iltasyazilim
FD Üye
Değerli kardeşimiz;
Kıyamet alametlerinden biri dâbbetü'l arzın çıkışıdır Peygamber efendimiz şöyle bildirir:
Onun alametlerinden biri, güneşin battığı yerden doğması ve kuşluk vakti insanların üzerine dâbbe''nin çıkmasıdır Bu alametlerden hangisi önce belirirse, ötekisi onu kısa zamanda takip edecektir(Müslim, Fiten, 118; İbn Hanbel, Müsned, II, 201)
Dâbbe, yanında Hz Musa'nın asâsı ve Hz Süleyman'ın mührü olduğu halde çıkar Mü'minin yüzünü asa ile parlatacak, kâfirin burnunu da mühürle damgalayacak O zamanda yaşayan insanlar bir araya geldiklerinde mü'min kâfir belli olacaktır(Ahmed b Hanbel, Müsned, II, 491)
Dâbbe kelimesi “canlı, hareket eden varlık anlamında kullanılır Kelime anlamından hareketle tren, otomobil gibi şeylere de “dâbbe denebilir Mesela, bin yıl önce yaşamış birisini hayalen günümüze getirsek, yüz vagonlu treni görse “işte bu dâbbetü'larzdiyebilir Ama bu kelime daha çok hayvanlar için kullanılır
Burada “Dâbbetü'l arz acaba tek bir fert midir? Yoksa bir tür müdür? sorusu hatıra gelebilir Tek bir ferdin o kadar insana muhatap olması düşünülemez Bu durumda onu bir tür olarak görmek daha uygun olacaktır
Dâbbenin ne olduğu hususunda değişik yorumlar yapılmaktadır Mesela Hz Alinin şöyle dediği nakledilir: “Bundan murat kuyruklu değil sakallı dâbbedir Böyle bir bakışta onun bazı şerli insanlara işaret ettiği anlaşılabilir
Dâbbeye “AİDS mikrobu diyenler vardır “Televizyon şeklinde değerlendirenler vardır Hatta “robotlar olabilir görüşünü ileri sürenler vardır Bu son görüşe, zaman gelecek insan eliyle yapılan ve yapay bir zekâ verilen robotlar, “efendilerinin sözünü dinlemeyecekler, insan medeniyetini alt üst edeceklerdir
Kur’anda Dâbbe
Dâbbekelimesi Kur’anda on dört defa geçer Bu kelimenin çoğulu olan “devâbb ise dört defa kullanılır Örnek olarak bunlardan bazılarına bakalım:
Yeryüzünde yaşayan bütün canlıların (her dâbbenin) rızkı ancak Allah'a aittir(Hûd, 6)
“Her canlının (dâbbenin) dizgini Allahın elindedir (Hud, 56)
Allah her canlıyı (dâbbeyi) sudan yaratmıştır Bunlardan kimi karnı üzerinde sürünür, kimi iki ayakla yürür, kimi de dört ayakla yürür Allah dilediğini yaratır Allah, şüphesiz her şeye kadirdir(Nûr, 45)
Neml suresi 82 ayette geçen dâbbetü'l arzise, müfessirlerce genelde kıyamet alameti olarak açıklanır:
Tehdit edildikleri şey başlarına geldiği zaman onlara yerden bir dâbbe çıkarırız da, insanların âyetlerimize kesin olarak inanmadıklarını kendilerine söyler
Ayetin zahirine göre, arzdan çıkacak bu dâbbe insanlara konuşacak, onların İlahi ayetlere tam inanmadıklarını söyleyecektir Buradan hareketle bu dâbbenin radyo, televizyon, hatta internet olabileceğini söyleyenler vardır Çünkü bunlar yerden çıkan hammaddelerle yapılır ve insanlarla konuşurlar Hatta bazı rivayetlerde “Dâbbenin başı bulutlara değecek denilir Bilindiği gibi, televizyonlar uydu bağlantılıdırlar ve uyduların da başı semadadır
Dinin helal – haram ölçülerine uyan insanlar bu aletlerden yararlanırlar Böyle ölçülerden mahrum olanlar ise, daha çok zarar görürler Çünkü bu aletler şerde ve günahta da kullanılabilmektedir ve hatta bu tarz kullanımları daha yaygındır
Kanaatimizce dâbbenin konuşmasını dil ile konuşmak şeklinde anlama zorunluluğu yoktur Bu konuşma “lisanı hal yani hal diliyle de olabilir Mesela trafik lambaları ve işaretlerinin dili yoktur ama insanlara çok şeyler söylerler
Dâbbe neler söylüyor?
Şu gördüğümüz âlem İlahi ayetlerle doludur Ama insanların çoğu bu ayetleri anlamaz, günlük olayların akışına kapılır, gafletle günlerini geçirir Cenabı Hak, insanları uyarmak için zaman zaman felaketler gönderir Bu, bir deprem, bir kasırga, bir sel olabildiği gibi, bazen da bir hayvan olabilir
Kur’ana baktığımızda bazı kavimlere bazı hayvanların ceza olarak gönderildiklerini görürüz Mesela Firavun ve kavmine bit, çekirge ve kurbağa gönderilmiş, bunlar her tarafı istila ederek o inatçı insanları cezalandırmışlardır Bunların benzerlerini günümüzde de görmek mümkündür “Rüzgârın dişleri denilen çekirgeler kara bir bulut halinde gelip ekin tarlasına inmekte ve tekrar havalandıklarında geride işe yarar bir şey bırakmamaktadırlar
Keza, Ka’beyi yıkmak için gelen Ebrehe ve ordusuna sürüler halinde kuşlar gönderilmiş, bunlar gaga ve ayaklarında taşıdıkları özel taşları bu zalimlere yağdırmışlar, onları darmadağın etmişlerdir Bu olay Kur’anda müstakil bir sureyle anlatılır Fil suresinde anlatılan bu olay, peygamber efendimizin dünyaya teşriflerinden kısa bir süre önce meydana gelmiştir Surede geçen “ebabil kelimesi kuşların sürüler halinde geldiklerini ifade eder Tasvir edilen tablo, tam bir “semavi bombalama olayıdır Filolar halinde gelen bombardıman uçaklarının hedefe bomba yağdırmaları gibi, bu kuşlar grup grup gelerek o insanları “kendisinden çekirge sürüsünün geçtiği bir ekin tarlasına çevirmişlerdir
Kur’an, göklerin ve yerin askerlerinin Allahın emrinde olduklarını bildirir (Müddessir 31) Allah dilediği zaman bu askerlerini inatçı kimseleri cezalandırmada kullanır Mesela su rahmettir Ama Allah dilerse, Nuhun kavmini helak eden bir tufana dönüşür Gökten bardaktan boşanırcasına yağmur indirilir, yerden sular fışkırtılır Bunun sonunda, asi ve mütemerrit bir kavim sulara gark olur, tarih sahnesinden silinir
Bazıları bu tür olayları tesadüfle açıklamaya çalışabilir Ama âlemde tesadüfe asla yer yoktur Einsteinin ifadesiyle “Allah zar atmaz Yani işini ihtimale bırakmaz Hamdi Yazır'ın da dikkat çektiği gibi, “bizim tesadüf olarak gördüğümüz şeyler, gerçekte İlâhî birer tasarruftur
Kur'anın bildirdiğine göre, Cenabı Hak her an tasarruftadır (Rahman, 29) Şu âlem yoktan var edilmesiyle Yüce Yaratıcıyı gösterdiği gibi, atomdan galaksilere varıncaya kadar her şeyde meydana gelen faaliyetlerle O'nun tasarruflarından haber verir Cenabı Hak, kâinatı yaratıp, sonra onu kurulmuş saat gibi kendi halinde işlemeye terketmiş değildir Bir zerre bile Onun izni olmadan hareket etmez Bir yaprak bile Onun ilmi dışında yere düşmez(En'am, 59) Hiçbir dişi O'nun bilgisi dışında hamile kalmaz ve doğurmaz(Fatır, 11) Deli dolu esiyor görülen rüzgâr, rast gele değil, Onun emrettiği şekilde eser Bazen meltem olur yüzümüzü okşar, bazen fırtına olur, bir azap kamçısıolarak görev yapar
Dâbbe ile ilgili rivayetler incelendiğinde bu dâbbenin ahirzamanda insanların büsbütün yoldan çıkmalarıyla onlara ceza olarak çıkacağı anlaşılır Mü’minler imanın bereketiyle ondan zarar görmezler, ama isyankâr kimseler bununla cezalandırılırlar
AİDS Dâbbe mi?
