iltasyazilim
FD Üye
Celaleddinİ Hindi Kimdir
Celaleddinİ Hindi Hayatı
Hindistan'ın büyük velîlerinden İsmi, Muhammed olup babasınınki Mahmûd'dur Aslen Kâzrûn şehrinden olduğu için, Kâzrûnî, Hindistan'da Pânipüt şehrinde yerleştiği için Pânipütî, hazreti Osmân soyundan olduğu için Osmânî nisbet edildi Celâleddîn, Kebîrülevliyâ, Kutbi Rabbânî lakabları verildiHindistan'da Celâl Pânipütî diye tanındı Yüz yaşından pozitif ömür sürdü ve 1363 (H765) yılında vefât edip, Pânipüt şehrinde defnedildi Mezarının üzerine büyük bir türbe yapıldı
Küçük yaşta babası vefât etti Amcasının terbiyesinde yetişti Temel din bilgileri ile âlet, asistan ilimleri öğrendi Asrın büyüklerinden yüksek din bilgilerini tahsîl etti
Nice büyük kimseler, Celâleddîn hazretlerinin büyüklüğünü daha küçük yaşta anlayarak, yetişmesine yardımcı olmak için zaman zaman ziyâretine giderlerdi Bunlardan biri de Kutbi ebdâl Şeyh Şerefüddîn Ebû Ali Kalender idi Kutbi Rabbânî Celâleddîn Pânipütî'yi çocuk iken de çok sever, her gün ziyâretine gider, ona teveccüh ederdi Eğer evde bulamazsa, gittiği yeri öğrenir ve oraya varırdı Tekrar bir gün onun ziyâretine gitti Bağa gittiğini söylediler O da atına binip kaplumbağa kabuğu vardı Onun geldiğini gören Şeyh Celâleddîn, bir kap içinde bir mikdâr yem getirdi Ebû Ali Kalender; Evlâdım, bu nedir?diye sordu Celâleddîn de; Atınız için yem getirdimdediÖyleyse, önce cet bir sor, bakalım aç mı, tok mu?buyurunca, cet döndü Daha birşey sormadan beygir konuşmaya başlayıp; Tokum, efendim yem yedirdikten daha sonra sırtıma bindidedi Çocuk yaştaki Celâleddîn, bu hâle çok şaşma etti Kap elinde kaldı Kutbi ebdâl Ebû Ali Kalender; Ey evlâd! Kapta getirdiğiniz hediyeyi, biz de size bağışladık ve Allahü teâlâdan, bu kaptaki tâneler değin sana evlât vermesini diledikbuyurdu Gerçekten de Celâleddîn hazretlerinin sayılamayacak dek çocukları, torunları oldu
Şerefüddîn Ebû Ali Kalender hazretlerinin terbiyesine verildi Yıllardan Beri ilim öğrendi ve riyâzetler çekti Çöllerde, sahrâlarda dolaşıp nefsini terbiye etti Çöllere düşmesine, Ebû Ali Kalender hazretlerinin bir sözü vesîle oldu Birgün Şerefüddîn Ebû Ali Kalender bir yolun kenarında oturuyordu Kutbi Rabbânî de hoş bir atın üstünde uzakta geldi Ebû Ali Kalender hazretleri, atlı yanına yaklaşınca; Ne hoş at, ne hoş binici!buyurdu Bu sözü duyan Celâleddîn birden değişip, farklı bir hâle geldi Hocasının önüne varıp attan düştü Yakasını yırtıp elbisesini parçaladı Kalkıp yola revân oldu Senelerce çöllerde, ıssız yerlerde dolaştı Böylece fazla âlim ve velî ile sohbet etti Herbirinden dağıtılmış nîmetlere kavuştu gerçi aradığını bulamayıp memleketine içten yola çıktı Cümbür Cemaat aradığını onda buluyor, fakat o, aradığını kimsede bulamıyordu Bir kervandaki dervişlerle birlikte memleketine doğru sırası gelmişken, Hansî şehrine geldiler
Zamânın büyüklerinden Sultânülmeşâyıh Şeyh Cemâl Hansevî'ye rüyâsında Celâleddîn'i karşılamak için emir verilip; Şeyh Celâl KebîrülEvliyâ Pânipütî geliyor, ona hizmet etmekte çabuk ol Senin silsilenin devâmı, onun senin hakkındaki şanslı duâlarına bağlıdırdenildi Daha kervan şehre girmeden, gelenleri karşılamaya çıktı Hizmetçisine de târif edip; Şöyle şöyle dervişler göreceksin, Onların hepsini al gel!diyerek yolladı Dervişler, eşyâlarını taşıttıkları Celâleddîni Hindî'yi eşyâların başında bırakıp geldiler Cemâl Hansevî, onları görünce; İçinizden kimse ayrıldı mı?diye sorup, Celâleddîn'in kaldığını öğrendi Gidip onu da evine dâvet etti Hepsine fazla izzet ve ikrâmda bulundu Dervişleri gönderdikten sonradan, Kutbi Rabbânî Celâleddîn Pânipütî hazretlerinden duâ istedi Aczini ortaya koyup, onun duâsına çok ihtiyâcı olduğunu söyledi Fazla ısrâr etti Hazreti Kutbi Rabbânî, Cemâl Hansevî'ye duâ edip, Fâtiha okudu Onun bu duâsı bereketiyle, Cemâl Hansevî hazretlerinin silsilesi, oğlu Nûreddîn vâsıtasıyla devâm ettiKutbi Rabbânî, derviş arkadaşlarının yanında döndü Dervişler, onun büyüklüğünü anlayıp, fazla edeb gösterdiler Eşyâları alıp kendileri taşımak istediler Ama Celâleddîni Hindî râzı olmadı Cebren eşyâları yüklendi Yola koyuldular Onlardan önde yürüyen Celâleddîn Hindî'nin eşyâları taşımasına şaşma edip baktıklarında, eşyâların, başının üstünde asılı olduğunu ve sürekli onu tâkib ettiğini gördüler Ona olan bağlılıkları daha da kuvvetlenip, eşyâları alarak özür dilediler Affedilmelerini istediler Hazreti Kutbi Rabbânî; Ey azîzler, bize sizden hiçbir sıkıntı gelmedi Şayet sizin sohbetinizde, aranızda mahfûz kaldım Bir kusûr olmuşsa bile, affedilmiştirbuyurdu
