iltasyazilim
FD Üye
Dindar Müslümanlar (derken, dini hükümleri hayatının tümüne hâkim kılmaya çalışan Müslümanları kastediyorum, yoksa “Ben Müslümanım diyen herkes Müslümandır) olarak biz, eskiye göre daha başarılı, daha varlıklıyız
Çünkü daha muktedir (iktidar sahibi), daha politik, makam mevki ve güçkuvvet sahibiyiz
Bunlara paralel olarak, daha görkemli, daha gösterişli bir hayat yaşıyoruz
Son yirmiotuz sene içinde kavuştuğumuz bu imkânları, “Devri Saâdet ölçeğinde kullanıp başkalarına da yansıtsak sorun yoktu Ne var ki, bir sürü imkânla birlikte bize bir de “Rabbena hep bana anlayışı musallat oldu: Bireyselleşip bencilleştik!
Sonuç olarak, eskiye nispetle daha kolaycı, daha rüşvetçi, daha vurguncu, daha soyguncu, daha vurdumduymaz, daha duyarsız, daha kabasaba, daha kültürsüz, daha sevgisiz, daha saygısız, daha meraksız, daha ürkek, daha korkağız!
“Paranın getirdiği her kolaylığı ve her uygunsuzluğu, tıpkı “ötekiler dünyacılar gibi, biz de doludizgin yaşıyoruz!
Uzun zamandır, tıpkı “ehli dünya dediğimiz tek dünyalılar gibi, alabildiğine para endeksli, köşe dönücü, iş bitirici bir yaşam felsefemiz var
Yürek pusulamız eskiden sadece “kıbleyi gösterirken, çoktan beri “parayı ve “gücü gösteriyor!
Biz de yüreklere basa basa yürüyüp hedefe (parayabaşarıyagüceiktidara) ulaşmayı sevmeye başladık!
Komşumuzun yokluktan ve yoksulluktan dolayı aç uyuması, çoktan beri bizi ilgilendirmiyor, bundan rahatsız olmuyoruz!
“Dost saydıklarımızın bile dertlerini kendimize dert edinmiyoruz
Zaten topu topu birkaç dostumuz var: Bize “dostluk maskesi geçirilmiş menfaat ortaklığı yetiyor
Bu yüzden ayağımız sürçtüğü an, etrafımız boşalıveriyor
Menfaat ortaklığının özelliği budur: Sadece ortada paylaşılacak menfaat olduğu ve paylaşma sürdüğü müddetçe yaşar
Taraflardan biri tökezler tökezlemez, “dost zannedilen kişiler bu tökezlemeden nasıl faydalanacaklarını hesaplayıp gerekirse bir tekme daha yapıştırırlar
Bu epey zamandan beri böyleydi; 1983 yılından bu yana ise yoğun biçimde böyle
Rahmetli Özal pek çok güzelliğin yanı sıra, maalesef, kapitalizmin en acımasız boyutlarını da içimize yerleştirdi
Çok kazanıp çok harcamanın, marka giyip fark edilmenin fani lezzeti ile birlikte, “Altta kalanın canı çıksın felsefesi, maalesef, dindarlara da bulaştı
Sanki boynumuza “Versace kravat, bileğimize “Rolex saat, gözümüze milyarlık “Rayban gözlük takmasak, kabir meleklerinin suallerini cevaplandıramayacağız
Ahirette kravatımızın, saatimizin, gözlüğümüzün, gömleğimizin markasını sorarlar mı acaba? Sorarlarsa, bir ihtimal, kabir azabından yırtıp cennetin yolunu tuttuk demektir! (“Yürek Seferi isimli kitabım böylesi çelişkilerimizden oluşmuştur)
Özellikli ve pahalı markalar öteki dünyada da geçiyor olmalı! Yoksa fani dünyayı baki dünyanın “bekleme salonu sayan dindar Müslümanlar, ne diye geçici heveslerin peşine düşelim?
