Forumda yenilikler devam etmektedir , çalışmalara devam ettiğimiz kısa süre içerisinde güzel bir görünüme sahip olduk daha iyisi için lütfen çalışmaların bitmesini bekleyiniz. Tıkla ve Git
x

Son konular

Cahİlİye DÖnemİ Ve Asr-i Saadet Geldİ GeÇtİ Mİ?

Cahİlİye DÖnemİ Ve Asr-i Saadet Geldİ GeÇtİ Mİ?
0
104

iltasyazilim

FD Üye
Katılım
Ara 25, 2016
Mesajlar
0
Etkileşim
17
Puan
38
Yaş
36
F-D Coin
58
Allah Tealâ Kur’anı Azimüşşan’da hayır ile şerri, iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı, güzel ile çirkini izah buyurduktan başka, bir de bunların uygulamasını göstermek üzere bu iki zıt dönemi yan yana koymuştur

Cahiliyye ile Asrı Saadet, Kur’an’ın amelî tefsiri, hayat halindeki tezahürüdür

Şu halde müslümanlar olarak hem Cahiliyye Dönemi’ni hem Asrı Saadet’i iyi bilmek, doğru anlamak gibi bir yükümlülüğümüz bulunuyor

Kur’anı Kerim’in bir çok suresinde geçmişte yaşamış insan topluluklarının ibret verici hikâyeleri nakledilir

Anlatılan hadiseler “eskidir, “geçmiştedir ama nüzûl anından itibaren kıyamete kadar “yeni ve “gelecek olanı düzenler

Demek ki “mazi bir müslüman için tarihte kalmış, geçip gitmiş bir zaman dilimi değildir

Kainattaki her şey gibi tarihî devirler ve hadiseler de Cenabı Hakk’ın bilhassa öyle takdir ve tanzim ettiği birer ayetidir Doğru okuyup anlayabilenler için bunlarda ibretler vardır, bugüne dair mesajlar vardır

Zamanla alakalı iki kavram olan Cahiliyye Dönemi ve Asrı Saadet’e bu gözle bakılmalıdır

İki örnek tablo

Cahiliyye Dönemi ile onun hemen sonrasındaki Asrı Saadet, müslüman fert ve toplulukların “nasıl olmaması yahut “nasıl olması gerektiğini en net, en ideal ölçüleriyle veren iki “örnek tarih kesitidir

Peki, hakkında yüzlerce cilt kitap yazılmışken, bu dönemleri müslümanların bilmemesi, yahut doğru anlamaması gibi bir sıkıntı mı var?

“Müslümanım diyenlerin büyük çoğunluğunun “çağdaş uygarlık seviyesi sevdasına, Batılılaşma gayretine bakarsak, evet!

Ama sıkıntı, söz konusu dönemler hakkında bize yanlış veya eksik bilgi verilmesinden değil, bizim idrâkimizden, değerlendirme tarzımızdan kaynaklanıyor

Bu sebeple biz Cahiliyye Dönemi’ni yahut Asrı Saadet’i anlatmaktan çok, bugünkü müslümanların bakış ve değerlendirmelerini konu edeceğiz

‘Dün’e ‘bugün’ün ölçüleriyle bakınca

Tarihteki hadiselerin “halihazırın değişmiş ölçüleri ile kavranmaya çalışılması genel bir problemdir Zaman içinde siz farkında olmasanız da tasavvurlarınız değişmiş, değer yargılarınız farklılaşmıştır

Bugün bazı kavramlara sorgulamadan yüklediğiniz yaygın anlamlar, aynı kavramların tarihteki muhtevasına denk düşmeyebilir oysa
Öyle ya, Asrı Saadet ifadesindeki saadet, “mutluluk demek Biz bugün “mutlu olmaktan ne anlıyoruz mesela? Bizim kendimiz için tahayyül ettiğimiz “mutluluk ile Asrı Saadet’teki müslümanların mutluluk anlayışı aynı mıydı?

Asrı Saadet müslümanlarının bir eli yağda bir eli balda, çağın her türlü konforuna sahip, her istediğini “tüketen insanlar olduğunu düşünmüyorsak bile, kendilerini neden ve nasıl mutlu addettiklerini düşünüyor muyuz dersiniz?

