iltasyazilim
FD Üye
Cenâbı Hak biz âciz kullarını yoktan var edip sayısız varlıklar arasında insan, insanlar arasında ehli îman, ehli îman arasında da Rasûli Ekrem sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz?e ümmet kıldı Hiçbir bedel ödemediğimiz hâlde, tamamen lûtfi ilâhî ile bu muazzam nîmetlere nâil olduk
Evet, dünyaya bir bedel ödemeden geldik Fakat âhirete bedel ödeyerek gideceğiz Zira Cenâbı Hak, sayısız nîmetlerine mukâbil, bizden şükür istiyor Âyeti kerîmelerde:
“Allâh?ın nîmetini saymaya kalksanız, onu sayamazsınız… (enNahl, 18)
“Nihâyet o gün (kıyâmet günü, dünyada iken yararlandığınız) nîmetlerden elbette ve elbette hesaba çekileceksiniz (etTekâsür, 8) buyuruyor
Şu da bir hakikattir ki bedeli ödenmeyen bir şeye sahiplik iddiâ etmek, abesle iştigaldir Mü’minler olarak bu cihanda bedelini ödememiz gereken en kıymetli varlığımız ise “îmânımızdır
Elhamdülillâh, Cenâbı Hakk?ın “Hâdî sıfatının tecellîsine mazhar olarak îmanla şereflendik Fakat Cenâbı Hak:
“Ey îmân edenler! Allah’tan, O?na yaraşır şekilde korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin! (Âli İmrân, 102) buyuruyor
Dikkat edilirse Rabbimiz bizlere “müslüman olarak can verirsiniz buyurmuyor Yani son nefesi îmanla verebilme garantimizin olmadığını, her an ayak kayma tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğumuzu bildiriyor Fakat ne yapıp edip îmanla can vermemizi emir buyuruyor Zira bu imtihan hayatı bir sefere mahsus Ne tekrarı var, ne de telâfîsi…
O hâlde müslüman olarak can verebilmek için, canımız pahasına da olsa îmânımızı korumak, ondan bir tâviz vermemek ve her hâlükârda ona sahip çıkmak mecburiyetindeyiz
Hayatta en zor şey, îman nîmetinin bedelini tam olarak ödeyebilmektir Zira bunun belli bir sınırı yoktur Bu sebeple son nefesimize kadar bütün imkânlarımızla Allah yolunda gayret gösterip Cenâbı Hakk?ın rahmet ve mağfiretini ümîd etmemiz şarttır
Çünkü îman, ilâhî bir lûtuf; imtihan, îmânın sıhhat derecesini ölçen bir miyâr; mü’minden beklenen ibadet, takvâ, ihsan, sabır, şükür, fedakârlık, hizmet ve teslîmiyetle îmânı muhâfaza ise, Cenâbı Hakk?ın lûtfuyla ilâhî mükâfatlara nâil olmanın bedelidir Yani Hak Teâlâ, lûtfettiği îman nîmetinin kıymetini idrâk etmemiz için, biz kullarından âdeta bir bedel taleb etmektedir Bu bedelin nasıl ödeneceğini de şöyle beyan buyurmaktadır:
“Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını, onlara (verilecek) Cennet karşılığında satın almıştır… (etTevbe, 111)
Demek ki içinde bulunduğumuz bu imtihan âlemi, Cennet?in satın alınacağı bir pazar yeri hükmünde Bu pazardaki en büyük sermayemizin başında gelenlerse, canlarımız ve mallarımız Hakikatte can kimin, mal kimin? Canı veren kim, malı veren kim? Cenâbı Hakk?ın ihsân ettiklerini yine O?na teslim ve takdim etmekten ibaret bir imtihan içindeyiz Kur?ânı Kerîm?de hep bunun misallerini görüyoruz
İşte İbrahim aleyhisselâm… O büyük peygamber; canıyla, malıyla ve evlâdıyla imtihan edildi Tevhîdi müdâfaa etmek için Nemrud?un dağ gibi ateşine girmeye râzı oldu Ateş gülistana döndü Malını Allah için fedâ etti, Halil İbrahim bereketine nâil oldu Cenâbı Hakk?a adakta bulunduğu evlâdını Allah için kurban etmeye râzı oldu, Cenâbı Hak ona hem evlâdını bağışladı hem de Cennet?ten kurban indirdi Böylece Halîlullah oldu, Cenâbı Hakk?ın dostluğuna erişti
Yine Rabbimiz Kur’ânı Kerîm?inde, kendilerine vereceği Cennet mukâbilinde canlarını ve mallarını satın aldığı daha nice îman kahramanlarını haber veriyor
Ashâbı Uhdûd, ateş dolu hendeklerin içine atılırken; Habîbi Neccar, zâlim bir kavim tarafından taşlanırken; Firavun’un sihirbazları, Mûsâ aleyhisselâm’a îman etmeleri sebebiyle kolları ve bacakları çaprazlama kesilip hurma dallarına asılırken, Cenâbı Hak?tan kendilerini bu zulüm ve işkenceden kurtarıp dünyevî plânda rahata kavuşmalarını istemediler Onların tek arzuları; îmanlarından tâviz vermeden müslüman olarak can verebilmekti Böylece uhrevî plânda kazançlı çıkabilmekti Bu sebeple bir îman zaafı göstermemek için;
???????? ???????? ????????? ??????? ???????????? ???????????