bu vesileyle Şeyh Cemâl, hemen şimdi oradan pozitif uzaklaşmıyan kâfileye tekrar adamlar gönderip, evine dâvet etti Dönmek istemediyse de, çok yalvardılar Birkaç gün daha onda misâfir kaldılar O günler, hazretin muhabbetinin coştuğu ve sarhoş olduğu zamanlar idi Vatanına dönmek istemiyordu Şeyh Cemâl, nasîhatler edip râzı etti Bâbâ, sen Allah'ın sevgilisisin İnsanların olgunlaşmasını sana verdi Senin böyle hayrân durman yerinde değildir Memleketinize gidip oturmanız iyi olur Bu günlerde oraya bir kemâl sâhibi gelecek Sizin fütûhâtınız onun elinde olacaktır Onun hizmetinde murâdınıza kavuşacaksınız Bana da müsade olsa, ben de gelir feyzlenirdim Bugün hangi yoldan olursa, Pânipüt'e gidiniz!dedi O, Sultânülevliyâ Kutbi âlem Cemâl Hansevî'nin ısrârına dayanamayıp memleketine döndü O kemâl sâhibi bir kimse olarak bildirilen zât, Şemsülevliyâ Hâce Şemsüddîn Türk Pânipütî'den başkası değildi Sonunda o mübârek zâtın sohbetine kavuşmakla şereflendi
Bir rivâyete kadar ise; bir gün Celâleddîni Hindî, Kutbi ebdâl Şeyh Şerefüddîn Ebû Ali Kalender'e, kendini yetiştirmesi için çok yalvardı Kutbi ebdâl; Ey azîz oğlum! Senin kalbinin açılması, başkasının eliyle olur O da bugün yarın bu şehre gelirdedi Bekledi Birkaç gün daha sonra vilâyet sâhibi, hidâyet semâsının güneşi Şemsülevliyâ Hâce Şemseddîn Türk, üstâdının izni ile Pânipüt'i teşrif etti O beldeyi vilâyet nûrları ile aydınlattı Celâleddîni Hindî, ilâhî bir ilhâmla onun huzûruna gitti Talebeliğe kabûl edildi Çetin riyâzet ve mücâhedeler çekti, hilâfetle şereflendi, yüksek derecelere kavuştu Hocasından hiç ayrılmak istemedi Hâce Şemseddîn buyurdu ama: Sen benim oğlumsun Allahü teâlâdan, benden daha sonra benim yerime senin oturmanı istedim Senin rehberliğin ile fazla halk müziği maksadlarına kavuşurlar Yalnız Resûlullah'ın sünnetini, yâni evlenmeyi yerine getirmek, iki dünyâ saâdetlerindendir Tâ ama, yarın Resûlullah efendimize aleyhinde mahcûb olmayasınKutbi Rabbânî; Buyurduklarınız doğrudur Yeniden özür dilemem yakışmayan Oysa çocuklarımın, kıyâmette beni mahcûb edecek ameller işlemesinden korkuyorumdiye talep etti Şemsülevliyâ; Buna üzülme! Allahü teâlânın emri ile sana söz veriyorum ancak, iyileri sana, kötüleri bana âittir Onların cevâbını yarın ben vereceğim Dünyâda da kimin bir müşkili olursa, gelsin, bana hatırlatsın, ona takviye ederim Sana bu işte fazla yüklenmemin sebebi bunu ben Levhi mahfûzda görmemdir Senden çok sayıda evlâd dünyâya gelecek Bu hususta bir şüphen varsa, gel, başını kaftanımın altına sok ve görbuyurdu Emre uyup, başını kaftanın altına sokunca, Levhi mahfûzu gördü Orada evlâdı doğrusu sayılamıyacak dek çoktu Onları silmek için elini uzattı Birden görmesi durdu Şemsülevliyâ, o anda elini tuttu ve; Ey azîz oğlum, Allahü teâlânın irâdesine karışma O kudret ve kudsiyet sâhibi, senin amel defterine evlâd yazınca, sen onu silemezsinbuyurdu Kutbi Rabbânî, hocasının ayaklarına kapandı İstigfâr etti ve; Emir, hazreti pîrin emridir Onun rızâsı nasıl ve nerede ise, bu kul onu kendi için saâdet bilirdedi ve evlenmeye râzı oldu Lâkin bir durum koştu Sağır, kör, topal ve sözde kadın olursa, benim nikâhıma onu verindedi Araştırmalardan sonradan, Kirnâl şeyhzâdelerinde onun aradığı gibi pak, afîf, zâhide ve benzeri üstün vasıflarda bir kız bulundu Şemsülevliyâ, Kutbi ebdâl, akrabâlar, ileri gelenler, Kutbi Rabbânî ile birlikte Kirnâl'e gittiler, düğün yapıp, Pânipüt'e döndüler Kutbi Rabbânî'nin hanımına birincil sözü; Ey bayan, bana bak, kalk bana abdest suyu getiroldu Bayan hemencecik yüzünü açıp, kalktı ve abdest suyu getirdi Abdest aldırdı ve emir gereği kendisi de abdest aldı Sonra o hazret, ağzının temiz suyunu o afîfenin ağzına sürdü, Kur'ânı kerîmi önüne koydu ve Oku!buyurdu Hemen okudu Bu bayan, mücâhede ve riyâzetle meşgûl oldu Nefsinin istediklerini yerine getirmeyip, istemediklerini yapmayı âdet edindi Sonuç Olarak, bu hanımdan, beş oğlu ve iki kızı dünyâya geldi
