nicebayan
FD Üye
- Katılım
- Ara 24, 2016
- Mesajlar
- 94,678
- Etkileşim
- 2
- Puan
- 38
- Yaş
- 36
- Web sitesi
- nicebayan.com
- F-D Coin
- 90
Türk anası ne düşünüyor?
“ Zavallı valide ciğerparesini yeniden kokladı Dedi fakat: Hüseyin Dayın Şıbka ’da, baban Dömeke ’de ağaların da sekiz ay evvel Çanakkale ’de yatıyorlar Bak son yongam sensin! Minareden ezan sesi kesilecekse, caminin kandilleri körlenecekse sütlerim haram olsun, öl de köye dönme Yolun Şıbka ’ya uğrarsa dayının ruhuna Fatiha okumayı unutma! Haydi oğul, Allah yolunu açık etsin
(Oğlu Asker Hüseyin'i teşyî' ederken uğurlarken)
Sonbaharın aysız gecelerinden biriydi Bulutlar birbiri üstüne yığılmış, hava toprakla bu bulutlar arasında sıkışmış, ağırlaşmış göğüs darlığı çeken ahali gibi sıcak dalgalarıyla teneffüsü boğucu bir tazyik altına almıştı Karanlık o kadar yoğun idi ancak sakin yıldızlı geceler bu korkunç karanlığa nispetle hemen hemen gündüz sayılabilirdi Yağmur bardaktan boşanırcasına dökülüyor, şimşekler, gökleri yere indirecek gibi yıkıyor, parçalıyor, güya cenge koşan askerleri top ve bomba bombardımanlarına alıştırmak istiyormuş gibi kulakların zarını patlatacak derecede kesilmeksizin devam ediyor, yıldırımlar birbirine rekabet edercesine zikzaklı ve ateşli hatlar çizerek tesadüf ettiği natürel ve sınaî her tabyayı tahrib ve ihrakta olanca şiddetiyle çalışıyordu Tabiatın kıyametten bir numûne olan bu dehşetli hengamesi aralarında beşerin kudret ve azmine delil olacak bir askeri faaliyet, tüm intizamıyla, bütün sakinliği ve ihtişamıyla devam ediyor; harekâtına zerre kadar halel getirmeden bir dakikasını bile kaçırmıyordu
Bilecik İstasyonu ’nda bir askerî tren harekete âmâde idi, lokomotif istim hazinelerinde artı geleni bariz bir hışırtıyla semâya savuruyordu, otuz iki vagon birbirine yapışmış, şanlı yolcularını taklid edercesine dizilmişti
İkinci kampana çalınmış olmalı fakat vagonlara inen binen değil Lakin askerî trenlerin ikinci kampanalarıyla üçüncü kampanaları arasında epeyce zaman geçtiğini biliriz Sivil yolcu trenlerinin ânı hareketini öğüt eden kondüktörlerin “Işlenmiş, işlenmiş nidaları askerî bir trenin harekete hazırlanmış olduğunu suçlama edemez O sağdan saydıran, mevcudun adedini anlatan diğer bir usule, başka bir ‘hazır ’a tâbi olduğundan askerî memurlar tüm mevcudiyetleriyle çalışıyorlar, vazifelerini ikmâle uğraşıyorlardı
Trenin tam karşı ve kapısı açık kırk beşlik bir vagonun hizasında bir karaltı vardı, oraya mıhlanmış duruyordu Abdulkadir Kemal bu karaltının ne olduğunu iyi anlamak istemişti, evvela nöbetçidir diye hükmetti Hakikatte bu bir evlâdı vatan bekleyen şefkatli bir anneydi
Yanına yaklaştığı süre, vücudu manevi kederlerin büktüğü bellerin rükû şeklini andırır bir şekilde biraz önüne doğru eğilmişti Elinde bir değnekcik sırtında alt bir torba vardı Karaltı, kendisinin gürültüsüz lisanına ve inleyen kalbine çevirmen olan mukaddes bir maksadla canlı bir anıt gibi orada kakılmış kalmış bir Türk anasıydı Yıldırımların salıverdiği adaleli projektörlerin aydınlığı sararmış, dolgun çehresini gösterdi Başındaki örtü ıslanmış, çenesine, şakaklarına akçıl saçlarına yapışmıştı Yıldırım çaktığı her kısa vakit aralığında gözleri vagona yöneliyordu
Abdulkadir yaklaştı:
Valide burada ne duruyorsun? Sualiyle aşağıdaki tavır başladı:
Şimendiferde asker oğlum var; onu geçirmeye, selametlemeye geldim
Oğlun kimdir, nerelidir?
Söğüt ’ün Akgünlü köyünden, Osmancığın başlıca yatağından Mahmud oğlu Hüseyin
Çağırayım mı, bakmak istiyor musun?