“…Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve (en ufak bir tâviz vermeden) canımızı müslümanlar olarak al! (elA’râf, 126) diye niyâz etmiş ve Rab?lerine şehîden kavuşmuşlardı
Asrı saâdete baktığımızda da aynı rûhu ve aynı îman heyecanını görüyoruz Ashâbı kirâm, îman nîmetinin bedelini ödemek için büyük cefâlara katlandılar Mekke?de yıllarca zulüm, işkence ve ambargolara mâruz kaldılar Evlerini, servetlerini, yurtlarını bırakıp sırf kalplerindeki îmânı muhâfaza için Medîne?ye hicret ettiklerinde ise, bir taraftan müşrikler, bir taraftan münâfıklar, bir taraftan da yahudilerin, yani üç kıskacın arasında bir tevhid ve var oluş mücâdelesi verdiler
Îmânı uğruna en ağır işkencelere mâruz kalmış sahâbîlerden biri olan Habbâb bin Eret radıyallâhu anh şöyle anlatır:
“Bir gün Allah Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem, Kâbe’nin gölgesinde iken yanına varıp kendisine müşriklerden gördüğümüz işkenceleri şikâyet tarzında anlattık Ardından da bu işkencelerden kurtulmamız için Allah’tan yardım dilemesini taleb ettik O da bize şöyle buyurdu:
«Sizden evvelki nesiller arasında, yakalanıp bir çukura konan, sonra testere ile baştan aşağı ikiye bölünen ve demir taraklarla etleri tırmıklanan, fakat yine de dîninden dönmeyen mü’minler olmuştur Allâh’a andolsun ki O, bu dîni tamamlayacak, hâkim kılacaktır… Ne var ki siz sabırsızlanıyorsunuz!» (Buhârî, Menâkıbu’lEnsâr 29, Menâkıb 25, İkrâh 1)
Ashâbı kirâmdan Abdullah bin Revâha radıyallâhu anh Akabe Bey?ati?nde bulunan Medînelilerden biriydi Medîneliler Akabe?de yalnız Allâh?a ibadet edip şirk koşmamak ve Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz?i kendi canlarını korudukları gibi korumak üzere bey?at ettikten sonra sordular:
“–Böyle yaparsak karşılığında bize ne var?
Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem cevâben:
“–Cennet var! buyurunca, oradakiler:
“–Ne kârlı bir alışveriş! Bundan ne döneriz, ne de dönülmesini isteriz! dediler (İbni Kesîr, Tefsîr, II, 406)
İşte Abdullah bin Revâha radıyallâhu anh, Mûte Harbi?nde bu kârlı Cennet alışverişini tamamladı Allah Rasûlü?nden şehîd olacağı müjdesini alarak, savaşta can vereceğini bile bile, yüzünü dahî kırıştırmadan, bilâkis büyük bir huzur ve tevekkül ile muhârebeye katıldı Kendisine dünyayı tatlı, ölümü acı göstermek isteyen nefsinin vesveselerine kulak tıkayıp servetini beytü’lmâle, canını da Allâh’a takdîm ederek Cenneti Âlâ’ya uçtu
Muhtelif sahâbîler de; “ulaşabildiğimiz son mekân kabrimiz olsun heyecanıyla dünyanın dört bir tarafına sefer ettiler O diyarlarda hâlleriyle ve k?lleriyle tebliğde bulunarak gönüllere tevhîdin mührünü vurdular Böylece Allah ve Rasûlü ile yaptıkları bey’atlerine sâdık kaldılar
Medîneli müslümanların yapmış oldukları bu bey’at ile alâkalı olarak daha evvel de zikrettiğimiz şu âyeti kerîme nâzil oldu:
“Allah, mü’minlerden mallarını ve canlarını, onlara (verilecek) Cennet karşılığında satın almıştır Onlar, Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler (Bu,) Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’ân’da Allah üzerine hak bir vaattir Allah’tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır? O hâlde yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin! İşte bu, büyük kurtuluştur (etTevbe, 111)
Sahâbei kirâm, hep bu âyeti kerîmenin muhtevâsıyla îmanlarını test ediyorlardı Zira onlar, hâdiseleri dâimâ îman vecdi ile âhiret penceresinden seyrediyorlardı Rasûli Ekrem sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz?in buyurduğu; “Esas hayat, âhiret hayatıdır (Buhârî, Rik?k, 1) hakîkatini, lâyıkıyla idrâk etmişlerdi
Bu sebeple dünyevî sıkıntılar, gelip geçen çile ve ıztıraplar, onların gözünde ehemmiyetini kaybetmişti Dünyada nasîb olan Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz?le beraberlik saâdetini, âhirette de yaşayabilmek için, Allah yolundaki bütün çile ve zahmetleri âdeta nîmet ve rahmet bilmişlerdi
Yine sahâbeden Sa‘d bin Hayseme radıyallâhu anhumâ, Akabe Bey’atleri’nde seçilen on iki temsilciden biri idi Sa‘d ile babası Hayseme, Bedir günü, kimin gazveye gideceği hususunda kur’a çektiler Kur’a, Sa‘d’a çıktı Babası:
“?Yavrucuğum, bugün fedakârlıkta bulun, beni kendine tercih et de senin yerine gazveye ben gideyim! dedi Sa‘d radıyallâhu anh:
“?Babacığım! Bunun sonunda Cennet?ten başka bir şey olsaydı, dediğini yapardım! dedi
Ve nihâyet Sa‘d radıyallâhu anh âdeta düğüne gider gibi Bedir’e gitti ve orada şehâdet şerbetini içti Babası Hayseme radıyallâhu anh da Uhud günü şehidlik mertebesine kavuştu (İbni Hacer, elİsâbe, III, 47, no: 3156)
Câbir bin Abdullah radıyallâhu anhumâ da şöyle demiştir:
“Uhud Harbi’nden önceki gece, babam beni yanına çağırdı ve:
«–Nebî sallâllâhu aleyhi ve sellem’in sahâbîlerinden ilk şehîd edilecek kişinin ben olacağımı sanıyorum Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem’den sonra, benim için geride bırakacağım en kıymetli kişi sensin Borçlarım var, onları öde (Yetim kalacak) kardeşlerine dâimâ iyi muâmelede bulun» dedi
Diğer bir rivâyete göre, bu îman heyecanını oğluyla da paylaşma arzusunu şöyle dile getirdi:
“–Câbir! Evde himâyeye muhtaç kızlar olmasaydı senin de şehîd olmanı isterdim!