Rabbânî ilhâmla, Şemsülevliyâ Hâce Şemseddîn Türk'ün sohbet ve hizmetini seçen, onun teveccühü ile kısa zamanda kemâl mertebelerine ulaşan ve kutbülaktâb olan Kutbi Rabbânî, dünyâya hidâyet sunup, insanları yakın olma mertebelerine kavuşturdu Üstâdı Şemsülevliyâ Hâce Şemseddîn Türk Pânipütî, Şeyh Celâleddîn KebîrülEvliyâya icâzet verip, kendi yerine tâyin etti İcâzetnâmesinde, talebelerine onun hizmetinde bulunmalarını, duâlarına kavuşmak için çırpınmalarını bildirdi Hocası, icâzetnâmede onun silsilesini şöyle açıkladı: Resûlullah efendimiz, hazreti Ali, Hasanı Basrî, Abdülvâhid bin Zeyd, Fudayl bin İyâd, İbrâhimi Edhem, Hüzeyfei Mer'aşî, HübeyretilBasrî, Mimşâdi Dîneverî, Kutbüddîn Ebû İshâk Şâmî, Ebû Ahmed Çeştî, Ebû Muhammed, Nâsıreddîn Ebû Yûsuf, Hâce Mevdûd, Hâcı Şerîf Zendânî, Osman Hârûnî, Mu'înüddîni Çeştî, Kutbüddîn Bahtiyâr Kâkî, Ferîdüddîn Mes'ûd Şeker Genc, Alâeddîn Ali Ahmed Sâbir Kalyârî, o da fakîre hilâfet vermiştir Ben de, hırka, asâ, makas ve kâseyi, maddî ve mânevî irşâdlarımla, halîfem Muhammed bin Mahmûd bin Yâkûb'a verdim Ona, Çeştî isimlerinden olan Celâleddîn ile hitâb ettim Onu hemen makâmına oturttum Bundan daha sonra kimseyi bu görevle vazîfelendirmem Bendeki her vazîfeyi ona teslim eyledim Ona icâzet verdim ve hepinizi ona ısmarladımbuyuran yüksek hocası Şemseddîn Türk Pânipütî, talebelerini de, kimsenin erişemeyeceği üstün derecelere yükselmiş olan talebesi Celâleddîn Pânipütî'ye teslim etti Onun üstünlüğünü, zamânın büyükleri îtirâzsız kabûl ederlerdi Kutbi Rabbânî Celâleddîn hazretlerinin hizmetlerine koşarlar, pekçok nîmetlere kavuşurlardı Duâsı kabûl olunanlardandı Her sözü söylemez, dilinden çıkan birçok şey, Allahü teâlânın izniyle arzusuna uygun vâki olurdu
Dayanılmayacak riyâzet ve mücâhedelerin ve hocasına yaptığı hizmetlerin sonunda kalbden kalbe gelen halîfeliğe ve İsmi âzama kavuştu Dünyâlığı da fazla görünürdü Mutfağında her gün çeşitli yemek hazırlanır, yemek yemek sofrasında bin kişi hâzır bulunurdu Binden aşağı düşse; hizmetçiler, emre uyarak cadde ve çarşılardan yetkisiz olan dek adam getirirlerdi Canı ava çıkmak istese, ava giderdi Bâzan on beş, bâzan bir ay avda kalır; orada da o mikdar yemek gâibden mevcûd olur, o kadar insan da sofrada hazırlanmış bulunur ve yemek yemek yerdi Tüm bu hallerine karşın, evinde fakirlik hâkim olup, bir günlük yiyecek bulunmazdı Bu hâli bilenler; Aman yâ Rabbî, bu ne ev, bu ne ikrâm, bu ne büyük bir tasarrufturderlerdi
Tayyi süre ve tayyi mekân sâhibi olup vakit ve mekan elinde dürülür, Allahü teâlânın izniyle, kendisine uzaklar yakın olur, zaman uzar ve kısalırdı Çok süre, Cumâ namazlarını Kâbei şerîfte kıldığı ırk arasında meşhûrdu
Bir gün Kutbi Rabbânî hazretleri oturuyordu Bu sırada ihtiyar bir bayan, elinde anlamsız bir ibrikle, güç belâ su taşımaya gidiyordu Kutbi Rabbânî değerli bakışlarını ona çevirdi ve hâline acıdı; Anacığım, sana yetecek dek suyu taşıyacak kimsen değil mu?buyurdu Efendim, bir kimsem olsaydı, yâhut ücretle su taşıtacak değin param olsaydı, bu sıkıntıyı hiç çeker miydim?dedi Kutbi Rabbânî, hemen kalktı, ibriği elinden aldı, kuyunun başına gidip, doldurdu Omuzuna alıp, kadının evine götürdü ve; Yâ Rabbî, bu suya bereket ihsân et!diye duâ etti O günden sonradan, ihtiyar kadın bu sudan ne kadar harcadıysa, hiç eksilmedi ve hayâtı boyunca su taşımak zahmetinden kurtuldu
Bir vakit doğu tarafına sefere çıkmıştı Bir gün bir yere geldi Fark Etti ama, o köyün halkı, mallarını toplamış, firar etmek üzereler Halkın ne için kaçtığını sordu Onlardan biri; Sultan fazla vergi istiyor Biz de veremiyoruz Başka çâremiz kalmadı Köyü terk edeceğizdeyince; Reisinizi bana çağırınbuyurdu Gidip reisi çağırdılar Reis geldi Ey reis, eğer şu kadar altın bulunur, sultânın istediğini verdikten sonradan, sizin için de bir miktâr kalırsa burada kalır mısınız?buyurdu Reisleri; Bu meslek, bizim için imkânsız, lâkinAllah dostlarının teveccühüyle fazla kolaydırdedi Bunun üzerine Kutbi Rabbânî; Önce köyü bana sat, benim olsun, sen sıcacık etbuyurdu O bunu canına minnet bilip kabûl etti Daha Sonra; Köyünüzde ne değin âlet varsa, toplayınbuyurdu Hemencecik toplandı Bunların hepsini, içine tezek konmuş tandıra atın ve tandırı yakınbuyurdu O Kadar yaptılar Acilen gidin, sabahtan gelin bunları alınbuyurdu Kendisi uyudu Gecenin yarısı geçince ve ırk uykuya dalınca, oradan kalktı ve memleketine döndü Sabahleyin olunca, köylüler tandırın yanında geldiler Atılan her âleti, saf altın olarak buldular ve bozdurarak ödenti borçlarını ödeyip râhata kavuştular Böylece ama, çocukları bile varlıklı olup, o günden daha sonra bezginlik çekmedi