Yahut “cahiliyyeden ne anlıyoruz? Cahiliyye tezahürlerinden birini, mesela “kız çocuklarının öldürülmesi barbarlığını zihnimizde dondurup cahiliyyeyi sadece bu tabloya indirgemiş, böyle bir cinayeti işlemediğimiz için kendimizi cahiliyye safından çıkarmış olmayalım sakın!

CAHİLİYE DÖNEMİ'Nİ NASIL ANLAYALIM?

İslâm; metodu, muhtevası, sürekliliği, tesir sahasının genişliği ve neticeleri ile tarihin kaydettiği en büyük inkılâbın yegane saikidir Vahyin bu büyük gücünü kavrayabilmemiz, imanın bir çırpıda nasıl eskisinden farklı bir insan ve toplum inşa ettiğini görebilmemiz için, İslâm’ın, cahiliyyenin en tipik tezahürleriyle yaşandığı bir zaman ve coğrafyaya inmesi gerekiyordu; öyle oldu

Nitekim dar ve özel anlamıyla, yani “Mekke çevresindeki putperest Arapların nübüvvetin hemen öncesindeki inanç, tutum ve davranışları anlamıyla “cahiliyye, hep mukayese unsuru olarak konu edilmiş bir dönemdir

Bu çerçevede Sahabei Kiram Efendilerimizden bir kısmının, hidayet ve nübüvvet gelmeden önceki bazı tutumlarını pişmanlık sadedinde ifade edip bunları “cahiliyye olarak nitelemeleri; Hz Peygamber sav’in bazı yanlış davranışları cahiliyye adeti yahut kalıntısı diye adlandırıp yasaklaması, cahiliyyenin sadece bu tutum ve davranışlardan ibaret olduğu kanaatine yol açmamalıdır

Cahiliyyenin belirtileri, cahiliyyenin kendisi değildir Evet, ahlâksızlık, kadınların açılıp saçılması, kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesi, asabiyye, kan davası, bedevî kabalığı, tefecilik, sömürü, kibir ve inat cahiliyyedendir Ama bir kavram olarak cahiliyye bunlardan ibaret değildir Peki nedir öyleyse?

‘Cahiliyye’ ne demektir?

“Cahiliyye(t), cehl kökünden türemiş “cahil kelimesinden yapılma bir mastardır; “cahillik demektir “Nefsin ilimden mahrum ve hâlî (boş) olması durumunu ifade eder

Bu durumun tabii sonucu olarak “hakikatin dışında bir şeye inanmak (şirk) ve “itikadı doğru olsa bile bunun aksine davranmak gibi iki anlam daha taşır

Hemen işaret edelim; şu son anlam, eğer günah işlemekte ısrarımız varsa, müslümanlığımıza rağmen bizi Cahiliyye’ye dahil ediyor

Üstelik asıl ve ilk anlamın nefsimizde bulunduğunu da gösteriyor Zira “ilim yoksunluğu ya şirke düşürecektir insanı ya da kâmil bir imana imkan vermediğinden günah batağına

“İlim olmadan imanı kâmil olmuyor çünkü

Bugün kime ‘cahil’ diyoruz?

Cahiliyye ile ilgili asıl problem, kavramın “ilimden yoksun olmak şeklindeki temel anlamının Türkçe’de öteden beri “bilgisizlik kelimesiyle karşılanmasından kaynaklanıyor

Kur’anı Kerim meallerinde de mesela “bigayri ilmin ifadesi, belki pratik olmak zaruretiyle, bazan “bilmedenbilgisizce, bazan da “cahillikle şeklinde Türkçe’ye çevriliyor; neticede “cahillik kavramı “bilgisizlik olarak kafalara yerleşiyor

Hele bir de “bilgiye yaşadığımız çağın şartlandırmalarıyla “cahillerin verdiği anlamı veriyorsak, iş iyice sarpa sarıyor

Şöyle bir kendimizi yoklamaya ne dersiniz? “Cahil deyince bugün çoğu müslümanın aklına “okula gitmeyen, okuryazar olmayan, bu sebeple de bir takım malumattan yoksun insanlar gelmiyor mu?

Hatta bir adım daha ileri gidip böyle insanların bulunduğu toplumları “geri kalmış, ilkel ilan etmiyor muyuz?