Câbir radıyallâhu anh devamla der ki:
“–Sabahleyin babam ilk şehîd düşen kişi oldu Bir başka şehîd ile onu bir kabre defnettim Sonra onu müstakil bir kabre defnetmek istedim Altı ay sonra onu mezarından çıkardım Bir de ne göreyim: Kulağı(nın bir kısmı) hâriç, bütün vücudu, kabre defnettiğim günkü gibiydi! Onu yalnız başına bir mezara defnettim (Buhârî, Cenâiz, 78)
Hazreti Câbir radıyallâhu anh bir başka rivâyette de şöyle anlatır:
“Bir defasında ben mahzun bir hâlde iken Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem ile karşılaşmıştım Bana:
«–Seni niye böyle üzgün görüyorum?» buyurdu
«–Babam Uhud’da şehîd oldu Geride, bakıma muhtaç kalabalık bir âile ve bir hayli de borç bıraktı» dedim Bunun üzerine:
«–Allâh’ın babanı nasıl karşıladığını sana haber vereyim mi?» buyurdu Ben de; «–Evet!» deyince sözlerine şöyle devam etti:
«–Allah, hiç kimse ile yüz yüze konuşmaz, dâimâ perde arkasından konuşur Ancak, babanı diriltti ve onunla perdesiz konuştu:
“–Ey kulum, ne dilersen Ben’den iste, vereyim! buyurdu
Baban:
“–Ey Rabbim, beni dirilt, Sen’in yolunda tekrar şehîd olayım! dedi
Allah Teâlâ Hazretleri:
“–Ama Ben daha önce; ölenlerin artık dünyaya geri dönmeyeceklerine hükmettim buyurdu1
Baban da:
“–Ey Rabbim, öyleyse (benim hâlimi) arkamda kalanlara bildir! dedi Bu talep üzerine şu âyeti kerîmeler nâzil oldu:
«Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın Bilâkis onlar diridirler; Allâh’ın, lûtuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile mesrur bir hâlde Rab?leri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehîd kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesini vermek isterler» (Âli İmrân, 169170) (İbni Mâce, Mukaddime, 13190)
İşte ashâbı kirâm bu Cennet alışverişi heyecanıyla Allâh?ın dîninin şâhidi olarak rahatlarını terk ettiler, bütün dünyaya dağıldılar Tâ Çin?e kadar gittiler Afrika?ya girdiler Kısa bir sürede Atlas Okyanusu?na kadar dayandılar Ömer bin Abdülaziz zamanında İspanya?ya çıktılar
Ebû Eyyûb elEnsârî Hazretleri de iki sefer İstanbul?a geldi Çünkü Allah yolundaki gayret ve fedakârlıktan geri kalarak kendi eliyle âhiretini tehlikeye atanlardan olmaktan korktu Ve Allah Rasûlü?nün; “İstanbul elbette fetholunacaktır…2 müjdesine nâil olma iştiyâkıyla, seksen küsur yaşında İstanbul seferine katıldı
İkinci seferinde, İstanbul önlerinde vefat etti Son nefesini verirken de:
“Beni, adımınızı atabildiğiniz en son noktaya defnedin! Ta ki, benden sonra gelecek İslâm askerleri daha öteye gitsinler vasiyetinde bulundu Hayatıyla olduğu kadar cesediyle de kendinden sonra gelecek îmanlı nesillere hedef göstererek gerçek bir müslümanın gayret ufkunu mîras bıraktı
Bütün bunlar, kendilerini Allâh?a adayan ashâbı kirâmın canları ve malları mukâbili Cennet?i satın aldıkları ilâhî imtihan manzaraları… Cenâbı Hakk?ın zikriyle itmi?nâna eren, huzur bulan kalpler… Dünya nîmetlerinin gözden düşüp Allah rızâsının zirveleştiği gönüller…
Bu yıldız şahsiyetler arasında en müstesnâ zirve ise şüphesiz ki Hazreti Ebû Bekir radıyallâhu anh?tır
Bir gün Peygamber Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem:
“(İslâm?ı tebliğ için) Ebû Bekir’in malından istifâde ettiğim kadar başka hiç kimsenin malından faydalanmadım… buyurmuştu
Hazreti Ebû Bekir radıyallâhu anh ise bu iltifatkâr sözlere karşı gözyaşları içinde:
“Ben ve malım, yalnızca Sen’in için değil miyiz yâ Rasûlâllah?!3demek sûretiyle kendisini bütün varlığıyla Allah ve Rasûlü?ne adadığını ifade etmişti
Servetini birçok defa tamamıyla Allah Rasûlü’ne getirmiş, tıpkı Rasûli Ekrem sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz gibi, fakirliğe düşmekten korkmaksızın infakta bulunmuştu Hattâ kendisine:
“–Çoluk çocuğuna ne bıraktın yâ Ebâ Bekir? diye soran Allah Rasûlü?ne büyük bir gönül huzûruyla:
“–Allah ve Rasûl?ünü bıraktım! demişti (Ebû Dâvud, Zekât, 40)
Canını ve malını cömertçe bezlederek âhiret alışverişinden kârlı çıkan bir diğer güzîde sahâbî ise Hazreti Osman radıyallâhu anh?tır Cömertlik ve hayâ âbidesi o mübârek sahâbî, Medîne’ye hicret edince müslümanların su sıkıntısı çektiğini görmüştü Medîne’deki bütün kuyuların suyu acıydı Sadece bir yahudiye âit olan Rûme Kuyusu’nunki tatlı idi Yahudi, bu kuyunun suyunu satarak geçiniyordu Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz?in işareti üzerine bu kuyuyu büyük bir bedelle satın aldı Peygamber Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem:
“–İnsanların ondan su içmeleri için (kuyuyu) vakfeder misin? diye sorunca, Hazreti Osman radıyallâhu anh hiç tereddüt etmeden bu kuyuyu vakfetti Büyük bir fazîlet daha sergileyerek, kendisinin satın alıp vakfettiği bu kuyudan su alabilmek için, herkesle birlikte sıraya girdi Rivâyete göre Hazreti Osman’ın bu eşsiz fedakârlığı üzerine şu âyeti kerîmeler nâzil oldu:
