Forumda yenilikler devam etmektedir , çalışmalara devam ettiğimiz kısa süre içerisinde güzel bir görünüme sahip olduk daha iyisi için lütfen çalışmaların bitmesini bekleyiniz. Tıkla ve Git
x

Son konular

Bizi geri bırakan islâm mı?

Bizi geri bırakan islâm mı?

iltasyazilim

FD Üye
Katılım
Ara 25, 2016
Mesajlar
0
Etkileşim
17
Puan
38
Yaş
36
F-D Coin
58
Bizi geri bırakan islâm mı?


Madem ElHakku Ya`lu haktır Neden kâfir, müslime; kuvvet hakka galibdir?Sözler,

Bir zamanlar sıkça gündeme taşınan şimdi de yer yer nükseden bir hastalık var: Dinin, terakkiye mani olduğunu sanmak ve Hıristiyan ülkelerden geri oluşumuzun sebebini İslâm dininde aramak

Bu iddiaya cevap vermeden önce bazı noktalara işaret etmek isterim Bunlar arasından geçireceğimiz hat bizi sorunun ilk cevabına ulaştıracaktır

Birinci nokta:
İslâm dini ilk zuhur ettiği dönemde müslümanlar bir süre müşriklerin baskılarına, zulümlerine maruz kalmışlar, daha sonra devlet haline gelmiş ve bir asır öncesine kadar sürekli ilerlemişlerdir Asrı saadetin bir iman, ahlak, fazilet,adalet ve huzur asrı olması bunun ilk delilidir Daha sonra Endülüs Emevî devletinin Avrupa’ya ilimde önder olması, Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluklarının hem ilim hem de sanatta yükseldikleri şahikalar bu tür iddialarla örtülecek, saklanacak cinsten değildir

Burada İslâm ve müslüman kavramlarını birbirinden ayırma gereği ortaya çıkıyor İlerleyen de müslümanlardır, gerileyen de İslâm ne ise odur

“Bugün sizin dininizi ikmal ettim (kemale erdirdim) Üzerinize nimetimi tamamladım Ve sizin için din olarak İslâm’ı beğendim (İslâm’a razı oldum) Mâide Sûresi, 3

O zaman şu sorunun cevabını aramak gerekiyor:
İmparatorluklar kurduğumuz dönemlerde mi İslama daha çok bağlıydık, geri kaldığımız dönemlerde mi?

Bir diğer nokta:
Geri kalışımızın sebebi olarak İslâm’ı gösterenlerin, Müslümanları bir tarafa bırakıp İslâm üzerinde konuşmaları ve “Kur’anın şu hükümleri, Resulullahın şu hadisleri terakkiye manidir diye yola çıkmaları ve delillerini ortaya koymaları lazım gelir

Meselâ, yalanı, zulmü, içkiyi, kumarı, zinayı, stokçuluğu, faizi, gıybeti, ırkçılığı kısacası her türlü kötülüğü yasaklamanın terakkiye engel olduğunu ispat etmeleri gerekir

Üçüncü nokta:
Hıristiyanların bizden ileri olmalarını İslâm’a hamledenlere bir vazife daha düşüyor O da, bu günkü teknolojinin, maddî kalkınmanın esaslarını İncil’de arayıp bulmak ve “Biz bunlardan yoksun olduğumuz için geri kaldık diye bir gerekçe ile ortaya çıkmak Bunu yapmaları mümkün değil Zira İncil’de ne iktisadi hayata ne de devlet yönetimine dair bir tek ayet mevcut değil

Son bir noktaya da işaret edip cevabına geçelim:
Bu iddiayı ortaya atanların, dünün çalışkan, cevval, hamiyetli, dürüst, vatansever insanını, bugünün hak hukuk tanımaz, soygunculuğu hüner sayan, şehvet düşkünü, her şeyi nefsine feda eden, egoist insanı haline getiren eğitim düzeninin İslâmdan kaynaklandığını da ispat etmeleri gerekir

Şimdi, söz konusu sorunun cevabını Nur Müellifinin tespitlerini esas alarak ortaya koymaya çalışalım:

Nur Külliyatından Lemaat adlı eserde şöyle bir soruya yer verilir:

Bir zaman bir sâil dedi: Madem ElHakku Ya`lu haktır Neden kâfir, müslime; kuvvet hakka galibdir?