Son teknolojiyle donanmış ofislerinde “bilgi çağının bütün imkanlarından faydalanan, lüks içinde yaşayan, fert başına düşen milli geliri yüksek toplumların “uygarlığını imrenerek kabul ederken, mesela hayat standardı düşük, fakir, çok çocuklu ailelerin “cehaletine hayıflanmıyor muyuz?

Cahiliyye toplumları bir yığın şey biliyordu

“Böyle değilse nedir?in cevabına geçmeden, şu tasavvurumuzun “Cahiliyye Dönemine denk düşüp düşmediğine bakalım:

Bir kere Cahiliyye Arapları bizim anladığımız gibi “bilgisiz değildi; pek çok şeyi biliyorlardı

“Muallakâtı hatırlayın; eşsiz şiirler söyleyebiliyorlardı mesela Ticarî konularda üzerlerine yoktu Saatlerce irticalen “hatasız konuşabiliyor, at üzerinde zihinden satranç oynayabiliyorlardı

Cahiliyye’nin sembolü olduğu için Peygamberimiz sav’in “Ebu Cehil, yani “cehaletin babası künyesiyle andığı Amr ibni Hişam, o günün şartlarına göre lüks ve servet içinde yaşayan, müşriklerin danışma meclisi Dârü’nNedve’de sözü geçen, nüfuzlu biriydi Okur yazardı ve bir peygamberin geleceğini bilenlerdendi Ama o peygamberin kendi kabilesinden olmamasını kabullenmiyordu

Neticede birçok şeyi “biliyordu yani Yine de Peygamberî niteleme ile Ebu Cehil’di işte

Bakış açımızı biraz daha genişletelim:

“Cahiliyye genel olarak sadece İslâm öncesindeki Arap toplumuna özgü bir sıfat değildir

En azından “hakikatin dışında bir şeye inanmak anlamıyla o devrin iki büyük uygarlığı Bizans ve Sâsânîler (İran) da cahiliyyenin ta kendisidir Evet, “büyük uygarlık olmalarına rağmen “cahiliyyedir

İslâm nurunun Mekke’de zuhuru esnasında Bizans, Ayasofya gibi mimarî şaheserler inşa eden bir teknolojiye sahipti İslâm aleminden çok önce yüksek okullar açmış, buralarda okutulmak üzere kalın kalın kitaplar yazmışlardı İran Kisraları en ince işçiliklerle bezenmiş saraylarında şaşaa içinde yaşıyordu bu devirde

Ama yine de “cahiliyye idi

Her bilgiden ilim olmaz

Demek ki cahiliyye, yani nefsin “ilimden yoksun olması, genel anlamda “bilgisizlik değildir

Sahip olunan bilgi ve malumatın, kaynağı, niteliği ve müeyyidesi (yaptırım gücü), onu ilmî veya gayri ilmî yapar Yani her bilgi “ilim olmaz

Onun için Kur’anı Kerim’de “cahillik, “bilgisiz olmak tabiriyle değil “ilmin dışında olmak (bigayri ilmin) tabiriyle karşılanmıştır

Peki öyleyse “ilim nedir?

İslâm’da ilim, “bir şeyin hakikatini idrak etmektir ve özel olarak “vahyin karşılığıdır

“İlim denince, bir müslümanın aklına öncelikle vahiy ve vahyin anlaşılması çerçevesinde şekillenen “şer’î ilimler gelmelidir Müslümanın erkeğine de kadınına da farz olan ilim budur

Madem ki ilim “hakikatin anlaşılması ile ilgilidir, Mutlak İlim Sahibi’nin kendi hazinesinden bize bahşettiği, peygamberleri vasıtasıyla gönderdiği bilgiler kadar hangi bilgi bize hakikati daha doğru gösterebilir?