Bir gün dağ başında bir yere gitti Bir cûkî, (hind fakîri) fark etti Oturmuş, gözü kapalı duruyordu Önüne vardı Cûkî gözünü açtı Baktı fakat, karşı bir yoksul durur Cebinden bir taş parçası çıkarıp ona uzattı ve; Buna fâris derler Hangi demire sürsen, onu altın yapardedi Hazret onu aldı ve yanlarındaki pınarın havuzuna attı Cûkî bu hâli görür görmez, şaşakaldı Kalktı ve hazreti hırpaladı, ağır lâflar söylemeye başladı ve: Ağam, bu taş parçasını binlerce gayret ve mihnetle buldum Eyvah ama, kıymetini bilmedin Ben acıdım da, onu sana verdim Fakirlikten, darlıktan kurtulmanı istedim Hemen senin kurtuluşun, ne yapıp yapıp o taşı bulup bana vermendedir Senin işine yaramadı ise, niçin bana iâde etmedin?dedi Hazret; Ey cûkî! Mâdemki o taşı sen bana bağışladın, o benim malım oldu Ne istersem yaparımbuyurdu Cûkî; Doğru söylersin, fakat gözümün önünden gitseydin, istediğin gibi yapardın Sen tutup benim yanımda suya attın, beni fazla kızdırdın Sen taşımı vermezsen, yakanı bırakmamdedi Adamın istediği olmazsa, sıcacık edemeyeceğini anlayıp: Ey kıt düşünceli! O pınara git ve taş parçanı al! Oysa şu şartla oysa, orada o cinsten birçok taş görebilirsin Seninkinden başkasına tama' edip, el uzatmayacaksınbuyurdu Cûkî kabûl etti Pınara geldi Orada milyonlarca fâris taşının olduğunu fark etti En üst taraflarında onun taş parçası duruyordu Hayran ve şaşkınlığından ne yapacağını şaşırdı Kendi taşını aldı Kendi taşına kanâat etmeyip, bir taş daha aldı İkinci aldığını sır olarak saklamak istedi Kutbi Rabbânî kalb nûru ile onun hâlini anladı ve; Ey acımasız, âmâ kalpli (basîretsiz)! Sana öyle yapmayacaksın demedim mi? Sözünde durmadınbuyurdu Cûkî pişmân oldu Hemen gelip taşların ikisini de hazreti Kutb'un önüne koydu ve yüzünü Kutbi Rabbânî'nin mübârek ellerine sürdü ve; Ey hazret! Seni bu ihtiyâçsız hâle getiren ilim ve mârifetten bana da bir parça ver ve teveccüh eylededi Yürek gözü ile, cûkînin saâdet vaktinin geldiğini anladı Önce ona İslâmı anlattı O da sıdk ve ihlâsla Kelimei tayyibeyi söyledi ve müslüman oldu Sonra hazreti Kutb'un talebesi olmakla şereflendi, hizmetinde ve sohbetinde bulundu Mücâhede edip, nefsine karşısında gelerek kısa zamanda kâmil bir velî oldu
Kutbi Rabbânî Celâleddîn Pânipütî hazretlerinin, ilk evlendiği hanımından beş oğlu iki kızı olmuştu Oğulları; Hâce Abdülkâdir, Hâce İbrâhim, Hâce Şiblî, Hâce Kerîmüddîn, Hâce Abdülvâhid idi Temiz, afîf ve zâhide iki kızları Kirnâl şehzâdeleriyle evlendi On ikinci torunu, Senâullahi Pânipütî, pek değerli Tefsîri Mazhârî kitabının yazarıdır
Kutbi Rabbânî Celâleddîn Pânipütî hazretleri pekçok talebe yetiştirdi Kırk kâmil halîfesi vardı Torunlarından SiyerülAktâb kitabının yazarı Hidâye bin Abdürrahîm yüksek dedesini övenbirçok şey yazdıktan daha sonra, şu kıt'ayı ilâve eder:
Bu ne laf, bu ne dil, bu ne bilgidir,
Diyen de, demeyen de pişmandır
Gönül nerde, bu kol kanat nerede,
Ben kimim, Celâl'i tâzîm nerede
Uzun zaman Hindistan'ı nurları ile aydınlatan ve insanları ebedî saâdete, âbı yaşam suyuna kavuşturmak için uğraşan Kebîrülevliyâ Kutbi Rabbânî Celâleddîn Pânipütî, çoğu kıymetli eser de yazdı FevâidülFüâd ve Zâd ülEbrâr adlı eserleri fazla ince bilgileri ihtivâ etmekte, severek okuyanların kalplerini serinletmekte ve gönüllere huzûr, sürûr ve neşe vermektedir
KAZANLAR BOŞ KALDI
Şeyh Ahmed Kalender adında bir derviş, kemâl sâhibi bir kimse bulabilmek için Hindistan'a gitti LükiÇengel denilen yerde ikâmet etti Âlim ve talebe bulunduğunu duyduğu her yere mektup yazıp, onları dâvet etti Bu dâvet üstüne, oraya öyle fazla kimse geldi Kutbi Rabbânî de gitti Bir sofra yayıp herkesi sofranın başına dâvet etti Sofradaki kazan kapakları açılınca, yemeklerin haram ve değişken şeyler oldukları görüldü Her kazanın içinde, eti pişirilen hayvanın başı da vardı Orada bulunanlar bu hâli görür görmez, ellerini yemeklere uzatmadılar Uzun zaman hayrette kaldılar Hepsi Kutbi Rabbânî'ye döndüler ve; Ne yapmak lâzım?diye talep ettiler Dostlar! Niye şaştınız Yargı teâlâ, kullarını koruduğu şeylerden kulları yemesin diye, onlara, onları haram eyledidiyen siz değil miydiniz? Derhal emredin de, o gibi şeyler bu sofradan çıksın gitsindedi Bu söz ağızlarından çıkmakla, eti pişen ve kellesi kazanda bulunan hayvanların hepsi canlanıp yerinden fırladı ve dürüst kapıya koştu Kazanlar abes kaldı Ahmed Kalender bu büyük kerâmeti görür görmez, kalktı, Kutbi Rabbânî'nin ellerine sarıldı ve; Ey hazret, yoksul bunun için bu ziyâfeti tertib etmiştim Kemâl sâhibi arıyordum Allahü teâlâ benim istediğimi verdi Bu nîmetin şükrünü hangi dille yapayımdedi Sonradan ziyâfeti tertib eden Ahmed Kalender, tüm âlimleri hürmetle uğurladı Kutbi Rabbânî orada bir müddet kaldı O sâdık tâlib, dileğine hazretin hizmetinde bir defâda kavuştu ve kâmil evliyâdan oldu Kutbi Rabbânî ona hilâfet verdi ve Mültân'a gönderdi Kendisi de Pânipüt'e geldi
1) SiyerülAktâb; s197
2) HediyyetülÂrifîn; c2, s163
3) Bütün İlmihâl Seâdeti Ebediyye; s993, 1064
4) The big five of India in Sufism, National Press, India, 1972; s124, 126
5) Mir'âtülEsrâr; s22
6) SevâtiulEnvâr; No 26
7) HazînetilAsfiyâ; c1, s361
8) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c10, s57