Bu noktada hatıra AİDS mikrobu gelebilir Çünkü bu mikrop daha çok gayri meşru beraberliklerin neticesinde bulaşmaktadır Tarih boyunca gayri meşru beraberlikte bulunanlar daima olmuştur ama hiçbir zaman bu beraberlikler günümüzdeki çılgınlık boyutlarına varmamıştır Bu açıdan AİDS mikrobunu İlahi bir ceza olarak değerlendirmek gayet makul görülmektedir
Hatta Hz Süleymanla alakalı Kur’anda anlatılan şu olay, dâbbenin bu cihetine bir işaret olarak görülebilir:
Hz Süleyman'ın, cinleri büyük binalar, heykeller vb yapımında çalıştırması anlatıldıktan sonra, şöyle denilmektedir:
Eceli gelip de Süleyman’ın ölümüne hükmettiğimizde asasını kemirmekte olan bir ağaç kurdu (dâbbetü'l arz) ölümünü onlara fark ettirdi Süleyman yere düşünce, cinler anladılar ki, eğer kendileri gaybı bilselerdi, o meşakkatli işe devam edip durmazlardı(Sebe, 14)
Rivayete göre Hz Süleyman onları bu işte çalıştırırken bastonuna yaslanır, bu şekilde onları kontrol ederdi Ama bu haldeyken Azrail (as) gelip ruhunu kabzetti Cinler Onun vefat ettiğini anlamadılar, çalışmaya devam ettiler Bir ağaç kurdu Onun bastonunu kemirince, bastonu kırıldı, Hz Süleyman yere düştü Cinler Onun vefatını ancak o zaman anladılar Şayet gaybı bilselerdi bu şekilde bir azap içinde çalışmaya devam etmezlerdi
(Not: Burada nazara verilen Hz Musanın bastonu, Onun kurduğu devlet sistemine ve ağaç kurdunun bunu kemirmesi, içten içe bu sistemi yıkmaya çalışan komitelere bir işaret olarak da değerlendirilmiştir Doğrusunu Allah bilir)
İşte bu dâbbe Hz Süleyman’ın bastonunu kemirdiği gibi, dâbbetü'l arz dahi AİDS mikrobu şeklinde veya başka bir şekilde haddini aşan bazı insanları kemirip onları mağlup etmesi mümkündür
Ama “dâbbe AİDS midir? denilirse “evet demek bir takım sıkıntıları beraberinde getirir Çünkü AİDS dâbbe hakikatinin bir parçası olabilir, ama onu tümüyle ifade etmeyebilir
Meseleye şu açılardan bakmakta yarar görüyoruz:
Ayette geçen dabbekelimesinin elif lamsız, yani belirsiz bir şekilde kullanılmış olması, bunun bilinmeyen, tanınmayan bir varlık olduğunu ifade eder (İngilizcede kullanılan “the takısı gibi Arapçada “el takısı vardır Dâbbe kelimesinde bu takının kullanılmaması onun tam bilinmediğine, hatta tam bilinemeyeceğine bir işaret gibidir)
Delalet etmek ayrı, tazammun etmek ayrıdır Dâbbe kelimesi AİDS veya kötüye kullanılan televizyonu içine alabilir, ama onlara kesin bir delaleti yoktur
Din bir imtihandır İmtihanda ise “akla kapı açılır, irade elinden alınmaz Böyle olunca, kıyamet alametlerinin herkesin görüp anlayacağı şekilde çıkmalarını beklemek yanlış olur Mesela alnında “bu kâfir yazan bir deccal beklemek, elinde sihirli bir değnekle birden ortalığı düzeltecek bir mehdinin zuhurunu gözlemek, Ashabı Kehfin tekrar mağaralarından çıkmalarını intizar etmek gibi rivayetleri tam anlamamak anlamına gelir (Rivayete göre ahirzamanda insanlığa çok büyük zararlar verecek biri çıkar Deccal denilen bu şahsın alnında “bu kâfirdir yazısı bulunur Peygamberimizin neslinden gelen Mehdi buna karşı mücadele eder Mehdi zamanında mağaradaki Ashabı Kehf uykudan uyanırlar Demek ki Mehdi, üçyüz yıldır uykuda olan gençliği uyandırır Onun mühim bir kuvveti gençlerden meydana gelir Çünkü Kehf suresinde Ashabı Kehfin bir takım gençler olduğu açıkça ifade edilmektedir)
Ayetlerin bir kısmı muhkem, bir kısmı müteşabihtir Yani bazı ayetlerin manası açık iken bazılarında bazı kapalı yönler vardır Benzeri bir durum hadisler için de geçerlidir Bu tür kapalı manaları “ilimde kökleşmiş zatlar anlayabilirler ve bunların tevillerini yaparlar
Te'vil, bir delile dayanarak, lafzın muhtemel manalarından birini tercih etmektir Te'vilde bir katiyet olmayıp, mümkün bir ihtimalsöz konusudur Bu cihetten, müteşabih ayetlerle ilgili te'viller, kanaat verebilirse de kesinlik ifade etmezler Bunlarla ilgili nihai hüküm ve söz, Cenabı Hakk'ındır
Müteşabih manalarda nihai söz Cenabı Hakk'ındır
Gaybın anahtarları O'nun yanındadır O'ndan başkası onları bilemez (En'âm, 59)
O gün sırlar ortaya çıkacak(Tarık, 9) ayetinin hükmüyle, sırlar kıyamet günü bildirilecek, Allah kıyamet günü, ihtilafa düştüğünüz şeyleri size açıklayacakayetinin manası görülecektir (Hacc, 69)
SONUÇ
Baştan buraya kadar yaptığımız nakiller ve değerlendirmelerde herkesin tam kanaat getireceği bir sonuca varmadığımız, konuyu bir derece muallâkta askıda bıraktığımız görülür
İnsanın ilmi sınırlıdır Mesela “zaman nedir, ruh nedir gibi sorulara çok net cevap veremeyiz Hatta bazı kevni gerçeklerde de bir derece bilinmezlik söz konusudur Sözgelimi atomun ne olduğunu tam bilmiyoruz, hayatın muammasını tam çözmüş değiliz Demek ki bazı meseleler gül goncası gibidir, bir yaprağı araladığımızda aralanmayı bekleyen başka yapraklar karşımıza çıkar Bize düşen, bilinmezleri bilme yolunda uğraşı vermek, gayret göstermektir İnsanın bu tür sırlı meseleleri araştırması sisli bir denizde yapılan seyahate benzer İnsan böyle bir seyahatte önündeki kayaları ve ilerdeki kıyıları çok net göremez Ama bu gizemlilik, bu seyahate ayrı bir güzellik katar
Kanaatimizce meselenin bu tarzda ele alınması daha isabetlidir “Bundan murat şudur diyenler yarın öyle olmadığını gördüklerinde mahcup olabilirler Kesin hüküm vermek yerine “Bundan murat şu olabilir demek daha yerindedir ve ihtiyata daha uygundur Çünkü,
“De ki: Gerçek ilim Allahın katındadır (Mülk, 26)
“Göklerde ve yerde Allahtan başkası gaybı bilemez (Neml, 65)
Doç Dr Şadi Eren
Not: Mehmet Kırkıncı Hocanın konuyla ilgili şu makalesini de okumanızı tavsiye ederiz:
Dâbbetülarz