Cenabı Hakk’ın rahmet sıfatının tecellisi olarak kendi ilminden bize ikram ettiği “hakikat bilgisi yahut “hakiki bilgi, müslümanın her konudaki ölçüsünün, hareket noktasının, bakış açısının, kavramlarının, değerlerinin ve tasavvurlarının yegane belirleyicisidir

Alim, insanı kâmil’dir

Esasen kainat ve insanın niçin yaratıldığı, ahiret hayatı gibi temel meselelerin hakikatini, “vahyin, yani “ilmin haricinde bir bilgiyle, “beşer donanımıyla idrak etmek mümkün de değildir

İslâmî ilim “beşere değil “insana hitap eder Bu sebeple ilmin kendisi kadar, bu ilme muhatap varlığın idraki de “ilimdendir Zira Cenabı Hak, “âdemiyyetimize daha yaradılış aşamasında “ilâhî ilmi idrak edebilecek bir kabiliyyet, bir fıtrat bahşetmiş; ancak “imtihan gereği bunu “beşeriyyetimizle perdelemiştir

İlmi İlâhî “kalp ile idrak edilebilir; ama, silinerek iyice temizlenmiş bir aynanın görüntüyü net olarak verebilmesi gibi, tezkiye edilmiş bir kalp ile

Tasavvuf bunun için önemlidir, “ilmin kapısıdır Bunun için iman “kalp ile tasdik edilebilir Bunun için alim “insanı kamildir Kalpte iman yoksa, kişi dünyalar kadar malumat kesbetsin, alim sayılamaz İmanın kalp ile tasdikinin delili ise salih amel ve istikamettir

Bu vesile ile “alim tasavvurumuza da açıklık getirelim: Bir sürü şey biliyor olmak, bunları etkileyici cümlelerle yazıp söyleyebilmek “alim sıfatını kazanmak için yetmez

Bu bilgilerin “ilmden olması gerekiyor, bir İki; bu ilmin kalp ile tasdiki, yani iman şart Üçüncüsü de bütün bunların delili olarak salih amel ve istikamet

İşte bu sebepledir ki “Kulları arasında Allah’tan en çok korkanlar alimlerdir, “Alimler peygamberlerin vârisleridir ve “Alim, âbidden üstündür

Bilgi, ‘zan’ ve ‘hevâ’dan kaynaklanınca

Hülasa, bir “bilginin “ilimden addedilebilmesi, insanı cehaletten kurtarabilmesi için “Allah’dan gelmesi, doğruluğuna iman edilmesi ve bu iman istikametinde davranmayı gerektirmesi şartı vardır Bu nitelikleri taşımayan bilgi ve malumat, ne olursa olsun, insanı “cahiliyye kategorisinden çıkarmaz

Nitekim insanoğlunun bugün sahip olduğu pek çok bilgi, onun zannının veya hevâsının eseridir İşte cahiliyye tam olarak böyle bilgilerle davranmak demektir; İslâm olmanın tersi bir tutumu ifade eder

Tasavvurlarınızı, değerlerinizi, davranışlarınızı vahiy mi belirliyor, hevâ ve hevesleriniz mi?

Herkes kendi hevâsına göre hüküm verirse o toplumda barış ve huzur değil “çatışma olur Çatışma rekabeti, güç kullanmayı, şiddeti ve tedhişi davet eder Güçlülerin haklılığını, güçsüzlerin haksızlığını tabii sayan bir sistem oluşur zamanla Sürekli güçlü kalabilmek için, “sömürü bir yöntem haline gelir İnsanlar hep almanın, sahip olmanın, biriktirmenin peşindedir Giderek maddeye ve tutkularına köle olurlar Kalpler kararmış, insanî duygular körelmiştir Dünyalarını cennet kılma girişimleri, bazan bunu başarmış gibi görünseler de onları mutlu etmez Hep bir huzursuzluk, tedirginlik, tatminsizlik, korku ve öfke içindedirler En ileri teknolojilerine, lüks içindeki hayatlarına rağmen alkol ve uyuşturucu illeti yakalarından düşmez Ahlâksızlık, boşanma ve intihar istatistikleri yukarılarda seyreder En çok korktukları, varlığına tahammül edemedikleri insanlar, gerektiğinde dünyasını, dünyalığını ve canını feda edebilen, dolayısıyla cahiliyyenin göz kamaştırıcı kudretinden korkmayan müminlerdir

Cahiliyye, insanların İslâm’a tabi olmayıp nefsanî arzularla hareket ettiği, zulüm ve sömürü ile beslenip ayakta duran rejimlerin hüküm sürdüğü her zaman ve mekanda varlığını sürdürüyor demektir Gelip geçmiş bir devir değildir yani