alıntı *
Celaleddinİ Hindi Hayatı
Hindistan'ın büyük velîlerinden İsmi, Muhammed olup babasınınki Mahmûd'dur Aslen Kâzrûn şehrinden olduğu için, Kâzrûnî, Hindistan'da Pânipüt şehrinde yerleştiği için Pânipütî, hazreti Osmân soyundan olduğu için Osmânî nisbet edildi Celâleddîn, Kebîrülevliyâ, Kutbi Rabbânî lakabları verildiHindistan'da Celâl Pânipütî diye tanındı Yüz yaşından pozitif ömür sürdü ve 1363 (H765) yılında vefât edip, Pânipüt şehrinde defnedildi Mezarının üzerine büyük bir türbe yapıldı
Küçük yaşta babası vefât etti Amcasının terbiyesinde yetişti Temel din bilgileri ile âlet, asistan ilimleri öğrendi Asrın büyüklerinden yüksek din bilgilerini tahsîl etti
Nice büyük kimseler, Celâleddîn hazretlerinin büyüklüğünü daha küçük yaşta anlayarak, yetişmesine yardımcı olmak için zaman zaman ziyâretine giderlerdi Bunlardan biri de Kutbi ebdâl Şeyh Şerefüddîn Ebû Ali Kalender idi Kutbi Rabbânî Celâleddîn Pânipütî'yi çocuk iken de çok sever, her gün ziyâretine gider, ona teveccüh ederdi Eğer evde bulamazsa, gittiği yeri öğrenir ve oraya varırdı Tekrar bir gün onun ziyâretine gitti Bağa gittiğini söylediler O da atına binip kaplumbağa kabuğu vardı Onun geldiğini gören Şeyh Celâleddîn, bir kap içinde bir mikdâr yem getirdi Ebû Ali Kalender; Evlâdım, bu nedir?diye sordu Celâleddîn de; Atınız için yem getirdimdediÖyleyse, önce cet bir sor, bakalım aç mı, tok mu?buyurunca, cet döndü Daha birşey sormadan beygir konuşmaya başlayıp; Tokum, efendim yem yedirdikten daha sonra sırtıma bindidedi Çocuk yaştaki Celâleddîn, bu hâle çok şaşma etti Kap elinde kaldı Kutbi ebdâl Ebû Ali Kalender; Ey evlâd! Kapta getirdiğiniz hediyeyi, biz de size bağışladık ve Allahü teâlâdan, bu kaptaki tâneler değin sana evlât vermesini diledikbuyurdu Gerçekten de Celâleddîn hazretlerinin sayılamayacak dek çocukları, torunları oldu
Şerefüddîn Ebû Ali Kalender hazretlerinin terbiyesine verildi Yıllardan Beri ilim öğrendi ve riyâzetler çekti Çöllerde, sahrâlarda dolaşıp nefsini terbiye etti Çöllere düşmesine, Ebû Ali Kalender hazretlerinin bir sözü vesîle oldu Birgün Şerefüddîn Ebû Ali Kalender bir yolun kenarında oturuyordu Kutbi Rabbânî de hoş bir atın üstünde uzakta geldi Ebû Ali Kalender hazretleri, atlı yanına yaklaşınca; Ne hoş at, ne hoş binici!buyurdu Bu sözü duyan Celâleddîn birden değişip, farklı bir hâle geldi Hocasının önüne varıp attan düştü Yakasını yırtıp elbisesini parçaladı Kalkıp yola revân oldu Senelerce çöllerde, ıssız yerlerde dolaştı Böylece fazla âlim ve velî ile sohbet etti Herbirinden dağıtılmış nîmetlere kavuştu gerçi aradığını bulamayıp memleketine içten yola çıktı Cümbür Cemaat aradığını onda buluyor, fakat o, aradığını kimsede bulamıyordu Bir kervandaki dervişlerle birlikte memleketine doğru sırası gelmişken, Hansî şehrine geldiler
Zamânın büyüklerinden Sultânülmeşâyıh Şeyh Cemâl Hansevî'ye rüyâsında Celâleddîn'i karşılamak için emir verilip; Şeyh Celâl KebîrülEvliyâ Pânipütî geliyor, ona hizmet etmekte çabuk ol Senin silsilenin devâmı, onun senin hakkındaki şanslı duâlarına bağlıdırdenildi Daha kervan şehre girmeden, gelenleri karşılamaya çıktı Hizmetçisine de târif edip; Şöyle şöyle dervişler göreceksin, Onların hepsini al gel!diyerek yolladı Dervişler, eşyâlarını taşıttıkları Celâleddîni Hindî'yi eşyâların başında bırakıp geldiler Cemâl Hansevî, onları görünce; İçinizden kimse ayrıldı mı?diye sorup, Celâleddîn'in kaldığını öğrendi Gidip onu da evine dâvet etti Hepsine fazla izzet ve ikrâmda bulundu Dervişleri gönderdikten sonradan, Kutbi Rabbânî Celâleddîn Pânipütî hazretlerinden duâ istedi Aczini ortaya koyup, onun duâsına çok ihtiyâcı olduğunu söyledi Fazla ısrâr etti Hazreti Kutbi Rabbânî, Cemâl Hansevî'ye duâ edip, Fâtiha okudu Onun bu duâsı bereketiyle, Cemâl Hansevî hazretlerinin silsilesi, oğlu Nûreddîn vâsıtasıyla devâm ettiKutbi Rabbânî, derviş arkadaşlarının yanında döndü Dervişler, onun büyüklüğünü anlayıp, fazla edeb gösterdiler Eşyâları alıp kendileri taşımak istediler Ama Celâleddîni Hindî râzı olmadı Cebren eşyâları yüklendi Yola koyuldular Onlardan önde yürüyen Celâleddîn Hindî'nin eşyâları taşımasına şaşma edip baktıklarında, eşyâların, başının üstünde asılı olduğunu ve sürekli onu tâkib ettiğini gördüler Ona olan bağlılıkları daha da kuvvetlenip, eşyâları alarak özür dilediler Affedilmelerini istediler Hazreti Kutbi Rabbânî; Ey azîzler, bize sizden hiçbir sıkıntı gelmedi Şayet sizin sohbetinizde, aranızda mahfûz kaldım Bir kusûr olmuşsa bile, affedilmiştirbuyurdu