Dâbbe; hareket eden canlı bir hayvan demektir Dâbbeyi tek bir canlı olarak değil de bir tür olarak düşünmek daha doğru olur
Dâbbekelimesi Kur’anı Kerimde on dört yerde geçmektedir “Yeryüzünde yaşayan bütün canlıların (her dâbbenin) rızkı ancak Allah’a aittir (Hud, 116) Bu ayette geçen dâbbe kelimesi bütün hayat sahiplerini ifade etmektedir
Başka bir ayette ise şöyle buyrulur: “Tehdit edildikleri şey başlarına geldiği zaman onlara yerden bir dâbbe çıkarırız da, insanların ayetlerimize kesin olarak inanmadıklarını kendilerine söyler (Neml, 27 82)
Dâbbenin insanlarla konuşması, sadece dil ile konuşması anlamına gelmez Nitekim bu kâinat sarayında teşhir edilen nice antika eserler ve birçok hadise hal diliyle akıl sahiplerine çok şey anlatmaktadırlar
Merhum Elmalılı Hamdi Yazır Efendi bu ayetin tefsirinde şöyle der:
“Debb ve Debib: Hafif yürüme, debelenme demektir Hayvanlarda ve çoğunlukla haşerelerde, yani böceklerde kullanılır İçkinin vücuda yayılması ve bir çürüklüğün etrafına bulaşması gibi, hareketi gözle tespit olunamayan şeylerde de kullanılır “Dabbe kelimesi de bundan fail olmak üzere asıl lügatte mâyedübbü, yani debbeden, hafif yürüyen, debelenen demek olur Ve şu halde tren, otomobil, bisiklet gibi otomatik şeylere de, lügatin aslına göre “dâbbe demek uygun olabilecekse de dilde kullanılışı hayvanlara mahsustur Hatta örfte dört ayaklı hayvanlarda ve onlar içinde özellikle atta daha çok kullanılmıştır Bununla beraber “Allah, her hayvanı sudan yarattı İşte bunlardan kimi karnı üstünde sürünen, kimi iki ayağı üstünde yürür, kimi dört ayaküstünde yürür(Nur, 2445) âyetinden anlaşılacağı üzere her hayvan hakkında kullanılır Hayvan kelimesi ile eşanlamlı gibidir
Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı, yalnızca Allah'a aittir(Hud, 116) âyetinden anlaşılan da budur Bundan dolayı dabbe kelimesi hayvanlar için olduğu gibi insanlar için de kullanılır Bu ayette dâbbekelimesi nekre (belirsiz isim) olarak geldiğinden bunun bildiğimiz dâbbelerden başka bir dâbbe olması akla gelir Onlarla konuşan dâbbeterkibinde açıkça belirtilen bunun konuşan bir hayvan, yani insan olmasıdır Tefsirler de bu iki nokta etrafında dolaşmaktadır
Râgıb, ‘Müfredat’ında bu konudaki görüşleri şöylece özetlemiştir: “Dâbbe, tanıdığımızın aksine bir hayvandır ki, çıkması kıyamet vaktine mahsustur Bir de denildi ki: “Bununla cehalet ve bilgisizlikte hayvanlar gibi olan en şerli kimseler kast olunmuştur
Bu takdirde dâbbe bütün debelenen yaratıkların ismi olarak ifade edilmiş olur “Hâin kelimesinin cemisi, “hâine gibi Kâdı Beydâvî ve bazı hadisçiler bunu “cessâse casuslar olarak göstermişlerdir ki, bir hadiste haber verildiğine göre, cessâse, Deccal için haberler araştırıp toplayan casus demektir Ebü'sSuud da diyor ki: Bu dâbbe, casustur Bundan cins isim söylenip, bir de tefhîm (büyüklüğüne işaret) tenviniyle bilinmezliğinin tekid edilmesi, şanının garipliğine ve özelliğinin, davranışının açıklamadan uzak olduğuna delalet eder…
Beyhakî gibi zatların Ebu Hüreyre (ra)den rivayet ettikleri bir hadiste Resulullah (sav) buyurmuştur ki: Dâbbetü’larz, Musa’nın âsası, Süleyman’ın mührü yanında olarak çıkacak, mühür ile müminin yüzünü parlatacak, âsa ile kâfirin burnunu kıracak, insanlar sofraya toplanacak, mümin ve kâfir tanınacak
Bu hadise göre de, dâbbe, normalin üzerinde bir kuvvet ve saltanat ile ortaya çıkıp büyük bir İslâm devleti kuracak lider olmuş oluyor Şüphe yok ki, Musa'nın asasına, Süleyman'ın mührüne sahip olan kimse, büyük bir şahsiyet olacaktır Hem de kötülerden değil, iyi ve hayırlılardan olacak, bütün müminlerin yüzünü güldürecek, kâfirlerin burnunu kıracaktır Âyette; Onlara insanların âyetlerimize kesin bir iman getirmemiş olduklarını söyler buyrulması da bunu gerektiriyor Şu halde buna dâbbe ismi verilmesinin sebebi, onun kâfirlere karşı acımasız olacağını ve Allah Teâlâ'ya göre onun meydana çıkarılmasının zor bir şey değil, yerden normal bir dâbbe çıkarmak gibi kolay olduğunu anlatmaktır Bu konudaki bazı açıklamaları da kaydedelim:
1 İbnü Cerir’in Huzeyfe b Esîd’den rivayet ettiğine göre: Dâbbe'nin üç çıkışı vardır: Birisinde bazı çöllerde çıkar, sonra gizlenir Birisinde de, emirler kan dökerken bazı şehirlerde çıkar, yine gizlenir Sonra insanlar mescitlerin en şereflisi, en büyüğü ve faziletlisi içinde iken yeryüzü kendilerini fırlatmaya başlar Derken halk kaçışır, müminlerden bir grup kalır, bizi Allah'tan hiç bir şey kurtaramaz derler Dâbbe de onların üzerine çıkar, yüzlerini parlak yıldız gibi parlatır Sonra hareket eder, artık ne takip eden yetişebilir, ne de kaçan kurtulabilir Bir adama varır, namaz kılıyordur, vallahî sen namaz ehli değilsin der Yakalar, müminin yüzünü ağartır, kâfirin burnunu kırardedi O zaman insanlar ne halde olurdedik Arazide komşu, malda ortak, yolculuklarda arkadaş olurlardedi
2 İlim ehlinden birçokları dâbbenin ortaya çıkması, emri bi'lma'rûf (iyilikleri emir) ve nehyi ani'lmünker (kötülüklerden menetme) terk edildiği vakittir demişler
Bir ayette mealen şöyle buyrulur: “Ne zaman ki Süleyman'a ölümü hükmettik, cinlere onun ölümünü sezdiren olmadı Yalnız bir güve böceği yere dayandığı asasını yiyordu Bu sebeple Süleyman yere yıkılınca ortaya çıktı ki, cinler eğer gaybı bilir olsalar o zilletli azap içinde bekleyip durmazlardı (Sebe, 3414)
Hz Süleyman’ın (as) dayandığı asasını yiyen ağaç kurdunun veya bir güve böceğinin mahiyeti hakkında da iki görüş vardır: Bir görüşe göre burada ifade edilen kurdun, bilinen ağaç kurdu olduğudur
Diğer görüşe göre ise bu kurt, asaları yiyen bir kurtçuktur