“Ey huzûra kavuşmuş nefs! Sen O’ndan râzı, O da senden râzı olarak Rabbine dön! (Sâlih) kullarımın arasına katıl ve Cennet?ime gir (elFecr, 2730)
İslâm hızla yayılıp Medîne’ye gelenler çoğalınca Mescidi Nebevî dar gelmeye başlamış ve mescidin genişletilme zarureti doğmuştu Yine Efendimiz?in bir işaretiyle Hazreti Osman radıyallâhu anh bu hizmeti de üzerine almıştı Bunun üzerine de şu âyeti kerîme nâzil oldu:
“Allâh’ın mescidlerini ancak Allâh’a ve âhiret gününe îmân eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler îmâr eder İşte doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır (etTevbe, 18)4
Yine bu mübârek sahâbî, müslümanların binecek bir deve bulamadıkları, bir deveye ancak üç kişinin nöbetleşe binmek mecburiyetinde kaldıkları Tebük Gazvesi’nde de tek başına 300 deveyi tam teçhizatlı bir şekilde hazırlayarak orduya hibe etti
Hazreti Ebû Bekir radıyallâhu anh’ın halîfeliği döneminde bir ara Medîne’de büyük bir kıtlık başgöstermişti O sırada Hazreti Osman’ın Şam’dan yüz deve yükü buğday kervanı geldi Kervanı görenler, buğday satın almak için koştular Hattâ bir dirhemlik buğday için yedi dirhem teklif ettiler Hazreti Osman radıyallâhu anh ise:
“?Hayır! Sizden daha fazla veren var, ona satacağım dedi
Ashâbı kirâm, mahzun bir şekilde ayrılıp durumu halîfeye şikâyet ettiler Hazreti Ebû Bekir radıyallâhu anh, bu hâdisedeki nükteyi sezerek:
“?Osman hakkında hemen kötü düşünmeyiniz! O, Rasûlullâh’ın damadı ve Me’vâ Cenneti’nde arkadaşıdır Herhâlde siz onun sözünü yanlış anladınız dedi Ardından beraberce Hazreti Osman’a gittiler Hazreti Ebû Bekir:
“?Yâ Osman! Ashâbı kirâm senin bir sözüne üzülmüştür deyince Hazreti Osman:
“?Evet, ey Rasûlullâh’ın halîfesi! Bunlar bire yedi veriyor, hâlbuki Cenâbı Hak, bire yedi yüz veriyor Biz buğdayı bire yedi yüz verene sattık buyurdu
Sonra da yüz deve yükü buğdayı Allah rızâsı için Medîne fukarâsına infak etti Yüz deveyi de kurban etti5
Böyle bir sehâvet güneşi olan Hazreti Osman radıyallâhu anh, ümmetin mes?ûliyetini omuzlarına alarak halîfe olduğunda ise mazlûmen şehîd edilerek canıyla da Cennet?i satın alan bahtiyarlardan oldu
Medîne’de Ensâr arasında en fazla hurmalığı bulunan, Ebû Talha radıyallâhu anh idi En sevdiği malı da Mescidi Nebevî’nin karşısındaki Beyruhâ ismindeki hurma bahçesiydi Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem bu bahçeye girer ve oradaki sudan içerdi
“Sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe, asla birre (yani hayrın kemâline) erişemezsiniz… (Âli İmrân, 92) âyeti kerîmesi nâzil olunca, Ebû Talha radıyallâhu anh, Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz?e:
“–Yâ Rasûlâllah! Benim en sevdiğim malım, Beyruhâ isimli bahçedir Onu Allah rızâsı için tasadduk ediyorum Allah’tan onun sevâbını ve âhiret azığı olmasını dilerim… dedi Bunun üzerine Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem:
“–Seni tebrik ederim! Kârlı mal dediğin, işte budur! buyurdu (Bkz Buhârî, Zekât, 44; Müslim, Zekât, 42, 43)
İşte ashâbı kirâmın görüş ufku buydu Gelen her âyete “????????? ??????????? : işittik ve itaat ettik6 diyor ve hemen o âyetin şümûlüne girerek Allâh?ın rızâsını tahsile gayret gösteriyorlardı Bunun içindir ki Hazreti Câbir radıyallâhu anh:
“Muhâcirler ve Ensâr’dan imkân sahibi olup da vakfı bulunmayan bir tek kişi bilmiyorum buyurmuştur (İbni Kudâme, elMuğnî, V, 598)
Ecdâdımız Osmanlı da bu ruhla yaşadıklarından, memleketlerini âdeta bir vakıf medeniyeti hâline getirmişlerdi Zira onlar, “esas hayat âhiret hayatıdır anlayışıyla, fânîyi fedâ ederek bâkîyi kazanma firâsetiyle yaşayan ve îman nîmetinin bedelini ödemeye çalışan sâlih mü?minlerdi
Her medeniyet, kendi insan tipini inşâ eder Bizler de o şanlı ecdâdın torunları olarak büyük bir mes?ûliyetle karşı karşıyayız Bugün bütün dünyada müslümanlar zor durumda bulunuyor Türkiyemiz, çeşitli zulüm ve haksızlıklara mâruz kalan İslâm dünyasının sözcülüğünü ve mâşerî vicdanın müdâfaasını yapmaya gayret ediyor
Asırlar boyunca hakkı tevzî eden, zulme mâruz kalmış mazlumların hâmîsi olan milletimiz, bugün de tarihe altın bir sayfa açmaktadır Bugün ferden ferdâ hepimiz bu dâvânın gayreti içinde olmalıyız Bu meyanda bilhassa vatanımıza sığınmak zorunda kalan Sûriyeli Muhâcirlere Ensâr olmaya, onlara İslâm kardeşliğinin gerektirdiği fedakârlıkları sergilemeye mecburuz
Cenâbı Hak cümlemizi, taşıdığı emânetin ağırlığını omuzlarında hisseden, kendisine zimmetli muzdariplerin maddî ve mânevî ıztıraplarını yüreğinde duyan ve bu gayretle gözyaşı kadar alın teri de döken, neticede ise bu fânî pazardaki ebediyyet alışverişinden kazançlı çıkan bahtiyar kullarından eylesin
Âmîn!