Hz Peygamber sav de Cahiliyye’ye geçmişte kalan bir dönem olarak bakmamış, cahiliyyeyi her devirde hortlamaya hazır bir tehlike gibi görerek, bu yönde ikazlarda bulunmuştur

Bugün ümmet içindeki cahilî tutumlar bir yana, Batı uygarlığının temelindeki “modernizm denilen anlayış, tarihin kaydettiği en şedit ve tehlikeli bir “cahiliyye örneğidir

İlim, ilim bilmektir

Konunun bu kısmını geçmeden, akla takılabilecek bir soruya cevap arayalım:

İslâmî anlamda “ilim, şer’î ilmlerden ibaretse, diğer ilimleri “ilimden saymayacak mıyız?

Yahut “zann ve “hevâ ile değil, ama “yakîn ile elde edilen, üstelik bugünkü gelişmiş toplumlara hayli avantaj sağlayan “bilgileri nereye koyacağız?

Özel anlamı dışında “ilim kelimesinin her türlü bilgiyi kapsayacak şekilde kullanılması bizde de yaygındır Böyle olduğu içindir ki Efendimiz sav “Faydasız ilimden Allah’a sığınmamızı tavsiye buyurmuştur

Hadis alimleri buradaki “faydasız ilmin terim anlamında “ilim olmadığı, zan ve hevâya dayalı bilgi olduğu hususunda müttefiktir

Demek ki bugün genel olarak ilim kapsamına alınan bazı bilgiler “faydasız olmaktan da öte “tehlikelidir Naslarla çelişen, insanı asıl vazifesinden yani kulluğundan alıkoyan her türlü beşerî bilgi böyledir

İslâmî literatürde daha ziyade “fen kelimesiyle karşılanan “müsbet veya “aklî ilimler ise, bunları tahsil eden insanın bir ayağının hakikat noktasında sabit durması ve hep Rızayı İlâhî’yi gözetmesi kaydıyla teşvik edilmiştir

Bu “duruş, böyle bilgileri tahsile yönelen insanın “kendini bilmesidir Onun için Yunus laf olsun diye “İlim, ilim bilmektir İlim, kendin bilmektir dememiştir

Birincisi, ilmin esası, olmazsa olmaz şartı, insanın kendi hakikatini, asıl kimliğini, bu dünyada bulunuş sebebini bilmesidir

İkincisi, müsbet ilimlerin (bilim veya fennin) verileri başlıbaşına bir “değerdir ama bunun kendini bilmeyen insanların elinde büyük bir felakete dönüşebileceği hesaba katılmalıdır

Öte yandan mevcudatın da Allah Tealâ’nın “ayetlerinden olması ve yeryüzündeki her şeyin insana musahhar kılınması, fennî (bilimsel) çalışmaları zaten müslümanın vazife ve sorumlulukları arasına dahil etmektedir

Şöyle bağlayalım: İslâm dünyevî bilgileri, hayatı kolaylaştıran teknoljiyi de teşvik eder Ama putlaştırmamak ve asıl “ilmi ihmal etmemek kaydıyla

Zira bizim ölçülerimize göre “kendini bilmeyen, hakikatinden ve dünyadaki kulluk vazifesinden habersiz bir insan, dünyanın bütün fenlerini bilse dahi “cahildir

Kendini bilen, dolayısıyla Allah’ı bilen de, velev okur yazar olmasın, cahil addedilemez

ASRI SAADET'İN SAADET'İ

Asrı Saadet bir kere bütün insanlığın, bütün ümmetin mutluluğuna vesile olduğu için Asrı Saadet’tir

İnsanlığın hidayet kaynağı Kur’an bu devirde nazil olmuş, alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber sav bu devirde dünyayı teşrif etmiş, peygamberlerden sonra insanların en büyükleri Sahabei Kiram bu devirde yaşamıştır

İslâm’ın en ideal pratiğinin yaşandığı, Ashab’ın eşsiz bir iftihar tablosu sergileyerek dünya imtihanının nasıl verileceğini örneklediği altın bir çağdır Asrı Saadet

Ve şüphesiz en çok da bu asrı idrak eden müminler için bir bahtiyarlık zamanıdır Rasullah sav’in tedris ve terbiyesinden geçmekten, O’nun iltifatına mazhar olmaktan, Kur’an’da isimlerinin zikredilmesinden, yaşarken Cennetle müjdelenmekten daha büyük bir mutluluk olabilir mi?