Ayette ifade edilen dâbbenin Hz Süleyman’ın (as) bastonunu kemirerek yiyip bitirmesi gibi, AİDS mikrobu veya başka bir hastalığın da isyan ve ahlaksızlıkta haddini aşan bazı insanları kemirip eritmesi mümkündür
Peygamber Efendimiz (sav) dâbbetü'larzın meydana çıkmasını kıyamet alametlerinden birisi olduğunu bir hadisi şeriflerinde şöyle ifade etmektedir: “Onun alametlerinden biri, güneşin battığı yerden doğması ve kuşluk vakti insanların üzerine dâbbe''nin çıkmasıdır Bu alametlerden hangisi önce belirirse, ötekisi onu kısa zamanda takip edecektir (Müslim, Fiten, 118; İbn Hanbel, Müsned, II, 201)
Bediüzzaman Hazretleri de bu konuda şöyle buyurur:
“Amma Dabbetül Arz: Kuran’da gayet mücmel bir işaret ve lisanı hâlinden kısacık bir ifade, bir tekellüm var Tafsili ise; ben şimdilik, başka meseleler gibi kat'î bir kanaatle bilemiyorum Yalnız bu kadar diyebilirim: (Laye’lemulğaybeillallah) Nasılki kavmi Firavun'a çekirge âfâtı ve bit belasıve Kâbe tahribine çalışan Kavmi Ebrehe'ye Ebabil Kuşlarımusallat olmuşlar Öyle de: Süfyan'ın ve Deccalların fitneleriyle bilerek, severek isyan ve tuğyana ve Ye'cüc ve Me'cüc'ün anarşistliği ile fesada ve canavarlığa giden ve dinsizliğe, küfür küfrana düşen insanların akıllarını başlarına getirmek hikmetiyle, arzdan bir hayvan çıkıp musallat olacak, zîr ü zeber edecek Allahu a'lem, o dabbe bir nev'dir Çünki gayet büyük bir tek şahıs olsa,her yerde herkese yetişmez Demek dehşetli bir taifei hayvaniye olacak Belki?????? ???????? ????????? ???????? ??????????? âyetinin işaretiyle, o hayvan, dabbetül arz denilen ağaç kurtlarıdır ki; insanların kemiklerini ağaç gibi kemirecek, insanın cisminde dişinden tı
rnağına kadar yerleşecek Mü’minler iman bereketiyle ve sefahet ve sû'i istimalâttan tecennübleriyle kurtulmasına işareten, âyet, iman hususunda o hayvanı konuşturmuş (Nursî, Şuâlar, Beşinci Şuâ)
Bediüzzaman Hazretleri müminlerin iman bereketiyle ve sefahatten içtinap etmeleriyle böyle bir duruma düşmeyeceklerini özellikle vurgulamaktadır Öyle ise asrımızın en dehşetli ve en büyük tehlikesi olan sefahat yangınına karşı, takva kalasına sığınmak lazımdır
Evet, günahların her taraftan sel gibi hücum ettiği günümüzde, nefsi emmarenin tehlikesinden, aldatıcı ve cazibedar hevesatın hücumundan kurtulmanın yegâne çaresi, iffet, edep, hayâ ve takva dairesinde yaşamaktır Zira nefisle cihadın en kısa yolu takvadır
Ulvî maksatlar için yaratılan insan, bu imtihan yeri olan dünyaya sadece yemek, içmek ve zevk etmek için gönderildiğini zannedip, helal dairesindeki keyfi kâfi görmeyerek, her türlü ahlaksızlığı işlemekte ve sefahat bataklığında sürünmektedir
İman, marifet, muhabbet, ibadet, takva, adalet ve istikamet gibi ulvi seciyelerden mahrum olan bir cemiyetten sefahat ve fuhşiyat gibi her türlü fenalık zuhur eder; memleketleri yıkar, aileleri tarumar eder, haysiyet ve şerefleri silip süpürür ve fert ve cemiyetin dünya ve ahiret hayatını zehirler
Evet, ahlaksızlık ve hayâsızlıkta haddini aşan ve sefahat bataklığında boğulan geçmiş bazı ümmetler ve kavimler bir çok elim azaba, bela ve musibetlere duçar olmuşlardır Bunlardan ders alınması bir ayette şöyle ifade buyrulur: “De ki, yeryüzünde gezin dolaşın da, daha öncekilerin akıbetleri nice oldu görün ( Rum, 3042)
Mazide edep ve hayâsızlığa sukut etmiş ve ahlaksızlık çukuruna düşmüş olan birçok asi kavimlere Cenâbı Hakk’ın vurduğu sillei tedip ve tazip Kur’anı Kerim’in birçok ayetinde nazara verilmektedir Bir kanser mikrobu olan sefahate, çok güçlü kavim ve imparatorlukların kudretleri dahi dayanamamıştır Bu mikrop bir cemiyete girdi mi, artık onun bünyesini kısa bir zamanda kemirir, güçsüz bırakır ve sonunda çökertir Öyle ise geçmiş kavimlerin başına gelen o elim hadiselerden ibret alıp uyanalım, edep, hayâ ve istikamet dairesinde yaşayalım ki, gadabı ilâhinin celbine vesile olmayalım
Cenabı Hakk’ın Kur’anı Kerim’de geçmiş ümmetlerin başına gelen elim hadiseleri bizlere anlatmasının hikmeti, onlardan ibret ve ders almamız içindir Firavun ve kavmini bit, çekirge ve kurbağa istila etmişti Ama onlar her defasında tövbelerini bozmuş, başlarına gelen musibetlerden ders almamış ve sonunda denizde boğulmuşlardı
Hem yine Kâbe’yi yıkmak için gelen Ebrehe ve ordusuna Cenabı Hak sürüler halinde kuşlar göndermiş, o kuşlar gaga ve ayaklarında taşıdıkları taşlarla onları perişan etmişlerdi
Hem yine, Hz Nuh’un (as) kavmini helak eden o büyük tufan, asi ve mütemerrit bir kavmi tarih sahnesinden silmişti
Evet, Cenabı Hak, insanları uyarmak ve uyandırmak için zaman zaman deprem, kasırga, açlık ve sel gibi bazı afetlerle onları ikaz etmektedir Ancak insan öyle garip ve acip bir mahluktur ki, gaflet uykusundan uyanmasını gerektiren bir çok ayet, hadis ve tarihi hadiseler varken yine de onların birçoğu bunlardan ibret alıp uyanmaz, kendini tehlikeye sürükleyecek hata ve günahlardan sakınmaz
Bu bakımdan, çeşitli bela ve musibetlere maruz kalmamak için, her mümin ve özellikle de ilim ve irfan erbabı olanlar, kanser mikrobundan daha tehlikeli olan bu asrın hastalığı “sefahate karşı büyük bir mücadele etmelidirler Aksi halde suçlularla beraber masumlar da perişan olur Nitekim bir ayette şöyle ifade buyrulur: “Ve öyle bir fitneden sakının ki, içinizden yalnızca zulüm yapanlara dokunmakla kalmaz (masumları da yakar) (Enfal, 825)
Edep ve hayâsızlıkta haddini aşan geçmiş kavimlerin başına birçok elim hadise geldiği gibi, Roma, Endülüs ve Pers gibi birçok imparatorlukları da tarih sahnesinden silip atan sefahattir Evet, tarihin şahadetiyle sabittir ki, düşmana mağlup olmuş nice milletler daha sonra güçlenerek istiklallerini elde edebilmiş, düşmanlarına galip gelebilmişlerdir Fakat ahlâksızlığa, sefahate, zulme ve adaletsizliğe mağlup olan bir milletin kendini toparlaması ve güçlenmesi mümkün olmamıştır, olamaz da Sefahat nice milletleri tarih sahnesinden silmiştir