bu vesileyle Şeyh Cemâl, hemen şimdi oradan pozitif uzaklaşmıyan kâfileye tekrar adamlar gönderip, evine dâvet etti Dönmek istemediyse de, çok yalvardılar Birkaç gün daha onda misâfir kaldılar O günler, hazretin muhabbetinin coştuğu ve sarhoş olduğu zamanlar idi Vatanına dönmek istemiyordu Şeyh Cemâl, nasîhatler edip râzı etti Bâbâ, sen Allah'ın sevgilisisin İnsanların olgunlaşmasını sana verdi Senin böyle hayrân durman yerinde değildir Memleketinize gidip oturmanız iyi olur Bu günlerde oraya bir kemâl sâhibi gelecek Sizin fütûhâtınız onun elinde olacaktır Onun hizmetinde murâdınıza kavuşacaksınız Bana da müsade olsa, ben de gelir feyzlenirdim Bugün hangi yoldan olursa, Pânipüt'e gidiniz!dedi O, Sultânülevliyâ Kutbi âlem Cemâl Hansevî'nin ısrârına dayanamayıp memleketine döndü O kemâl sâhibi bir kimse olarak bildirilen zât, Şemsülevliyâ Hâce Şemsüddîn Türk Pânipütî'den başkası değildi Sonunda o mübârek zâtın sohbetine kavuşmakla şereflendi
Bir rivâyete kadar ise; bir gün Celâleddîni Hindî, Kutbi ebdâl Şeyh Şerefüddîn Ebû Ali Kalender'e, kendini yetiştirmesi için çok yalvardı Kutbi ebdâl; Ey azîz oğlum! Senin kalbinin açılması, başkasının eliyle olur O da bugün yarın bu şehre gelirdedi Bekledi Birkaç gün daha sonra vilâyet sâhibi, hidâyet semâsının güneşi Şemsülevliyâ Hâce Şemseddîn Türk, üstâdının izni ile Pânipüt'i teşrif etti O beldeyi vilâyet nûrları ile aydınlattı Celâleddîni Hindî, ilâhî bir ilhâmla onun huzûruna gitti Talebeliğe kabûl edildi Çetin riyâzet ve mücâhedeler çekti, hilâfetle şereflendi, yüksek derecelere kavuştu Hocasından hiç ayrılmak istemedi Hâce Şemseddîn buyurdu ama: Sen benim oğlumsun Allahü teâlâdan, benden daha sonra benim yerime senin oturmanı istedim Senin rehberliğin ile fazla halk müziği maksadlarına kavuşurlar Yalnız Resûlullah'ın sünnetini, yâni evlenmeyi yerine getirmek, iki dünyâ saâdetlerindendir Tâ ama, yarın Resûlullah efendimize aleyhinde mahcûb olmayasınKutbi Rabbânî; Buyurduklarınız doğrudur Yeniden özür dilemem yakışmayan Oysa çocuklarımın, kıyâmette beni mahcûb edecek ameller işlemesinden korkuyorumdiye talep etti Şemsülevliyâ; Buna üzülme! Allahü teâlânın emri ile sana söz veriyorum ancak, iyileri sana, kötüleri bana âittir Onların cevâbını yarın ben vereceğim Dünyâda da kimin bir müşkili olursa, gelsin, bana hatırlatsın, ona takviye ederim Sana bu işte fazla yüklenmemin sebebi bunu ben Levhi mahfûzda görmemdir Senden çok sayıda evlâd dünyâya gelecek Bu hususta bir şüphen varsa, gel, başını kaftanımın altına sok ve görbuyurdu Emre uyup, başını kaftanın altına sokunca, Levhi mahfûzu gördü Orada evlâdı doğrusu sayılamıyacak dek çoktu Onları silmek için elini uzattı Birden görmesi durdu Şemsülevliyâ, o anda elini tuttu ve; Ey azîz oğlum, Allahü teâlânın irâdesine karışma O kudret ve kudsiyet sâhibi, senin amel defterine evlâd yazınca, sen onu silemezsinbuyurdu Kutbi Rabbânî, hocasının ayaklarına kapandı İstigfâr etti ve; Emir, hazreti pîrin emridir Onun rızâsı nasıl ve nerede ise, bu kul onu kendi için saâdet bilirdedi ve evlenmeye râzı oldu Lâkin bir durum koştu Sağır, kör, topal ve sözde kadın olursa, benim nikâhıma onu verindedi Araştırmalardan sonradan, Kirnâl şeyhzâdelerinde onun aradığı gibi pak, afîf, zâhide ve benzeri üstün vasıflarda bir kız bulundu Şemsülevliyâ, Kutbi ebdâl, akrabâlar, ileri gelenler, Kutbi Rabbânî ile birlikte Kirnâl'e gittiler, düğün yapıp, Pânipüt'e döndüler Kutbi Rabbânî'nin hanımına birincil sözü; Ey bayan, bana bak, kalk bana abdest suyu getiroldu Bayan hemencecik yüzünü açıp, kalktı ve abdest suyu getirdi Abdest aldırdı ve emir gereği kendisi de abdest aldı Sonra o hazret, ağzının temiz suyunu o afîfenin ağzına sürdü, Kur'ânı kerîmi önüne koydu ve Oku!buyurdu Hemen okudu Bu bayan, mücâhede ve riyâzetle meşgûl oldu Nefsinin istediklerini yerine getirmeyip, istemediklerini yapmayı âdet edindi Sonuç Olarak, bu hanımdan, beş oğlu ve iki kızı dünyâya geldi