Çok kazanmak, çok zengin olmak, çok iyi giyinmek, kocaman lüks otomobillere binmek, yalılarda oturmak; kısacası “bir eli yağda, bir eli balda yaşamak Müslümanlığımıza bir şey katmıyor
Sürekli olarak başkalarını sorgulamak da bize bir şey kazandırmıyor
Başkalarını sorgulamak yerine artık biraz da kendi iç âlemimizi, değişen, değiştikçe sünnetten uzaklaşan hayat felsefemizi sorgulamaya başlamamız lâzım
Ucundan başladık gibi de gözüküyor aslında Çünkü “dünyacı yaşam biçimi beklentilerimizi karşılayamıyor İnançlarımızın hâlâ diri olması dolayısıyla, “fani dünya ile yetinemiyoruz
İkisini birden istiyoruz
İnsan olduğumuza göre ihtiraslarımızın sonsuz olması doğal İnsan olarak hem dünyayı tüm güzellikleriyle yaşamak, hem de ahrette safa sürmek emelindeyiz
Olabilir elbette, neden olmasın?
Peki ama “tercih yapmak zorunda kalırsak ne olacak?
Dünyayı mı tercih edeceğiz, ahreti mi?
Ahlâkı mı, parayı mı?
Yüreği mi, kavgayı mı?
Sevgiyi mi, nefreti mi?
Bu duygular hepimizin içinde mevcut; hangisini öne çıkarıp hayatımıza egemen kılacağımıza biz karar veriyoruz
•
Tesettürlü kadınlarımızın fazla süslendiği yolunda eleştiriler sıralarken, dindar erkekleri teğet geçmemiz ne kadar garip
Kendi kendimize sanırım iltimas geçiyoruz
Oysa dindar erkeklerimize de bir şeyler oldu: Eski duyarlılığımızdan eser kalmadı Biz de artık tek dünyalılar gibi saçıp savuruyor, kendimiz için yaşıyor, bencilce davranıyoruz
Bizim de artık görkemli evlerimiz, teknoloji harikası otomobillerimiz var
Düne kadar takkecübbe giyenler, boyunlarından kravatı çıkarmıyor (Bendeniz oldum olası kravatlıyım zaten, kıyafeti hiç sorun yapmadım)
Sakallar önce kısaldı, sonra da “kirli sakala dönüştürüldü
Böylece “sünneti “moda ile buluşturduğumuzu zannederken, yüreklerimizin uzağına savrulduğumuzu fark edemedik
Bir adım, bir adım daha derken, öyle bir “sathı maile girdik ki, kaymakla bitmiyor
İnşallah bu hızlı kaymanın son durağı Cehennem olmaz!
Yavuz Bahadıroğlu
Çünkü daha muktedir (iktidar sahibi), daha politik, makam mevki ve güçkuvvet sahibiyiz
Bunlara paralel olarak, daha görkemli, daha gösterişli bir hayat yaşıyoruz
Son yirmiotuz sene içinde kavuştuğumuz bu imkânları, “Devri Saâdet ölçeğinde kullanıp başkalarına da yansıtsak sorun yoktu Ne var ki, bir sürü imkânla birlikte bize bir de “Rabbena hep bana anlayışı musallat oldu: Bireyselleşip bencilleştik!
Sonuç olarak, eskiye nispetle daha kolaycı, daha rüşvetçi, daha vurguncu, daha soyguncu, daha vurdumduymaz, daha duyarsız, daha kabasaba, daha kültürsüz, daha sevgisiz, daha saygısız, daha meraksız, daha ürkek, daha korkağız!
“Paranın getirdiği her kolaylığı ve her uygunsuzluğu, tıpkı “ötekiler dünyacılar gibi, biz de doludizgin yaşıyoruz!
Uzun zamandır, tıpkı “ehli dünya dediğimiz tek dünyalılar gibi, alabildiğine para endeksli, köşe dönücü, iş bitirici bir yaşam felsefemiz var
Yürek pusulamız eskiden sadece “kıbleyi gösterirken, çoktan beri “parayı ve “gücü gösteriyor!
Biz de yüreklere basa basa yürüyüp hedefe (parayabaşarıyagüceiktidara) ulaşmayı sevmeye başladık!
Komşumuzun yokluktan ve yoksulluktan dolayı aç uyuması, çoktan beri bizi ilgilendirmiyor, bundan rahatsız olmuyoruz!