Mesela; Romalılarda faziletin bütün güzellikleri inkişaf etmiş; gerek idarecileri ve gerek ahalisi arasında muhabbet tesis edilmişti Onlar sefahatten ve ahlaksızlıktan son derece sakınır ve faziletli yaşamayı bir şeref sayarlardı Hanımları ve gençleri son derece iffetli idi Ancak, İskender Yunanistan’ı fethedince, onlardaki ahlaksızlık ve sefahat Roma’yı istila etmeye başladı O güzel ahlâk ve faziletin yerine sefahat ve ahlaksızlık hakim oldu Aile hayatı bozuldu ve tefessüh etti O ihtişamlı Roma imparatorluğu yıkıldı ve tarih sahnesinden silinip gitti Ne kanunları ve ne de zenginlikleri onları yıkılmaktan kurtaramadı
Bediüzzaman Hazretleri şöyle buyurur:
“… gençlik gidecek Sefahette gitmiş ise, hem dünyada, hem âhirette, binler bela ve elemler netice verdiğini ve öyle gençler ekseriyetle sû'i istimal ile, israfat ile gelen evhamlı hastalıkla hastahanelere ve taşkınlıklarıyla hapishanelere veya sefalethanelere ve manevî elemlerden gelen sıkıntılarla meyhanelere düşeceklerini anlamak isterseniz; hastahanelerden ve hapishanelerden ve kabristanlardan sorunuz Elbette hastahanelerin ekseriyetle lisanı halinden, gençlik saikasıyla israfat ve sû'i istimalden gelen hastalıktan eninler, eyvahlar işittiğiniz gibi; hapishanelerden dahi, ekseriyetle gençliğin taşkınlık saikasıyla gayrı meşru dairedeki harekatın tokatlarını yiyen bedbaht gençlerin teessüflerini işiteceksiniz Ve kabristanda ve mütemadiyen oraya girenler için kapıları açılıp kapanan o âlemi berzahta ehli keşfelkuburun müşahedatıyla ve bütün ehli hakikatın tasdikıyla ve şehadetiyle ekser azablar, gençlik sû'i istimalâtının neticesi olduğunu bileceksiniz Hem nev'i insanın ekseriyetini teşkil eden ihtiyarlardan ve hastalardan sorunuz Elbette ekseriyeti mutlaka ile esefler, hasretler ile Eyvah gençliğimizi bâdi heva, belki zararlı zayi' ettik Sakın bizim gibi yapmayınızdiyecekler (Nursî, Şuâlar)
MESUT BEKİR KOPDAĞI
BİLGİSAYAR BİLİMLERİ ARABİLİM TASARIMCISI
Kıyamet alametlerinden biri dâbbetü'l arzın çıkışıdır Peygamber efendimiz şöyle bildirir:
Onun alametlerinden biri, güneşin battığı yerden doğması ve kuşluk vakti insanların üzerine dâbbe''nin çıkmasıdır Bu alametlerden hangisi önce belirirse, ötekisi onu kısa zamanda takip edecektir(Müslim, Fiten, 118; İbn Hanbel, Müsned, II, 201)
Dâbbe, yanında Hz Musa'nın asâsı ve Hz Süleyman'ın mührü olduğu halde çıkar Mü'minin yüzünü asa ile parlatacak, kâfirin burnunu da mühürle damgalayacak O zamanda yaşayan insanlar bir araya geldiklerinde mü'min kâfir belli olacaktır(Ahmed b Hanbel, Müsned, II, 491)
Dâbbe kelimesi “canlı, hareket eden varlık anlamında kullanılır Kelime anlamından hareketle tren, otomobil gibi şeylere de “dâbbe denebilir Mesela, bin yıl önce yaşamış birisini hayalen günümüze getirsek, yüz vagonlu treni görse “işte bu dâbbetü'larzdiyebilir Ama bu kelime daha çok hayvanlar için kullanılır
Burada “Dâbbetü'l arz acaba tek bir fert midir? Yoksa bir tür müdür? sorusu hatıra gelebilir Tek bir ferdin o kadar insana muhatap olması düşünülemez Bu durumda onu bir tür olarak görmek daha uygun olacaktır
Dâbbenin ne olduğu hususunda değişik yorumlar yapılmaktadır Mesela Hz Alinin şöyle dediği nakledilir: “Bundan murat kuyruklu değil sakallı dâbbedir Böyle bir bakışta onun bazı şerli insanlara işaret ettiği anlaşılabilir
Dâbbeye “AİDS mikrobu diyenler vardır “Televizyon şeklinde değerlendirenler vardır Hatta “robotlar olabilir görüşünü ileri sürenler vardır Bu son görüşe, zaman gelecek insan eliyle yapılan ve yapay bir zekâ verilen robotlar, “efendilerinin sözünü dinlemeyecekler, insan medeniyetini alt üst edeceklerdir
Kur’anda Dâbbe
Dâbbekelimesi Kur’anda on dört defa geçer Bu kelimenin çoğulu olan “devâbb ise dört defa kullanılır Örnek olarak bunlardan bazılarına bakalım:
Yeryüzünde yaşayan bütün canlıların (her dâbbenin) rızkı ancak Allah'a aittir(Hûd, 6)
“Her canlının (dâbbenin) dizgini Allahın elindedir (Hud, 56)
Allah her canlıyı (dâbbeyi) sudan yaratmıştır Bunlardan kimi karnı üzerinde sürünür, kimi iki ayakla yürür, kimi de dört ayakla yürür Allah dilediğini yaratır Allah, şüphesiz her şeye kadirdir(Nûr, 45)
Neml suresi 82 ayette geçen dâbbetü'l arzise, müfessirlerce genelde kıyamet alameti olarak açıklanır:
Tehdit edildikleri şey başlarına geldiği zaman onlara yerden bir dâbbe çıkarırız da, insanların âyetlerimize kesin olarak inanmadıklarını kendilerine söyler
Ayetin zahirine göre, arzdan çıkacak bu dâbbe insanlara konuşacak, onların İlahi ayetlere tam inanmadıklarını söyleyecektir Buradan hareketle bu dâbbenin radyo, televizyon, hatta internet olabileceğini söyleyenler vardır Çünkü bunlar yerden çıkan hammaddelerle yapılır ve insanlarla konuşurlar Hatta bazı rivayetlerde “Dâbbenin başı bulutlara değecek denilir Bilindiği gibi, televizyonlar uydu bağlantılıdırlar ve uyduların da başı semadadır
Dinin helal – haram ölçülerine uyan insanlar bu aletlerden yararlanırlar Böyle ölçülerden mahrum olanlar ise, daha çok zarar görürler Çünkü bu aletler şerde ve günahta da kullanılabilmektedir ve hatta bu tarz kullanımları daha yaygındır
Kanaatimizce dâbbenin konuşmasını dil ile konuşmak şeklinde anlama zorunluluğu yoktur Bu konuşma “lisanı hal yani hal diliyle de olabilir Mesela trafik lambaları ve işaretlerinin dili yoktur ama insanlara çok şeyler söylerler
Dâbbe neler söylüyor?