Ona bir sözüm var, söyleyecektim Sıkıntı olmazsa, sana duâ ederim
Abdulkadir vagona koştu Bir künye okudu Mahmud oğlu Hüseyin, Söğüt Bir ses:
Efendim Benim Mahmud oğlu Hüseyin, Söğüt Akgünlü ’den
Gel oğlum, seni anan bakmak istiyor
Delikanlı vagondan atladı Şimşeğin ışığı aşağı seçilebilen levendine bir vücud, filiz gibi bir yükseklik, Hüseyin Polat, müheykel gibi hazırlanmış ol vaziyetinde sağ el selamlama ve ihtiram mevkiinde Abdulkadir ’in karşı emre âmâde idi Beraberce yürüdüler Muhterem validenin karşı durdular Hüseyin anasının elini öptü Zavallı valide ciğerparesini yeniden kokladı Dedi oysa:
Hüseyin Dayın Şıbka ’da, baban Dömeke ’de ağaların da sekiz ay evvel Çanakkale ’de yatıyorlar Bak son yongam sensin! Minareden ezan sesi kesilecekse, caminin kandilleri körlenecekse, sütlerim haram olsun, öl de köye dönme Yolun Şibka ’ya uğrarsa dayının ruhuna Fatiha okumayı unutma! Haydi oğul, Allah yolunu açık etsin dedi
Hüseyin bu sözleri kalbinin en derin ahd ve vefa yerine gömdüğünü îma eden bir saygı ile dinlemişti Anasını ve Abdulkadir ’i selamladı, gitti Abdulkadir, bu büyük ruhlu kadınla yalnız kalmıştı, sordu:
Valide seslenmek oysa sizin soyun erkekleri daima şehit oldular pek mi?
Yalnız bizim cet yok, oğul Elli yıldır köylü, mezarlığa delikanlı gömemedi Din dursun da; ko biz defalarca ölelim
Hemen köyünüzde hiç erkek yok mu?
Köyümüz bütün erkek doymuş
Bizi beğenemediniz mi, hiçbir işimiz geri kalmadı Önceden nasılsak yeniden öyleyiz, bağrımıza kara taş bağladık düşman mahvoluncaya değin dayanacağız Yaradanım bana o günü göstermeden canımı almasın dedi Abdulkadir bu yüce validenin karşısında donmuş kalmıştı Dayanamadı, gözlerinden iki onur damlası salıverdi ve bir îman ve kanaatle şu sözleri söyleyerek ayrıldı:
Milleti doğuran da ana, yaşatan da Türk anası hâlâ oradaydı, trenin hareketini bekliyordu
Harp Mecmuası Sayı: 17, s 267, 269 *
“ Zavallı valide ciğerparesini yeniden kokladı Dedi fakat: Hüseyin Dayın Şıbka ’da, baban Dömeke ’de ağaların da sekiz ay evvel Çanakkale ’de yatıyorlar Bak son yongam sensin! Minareden ezan sesi kesilecekse, caminin kandilleri körlenecekse sütlerim haram olsun, öl de köye dönme Yolun Şıbka ’ya uğrarsa dayının ruhuna Fatiha okumayı unutma! Haydi oğul, Allah yolunu açık etsin
(Oğlu Asker Hüseyin'i teşyî' ederken uğurlarken)
Sonbaharın aysız gecelerinden biriydi Bulutlar birbiri üstüne yığılmış, hava toprakla bu bulutlar arasında sıkışmış, ağırlaşmış göğüs darlığı çeken ahali gibi sıcak dalgalarıyla teneffüsü boğucu bir tazyik altına almıştı Karanlık o kadar yoğun idi ancak sakin yıldızlı geceler bu korkunç karanlığa nispetle hemen hemen gündüz sayılabilirdi Yağmur bardaktan boşanırcasına dökülüyor, şimşekler, gökleri yere indirecek gibi yıkıyor, parçalıyor, güya cenge koşan askerleri top ve bomba bombardımanlarına alıştırmak istiyormuş gibi kulakların zarını patlatacak derecede kesilmeksizin devam ediyor, yıldırımlar birbirine rekabet edercesine zikzaklı ve ateşli hatlar çizerek tesadüf ettiği natürel ve sınaî her tabyayı tahrib ve ihrakta olanca şiddetiyle çalışıyordu Tabiatın kıyametten bir numûne olan bu dehşetli hengamesi aralarında beşerin kudret ve azmine delil olacak bir askeri faaliyet, tüm intizamıyla, bütün sakinliği ve ihtişamıyla devam ediyor; harekâtına zerre kadar halel getirmeden bir dakikasını bile kaçırmıyordu
Bilecik İstasyonu ’nda bir askerî tren harekete âmâde idi, lokomotif istim hazinelerinde artı geleni bariz bir hışırtıyla semâya savuruyordu, otuz iki vagon birbirine yapışmış, şanlı yolcularını taklid edercesine dizilmişti
