Unlu şairimiz Şeyh Galip, geceyi anlattığı bir gazeline şu matla beytiyle başlar:
Sagar hababı mevcei mehtabdır bu şeb
FanUs bahri nUrda girdabdır bu şeb
Gunumuz diliyle aşağı yukarı şoyle demeye gelir: Sanki bu gece mehtabın dalgaları uzerindeki hava kabarcıkları bir kadeh; gokyuzunde fanusu andıran dolunay da bir nur denizindeki girdaptır
Cırpıntılı bir yaz akşamında, sulara aksetmiş mehtabın deniz uzerindeki kabarcıklarda kırılıp ışıklanmasını tasvir eden bu beyit, insana ferahlık veren bir edanın mahsuludur ama daha derinine inildiğinde bambaşka hayaller ile orulmuş bir anlatım sunar Okuyucunun ruhuna kuflu cengeller atarcasına ıstıraplar bırakan bu anlatım, zihinlerde ayrı bir tasvir ve duygu ile bambaşka goruntuler bile kazanabilir Şair, bu derece farklı anlatım zenginliğini beyte sindirirken aslında yalnızca kelimelerin buyusunden yararlanıyor, onların uzun gelişim maceralarındaki ilişkilerden yola cıkarak anlam katmanları oluşturuyor, velhasıl dilin ihtişamını konuşturuyor
Eski şairlerin beyitleri bugunkunden farklı olarak bir ic hendesenin sağlam yapısıyla orulur, vezin ve kafiyeler şairin ic dunyasını cerceveleyen ama asla sınırlamayan bir soyleyişe hizmet ederdi Bu ustalıklı soyleyiştir ki bir beyitte yer alan birkac sayılı kelime, yuzyıllar boyunca yuklenip getirdikleri fikirler, duygular ve hayaller cağrıştırılarak yan yana getirildiğinde yuksek bir medeniyetin sozu ve sozcusu konumuna yukseliverirdi Cunku kelimeler uzun zaman dilimlerinden suzulup gelirken başka şairler tarafından ceşitli kombinezonlar icinde kullanılarak farklı manalara burunmuşler, değişik duygu ve fikirleri ifade etmişlerdir Oyle ki kullanıldıkları her bir şiirde ayrı bir mana ifade etmekle kalmamış, her bir okuyucunun zihninde uzvi ve dimaği imajlar, hayaller, hisler uyandırmışlardır Eskiden beri soylenegelen 'Dili şairler yapar' cumlesi işte bu yuzden gercektir ve refte refte basit teşbihler bir tablo misali derinleşir, sıradan mecazlar zihinlerde rengarenk huzme kırılmaları yapabilir Yukarıdaki beyitte kelimelerin ilk goruntusu, bizde sanki İstanbul korfezlerinden birinde, musıki nağmelerine karışan su hışırtılarının eski zaman hatıralarını cağrıştırırken, diğer yandan bizzat bir şeyh ağzından cıkmış olmanın efsunuyla tasavvufi bir derinlik kazanır Her iki manayı ic ice veya yan yana anlamamıza vesile olan şey ise Galib Dede zamanında moda olan mehtap seyirleri ve eğlencelerinin tekke hayatına kadar sirayet etmiş olmasıdır Şarkıların, nağmelerin, badelerin ve guzellerin harman olduğu kameriyeler, zevrakceler, sahilsaraylar, yalılar ve fevkalade guzel bir İstanbul İşte beytin ilk goruntusu ve bizi hayran bırakan buyulu tasviri İkinci tasvir ise bambaşka bir dunyadır: Şoyle ki; her guzellik, icinde o guzelliği yaratanın bir tecellisini taşır Bu tecelli, izafi bir algılama bicimidir ve gorunurden gorunmeze doğru yol alır Muşahhastan mucerrede uzanan bu yolculukta madde ile mana ic ice bir tedahul gosterir ki bunun da kilit taşı beytin ikinci dizesindeki bir kelimedir: Girdap
İmdi izaha calışalım: Ay, bilindiği gibi zatında bir ışığa sahip olmayıp butun ışığını ve o ışığa bağlı guzelliğini Guneş'ten alır Bu yuzden tasavvufta Allah'ın tecelli ettiği maddi varlık ay hukmunde gorulur Diğer bir ifadeyle Hakk, maddede tecelli ederek kendini her daim zahir kılmaktadır Tıpkı Guneş'in ışığının Ay'da gorunmesi gibi Bunu izah edenler, yaratılmışa bakarak Yaratan'ı anlamak, esere bakarak muessire gitmek gerektiğini soylerler