Şu gördüğümüz âlem İlahi ayetlerle doludur Ama insanların çoğu bu ayetleri anlamaz, günlük olayların akışına kapılır, gafletle günlerini geçirir Cenabı Hak, insanları uyarmak için zaman zaman felaketler gönderir Bu, bir deprem, bir kasırga, bir sel olabildiği gibi, bazen da bir hayvan olabilir
Kur’ana baktığımızda bazı kavimlere bazı hayvanların ceza olarak gönderildiklerini görürüz Mesela Firavun ve kavmine bit, çekirge ve kurbağa gönderilmiş, bunlar her tarafı istila ederek o inatçı insanları cezalandırmışlardır Bunların benzerlerini günümüzde de görmek mümkündür “Rüzgârın dişleri denilen çekirgeler kara bir bulut halinde gelip ekin tarlasına inmekte ve tekrar havalandıklarında geride işe yarar bir şey bırakmamaktadırlar
Keza, Ka’beyi yıkmak için gelen Ebrehe ve ordusuna sürüler halinde kuşlar gönderilmiş, bunlar gaga ve ayaklarında taşıdıkları özel taşları bu zalimlere yağdırmışlar, onları darmadağın etmişlerdir Bu olay Kur’anda müstakil bir sureyle anlatılır Fil suresinde anlatılan bu olay, peygamber efendimizin dünyaya teşriflerinden kısa bir süre önce meydana gelmiştir Surede geçen “ebabil kelimesi kuşların sürüler halinde geldiklerini ifade eder Tasvir edilen tablo, tam bir “semavi bombalama olayıdır Filolar halinde gelen bombardıman uçaklarının hedefe bomba yağdırmaları gibi, bu kuşlar grup grup gelerek o insanları “kendisinden çekirge sürüsünün geçtiği bir ekin tarlasına çevirmişlerdir
Kur’an, göklerin ve yerin askerlerinin Allahın emrinde olduklarını bildirir (Müddessir 31) Allah dilediği zaman bu askerlerini inatçı kimseleri cezalandırmada kullanır Mesela su rahmettir Ama Allah dilerse, Nuhun kavmini helak eden bir tufana dönüşür Gökten bardaktan boşanırcasına yağmur indirilir, yerden sular fışkırtılır Bunun sonunda, asi ve mütemerrit bir kavim sulara gark olur, tarih sahnesinden silinir
Bazıları bu tür olayları tesadüfle açıklamaya çalışabilir Ama âlemde tesadüfe asla yer yoktur Einsteinin ifadesiyle “Allah zar atmaz Yani işini ihtimale bırakmaz Hamdi Yazır'ın da dikkat çektiği gibi, “bizim tesadüf olarak gördüğümüz şeyler, gerçekte İlâhî birer tasarruftur
Kur'anın bildirdiğine göre, Cenabı Hak her an tasarruftadır (Rahman, 29) Şu âlem yoktan var edilmesiyle Yüce Yaratıcıyı gösterdiği gibi, atomdan galaksilere varıncaya kadar her şeyde meydana gelen faaliyetlerle O'nun tasarruflarından haber verir Cenabı Hak, kâinatı yaratıp, sonra onu kurulmuş saat gibi kendi halinde işlemeye terketmiş değildir Bir zerre bile Onun izni olmadan hareket etmez Bir yaprak bile Onun ilmi dışında yere düşmez(En'am, 59) Hiçbir dişi O'nun bilgisi dışında hamile kalmaz ve doğurmaz(Fatır, 11) Deli dolu esiyor görülen rüzgâr, rast gele değil, Onun emrettiği şekilde eser Bazen meltem olur yüzümüzü okşar, bazen fırtına olur, bir azap kamçısıolarak görev yapar
Dâbbe ile ilgili rivayetler incelendiğinde bu dâbbenin ahirzamanda insanların büsbütün yoldan çıkmalarıyla onlara ceza olarak çıkacağı anlaşılır Mü’minler imanın bereketiyle ondan zarar görmezler, ama isyankâr kimseler bununla cezalandırılırlar
AİDS Dâbbe mi?
Bu noktada hatıra AİDS mikrobu gelebilir Çünkü bu mikrop daha çok gayri meşru beraberliklerin neticesinde bulaşmaktadır Tarih boyunca gayri meşru beraberlikte bulunanlar daima olmuştur ama hiçbir zaman bu beraberlikler günümüzdeki çılgınlık boyutlarına varmamıştır Bu açıdan AİDS mikrobunu İlahi bir ceza olarak değerlendirmek gayet makul görülmektedir
Hatta Hz Süleymanla alakalı Kur’anda anlatılan şu olay, dâbbenin bu cihetine bir işaret olarak görülebilir:
Hz Süleyman'ın, cinleri büyük binalar, heykeller vb yapımında çalıştırması anlatıldıktan sonra, şöyle denilmektedir:
Eceli gelip de Süleyman’ın ölümüne hükmettiğimizde asasını kemirmekte olan bir ağaç kurdu (dâbbetü'l arz) ölümünü onlara fark ettirdi Süleyman yere düşünce, cinler anladılar ki, eğer kendileri gaybı bilselerdi, o meşakkatli işe devam edip durmazlardı(Sebe, 14)
Rivayete göre Hz Süleyman onları bu işte çalıştırırken bastonuna yaslanır, bu şekilde onları kontrol ederdi Ama bu haldeyken Azrail (as) gelip ruhunu kabzetti Cinler Onun vefat ettiğini anlamadılar, çalışmaya devam ettiler Bir ağaç kurdu Onun bastonunu kemirince, bastonu kırıldı, Hz Süleyman yere düştü Cinler Onun vefatını ancak o zaman anladılar Şayet gaybı bilselerdi bu şekilde bir azap içinde çalışmaya devam etmezlerdi
(Not: Burada nazara verilen Hz Musanın bastonu, Onun kurduğu devlet sistemine ve ağaç kurdunun bunu kemirmesi, içten içe bu sistemi yıkmaya çalışan komitelere bir işaret olarak da değerlendirilmiştir Doğrusunu Allah bilir)
İşte bu dâbbe Hz Süleyman’ın bastonunu kemirdiği gibi, dâbbetü'l arz dahi AİDS mikrobu şeklinde veya başka bir şekilde haddini aşan bazı insanları kemirip onları mağlup etmesi mümkündür
Ama “dâbbe AİDS midir? denilirse “evet demek bir takım sıkıntıları beraberinde getirir Çünkü AİDS dâbbe hakikatinin bir parçası olabilir, ama onu tümüyle ifade etmeyebilir
Meseleye şu açılardan bakmakta yarar görüyoruz:
Ayette geçen dabbekelimesinin elif lamsız, yani belirsiz bir şekilde kullanılmış olması, bunun bilinmeyen, tanınmayan bir varlık olduğunu ifade eder (İngilizcede kullanılan “the takısı gibi Arapçada “el takısı vardır Dâbbe kelimesinde bu takının kullanılmaması onun tam bilinmediğine, hatta tam bilinemeyeceğine bir işaret gibidir)
Delalet etmek ayrı, tazammun etmek ayrıdır Dâbbe kelimesi AİDS veya kötüye kullanılan televizyonu içine alabilir, ama onlara kesin bir delaleti yoktur
Din bir imtihandır İmtihanda ise “akla kapı açılır, irade elinden alınmaz Böyle olunca, kıyamet alametlerinin herkesin görüp anlayacağı şekilde çıkmalarını beklemek yanlış olur Mesela alnında “bu kâfir yazan bir deccal beklemek, elinde sihirli bir değnekle birden ortalığı düzeltecek bir mehdinin zuhurunu gözlemek, Ashabı Kehfin tekrar mağaralarından çıkmalarını intizar etmek gibi rivayetleri tam anlamamak anlamına gelir (Rivayete göre ahirzamanda insanlığa çok büyük zararlar verecek biri çıkar Deccal denilen bu şahsın alnında “bu kâfirdir yazısı bulunur Peygamberimizin neslinden gelen Mehdi buna karşı mücadele eder Mehdi zamanında mağaradaki Ashabı Kehf uykudan uyanırlar Demek ki Mehdi, üçyüz yıldır uykuda olan gençliği uyandırır Onun mühim bir kuvveti gençlerden meydana gelir Çünkü Kehf suresinde Ashabı Kehfin bir takım gençler olduğu açıkça ifade edilmektedir)