İkinci kampana çalınmış olmalı fakat vagonlara inen binen değil Lakin askerî trenlerin ikinci kampanalarıyla üçüncü kampanaları arasında epeyce zaman geçtiğini biliriz Sivil yolcu trenlerinin ânı hareketini öğüt eden kondüktörlerin “Işlenmiş, işlenmiş nidaları askerî bir trenin harekete hazırlanmış olduğunu suçlama edemez O sağdan saydıran, mevcudun adedini anlatan diğer bir usule, başka bir ‘hazır ’a tâbi olduğundan askerî memurlar tüm mevcudiyetleriyle çalışıyorlar, vazifelerini ikmâle uğraşıyorlardı
Trenin tam karşı ve kapısı açık kırk beşlik bir vagonun hizasında bir karaltı vardı, oraya mıhlanmış duruyordu Abdulkadir Kemal bu karaltının ne olduğunu iyi anlamak istemişti, evvela nöbetçidir diye hükmetti Hakikatte bu bir evlâdı vatan bekleyen şefkatli bir anneydi
Yanına yaklaştığı süre, vücudu manevi kederlerin büktüğü bellerin rükû şeklini andırır bir şekilde biraz önüne doğru eğilmişti Elinde bir değnekcik sırtında alt bir torba vardı Karaltı, kendisinin gürültüsüz lisanına ve inleyen kalbine çevirmen olan mukaddes bir maksadla canlı bir anıt gibi orada kakılmış kalmış bir Türk anasıydı Yıldırımların salıverdiği adaleli projektörlerin aydınlığı sararmış, dolgun çehresini gösterdi Başındaki örtü ıslanmış, çenesine, şakaklarına akçıl saçlarına yapışmıştı Yıldırım çaktığı her kısa vakit aralığında gözleri vagona yöneliyordu
Abdulkadir yaklaştı:
Valide burada ne duruyorsun? Sualiyle aşağıdaki tavır başladı:
Şimendiferde asker oğlum var; onu geçirmeye, selametlemeye geldim
Oğlun kimdir, nerelidir?
Söğüt ’ün Akgünlü köyünden, Osmancığın başlıca yatağından Mahmud oğlu Hüseyin
Çağırayım mı, bakmak istiyor musun?
Ona bir sözüm var, söyleyecektim Sıkıntı olmazsa, sana duâ ederim
Abdulkadir vagona koştu Bir künye okudu Mahmud oğlu Hüseyin, Söğüt Bir ses:
Efendim Benim Mahmud oğlu Hüseyin, Söğüt Akgünlü ’den
Gel oğlum, seni anan bakmak istiyor
Delikanlı vagondan atladı Şimşeğin ışığı aşağı seçilebilen levendine bir vücud, filiz gibi bir yükseklik, Hüseyin Polat, müheykel gibi hazırlanmış ol vaziyetinde sağ el selamlama ve ihtiram mevkiinde Abdulkadir ’in karşı emre âmâde idi Beraberce yürüdüler Muhterem validenin karşı durdular Hüseyin anasının elini öptü Zavallı valide ciğerparesini yeniden kokladı Dedi oysa:
Hüseyin Dayın Şıbka ’da, baban Dömeke ’de ağaların da sekiz ay evvel Çanakkale ’de yatıyorlar Bak son yongam sensin! Minareden ezan sesi kesilecekse, caminin kandilleri körlenecekse, sütlerim haram olsun, öl de köye dönme Yolun Şibka ’ya uğrarsa dayının ruhuna Fatiha okumayı unutma! Haydi oğul, Allah yolunu açık etsin dedi
Hüseyin bu sözleri kalbinin en derin ahd ve vefa yerine gömdüğünü îma eden bir saygı ile dinlemişti Anasını ve Abdulkadir ’i selamladı, gitti Abdulkadir, bu büyük ruhlu kadınla yalnız kalmıştı, sordu:
Valide seslenmek oysa sizin soyun erkekleri daima şehit oldular pek mi?
Yalnız bizim cet yok, oğul Elli yıldır köylü, mezarlığa delikanlı gömemedi Din dursun da; ko biz defalarca ölelim
Hemen köyünüzde hiç erkek yok mu?
Köyümüz bütün erkek doymuş
Bizi beğenemediniz mi, hiçbir işimiz geri kalmadı Önceden nasılsak yeniden öyleyiz, bağrımıza kara taş bağladık düşman mahvoluncaya değin dayanacağız Yaradanım bana o günü göstermeden canımı almasın dedi Abdulkadir bu yüce validenin karşısında donmuş kalmıştı Dayanamadı, gözlerinden iki onur damlası salıverdi ve bir îman ve kanaatle şu sözleri söyleyerek ayrıldı:
Milleti doğuran da ana, yaşatan da Türk anası hâlâ oradaydı, trenin hareketini bekliyordu
Harp Mecmuası Sayı: 17, s 267, 269 *