Fakat Ashab’ın bu mazhariyyeti imanlarının, ahlâk ve faziletlerinin, fedâkarlıklarının, Efendimiz sav’e sadakatlerinin, ilk olup önde gitme iştiyaklarının, İbni Mes’ud ra’ın dediği gibi “dünyanın umurlarında olmamasının bir semeresidir

Madem bizim için sadece övünme vesilesi yapılacak bir dönem değildir, madem örnek almak ve öyle olmaya çalışmak bizim için bir vecibedir, Ashab’ın “saadetine biraz yakından bakalım öyleyse

‘Bir ip ver ve çarşının yolunu göster’

Hicret’ten sonra evine sığındığı Ensar’dan sahabînin “Neyim varsa seninle paylaşmaya hazırım âlicenaplığı karşısında Muhacir’den Abdurrahman ibni Avf ra’ın söylediği sözler bunlar

Kardeşine yük olmak istemiyor ve “Bana bir ip ver, Medine çarşısının yolunu göster! diyerek hamallık yapmaya koyuluyor

Peki kim bu Abdurrahman ibni Avf? Mekke’nin en zengin, en itibarlı tüccarlarından; servetinin hesabı yapılamayan biri Müslüman olmuş, Mekke’yi, bütün işini, düzenini, servetini, rahatını terkederek Medine’ye hicrete mecbur kalmış Hamallığa soyunuyor ve “mutlu!

Yahut Bilâlı Habeşî

Müslüman olduktan sonra en ağır hakaretlere, işkencelere maruz kalıyor ama yine de en çok bu sırada “mutlu!

Böyle yüzlerce örnek var Bu “mutluluk anlayışı bizim mutluluk tasavvurumuza benziyor mu dersiniz?

“Cahiliyye’ye mi yoksa Asrı Saadete mi mensubuz? sorusunun ilk cevabı burada Tasavvurlarımız hangisine uygun düşüyor?

Zira Cahiliyye ile Asrı Saadet arasındaki temel farklardan biri “kavram farkıdır Daha doğrusu İslâm, kavramları “yeniden ve elbette kendi ölçülerine göre oluşturuyor Kelimei tevhid’deki gibi önce “lâ diyor, her şeyi siliyor; sonra kendi tasavvurunu kuruyor

Din, hayata müdahale etmeyen teorik bir fantezi değildir “Öyle kal ama İslâm’ı da bir din olarak kabûl et deseydi Hz Peygamber, Kureyş’in müşrik kalantorlarıyla hiçbir meselesi olmazdı

Günde kırk defa din değiştirebilen, neye inandıklarını kendileri de bilmeyen Kureyş mütegallibesi için İslâm pekâlâ kırk birinci din olabilirdi

Ama hayır İslâm onlara Habeşli Bilâl ile eşit ve kardeş olacaksınız diyordu, “hazzı değil “hayrı talep edeceksiniz diyordu, “alarak değil “vererek mutlu olacaksınız diyordu; doğruyu, yanlışı, iyiyi kötüyü ve tabii “mutluluğu yeniden tanımlıyordu ve bu onların işine gelmiyordu

Mekkeli müşriklere “İslâm’ı kabul ettik deyin ama bildiğinizi de yapın teklifinde bulunulsaydı problem çıkarırlar mıydı acaba?

Değilse, bugün biz elhamdülillah müslümanız dedikten sonra, alarak mı vererek mi mutlu oluyoruz? Hayır için hangi haz ve konforumuzdan mahrum bırakıyoruz kendimizi?

Sahabe: Ümmetin en hayırlısı

“Asrı Saadet adlandırması Hz Peygamber sav’in şu hadisine dayandırılır: “İnsanların en hayırlıları benim asrımda yaşayanlardır Sonra bunları takip edenler, sonra da bunları takip edenlerdir

“Selef veya “mütekaddimûn diye bilinen bu üç nesil, Ashab, Tabiîn ve Etbâü’ttabiîn’dir ki, takvaları, dine bağlılıkları, fedâkarlıkları, hizmetleri, din dışı etkilerden uzak olmaları gibi vasıflarıyla ümmetin en büyükleridir