Dipnotlar:
1 Tirmizî, Tefsîr, 33010
2 Ahmed, IV, 335; Hâkim, IV, 4688300
3 İbni Mâce, Fedâilu Ashâbi’nNebî, 11
4 Bkz Hz Osman Zinnûreyn, Ramazanoğlu Mahmud Sâmî, sf 145
5 Bkz Hz Osman Zinnûreyn, Ramazanoğlu Mahmud Sâmî, sf 140
6 Bkz elBakara, 285
Altınoluk Dergisi
2019 – Mart, Sayı: 360, Sayfa: 032
Evet, dünyaya bir bedel ödemeden geldik Fakat âhirete bedel ödeyerek gideceğiz Zira Cenâbı Hak, sayısız nîmetlerine mukâbil, bizden şükür istiyor Âyeti kerîmelerde:
“Allâh?ın nîmetini saymaya kalksanız, onu sayamazsınız… (enNahl, 18)
“Nihâyet o gün (kıyâmet günü, dünyada iken yararlandığınız) nîmetlerden elbette ve elbette hesaba çekileceksiniz (etTekâsür, 8) buyuruyor
Şu da bir hakikattir ki bedeli ödenmeyen bir şeye sahiplik iddiâ etmek, abesle iştigaldir Mü’minler olarak bu cihanda bedelini ödememiz gereken en kıymetli varlığımız ise “îmânımızdır
Elhamdülillâh, Cenâbı Hakk?ın “Hâdî sıfatının tecellîsine mazhar olarak îmanla şereflendik Fakat Cenâbı Hak:
“Ey îmân edenler! Allah’tan, O?na yaraşır şekilde korkun ve ancak müslümanlar olarak can verin! (Âli İmrân, 102) buyuruyor
Dikkat edilirse Rabbimiz bizlere “müslüman olarak can verirsiniz buyurmuyor Yani son nefesi îmanla verebilme garantimizin olmadığını, her an ayak kayma tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğumuzu bildiriyor Fakat ne yapıp edip îmanla can vermemizi emir buyuruyor Zira bu imtihan hayatı bir sefere mahsus Ne tekrarı var, ne de telâfîsi…
O hâlde müslüman olarak can verebilmek için, canımız pahasına da olsa îmânımızı korumak, ondan bir tâviz vermemek ve her hâlükârda ona sahip çıkmak mecburiyetindeyiz
Hayatta en zor şey, îman nîmetinin bedelini tam olarak ödeyebilmektir Zira bunun belli bir sınırı yoktur Bu sebeple son nefesimize kadar bütün imkânlarımızla Allah yolunda gayret gösterip Cenâbı Hakk?ın rahmet ve mağfiretini ümîd etmemiz şarttır
Çünkü îman, ilâhî bir lûtuf; imtihan, îmânın sıhhat derecesini ölçen bir miyâr; mü’minden beklenen ibadet, takvâ, ihsan, sabır, şükür, fedakârlık, hizmet ve teslîmiyetle îmânı muhâfaza ise, Cenâbı Hakk?ın lûtfuyla ilâhî mükâfatlara nâil olmanın bedelidir Yani Hak Teâlâ, lûtfettiği îman nîmetinin kıymetini idrâk etmemiz için, biz kullarından âdeta bir bedel taleb etmektedir Bu bedelin nasıl ödeneceğini de şöyle beyan buyurmaktadır:
“Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını, onlara (verilecek) Cennet karşılığında satın almıştır… (etTevbe, 111)
Demek ki içinde bulunduğumuz bu imtihan âlemi, Cennet?in satın alınacağı bir pazar yeri hükmünde Bu pazardaki en büyük sermayemizin başında gelenlerse, canlarımız ve mallarımız Hakikatte can kimin, mal kimin? Canı veren kim, malı veren kim? Cenâbı Hakk?ın ihsân ettiklerini yine O?na teslim ve takdim etmekten ibaret bir imtihan içindeyiz Kur?ânı Kerîm?de hep bunun misallerini görüyoruz
İşte İbrahim aleyhisselâm… O büyük peygamber; canıyla, malıyla ve evlâdıyla imtihan edildi Tevhîdi müdâfaa etmek için Nemrud?un dağ gibi ateşine girmeye râzı oldu Ateş gülistana döndü Malını Allah için fedâ etti, Halil İbrahim bereketine nâil oldu Cenâbı Hakk?a adakta bulunduğu evlâdını Allah için kurban etmeye râzı oldu, Cenâbı Hak ona hem evlâdını bağışladı hem de Cennet?ten kurban indirdi Böylece Halîlullah oldu, Cenâbı Hakk?ın dostluğuna erişti
Yine Rabbimiz Kur’ânı Kerîm?inde, kendilerine vereceği Cennet mukâbilinde canlarını ve mallarını satın aldığı daha nice îman kahramanlarını haber veriyor
Ashâbı Uhdûd, ateş dolu hendeklerin içine atılırken; Habîbi Neccar, zâlim bir kavim tarafından taşlanırken; Firavun’un sihirbazları, Mûsâ aleyhisselâm’a îman etmeleri sebebiyle kolları ve bacakları çaprazlama kesilip hurma dallarına asılırken, Cenâbı Hak?tan kendilerini bu zulüm ve işkenceden kurtarıp dünyevî plânda rahata kavuşmalarını istemediler Onların tek arzuları; îmanlarından tâviz vermeden müslüman olarak can verebilmekti Böylece uhrevî plânda kazançlı çıkabilmekti Bu sebeple bir îman zaafı göstermemek için;
???????? ???????? ????????? ??????? ???????????? ???????????