Yani, “Madem ki hak üstündür, ona üstün gelinmez Kâfirlerin Müslümanlara, kuvvetlinin haklıya galip gelmesine ne dersiniz?
Bu sorunun cevabı dört ayrı yönüyle çok öz ama çok doyurucu olarak verilir
Önce vesileler ezerinde durulur ve bu hikmet dünyasında vesilelerin, sebeplerin çarpıştığına dikkat çekilir Müslüman olsun kâfir olsun, her kim ulaşmak istediği sonucun ön şartlarını yerine getirir, sebeplerine vesilelerine tam riayet ederse başarı onun olacaktır Hangi üründen hangi şartlarda hangi tekniklerle ve nasıl bir planlama ile verim alınacağı bellidir Bu şartlara kim uyar, bu vesileleri kim yerine getirirse başarı onundur

Soruda geçen kuvvet kavramına da şöyle değinilir: “Kuvvetin bir hakkı var, bir sırrı hilkati var
Başarılı olmak, düşmanınıza, yahut rakiplerinize galip gelmek istiyorsanız kuvvetli olmaya çalışmanız gerekir Zira, kuvvetin de bir hakkı vardır O hakkı kim elinde tutarsa galip gelmesi kuvvetle muhtemeldir Çelikle tahtayı çarpıştırırsanız tahtanın mağlup düşeceği bellidir

İkinci olarak, mesele insandaki sıfatlar alemi yönünden ele alınır Bütün güzel sıfatlar Allah kelamında zikredilmiş ve Resulullah (asm) tarafından da en güzel şekilde sergilenmiştir Şu var ki uygulamada nefsin, şeytanın, bozuk toplum yapısının ve daha nice faktörün tesiriyle, bir Müslüman bu güzel sıfatların tümünü hayatında sergilemeyi başaramayabilir Yine bir gayrı müslimde, gördüğü eğitimin ve toplum yapısının bir ürünü olarak bazı güzel sıfatlar bulunabilir Bunlar ondaki müslim sıfatlardır Bir iş görüleceği zaman, kalplerdeki inançlar değil, bu sıfatlar çarpışırlar

Ticaret hayatını örnek verelim: Bilgi, dürüstlük, çalışkanlık, mesai tanzimi, prensiplilik gibi sıfatlar ticaretin sonucuna doğrudan tesir ederler Bir gayri müslim bu sıfatlara sahipse ve yine bir müslüman bu sıfatlardan mahrumsa o gayri müslimin müslümandan daha zengin olması beklenen bir sonuçtur Burada kâfir müslümana değil, müslim sıfatlar gayri müslim sıfatlara galip gelmişlerdir Ve sonuç, sıfatlar aleminde, yine hakkın olmuştur

Bu konu işlenirken fikrimize ufuklar açan şöyle bir tespite yer verilir:
“Hem dünyada, hayatın hakkı şamil ve âmmdır O rahmeti âmmenin bir cilvei manidar, onun bir sırrı hikmeti var; küfür mani değildir

Hayatın hakkı umumidir, şamildir Yani bu noktada mümin, kâfir, insan, hayvan farkı yoktur Kime hayat verilmişse ona rızk da verilir Rızk; imanın ve ibadetin değil hayatın hakkıdır Onların hakkı ahiret yurdunda ebedi saadettir

Bu ufukta düşüncelerimizi şöyle sürdürebiliriz:
Allah’ın her isminin tecellisi için farklı aynalar, ayrı zeminler söz konusudur Bunların çoğu, kişinin inancıyla ilgili değildir Meselâ, Rezzak isminin tecellisinden daha fazla nasip almak isteyen bir çiftçi bunun için gerekli şartları yerine getirdiğinde tarlasına daha fazla mahsul verilir Burada kişinin inancına bakılmaz Yine, Şafi isminin kendisinde tecelli etmesini isteyen birisi, hastalığına faydalı ilacı kullanır Onun şifa bulmasında da inancına bakılmaz Çünkü kişi bu ismin tecellisini istemeyi bilmiştir ve bunun karşılığı olarak kendisine şifa ihsan edilmiştir Bu yola girmeyen bir insan, kâmil bir mümin de olsa, şifaya kavuşmayabilir

