Kolundan hafifçe tuttum Hadi girelim, dedim Okumak için gelmiş Azeri bir gençti İyi bir okulu vardı Zeki biriydi, bunu emin ediyordu Geldiği birincil ay Kurtuluş Parkı’nda yatıp kalkmış Bu yoksulluk ve yalnızlık derinleştirmiş onu İbadet etmeye başlamış Bir gün ufak bir semt camisine namaza gidince cemaat onu sahiplenmiş Yatıp kalkabileceği bir yer vermişler Fazla sevinmiş, şükretmiş Ama gerçi bir başına, cebi delik çok günler geçirmiş Hemen de durumu üç aşağıda beş yukarı benzer imiş Ama hiç şikayetçi gözükmüyordu Bütün bunları göze alarak yola çıktığından olur ya Dayanıklılık kelimesini ne fazla kullanıyordu Ayrıldık Eve doğru giderken, yeniden karşılaşır mıyız diye düşünmüştüm Boşuna endişelenmişim Sonraları, ilk olarak rastlaştığımız o cami avlusunda sık sık görüşür olduk Bir beklentisi olmamasına karşın bana layık verdiğini hissediyordum Bu yüzden ara sıra kaldığı yere de uğramaya başladım Bazen, hiç beklenmedik anlarda karşılaştığımız da oluyordu Bilhassa metro treninde Sessiz, başını cama yaslamış, elleri kenetli, gözleri yere çakılı Muhtemelen açlıktan bitkin, anemik Azeri arkadaşın sıkıntılarına bir çözüm bulamamak beni üzüyordu Ama elimden ne gelirdi ancak? Gel vakit, git vakit yollarımız ayrıldı Ben bundan böyle İstanbul’daydım O ise Ankara’da, düşe kalka yoluna devam ediyordu Ankara’ya gitgide ona uğruyordum, görüşüyorduk Yine bir gidişimde, bir otele yerleştiğini söyledi, fazla sevindim Okuldan arta kalan zamanlarında otelde çalışıyor, sıcak yemeğe, eksik da olsa paraya kavuşuyormuş Soğuk, nemli bir İstanbul akşamıydı Telefon çaldı Oydu Sesi titriyordu, görünüşe göre ağlıyordu: N’ettim ben bu insanlara? Bir kap aşı çok gördüler! Hikâye şuymuş: Hemen karşılarındaki otelin sahibi, bunun çalıştığı oteli şikayet etmiş İzinsiz tanıdık olmayan emekçi çalıştırıyor diye Rakipler ya Polis, maliyeci filan gelmiş Oteli bir süre için mühürlemişler Bizim Azeri arkadaş, nâçar tekrar açıkta kalmış Ne diyebilirdim, ne yapabilirdim? Ankara’dayım Aklımda o var Yıl oldu, görüşemedik İkinci gün, o defalarca karşılaştığımız camiye gittim Oradaydı Ne güzel, oradaydı! Sarıldık, kucaklaştık Birlikte ikindi namazını kıldık Okulu bitirmiş Notları fazla iyiymiş Amerika’daki bir üniversiteden önerge gelmiş, gidecekmiş Fakat geldiğinden bugüne kadar, tam dört buçuk yıldır memleketine gitmemiş, gidememiş Hâlâ beş parasız Nerede kalıyorsun, diye sordum Gel gidelim, dedi Gittik Müteahhide verildiğinden olsa lüzum, çoğu yıkık bir gecekondu Birinin önünde durduk Balçık sıvalı, yeniden beri yıkıntı, iki göz bir gecekondu Ama şirin bir bahçesi var Bütün kapıyı açacakken birden döndü, duvarın dibindeki ayva ağacını gösterdi Abi şu ayva ağacını görüyor musun, dedi Soran gözlerle baktığımı görür görmez devam etti: Bu kutsal bir ağaç Evde nehir olmadığı zaman bu ayvanın yapraklarından akarsu yapıp içiyorum Bu sabah da öyle yaptım Şaşırdım, ne diyeceğimi bilemedim Sabahleyin içtiğim çayın, çiğ bir ayva gibi boğazıma takıldığını hissettim Girdik Yerde içleri palan dolu eski minderler vardı, onlara oturduk Oda rutubet kokuyordu Azıcık sonra, bahsettiği ayva yaprağı çayından getirdi Küçük bir yudum aldım ve ona baktım Sessizce besmele çekip çayı yudumlayışını, gözlerini kapayışını ve o lahza yüzüne yayılan ifadeyi izledim Derhal neredeydi kim bilir Belki memleketindeydi Ola Ki anasının dizinin dibinde, ola ki babasının bütün karşısında Elimdeki bardağa baktım, gerçekten mübarek bir şeydi şu ayva yaprağı çayı Besmele çektim, bir yudum daha içtim