“…Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve (en ufak bir tâviz vermeden) canımızı müslümanlar olarak al! (elA’râf, 126) diye niyâz etmiş ve Rab?lerine şehîden kavuşmuşlardı
Asrı saâdete baktığımızda da aynı rûhu ve aynı îman heyecanını görüyoruz Ashâbı kirâm, îman nîmetinin bedelini ödemek için büyük cefâlara katlandılar Mekke?de yıllarca zulüm, işkence ve ambargolara mâruz kaldılar Evlerini, servetlerini, yurtlarını bırakıp sırf kalplerindeki îmânı muhâfaza için Medîne?ye hicret ettiklerinde ise, bir taraftan müşrikler, bir taraftan münâfıklar, bir taraftan da yahudilerin, yani üç kıskacın arasında bir tevhid ve var oluş mücâdelesi verdiler
Îmânı uğruna en ağır işkencelere mâruz kalmış sahâbîlerden biri olan Habbâb bin Eret radıyallâhu anh şöyle anlatır:
“Bir gün Allah Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem, Kâbe’nin gölgesinde iken yanına varıp kendisine müşriklerden gördüğümüz işkenceleri şikâyet tarzında anlattık Ardından da bu işkencelerden kurtulmamız için Allah’tan yardım dilemesini taleb ettik O da bize şöyle buyurdu:
«Sizden evvelki nesiller arasında, yakalanıp bir çukura konan, sonra testere ile baştan aşağı ikiye bölünen ve demir taraklarla etleri tırmıklanan, fakat yine de dîninden dönmeyen mü’minler olmuştur Allâh’a andolsun ki O, bu dîni tamamlayacak, hâkim kılacaktır… Ne var ki siz sabırsızlanıyorsunuz!» (Buhârî, Menâkıbu’lEnsâr 29, Menâkıb 25, İkrâh 1)
Ashâbı kirâmdan Abdullah bin Revâha radıyallâhu anh Akabe Bey?ati?nde bulunan Medînelilerden biriydi Medîneliler Akabe?de yalnız Allâh?a ibadet edip şirk koşmamak ve Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz?i kendi canlarını korudukları gibi korumak üzere bey?at ettikten sonra sordular:
“–Böyle yaparsak karşılığında bize ne var?
Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem cevâben:
“–Cennet var! buyurunca, oradakiler:
“–Ne kârlı bir alışveriş! Bundan ne döneriz, ne de dönülmesini isteriz! dediler (İbni Kesîr, Tefsîr, II, 406)
İşte Abdullah bin Revâha radıyallâhu anh, Mûte Harbi?nde bu kârlı Cennet alışverişini tamamladı Allah Rasûlü?nden şehîd olacağı müjdesini alarak, savaşta can vereceğini bile bile, yüzünü dahî kırıştırmadan, bilâkis büyük bir huzur ve tevekkül ile muhârebeye katıldı Kendisine dünyayı tatlı, ölümü acı göstermek isteyen nefsinin vesveselerine kulak tıkayıp servetini beytü’lmâle, canını da Allâh’a takdîm ederek Cenneti Âlâ’ya uçtu
Muhtelif sahâbîler de; “ulaşabildiğimiz son mekân kabrimiz olsun heyecanıyla dünyanın dört bir tarafına sefer ettiler O diyarlarda hâlleriyle ve k?lleriyle tebliğde bulunarak gönüllere tevhîdin mührünü vurdular Böylece Allah ve Rasûlü ile yaptıkları bey’atlerine sâdık kaldılar
Medîneli müslümanların yapmış oldukları bu bey’at ile alâkalı olarak daha evvel de zikrettiğimiz şu âyeti kerîme nâzil oldu:
“Allah, mü’minlerden mallarını ve canlarını, onlara (verilecek) Cennet karşılığında satın almıştır Onlar, Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler (Bu,) Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’ân’da Allah üzerine hak bir vaattir Allah’tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır? O hâlde yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin! İşte bu, büyük kurtuluştur (etTevbe, 111)
Sahâbei kirâm, hep bu âyeti kerîmenin muhtevâsıyla îmanlarını test ediyorlardı Zira onlar, hâdiseleri dâimâ îman vecdi ile âhiret penceresinden seyrediyorlardı Rasûli Ekrem sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz?in buyurduğu; “Esas hayat, âhiret hayatıdır (Buhârî, Rik?k, 1) hakîkatini, lâyıkıyla idrâk etmişlerdi
Bu sebeple dünyevî sıkıntılar, gelip geçen çile ve ıztıraplar, onların gözünde ehemmiyetini kaybetmişti Dünyada nasîb olan Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz?le beraberlik saâdetini, âhirette de yaşayabilmek için, Allah yolundaki bütün çile ve zahmetleri âdeta nîmet ve rahmet bilmişlerdi
Yine sahâbeden Sa‘d bin Hayseme radıyallâhu anhumâ, Akabe Bey’atleri’nde seçilen on iki temsilciden biri idi Sa‘d ile babası Hayseme, Bedir günü, kimin gazveye gideceği hususunda kur’a çektiler Kur’a, Sa‘d’a çıktı Babası:
“?Yavrucuğum, bugün fedakârlıkta bulun, beni kendine tercih et de senin yerine gazveye ben gideyim! dedi Sa‘d radıyallâhu anh:
“?Babacığım! Bunun sonunda Cennet?ten başka bir şey olsaydı, dediğini yapardım! dedi
Ve nihâyet Sa‘d radıyallâhu anh âdeta düğüne gider gibi Bedir’e gitti ve orada şehâdet şerbetini içti Babası Hayseme radıyallâhu anh da Uhud günü şehidlik mertebesine kavuştu (İbni Hacer, elİsâbe, III, 47, no: 3156)
Câbir bin Abdullah radıyallâhu anhumâ da şöyle demiştir:
“Uhud Harbi’nden önceki gece, babam beni yanına çağırdı ve:
«–Nebî sallâllâhu aleyhi ve sellem’in sahâbîlerinden ilk şehîd edilecek kişinin ben olacağımı sanıyorum Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem’den sonra, benim için geride bırakacağım en kıymetli kişi sensin Borçlarım var, onları öde (Yetim kalacak) kardeşlerine dâimâ iyi muâmelede bulun» dedi
Diğer bir rivâyete göre, bu îman heyecanını oğluyla da paylaşma arzusunu şöyle dile getirdi:
“–Câbir! Evde himâyeye muhtaç kızlar olmasaydı senin de şehîd olmanı isterdim!