“Dost saydıklarımızın bile dertlerini kendimize dert edinmiyoruz
Zaten topu topu birkaç dostumuz var: Bize “dostluk maskesi geçirilmiş menfaat ortaklığı yetiyor
Bu yüzden ayağımız sürçtüğü an, etrafımız boşalıveriyor
Menfaat ortaklığının özelliği budur: Sadece ortada paylaşılacak menfaat olduğu ve paylaşma sürdüğü müddetçe yaşar
Taraflardan biri tökezler tökezlemez, “dost zannedilen kişiler bu tökezlemeden nasıl faydalanacaklarını hesaplayıp gerekirse bir tekme daha yapıştırırlar
Bu epey zamandan beri böyleydi; 1983 yılından bu yana ise yoğun biçimde böyle
Rahmetli Özal pek çok güzelliğin yanı sıra, maalesef, kapitalizmin en acımasız boyutlarını da içimize yerleştirdi
Çok kazanıp çok harcamanın, marka giyip fark edilmenin fani lezzeti ile birlikte, “Altta kalanın canı çıksın felsefesi, maalesef, dindarlara da bulaştı
Sanki boynumuza “Versace kravat, bileğimize “Rolex saat, gözümüze milyarlık “Rayban gözlük takmasak, kabir meleklerinin suallerini cevaplandıramayacağız
Ahirette kravatımızın, saatimizin, gözlüğümüzün, gömleğimizin markasını sorarlar mı acaba? Sorarlarsa, bir ihtimal, kabir azabından yırtıp cennetin yolunu tuttuk demektir! (“Yürek Seferi isimli kitabım böylesi çelişkilerimizden oluşmuştur)
Özellikli ve pahalı markalar öteki dünyada da geçiyor olmalı! Yoksa fani dünyayı baki dünyanın “bekleme salonu sayan dindar Müslümanlar, ne diye geçici heveslerin peşine düşelim?
Çok kazanmak, çok zengin olmak, çok iyi giyinmek, kocaman lüks otomobillere binmek, yalılarda oturmak; kısacası “bir eli yağda, bir eli balda yaşamak Müslümanlığımıza bir şey katmıyor
Sürekli olarak başkalarını sorgulamak da bize bir şey kazandırmıyor
Başkalarını sorgulamak yerine artık biraz da kendi iç âlemimizi, değişen, değiştikçe sünnetten uzaklaşan hayat felsefemizi sorgulamaya başlamamız lâzım
Ucundan başladık gibi de gözüküyor aslında Çünkü “dünyacı yaşam biçimi beklentilerimizi karşılayamıyor İnançlarımızın hâlâ diri olması dolayısıyla, “fani dünya ile yetinemiyoruz
İkisini birden istiyoruz
İnsan olduğumuza göre ihtiraslarımızın sonsuz olması doğal İnsan olarak hem dünyayı tüm güzellikleriyle yaşamak, hem de ahrette safa sürmek emelindeyiz
Olabilir elbette, neden olmasın?
Peki ama “tercih yapmak zorunda kalırsak ne olacak?
Dünyayı mı tercih edeceğiz, ahreti mi?
Ahlâkı mı, parayı mı?
Yüreği mi, kavgayı mı?
Sevgiyi mi, nefreti mi?
Bu duygular hepimizin içinde mevcut; hangisini öne çıkarıp hayatımıza egemen kılacağımıza biz karar veriyoruz
•
Tesettürlü kadınlarımızın fazla süslendiği yolunda eleştiriler sıralarken, dindar erkekleri teğet geçmemiz ne kadar garip
Kendi kendimize sanırım iltimas geçiyoruz
Oysa dindar erkeklerimize de bir şeyler oldu: Eski duyarlılığımızdan eser kalmadı Biz de artık tek dünyalılar gibi saçıp savuruyor, kendimiz için yaşıyor, bencilce davranıyoruz
Bizim de artık görkemli evlerimiz, teknoloji harikası otomobillerimiz var
Düne kadar takkecübbe giyenler, boyunlarından kravatı çıkarmıyor (Bendeniz oldum olası kravatlıyım zaten, kıyafeti hiç sorun yapmadım)
Sakallar önce kısaldı, sonra da “kirli sakala dönüştürüldü
Böylece “sünneti “moda ile buluşturduğumuzu zannederken, yüreklerimizin uzağına savrulduğumuzu fark edemedik
Bir adım, bir adım daha derken, öyle bir “sathı maile girdik ki, kaymakla bitmiyor
İnşallah bu hızlı kaymanın son durağı Cehennem olmaz!
Yavuz Bahadıroğlu