Dikkat çeken husus, metninde “saadet kelimesi geçmemesine rağmen bu hadisi şerifin Asrı Saadet tabirine mesnet yapılmasıdır

Yani “en hayırlıları ifadesi “en mesut olanlar şeklinde anlaşılmıştır ki, yukarda da işaret edildiği gibi İslâm’ın mutluluk tasavvurunun “hayra dayandığına, “hayırlı insan sayılabilmenin gerekleriyle anlam kazandığına delalettir

Sahabe başkasının maddi varlığına yahut kazandığına göz dikmez, onun kendine yönelmesini istemez; belki kardeşlik sorumluluğu gereği başkasının ne kazanmadığıyla, neyinin eksik olduğuyla ilgilenir

Şüphesi, dikkati ve tecessüsü kendi eline geçen üzerindedir Kılı kırk yararak, başkasının hakkının geçip geçmediğine, haramın veya şüpheli şeylerin karışıp karışmadığına dikkat eder

Vermek, infak etmek, diğer müslümanlara imkan hazırlamak için kazanır Parasının veya malının bizatihi bir değer taşımadığını, ancak hizmete vesile yapıldığı oranda değer kazandığını bilir; onun için de hiç yüksünmeden fîsebilillah, nesi var nesi yok infak eder

Rızkın Allah’tan olduğuna iman etmiştir Bu iman ve teslimiyetin mükafatından emindir, çünkü iman ve teslimiyetinden emindir

“Gelecek kaygısı taşır ama bu gelecek de bizim anladığımız “gelecek değildir Hesap günüdür, Mizan’dır, “öldükten sonra gelecek olandır

Sahabei Kiram’ın en değerli varlığı anababalarıydı Bu sebeple Rasullah’a hitap ederken hep “Anam babam sana feda olsun diye söze başlarlardı

Kuru bir laf değildi bu Hakikaten ana babalarını fedâ ettiler Evlatlarından geçtiler Mallarının, servetlerinin tamamını verdiler Yeri geldi, canlarını verdiler Verilebilecek her şeylerini verdiler ve bu dünyada tadılabilecek en büyük bahtiyarlığa böylece nail oldular Asrı Saadetin “saadeti bir yanıyla böyledir

Kisraya yol gösteren çoban

Asrı Saadet’teki “saadetin öbür yanı, bütün imkansızlıklarına, zorluklarına, meşakkatine, aleyhte gibi görünen şartlarına rağmen, Ashab’ın kendi durumunun üstünlüğüne inanması, kendinden emin olması, akamete uğramaktan endişe duymaması, ne kadar göz alıcı olursa olsun cahiliyye yaşayışına imrenmemesidir

Buna “sekînet derler Vakar, sebat, güven ve gönül rahatlığının huzuru anlamınadır Korku, alttan alma, taklide çalışma, halinden memnun olmama gibi tavırlara sebebiyet veren küçüklük kompleksinin zıddıdır Peygamber’e sadakat ve iman halinde Cenabı Hakk’ın müminlerin kalplerine indireceğini vadettiği bir cemiledir

Hz Peygamber sav İran hükümdarını İslâm’a davet eden bir mektup yazar ve bunu Abdullah ibni Huzâfe ra ile gönderir

Abdullah ibni Huzâfe, müslüman oluncaya kadar kardeşi Kays ile birlikte deve çobanlığı yapmıştır Bir deve çobanı ne kadar bilgi, lüks ve imkâna sahip olabilirse o kadarına sahiptir

Alır Rasulullah’ın mektubunu, Sâsânîlerin o ihtişamı dillere destan sarayına varır; süslü kapılardan, altın avizeli salonlardan geçer, mücevherlerle donanmış tahtındaki Kisra’nın karşısına dikilir ve der ki: “Ey Kisra! Seni Allah’a kul olmaya davet ediyorum!