Rabbânî ilhâmla, Şemsülevliyâ Hâce Şemseddîn Türk'ün sohbet ve hizmetini seçen, onun teveccühü ile kısa zamanda kemâl mertebelerine ulaşan ve kutbülaktâb olan Kutbi Rabbânî, dünyâya hidâyet sunup, insanları yakın olma mertebelerine kavuşturdu Üstâdı Şemsülevliyâ Hâce Şemseddîn Türk Pânipütî, Şeyh Celâleddîn KebîrülEvliyâya icâzet verip, kendi yerine tâyin etti İcâzetnâmesinde, talebelerine onun hizmetinde bulunmalarını, duâlarına kavuşmak için çırpınmalarını bildirdi Hocası, icâzetnâmede onun silsilesini şöyle açıkladı: Resûlullah efendimiz, hazreti Ali, Hasanı Basrî, Abdülvâhid bin Zeyd, Fudayl bin İyâd, İbrâhimi Edhem, Hüzeyfei Mer'aşî, HübeyretilBasrî, Mimşâdi Dîneverî, Kutbüddîn Ebû İshâk Şâmî, Ebû Ahmed Çeştî, Ebû Muhammed, Nâsıreddîn Ebû Yûsuf, Hâce Mevdûd, Hâcı Şerîf Zendânî, Osman Hârûnî, Mu'înüddîni Çeştî, Kutbüddîn Bahtiyâr Kâkî, Ferîdüddîn Mes'ûd Şeker Genc, Alâeddîn Ali Ahmed Sâbir Kalyârî, o da fakîre hilâfet vermiştir Ben de, hırka, asâ, makas ve kâseyi, maddî ve mânevî irşâdlarımla, halîfem Muhammed bin Mahmûd bin Yâkûb'a verdim Ona, Çeştî isimlerinden olan Celâleddîn ile hitâb ettim Onu hemen makâmına oturttum Bundan daha sonra kimseyi bu görevle vazîfelendirmem Bendeki her vazîfeyi ona teslim eyledim Ona icâzet verdim ve hepinizi ona ısmarladımbuyuran yüksek hocası Şemseddîn Türk Pânipütî, talebelerini de, kimsenin erişemeyeceği üstün derecelere yükselmiş olan talebesi Celâleddîn Pânipütî'ye teslim etti Onun üstünlüğünü, zamânın büyükleri îtirâzsız kabûl ederlerdi Kutbi Rabbânî Celâleddîn hazretlerinin hizmetlerine koşarlar, pekçok nîmetlere kavuşurlardı Duâsı kabûl olunanlardandı Her sözü söylemez, dilinden çıkan birçok şey, Allahü teâlânın izniyle arzusuna uygun vâki olurdu
Dayanılmayacak riyâzet ve mücâhedelerin ve hocasına yaptığı hizmetlerin sonunda kalbden kalbe gelen halîfeliğe ve İsmi âzama kavuştu Dünyâlığı da fazla görünürdü Mutfağında her gün çeşitli yemek hazırlanır, yemek yemek sofrasında bin kişi hâzır bulunurdu Binden aşağı düşse; hizmetçiler, emre uyarak cadde ve çarşılardan yetkisiz olan dek adam getirirlerdi Canı ava çıkmak istese, ava giderdi Bâzan on beş, bâzan bir ay avda kalır; orada da o mikdar yemek gâibden mevcûd olur, o kadar insan da sofrada hazırlanmış bulunur ve yemek yemek yerdi Tüm bu hallerine karşın, evinde fakirlik hâkim olup, bir günlük yiyecek bulunmazdı Bu hâli bilenler; Aman yâ Rabbî, bu ne ev, bu ne ikrâm, bu ne büyük bir tasarrufturderlerdi
Tayyi süre ve tayyi mekân sâhibi olup vakit ve mekan elinde dürülür, Allahü teâlânın izniyle, kendisine uzaklar yakın olur, zaman uzar ve kısalırdı Çok süre, Cumâ namazlarını Kâbei şerîfte kıldığı ırk arasında meşhûrdu
Bir gün Kutbi Rabbânî hazretleri oturuyordu Bu sırada ihtiyar bir bayan, elinde anlamsız bir ibrikle, güç belâ su taşımaya gidiyordu Kutbi Rabbânî değerli bakışlarını ona çevirdi ve hâline acıdı; Anacığım, sana yetecek dek suyu taşıyacak kimsen değil mu?buyurdu Efendim, bir kimsem olsaydı, yâhut ücretle su taşıtacak değin param olsaydı, bu sıkıntıyı hiç çeker miydim?dedi Kutbi Rabbânî, hemen kalktı, ibriği elinden aldı, kuyunun başına gidip, doldurdu Omuzuna alıp, kadının evine götürdü ve; Yâ Rabbî, bu suya bereket ihsân et!diye duâ etti O günden sonradan, ihtiyar kadın bu sudan ne kadar harcadıysa, hiç eksilmedi ve hayâtı boyunca su taşımak zahmetinden kurtuldu
Bir vakit doğu tarafına sefere çıkmıştı Bir gün bir yere geldi Fark Etti ama, o köyün halkı, mallarını toplamış, firar etmek üzereler Halkın ne için kaçtığını sordu Onlardan biri; Sultan fazla vergi istiyor Biz de veremiyoruz Başka çâremiz kalmadı Köyü terk edeceğizdeyince; Reisinizi bana çağırınbuyurdu Gidip reisi çağırdılar Reis geldi Ey reis, eğer şu kadar altın bulunur, sultânın istediğini verdikten sonradan, sizin için de bir miktâr kalırsa burada kalır mısınız?buyurdu Reisleri; Bu meslek, bizim için imkânsız, lâkinAllah dostlarının teveccühüyle fazla kolaydırdedi Bunun üzerine Kutbi Rabbânî; Önce köyü bana sat, benim olsun, sen sıcacık etbuyurdu O bunu canına minnet bilip kabûl etti Daha Sonra; Köyünüzde ne değin âlet varsa, toplayınbuyurdu Hemencecik toplandı Bunların hepsini, içine tezek konmuş tandıra atın ve tandırı yakınbuyurdu O Kadar yaptılar Acilen gidin, sabahtan gelin bunları alınbuyurdu Kendisi uyudu Gecenin yarısı geçince ve ırk uykuya dalınca, oradan kalktı ve memleketine döndü Sabahleyin olunca, köylüler tandırın yanında geldiler Atılan her âleti, saf altın olarak buldular ve bozdurarak ödenti borçlarını ödeyip râhata kavuştular Böylece ama, çocukları bile varlıklı olup, o günden daha sonra bezginlik çekmedi