Câbir radıyallâhu anh devamla der ki:
“–Sabahleyin babam ilk şehîd düşen kişi oldu Bir başka şehîd ile onu bir kabre defnettim Sonra onu müstakil bir kabre defnetmek istedim Altı ay sonra onu mezarından çıkardım Bir de ne göreyim: Kulağı(nın bir kısmı) hâriç, bütün vücudu, kabre defnettiğim günkü gibiydi! Onu yalnız başına bir mezara defnettim (Buhârî, Cenâiz, 78)
Hazreti Câbir radıyallâhu anh bir başka rivâyette de şöyle anlatır:
“Bir defasında ben mahzun bir hâlde iken Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem ile karşılaşmıştım Bana:
«–Seni niye böyle üzgün görüyorum?» buyurdu
«–Babam Uhud’da şehîd oldu Geride, bakıma muhtaç kalabalık bir âile ve bir hayli de borç bıraktı» dedim Bunun üzerine:
«–Allâh’ın babanı nasıl karşıladığını sana haber vereyim mi?» buyurdu Ben de; «–Evet!» deyince sözlerine şöyle devam etti:
«–Allah, hiç kimse ile yüz yüze konuşmaz, dâimâ perde arkasından konuşur Ancak, babanı diriltti ve onunla perdesiz konuştu:
“–Ey kulum, ne dilersen Ben’den iste, vereyim! buyurdu
Baban:
“–Ey Rabbim, beni dirilt, Sen’in yolunda tekrar şehîd olayım! dedi
Allah Teâlâ Hazretleri:
“–Ama Ben daha önce; ölenlerin artık dünyaya geri dönmeyeceklerine hükmettim buyurdu1
Baban da:
“–Ey Rabbim, öyleyse (benim hâlimi) arkamda kalanlara bildir! dedi Bu talep üzerine şu âyeti kerîmeler nâzil oldu:
«Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın Bilâkis onlar diridirler; Allâh’ın, lûtuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile mesrur bir hâlde Rab?leri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehîd kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesini vermek isterler» (Âli İmrân, 169170) (İbni Mâce, Mukaddime, 13190)
İşte ashâbı kirâm bu Cennet alışverişi heyecanıyla Allâh?ın dîninin şâhidi olarak rahatlarını terk ettiler, bütün dünyaya dağıldılar Tâ Çin?e kadar gittiler Afrika?ya girdiler Kısa bir sürede Atlas Okyanusu?na kadar dayandılar Ömer bin Abdülaziz zamanında İspanya?ya çıktılar
Ebû Eyyûb elEnsârî Hazretleri de iki sefer İstanbul?a geldi Çünkü Allah yolundaki gayret ve fedakârlıktan geri kalarak kendi eliyle âhiretini tehlikeye atanlardan olmaktan korktu Ve Allah Rasûlü?nün; “İstanbul elbette fetholunacaktır…2 müjdesine nâil olma iştiyâkıyla, seksen küsur yaşında İstanbul seferine katıldı
İkinci seferinde, İstanbul önlerinde vefat etti Son nefesini verirken de:
“Beni, adımınızı atabildiğiniz en son noktaya defnedin! Ta ki, benden sonra gelecek İslâm askerleri daha öteye gitsinler vasiyetinde bulundu Hayatıyla olduğu kadar cesediyle de kendinden sonra gelecek îmanlı nesillere hedef göstererek gerçek bir müslümanın gayret ufkunu mîras bıraktı
Bütün bunlar, kendilerini Allâh?a adayan ashâbı kirâmın canları ve malları mukâbili Cennet?i satın aldıkları ilâhî imtihan manzaraları… Cenâbı Hakk?ın zikriyle itmi?nâna eren, huzur bulan kalpler… Dünya nîmetlerinin gözden düşüp Allah rızâsının zirveleştiği gönüller…
Bu yıldız şahsiyetler arasında en müstesnâ zirve ise şüphesiz ki Hazreti Ebû Bekir radıyallâhu anh?tır
Bir gün Peygamber Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem:
“(İslâm?ı tebliğ için) Ebû Bekir’in malından istifâde ettiğim kadar başka hiç kimsenin malından faydalanmadım… buyurmuştu
Hazreti Ebû Bekir radıyallâhu anh ise bu iltifatkâr sözlere karşı gözyaşları içinde:
“Ben ve malım, yalnızca Sen’in için değil miyiz yâ Rasûlâllah?!3demek sûretiyle kendisini bütün varlığıyla Allah ve Rasûlü?ne adadığını ifade etmişti
Servetini birçok defa tamamıyla Allah Rasûlü’ne getirmiş, tıpkı Rasûli Ekrem sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz gibi, fakirliğe düşmekten korkmaksızın infakta bulunmuştu Hattâ kendisine:
“–Çoluk çocuğuna ne bıraktın yâ Ebâ Bekir? diye soran Allah Rasûlü?ne büyük bir gönül huzûruyla:
“–Allah ve Rasûl?ünü bıraktım! demişti (Ebû Dâvud, Zekât, 40)
Canını ve malını cömertçe bezlederek âhiret alışverişinden kârlı çıkan bir diğer güzîde sahâbî ise Hazreti Osman radıyallâhu anh?tır Cömertlik ve hayâ âbidesi o mübârek sahâbî, Medîne’ye hicret edince müslümanların su sıkıntısı çektiğini görmüştü Medîne’deki bütün kuyuların suyu acıydı Sadece bir yahudiye âit olan Rûme Kuyusu’nunki tatlı idi Yahudi, bu kuyunun suyunu satarak geçiniyordu Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz?in işareti üzerine bu kuyuyu büyük bir bedelle satın aldı Peygamber Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem:
“–İnsanların ondan su içmeleri için (kuyuyu) vakfeder misin? diye sorunca, Hazreti Osman radıyallâhu anh hiç tereddüt etmeden bu kuyuyu vakfetti Büyük bir fazîlet daha sergileyerek, kendisinin satın alıp vakfettiği bu kuyudan su alabilmek için, herkesle birlikte sıraya girdi Rivâyete göre Hazreti Osman’ın bu eşsiz fedakârlığı üzerine şu âyeti kerîmeler nâzil oldu:
“Ey huzûra kavuşmuş nefs! Sen O’ndan râzı, O da senden râzı olarak Rabbine dön! (Sâlih) kullarımın arasına katıl ve Cennet?ime gir (elFecr, 2730)
İslâm hızla yayılıp Medîne’ye gelenler çoğalınca Mescidi Nebevî dar gelmeye başlamış ve mescidin genişletilme zarureti doğmuştu Yine Efendimiz?in bir işaretiyle Hazreti Osman radıyallâhu anh bu hizmeti de üzerine almıştı Bunun üzerine de şu âyeti kerîme nâzil oldu:
“Allâh’ın mescidlerini ancak Allâh’a ve âhiret gününe îmân eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler îmâr eder İşte doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır (etTevbe, 18)4
Yine bu mübârek sahâbî, müslümanların binecek bir deve bulamadıkları, bir deveye ancak üç kişinin nöbetleşe binmek mecburiyetinde kaldıkları Tebük Gazvesi’nde de tek başına 300 deveyi tam teçhizatlı bir şekilde hazırlayarak orduya hibe etti
Hazreti Ebû Bekir radıyallâhu anh’ın halîfeliği döneminde bir ara Medîne’de büyük bir kıtlık başgöstermişti O sırada Hazreti Osman’ın Şam’dan yüz deve yükü buğday kervanı geldi Kervanı görenler, buğday satın almak için koştular Hattâ bir dirhemlik buğday için yedi dirhem teklif ettiler Hazreti Osman radıyallâhu anh ise:
“?Hayır! Sizden daha fazla veren var, ona satacağım dedi
Ashâbı kirâm, mahzun bir şekilde ayrılıp durumu halîfeye şikâyet ettiler Hazreti Ebû Bekir radıyallâhu anh, bu hâdisedeki nükteyi sezerek:
“?Osman hakkında hemen kötü düşünmeyiniz! O, Rasûlullâh’ın damadı ve Me’vâ Cenneti’nde arkadaşıdır Herhâlde siz onun sözünü yanlış anladınız dedi Ardından beraberce Hazreti Osman’a gittiler Hazreti Ebû Bekir:
“?Yâ Osman! Ashâbı kirâm senin bir sözüne üzülmüştür deyince Hazreti Osman:
“?Evet, ey Rasûlullâh’ın halîfesi! Bunlar bire yedi veriyor, hâlbuki Cenâbı Hak, bire yedi yüz veriyor Biz buğdayı bire yedi yüz verene sattık buyurdu
Sonra da yüz deve yükü buğdayı Allah rızâsı için Medîne fukarâsına infak etti Yüz deveyi de kurban etti5
Böyle bir sehâvet güneşi olan Hazreti Osman radıyallâhu anh, ümmetin mes?ûliyetini omuzlarına alarak halîfe olduğunda ise mazlûmen şehîd edilerek canıyla da Cennet?i satın alan bahtiyarlardan oldu
Medîne’de Ensâr arasında en fazla hurmalığı bulunan, Ebû Talha radıyallâhu anh idi En sevdiği malı da Mescidi Nebevî’nin karşısındaki Beyruhâ ismindeki hurma bahçesiydi Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem bu bahçeye girer ve oradaki sudan içerdi
“Sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe, asla birre (yani hayrın kemâline) erişemezsiniz… (Âli İmrân, 92) âyeti kerîmesi nâzil olunca, Ebû Talha radıyallâhu anh, Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz?e:
“–Yâ Rasûlâllah! Benim en sevdiğim malım, Beyruhâ isimli bahçedir Onu Allah rızâsı için tasadduk ediyorum Allah’tan onun sevâbını ve âhiret azığı olmasını dilerim… dedi Bunun üzerine Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem:
“–Seni tebrik ederim! Kârlı mal dediğin, işte budur! buyurdu (Bkz Buhârî, Zekât, 44; Müslim, Zekât, 42, 43)
İşte ashâbı kirâmın görüş ufku buydu Gelen her âyete “????????? ??????????? : işittik ve itaat ettik6 diyor ve hemen o âyetin şümûlüne girerek Allâh?ın rızâsını tahsile gayret gösteriyorlardı Bunun içindir ki Hazreti Câbir radıyallâhu anh:
“Muhâcirler ve Ensâr’dan imkân sahibi olup da vakfı bulunmayan bir tek kişi bilmiyorum buyurmuştur (İbni Kudâme, elMuğnî, V, 598)
Ecdâdımız Osmanlı da bu ruhla yaşadıklarından, memleketlerini âdeta bir vakıf medeniyeti hâline getirmişlerdi Zira onlar, “esas hayat âhiret hayatıdır anlayışıyla, fânîyi fedâ ederek bâkîyi kazanma firâsetiyle yaşayan ve îman nîmetinin bedelini ödemeye çalışan sâlih mü?minlerdi
Her medeniyet, kendi insan tipini inşâ eder Bizler de o şanlı ecdâdın torunları olarak büyük bir mes?ûliyetle karşı karşıyayız Bugün bütün dünyada müslümanlar zor durumda bulunuyor Türkiyemiz, çeşitli zulüm ve haksızlıklara mâruz kalan İslâm dünyasının sözcülüğünü ve mâşerî vicdanın müdâfaasını yapmaya gayret ediyor
Asırlar boyunca hakkı tevzî eden, zulme mâruz kalmış mazlumların hâmîsi olan milletimiz, bugün de tarihe altın bir sayfa açmaktadır Bugün ferden ferdâ hepimiz bu dâvânın gayreti içinde olmalıyız Bu meyanda bilhassa vatanımıza sığınmak zorunda kalan Sûriyeli Muhâcirlere Ensâr olmaya, onlara İslâm kardeşliğinin gerektirdiği fedakârlıkları sergilemeye mecburuz
Cenâbı Hak cümlemizi, taşıdığı emânetin ağırlığını omuzlarında hisseden, kendisine zimmetli muzdariplerin maddî ve mânevî ıztıraplarını yüreğinde duyan ve bu gayretle gözyaşı kadar alın teri de döken, neticede ise bu fânî pazardaki ebediyyet alışverişinden kazançlı çıkan bahtiyar kullarından eylesin
Âmîn!
Dipnotlar:
1 Tirmizî, Tefsîr, 33010
2 Ahmed, IV, 335; Hâkim, IV, 4688300
3 İbni Mâce, Fedâilu Ashâbi’nNebî, 11
4 Bkz Hz Osman Zinnûreyn, Ramazanoğlu Mahmud Sâmî, sf 145
5 Bkz Hz Osman Zinnûreyn, Ramazanoğlu Mahmud Sâmî, sf 140
6 Bkz elBakara, 285
Altınoluk Dergisi
2019 – Mart, Sayı: 360, Sayfa: 032