Buna göre bir Müslüman dünya hayatında İlâhî isimlerin feyzinden faydalanmayı diliyorsa, o tecellilere layık bir ayna olma yolunu tutmalıdır Bunu yapmazsa sonuç alamaz Ama aynı mümin ibadet, salih amel ve ihlas şartlarını yerine getirmekle ahiret yurdundaki İlâhî lütuflara talip olmuş olur

Bu şartları yerine getirmeyen bir insan da dünyada ne kadar başarılı olursa olsun, cennetten nasip alamaz

Aynı parçada konunun bir üçüncü boyutuna da dikkat çekilir:
Allah’ın iki ayrı kanunlar manzumesi olduğu nazara verilir Bunlardan birisi insanın iradî fiillerini nizam altına alan Kur’an hükümleridir Diğeri ise kâinatın ve içindeki eşyanın nizamını sağlayan kanunlardır Birincisi bildiğimiz şeriattır İkincisine de şeriatı tekvini deniliyor Tabiat kanunları bu ikinci şeriattandır

Kur’an hükümlerine itaat ve isyan edenlerin mükafat ve cezalarını ekseriyetle ahirette görecekleri, tekvini şeriata uyanların yahut uymayanların ise büyük çoğunlukla karşılıklarını bu dünyada görecekleri ifade edilir Buna göre tekvini şeriata uymayan bir mümin cezasını başarısızlık, sefalet, perişanlık olarak bu dünyada çeker Bu kanunlara uyan bir gayrı müslim ise İlâhî iradeye bilmeyerek de olsa uygun hareket etmesinin mükafatını bu dünyada görür

Bu üç madde başarının yahut başarısızlığın telem sebepleridir Ve olayların çok büyük çoğunluğu bu maddelerin biriyle yahut bir kaçıyla açıklanır Şu var ki, bazen bütün şartları yerine getirdiğiniz halde mağlup düşebilirsiniz Burada İlâhî takdirin gizli bir rahmet hikmet cihetini aramakla mükellefiz İşte cevabın dördüncü bölümünde bu noktaya işaret edilir; konunun kader ve İlâhî irade yönüne dikkat çekilir

Dördüncü maddede, batılın kısa süreli de olsa bazen hakka galip gelmesinin, hakkın inkişafına yardım ettiği, onu daha da güçlendirdiği, parlattığı nazara verilir

Bu maddenin şu noktadan önemi büyüktür:
Bir hadisii şerifte “Belaların çoğu peygamberlere, sonra derecesine göre Allah’ın diğer sevgili kullarına gelir buyrulur Peygamberlerin çoğunun ümmetlerinden, hakaret görmeleri, ülkelerinden kovulmaları, işkencelere tabi tutulmaları Rabbanî bir sır İlahî bir hikmettir Onların çektikleri sıkıntılar, Nur Müellifinin ifadesiyle birer menfi ibadettir Sabır esasına dayanan, tevekkül ve rıza esasına dayanan ama katlanılması oldukça zor olan bu ibadetin mükafatı da aynı ölçüde büyüktür Bu sıkıntılarla başta peygamberler olmak üzere Allah’ın sevgili kulları hem manen terakki ederler, hem de çoğu zaman bunun karşılığı olarak hak davaları geç de olsa insanların kalplerinde yer tutar Onlara zulmedenler kabirlerinde azap çekerlerken, onların ümmetleri yer yüzünde hakkı yaşar ve yaşatırlar

Bir bitkinin gelişmesinde gecenin ve gündüzün ayrı faydaları olduğu gibi insan ruhunun inkişafında da celal ve cemal tecellilerinin, tesirleri öyledir

Bu bir İlâhî hikmettir Ve Hak dostlarına, bu sır ile gelen bela ve musibetlerin ilk üç maddeyle bir ilgilisi yoktur

Alaaddin Başar (ProfDr)

 
858,496Konular
982,185Mesajlar
30,120Kullanıcılar
JohnnySon üye
Üst Alt