Bir gün dağ başında bir yere gitti Bir cûkî, (hind fakîri) fark etti Oturmuş, gözü kapalı duruyordu Önüne vardı Cûkî gözünü açtı Baktı fakat, karşı bir yoksul durur Cebinden bir taş parçası çıkarıp ona uzattı ve; Buna fâris derler Hangi demire sürsen, onu altın yapardedi Hazret onu aldı ve yanlarındaki pınarın havuzuna attı Cûkî bu hâli görür görmez, şaşakaldı Kalktı ve hazreti hırpaladı, ağır lâflar söylemeye başladı ve: Ağam, bu taş parçasını binlerce gayret ve mihnetle buldum Eyvah ama, kıymetini bilmedin Ben acıdım da, onu sana verdim Fakirlikten, darlıktan kurtulmanı istedim Hemen senin kurtuluşun, ne yapıp yapıp o taşı bulup bana vermendedir Senin işine yaramadı ise, niçin bana iâde etmedin?dedi Hazret; Ey cûkî! Mâdemki o taşı sen bana bağışladın, o benim malım oldu Ne istersem yaparımbuyurdu Cûkî; Doğru söylersin, fakat gözümün önünden gitseydin, istediğin gibi yapardın Sen tutup benim yanımda suya attın, beni fazla kızdırdın Sen taşımı vermezsen, yakanı bırakmamdedi Adamın istediği olmazsa, sıcacık edemeyeceğini anlayıp: Ey kıt düşünceli! O pınara git ve taş parçanı al! Oysa şu şartla oysa, orada o cinsten birçok taş görebilirsin Seninkinden başkasına tama' edip, el uzatmayacaksınbuyurdu Cûkî kabûl etti Pınara geldi Orada milyonlarca fâris taşının olduğunu fark etti En üst taraflarında onun taş parçası duruyordu Hayran ve şaşkınlığından ne yapacağını şaşırdı Kendi taşını aldı Kendi taşına kanâat etmeyip, bir taş daha aldı İkinci aldığını sır olarak saklamak istedi Kutbi Rabbânî kalb nûru ile onun hâlini anladı ve; Ey acımasız, âmâ kalpli (basîretsiz)! Sana öyle yapmayacaksın demedim mi? Sözünde durmadınbuyurdu Cûkî pişmân oldu Hemen gelip taşların ikisini de hazreti Kutb'un önüne koydu ve yüzünü Kutbi Rabbânî'nin mübârek ellerine sürdü ve; Ey hazret! Seni bu ihtiyâçsız hâle getiren ilim ve mârifetten bana da bir parça ver ve teveccüh eylededi Yürek gözü ile, cûkînin saâdet vaktinin geldiğini anladı Önce ona İslâmı anlattı O da sıdk ve ihlâsla Kelimei tayyibeyi söyledi ve müslüman oldu Sonra hazreti Kutb'un talebesi olmakla şereflendi, hizmetinde ve sohbetinde bulundu Mücâhede edip, nefsine karşısında gelerek kısa zamanda kâmil bir velî oldu
Kutbi Rabbânî Celâleddîn Pânipütî hazretlerinin, ilk evlendiği hanımından beş oğlu iki kızı olmuştu Oğulları; Hâce Abdülkâdir, Hâce İbrâhim, Hâce Şiblî, Hâce Kerîmüddîn, Hâce Abdülvâhid idi Temiz, afîf ve zâhide iki kızları Kirnâl şehzâdeleriyle evlendi On ikinci torunu, Senâullahi Pânipütî, pek değerli Tefsîri Mazhârî kitabının yazarıdır
Kutbi Rabbânî Celâleddîn Pânipütî hazretleri pekçok talebe yetiştirdi Kırk kâmil halîfesi vardı Torunlarından SiyerülAktâb kitabının yazarı Hidâye bin Abdürrahîm yüksek dedesini övenbirçok şey yazdıktan daha sonra, şu kıt'ayı ilâve eder:
Bu ne laf, bu ne dil, bu ne bilgidir,
Diyen de, demeyen de pişmandır
Gönül nerde, bu kol kanat nerede,
Ben kimim, Celâl'i tâzîm nerede
Uzun zaman Hindistan'ı nurları ile aydınlatan ve insanları ebedî saâdete, âbı yaşam suyuna kavuşturmak için uğraşan Kebîrülevliyâ Kutbi Rabbânî Celâleddîn Pânipütî, çoğu kıymetli eser de yazdı FevâidülFüâd ve Zâd ülEbrâr adlı eserleri fazla ince bilgileri ihtivâ etmekte, severek okuyanların kalplerini serinletmekte ve gönüllere huzûr, sürûr ve neşe vermektedir
KAZANLAR BOŞ KALDI
Şeyh Ahmed Kalender adında bir derviş, kemâl sâhibi bir kimse bulabilmek için Hindistan'a gitti LükiÇengel denilen yerde ikâmet etti Âlim ve talebe bulunduğunu duyduğu her yere mektup yazıp, onları dâvet etti Bu dâvet üstüne, oraya öyle fazla kimse geldi Kutbi Rabbânî de gitti Bir sofra yayıp herkesi sofranın başına dâvet etti Sofradaki kazan kapakları açılınca, yemeklerin haram ve değişken şeyler oldukları görüldü Her kazanın içinde, eti pişirilen hayvanın başı da vardı Orada bulunanlar bu hâli görür görmez, ellerini yemeklere uzatmadılar Uzun zaman hayrette kaldılar Hepsi Kutbi Rabbânî'ye döndüler ve; Ne yapmak lâzım?diye talep ettiler Dostlar! Niye şaştınız Yargı teâlâ, kullarını koruduğu şeylerden kulları yemesin diye, onlara, onları haram eyledidiyen siz değil miydiniz? Derhal emredin de, o gibi şeyler bu sofradan çıksın gitsindedi Bu söz ağızlarından çıkmakla, eti pişen ve kellesi kazanda bulunan hayvanların hepsi canlanıp yerinden fırladı ve dürüst kapıya koştu Kazanlar abes kaldı Ahmed Kalender bu büyük kerâmeti görür görmez, kalktı, Kutbi Rabbânî'nin ellerine sarıldı ve; Ey hazret, yoksul bunun için bu ziyâfeti tertib etmiştim Kemâl sâhibi arıyordum Allahü teâlâ benim istediğimi verdi Bu nîmetin şükrünü hangi dille yapayımdedi Sonradan ziyâfeti tertib eden Ahmed Kalender, tüm âlimleri hürmetle uğurladı Kutbi Rabbânî orada bir müddet kaldı O sâdık tâlib, dileğine hazretin hizmetinde bir defâda kavuştu ve kâmil evliyâdan oldu Kutbi Rabbânî ona hilâfet verdi ve Mültân'a gönderdi Kendisi de Pânipüt'e geldi
1) SiyerülAktâb; s197
2) HediyyetülÂrifîn; c2, s163
3) Bütün İlmihâl Seâdeti Ebediyye; s993, 1064
4) The big five of India in Sufism, National Press, India, 1972; s124, 126
5) Mir'âtülEsrâr; s22
6) SevâtiulEnvâr; No 26
7) HazînetilAsfiyâ; c1, s361
8) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c10, s57
alıntı *