Rint yaratılışlı insanlar tasavvufun derinliklerine vakıf olmakla once ulvi bir tefekkur ve ruh yapısına yukselirler, sonra da Hakk'ın kainatta gorunen ceşitli tecellileri ve zuhuru ile kendilerinden gecip hayran ve sarhoş olurlar Maddeye bakarak, maddede muşahede edilerek mana aleminde yaşanan bu sarhoşluk insanı oyle bitap duşurur, oyle harab eder ki, insan bir girdabın icine duşmuş gibi olur, yahut bizzat girdaba duşer Hak aşıkına bu sarhoşluğu veren her bir tecelli emaresini farklı icimleri ve lezzetleri olan bir kadeh gibi algıladığımızda, aşık her yeni goruş ve idrak ile tekrar dalgalanıp gitgide kendinden gecer, kanzil sarhoş olur Cunku aşık, sevgiliye bir kere tutulduktan sonra her neye baksa onu gorecek, her şeyde onun bir işaretini, izini, belirtisini, sembolunu bulacaktır Burada hayret edilecek husus, aşıkın maddeye (kesrete) bakarak sarhoş olmasıdır ki irfani bakış onu vahdete yonlendirirken, cismani bakış masivaya ducar bırakır Sevgili, madde aleminde tecelli ederken aslında aşıklarına guzelliklerinin pek coğunu sayısız defa gosterir ama asla kendini ele vermez Bu, onun nazıdır Allah da madde ve kesret guzelliği icinden kendisine ulaşılmasını işte bu yolla ister Rab ile kul arasında ezelden bu yana var olagelen aşkın gonul makamında gorunur kılınmasıdır bu Tecelli yeri mehtapta veya denizde, girdapta veya dorukta olmuş fark etmez Yani ister damlanın kesretinde, ister denizin vahdetinde Mehtabı icinde seyredene ise girdap zaten doruktan guzel gelecektir
Sagar hababı mevcei mehtabdır bu şeb
FanUs bahri nUrda girdabdır bu şeb
Gunumuz diliyle aşağı yukarı şoyle demeye gelir: Sanki bu gece mehtabın dalgaları uzerindeki hava kabarcıkları bir kadeh; gokyuzunde fanusu andıran dolunay da bir nur denizindeki girdaptır
Cırpıntılı bir yaz akşamında, sulara aksetmiş mehtabın deniz uzerindeki kabarcıklarda kırılıp ışıklanmasını tasvir eden bu beyit, insana ferahlık veren bir edanın mahsuludur ama daha derinine inildiğinde bambaşka hayaller ile orulmuş bir anlatım sunar Okuyucunun ruhuna kuflu cengeller atarcasına ıstıraplar bırakan bu anlatım, zihinlerde ayrı bir tasvir ve duygu ile bambaşka goruntuler bile kazanabilir Şair, bu derece farklı anlatım zenginliğini beyte sindirirken aslında yalnızca kelimelerin buyusunden yararlanıyor, onların uzun gelişim maceralarındaki ilişkilerden yola cıkarak anlam katmanları oluşturuyor, velhasıl dilin ihtişamını konuşturuyor
Eski şairlerin beyitleri bugunkunden farklı olarak bir ic hendesenin sağlam yapısıyla orulur, vezin ve kafiyeler şairin ic dunyasını cerceveleyen ama asla sınırlamayan bir soyleyişe hizmet ederdi Bu ustalıklı soyleyiştir ki bir beyitte yer alan birkac sayılı kelime, yuzyıllar boyunca yuklenip getirdikleri fikirler, duygular ve hayaller cağrıştırılarak yan yana getirildiğinde yuksek bir medeniyetin sozu ve sozcusu konumuna yukseliverirdi Cunku kelimeler uzun zaman dilimlerinden suzulup gelirken başka şairler tarafından ceşitli kombinezonlar icinde kullanılarak farklı manalara burunmuşler, değişik duygu ve fikirleri ifade etmişlerdir Oyle ki kullanıldıkları her bir şiirde