Çulsuz bir müslümanın koca bir Kisraya yol göstermesi olacak iş midir? Hiddetinden köpürür İran hükümdarı ve Rasullah sav’in mektubunu okumadan yırtar

Abdullah İbni Huzâfe, Kisra’nın zavallılığına acımış; deve çobanlığını dert etmeden, Kisra’nın yerinde olmadığına samimiyetle şükretmiştir

Müslümanlar olarak modernizm denilen cahiliyyenin lüks, ihtişam ve teknolojisine imrenerek bakıyor, kendimizi onlardan aşağı görüyorsak, bu, “sekînet nimetinden mahrumiyete işarettir

Rasullah sav’e sadakat ve ittiba olmadan “sekînet gelmez Rasullah sav’e sadakat ve ittibada noksanımız varsa, Asrı Saadet özlemimiz sahte bir duygu olmaktan öteye geçmez

İmkanları ne olursa olsun, “cahiliyyeye imrenmek, bırakın Asrı Saadet’teki “saadeti bulmayı, dalâlete düşürür bizi

Zirâ Kur’an ve hadislerde cahiliyyenin, yani ehli ehvâ’nın “kendi dalâletlerinden ziyade, “dalâlete düşürmelerine özellikle dikkat çekilir; müslümanlar, bunlara uymamak konusunda ikaz edilir

‘Onlar bir ümmetti geldi, geçti’

Hz İbrahim as ile Hz Yakub as’a tabi olanları kastederek İsrailoğulları’na böyle sesleniyor Kur’an ve ekliyor:

“Onlara kendi kazandıkları, size de kendi kazandığınız (Bakara, 134)

Yani, elbette onlar örnek bir ümmetti; ama sizler “Biz onların çocuklarıyız, onların devamıyız diye övünüp kuru bir mensubiyet iddiasıyla kurtulamazsınız, mesajını veriyor

Cahiliyye ve Asrı Saadet ibret ve örnek alınmak içindir Cahiliyyeyi zemmetmek, Asrı Saadet’i övmek bizi kurtarmaz

Sadece sözümüzün değil, özümüzün veya halimizin de bu iki dönemden hangisine uyduğu önemlidir

Adı üstünde: Cahiliyye de Asrı Saadet de bir “devir veya “dönem Devredip yahut dönüp duruyor işte Ve dünyaya gelen her nesil kâl ile değil, hâl ile bu dönemlerdeki yerini kendisi seçiyor
 

Similar threads

Allah Tealâ Kur’anı Azimüşşan’da hayır ile şerri, iyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı, güzel ile çirkini izah buyurduktan başka, bir de bunların uygulamasını göstermek üzere bu iki zıt dönemi yan yana koymuştur Cahiliyye ile Asrı Saadet, Kur’an’ın amelî tefsiri, hayat halindeki tezahürüdür...
Cevaplar
0
Görüntüleme
112
En yalın tarifiyle Asrı Saadet, insanların en hayırlısı Fahri Kâinat sav Efendimiz’in ve yine O’nun mübarek ifadeleriyle “insanların en hayırlılarının birlikte yaşadığı çağdır Alemlere Rahmet ve insanlığa en güzel örnek olmak üzere Son Peygamber sav’in risaletine şahitlik etmiş, yine...
Cevaplar
0
Görüntüleme
140
http:img460**************img4606639logosonoy7gif KURÂN'DA CAHİLLİK VE İLİM http:img131**************img1314329kuran2vu3 Çeşitli yönlerden olduğu gibi toplumların kültürel yapısında da zamanla bir takım değişmeler meydana geldiği müşahede olunan bir gerçektir Toplumdaki bu değişmeler, tarihi...
Cevaplar
0
Görüntüleme
101
CÂHİLİYYE DÖNEMI Bilgisizlik, gerçeği tanımama İslâm, tam bir aydınlık ve bilgi devri olduğu için, Arabistan'da İslâmiyet'in yayılmasından önceki devre, daha dar anlamı ile Hz İsa'dan sonra peygamberimizin gelmesine kadar geçen zamana cahiliyyedevri adı verilmiştir Cahiliyye, insanın...
Cevaplar
0
Görüntüleme
146
İslâm dininin insanlara yerinde gördüğü beslenme kaideleri sağlık durumu, ekonomi ve huzurun temelini teşkil eder Mesleğini icra etmek üzere, Medine dışından gelen yabancı bir doktor, bir müddet geçtiği halde kendisine başvuran bir hasta bulunmadığından, hatalı yere geldik kanaatiyle, terketmek...
Cevaplar
0
Görüntüleme
253
858,498Konular
982,058Mesajlar
30,043Kullanıcılar
rolexnsnsbsbSon üye
Üst Alt