ayrı bir mana ifade etmekle kalmamış, her bir okuyucunun zihninde uzvi ve dimaği imajlar, hayaller, hisler uyandırmışlardır Eskiden beri soylenegelen 'Dili şairler yapar' cumlesi işte bu yuzden gercektir ve refte refte basit teşbihler bir tablo misali derinleşir, sıradan mecazlar zihinlerde rengarenk huzme kırılmaları yapabilir Yukarıdaki beyitte kelimelerin ilk goruntusu, bizde sanki İstanbul korfezlerinden birinde, musıki nağmelerine karışan su hışırtılarının eski zaman hatıralarını cağrıştırırken, diğer yandan bizzat bir şeyh ağzından cıkmış olmanın efsunuyla tasavvufi bir derinlik kazanır Her iki manayı ic ice veya yan yana anlamamıza vesile olan şey ise Galib Dede zamanında moda olan mehtap seyirleri ve eğlencelerinin tekke hayatına kadar sirayet etmiş olmasıdır Şarkıların, nağmelerin, badelerin ve guzellerin harman olduğu kameriyeler, zevrakceler, sahilsaraylar, yalılar ve fevkalade guzel bir İstanbul İşte beytin ilk goruntusu ve bizi hayran bırakan buyulu tasviri İkinci tasvir ise bambaşka bir dunyadır: Şoyle ki; her guzellik, icinde o guzelliği yaratanın bir tecellisini taşır Bu tecelli, izafi bir algılama bicimidir ve gorunurden gorunmeze doğru yol alır Muşahhastan mucerrede uzanan bu yolculukta madde ile mana ic ice bir tedahul gosterir ki bunun da kilit taşı beytin ikinci dizesindeki bir kelimedir: Girdap
İmdi izaha calışalım: Ay, bilindiği gibi zatında bir ışığa sahip olmayıp butun ışığını ve o ışığa bağlı guzelliğini Guneş'ten alır Bu yuzden tasavvufta Allah'ın tecelli ettiği maddi varlık ay hukmunde gorulur Diğer bir ifadeyle Hakk, maddede tecelli ederek kendini her daim zahir kılmaktadır Tıpkı Guneş'in ışığının Ay'da gorunmesi gibi Bunu izah edenler, yaratılmışa bakarak Yaratan'ı anlamak, esere bakarak muessire gitmek gerektiğini soylerler
Rint yaratılışlı insanlar tasavvufun derinliklerine vakıf olmakla once ulvi bir tefekkur ve ruh yapısına yukselirler, sonra da Hakk'ın kainatta gorunen ceşitli tecellileri ve zuhuru ile kendilerinden gecip hayran ve sarhoş olurlar Maddeye bakarak, maddede muşahede edilerek mana aleminde yaşanan bu sarhoşluk insanı oyle bitap duşurur, oyle harab eder ki, insan bir girdabın icine duşmuş gibi olur, yahut bizzat girdaba duşer Hak aşıkına bu sarhoşluğu veren her bir tecelli emaresini farklı icimleri ve lezzetleri olan bir kadeh gibi algıladığımızda, aşık her yeni goruş ve idrak ile tekrar dalgalanıp gitgide kendinden gecer, kanzil sarhoş olur Cunku aşık, sevgiliye bir kere tutulduktan sonra her neye baksa onu gorecek, her şeyde onun bir işaretini, izini, belirtisini, sembolunu bulacaktır Burada hayret edilecek husus, aşıkın maddeye (kesrete) bakarak sarhoş olmasıdır ki irfani bakış onu vahdete yonlendirirken, cismani bakış masivaya ducar bırakır Sevgili, madde aleminde tecelli ederken aslında aşıklarına guzelliklerinin pek coğunu sayısız defa gosterir ama asla kendini ele vermez Bu, onun nazıdır Allah da madde ve kesret guzelliği icinden kendisine ulaşılmasını işte bu yolla ister Rab ile kul arasında ezelden bu yana var olagelen aşkın gonul makamında gorunur kılınmasıdır bu Tecelli yeri mehtapta veya denizde, girdapta veya dorukta olmuş fark etmez Yani ister damlanın kesretinde, ister denizin vahdetinde Mehtabı icinde seyredene ise girdap zaten doruktan guzel gelecektir