Ayetlerin bir kısmı muhkem, bir kısmı müteşabihtir Yani bazı ayetlerin manası açık iken bazılarında bazı kapalı yönler vardır Benzeri bir durum hadisler için de geçerlidir Bu tür kapalı manaları “ilimde kökleşmiş zatlar anlayabilirler ve bunların tevillerini yaparlar
Te'vil, bir delile dayanarak, lafzın muhtemel manalarından birini tercih etmektir Te'vilde bir katiyet olmayıp, mümkün bir ihtimalsöz konusudur Bu cihetten, müteşabih ayetlerle ilgili te'viller, kanaat verebilirse de kesinlik ifade etmezler Bunlarla ilgili nihai hüküm ve söz, Cenabı Hakk'ındır
Müteşabih manalarda nihai söz Cenabı Hakk'ındır
Gaybın anahtarları O'nun yanındadır O'ndan başkası onları bilemez (En'âm, 59)
O gün sırlar ortaya çıkacak(Tarık, 9) ayetinin hükmüyle, sırlar kıyamet günü bildirilecek, Allah kıyamet günü, ihtilafa düştüğünüz şeyleri size açıklayacakayetinin manası görülecektir (Hacc, 69)
SONUÇ
Baştan buraya kadar yaptığımız nakiller ve değerlendirmelerde herkesin tam kanaat getireceği bir sonuca varmadığımız, konuyu bir derece muallâkta askıda bıraktığımız görülür
İnsanın ilmi sınırlıdır Mesela “zaman nedir, ruh nedir gibi sorulara çok net cevap veremeyiz Hatta bazı kevni gerçeklerde de bir derece bilinmezlik söz konusudur Sözgelimi atomun ne olduğunu tam bilmiyoruz, hayatın muammasını tam çözmüş değiliz Demek ki bazı meseleler gül goncası gibidir, bir yaprağı araladığımızda aralanmayı bekleyen başka yapraklar karşımıza çıkar Bize düşen, bilinmezleri bilme yolunda uğraşı vermek, gayret göstermektir İnsanın bu tür sırlı meseleleri araştırması sisli bir denizde yapılan seyahate benzer İnsan böyle bir seyahatte önündeki kayaları ve ilerdeki kıyıları çok net göremez Ama bu gizemlilik, bu seyahate ayrı bir güzellik katar
Kanaatimizce meselenin bu tarzda ele alınması daha isabetlidir “Bundan murat şudur diyenler yarın öyle olmadığını gördüklerinde mahcup olabilirler Kesin hüküm vermek yerine “Bundan murat şu olabilir demek daha yerindedir ve ihtiyata daha uygundur Çünkü,
“De ki: Gerçek ilim Allahın katındadır (Mülk, 26)
“Göklerde ve yerde Allahtan başkası gaybı bilemez (Neml, 65)
Doç Dr Şadi Eren
Not: Mehmet Kırkıncı Hocanın konuyla ilgili şu makalesini de okumanızı tavsiye ederiz:
Dâbbetülarz
Dâbbe; hareket eden canlı bir hayvan demektir Dâbbeyi tek bir canlı olarak değil de bir tür olarak düşünmek daha doğru olur
Dâbbekelimesi Kur’anı Kerimde on dört yerde geçmektedir “Yeryüzünde yaşayan bütün canlıların (her dâbbenin) rızkı ancak Allah’a aittir (Hud, 116) Bu ayette geçen dâbbe kelimesi bütün hayat sahiplerini ifade etmektedir
Başka bir ayette ise şöyle buyrulur: “Tehdit edildikleri şey başlarına geldiği zaman onlara yerden bir dâbbe çıkarırız da, insanların ayetlerimize kesin olarak inanmadıklarını kendilerine söyler (Neml, 27 82)
Dâbbenin insanlarla konuşması, sadece dil ile konuşması anlamına gelmez Nitekim bu kâinat sarayında teşhir edilen nice antika eserler ve birçok hadise hal diliyle akıl sahiplerine çok şey anlatmaktadırlar
Merhum Elmalılı Hamdi Yazır Efendi bu ayetin tefsirinde şöyle der:
“Debb ve Debib: Hafif yürüme, debelenme demektir Hayvanlarda ve çoğunlukla haşerelerde, yani böceklerde kullanılır İçkinin vücuda yayılması ve bir çürüklüğün etrafına bulaşması gibi, hareketi gözle tespit olunamayan şeylerde de kullanılır “Dabbe kelimesi de bundan fail olmak üzere asıl lügatte mâyedübbü, yani debbeden, hafif yürüyen, debelenen demek olur Ve şu halde tren, otomobil, bisiklet gibi otomatik şeylere de, lügatin aslına göre “dâbbe demek uygun olabilecekse de dilde kullanılışı hayvanlara mahsustur Hatta örfte dört ayaklı hayvanlarda ve onlar içinde özellikle atta daha çok kullanılmıştır Bununla beraber “Allah, her hayvanı sudan yarattı İşte bunlardan kimi karnı üstünde sürünen, kimi iki ayağı üstünde yürür, kimi dört ayaküstünde yürür(Nur, 2445) âyetinden anlaşılacağı üzere her hayvan hakkında kullanılır Hayvan kelimesi ile eşanlamlı gibidir
Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı, yalnızca Allah'a aittir(Hud, 116) âyetinden anlaşılan da budur Bundan dolayı dabbe kelimesi hayvanlar için olduğu gibi insanlar için de kullanılır Bu ayette dâbbekelimesi nekre (belirsiz isim) olarak geldiğinden bunun bildiğimiz dâbbelerden başka bir dâbbe olması akla gelir Onlarla konuşan dâbbeterkibinde açıkça belirtilen bunun konuşan bir hayvan, yani insan olmasıdır Tefsirler de bu iki nokta etrafında dolaşmaktadır
Râgıb, ‘Müfredat’ında bu konudaki görüşleri şöylece özetlemiştir: “Dâbbe, tanıdığımızın aksine bir hayvandır ki, çıkması kıyamet vaktine mahsustur Bir de denildi ki: “Bununla cehalet ve bilgisizlikte hayvanlar gibi olan en şerli kimseler kast olunmuştur
Bu takdirde dâbbe bütün debelenen yaratıkların ismi olarak ifade edilmiş olur “Hâin kelimesinin cemisi, “hâine gibi Kâdı Beydâvî ve bazı hadisçiler bunu “cessâse casuslar olarak göstermişlerdir ki, bir hadiste haber verildiğine göre, cessâse, Deccal için haberler araştırıp toplayan casus demektir Ebü'sSuud da diyor ki: Bu dâbbe, casustur Bundan cins isim söylenip, bir de tefhîm (büyüklüğüne işaret) tenviniyle bilinmezliğinin tekid edilmesi, şanının garipliğine ve özelliğinin, davranışının açıklamadan uzak olduğuna delalet eder…
Beyhakî gibi zatların Ebu Hüreyre (ra)den rivayet ettikleri bir hadiste Resulullah (sav) buyurmuştur ki: Dâbbetü’larz, Musa’nın âsası, Süleyman’ın mührü yanında olarak çıkacak, mühür ile müminin yüzünü parlatacak, âsa ile kâfirin burnunu kıracak, insanlar sofraya toplanacak, mümin ve kâfir tanınacak
Bu hadise göre de, dâbbe, normalin üzerinde bir kuvvet ve saltanat ile ortaya çıkıp büyük bir İslâm devleti kuracak lider olmuş oluyor Şüphe yok ki, Musa'nın asasına, Süleyman'ın mührüne sahip olan kimse, büyük bir şahsiyet olacaktır Hem de kötülerden değil, iyi ve hayırlılardan olacak, bütün müminlerin yüzünü güldürecek, kâfirlerin burnunu kıracaktır Âyette; Onlara insanların âyetlerimize kesin bir iman getirmemiş olduklarını söyler buyrulması da bunu gerektiriyor Şu halde buna dâbbe ismi verilmesinin sebebi, onun kâfirlere karşı acımasız olacağını ve Allah Teâlâ'ya göre onun meydana çıkarılmasının zor bir şey değil, yerden normal bir dâbbe çıkarmak gibi kolay olduğunu anlatmaktır Bu konudaki bazı açıklamaları da kaydedelim:
1 İbnü Cerir’in Huzeyfe b Esîd’den rivayet ettiğine göre: Dâbbe'nin üç çıkışı vardır: Birisinde bazı çöllerde çıkar, sonra gizlenir Birisinde de, emirler kan dökerken bazı şehirlerde çıkar, yine gizlenir Sonra insanlar mescitlerin en şereflisi, en büyüğü ve faziletlisi içinde iken yeryüzü kendilerini fırlatmaya başlar Derken halk kaçışır, müminlerden bir grup kalır, bizi Allah'tan hiç bir şey kurtaramaz derler Dâbbe de onların üzerine çıkar, yüzlerini parlak yıldız gibi parlatır Sonra hareket eder, artık ne takip eden yetişebilir, ne de kaçan kurtulabilir Bir adama varır, namaz kılıyordur, vallahî sen namaz ehli değilsin der Yakalar, müminin yüzünü ağartır, kâfirin burnunu kırardedi O zaman insanlar ne halde olurdedik Arazide komşu, malda ortak, yolculuklarda arkadaş olurlardedi
2 İlim ehlinden birçokları dâbbenin ortaya çıkması, emri bi'lma'rûf (iyilikleri emir) ve nehyi ani'lmünker (kötülüklerden menetme) terk edildiği vakittir demişler
Bir ayette mealen şöyle buyrulur: “Ne zaman ki Süleyman'a ölümü hükmettik, cinlere onun ölümünü sezdiren olmadı Yalnız bir güve böceği yere dayandığı asasını yiyordu Bu sebeple Süleyman yere yıkılınca ortaya çıktı ki, cinler eğer gaybı bilir olsalar o zilletli azap içinde bekleyip durmazlardı (Sebe, 3414)
Hz Süleyman’ın (as) dayandığı asasını yiyen ağaç kurdunun veya bir güve böceğinin mahiyeti hakkında da iki görüş vardır: Bir görüşe göre burada ifade edilen kurdun, bilinen ağaç kurdu olduğudur
Diğer görüşe göre ise bu kurt, asaları yiyen bir kurtçuktur
Ayette ifade edilen dâbbenin Hz Süleyman’ın (as) bastonunu kemirerek yiyip bitirmesi gibi, AİDS mikrobu veya başka bir hastalığın da isyan ve ahlaksızlıkta haddini aşan bazı insanları kemirip eritmesi mümkündür
Peygamber Efendimiz (sav) dâbbetü'larzın meydana çıkmasını kıyamet alametlerinden birisi olduğunu bir hadisi şeriflerinde şöyle ifade etmektedir: “Onun alametlerinden biri, güneşin battığı yerden doğması ve kuşluk vakti insanların üzerine dâbbe''nin çıkmasıdır Bu alametlerden hangisi önce belirirse, ötekisi onu kısa zamanda takip edecektir (Müslim, Fiten, 118; İbn Hanbel, Müsned, II, 201)
Bediüzzaman Hazretleri de bu konuda şöyle buyurur:
“Amma Dabbetül Arz: Kuran’da gayet mücmel bir işaret ve lisanı hâlinden kısacık bir ifade, bir tekellüm var Tafsili ise; ben şimdilik, başka meseleler gibi kat'î bir kanaatle bilemiyorum Yalnız bu kadar diyebilirim: (Laye’lemulğaybeillallah) Nasılki kavmi Firavun'a çekirge âfâtı ve bit belasıve Kâbe tahribine çalışan Kavmi Ebrehe'ye Ebabil Kuşlarımusallat olmuşlar Öyle de: Süfyan'ın ve Deccalların fitneleriyle bilerek, severek isyan ve tuğyana ve Ye'cüc ve Me'cüc'ün anarşistliği ile fesada ve canavarlığa giden ve dinsizliğe, küfür küfrana düşen insanların akıllarını başlarına getirmek hikmetiyle, arzdan bir hayvan çıkıp musallat olacak, zîr ü zeber edecek Allahu a'lem, o dabbe bir nev'dir Çünki gayet büyük bir tek şahıs olsa,her yerde herkese yetişmez Demek dehşetli bir taifei hayvaniye olacak Belki?????? ???????? ????????? ???????? ??????????? âyetinin işaretiyle, o hayvan, dabbetül arz denilen ağaç kurtlarıdır ki; insanların kemiklerini ağaç gibi kemirecek, insanın cisminde dişinden tı
rnağına kadar yerleşecek Mü’minler iman bereketiyle ve sefahet ve sû'i istimalâttan tecennübleriyle kurtulmasına işareten, âyet, iman hususunda o hayvanı konuşturmuş (Nursî, Şuâlar, Beşinci Şuâ)
Bediüzzaman Hazretleri müminlerin iman bereketiyle ve sefahatten içtinap etmeleriyle böyle bir duruma düşmeyeceklerini özellikle vurgulamaktadır Öyle ise asrımızın en dehşetli ve en büyük tehlikesi olan sefahat yangınına karşı, takva kalasına sığınmak lazımdır
Evet, günahların her taraftan sel gibi hücum ettiği günümüzde, nefsi emmarenin tehlikesinden, aldatıcı ve cazibedar hevesatın hücumundan kurtulmanın yegâne çaresi, iffet, edep, hayâ ve takva dairesinde yaşamaktır Zira nefisle cihadın en kısa yolu takvadır
Ulvî maksatlar için yaratılan insan, bu imtihan yeri olan dünyaya sadece yemek, içmek ve zevk etmek için gönderildiğini zannedip, helal dairesindeki keyfi kâfi görmeyerek, her türlü ahlaksızlığı işlemekte ve sefahat bataklığında sürünmektedir
İman, marifet, muhabbet, ibadet, takva, adalet ve istikamet gibi ulvi seciyelerden mahrum olan bir cemiyetten sefahat ve fuhşiyat gibi her türlü fenalık zuhur eder; memleketleri yıkar, aileleri tarumar eder, haysiyet ve şerefleri silip süpürür ve fert ve cemiyetin dünya ve ahiret hayatını zehirler
Evet, ahlaksızlık ve hayâsızlıkta haddini aşan ve sefahat bataklığında boğulan geçmiş bazı ümmetler ve kavimler bir çok elim azaba, bela ve musibetlere duçar olmuşlardır Bunlardan ders alınması bir ayette şöyle ifade buyrulur: “De ki, yeryüzünde gezin dolaşın da, daha öncekilerin akıbetleri nice oldu görün ( Rum, 3042)
Mazide edep ve hayâsızlığa sukut etmiş ve ahlaksızlık çukuruna düşmüş olan birçok asi kavimlere Cenâbı Hakk’ın vurduğu sillei tedip ve tazip Kur’anı Kerim’in birçok ayetinde nazara verilmektedir Bir kanser mikrobu olan sefahate, çok güçlü kavim ve imparatorlukların kudretleri dahi dayanamamıştır Bu mikrop bir cemiyete girdi mi, artık onun bünyesini kısa bir zamanda kemirir, güçsüz bırakır ve sonunda çökertir Öyle ise geçmiş kavimlerin başına gelen o elim hadiselerden ibret alıp uyanalım, edep, hayâ ve istikamet dairesinde yaşayalım ki, gadabı ilâhinin celbine vesile olmayalım
Cenabı Hakk’ın Kur’anı Kerim’de geçmiş ümmetlerin başına gelen elim hadiseleri bizlere anlatmasının hikmeti, onlardan ibret ve ders almamız içindir Firavun ve kavmini bit, çekirge ve kurbağa istila etmişti Ama onlar her defasında tövbelerini bozmuş, başlarına gelen musibetlerden ders almamış ve sonunda denizde boğulmuşlardı
Hem yine Kâbe’yi yıkmak için gelen Ebrehe ve ordusuna Cenabı Hak sürüler halinde kuşlar göndermiş, o kuşlar gaga ve ayaklarında taşıdıkları taşlarla onları perişan etmişlerdi
Hem yine, Hz Nuh’un (as) kavmini helak eden o büyük tufan, asi ve mütemerrit bir kavmi tarih sahnesinden silmişti
Evet, Cenabı Hak, insanları uyarmak ve uyandırmak için zaman zaman deprem, kasırga, açlık ve sel gibi bazı afetlerle onları ikaz etmektedir Ancak insan öyle garip ve acip bir mahluktur ki, gaflet uykusundan uyanmasını gerektiren bir çok ayet, hadis ve tarihi hadiseler varken yine de onların birçoğu bunlardan ibret alıp uyanmaz, kendini tehlikeye sürükleyecek hata ve günahlardan sakınmaz
Bu bakımdan, çeşitli bela ve musibetlere maruz kalmamak için, her mümin ve özellikle de ilim ve irfan erbabı olanlar, kanser mikrobundan daha tehlikeli olan bu asrın hastalığı “sefahate karşı büyük bir mücadele etmelidirler Aksi halde suçlularla beraber masumlar da perişan olur Nitekim bir ayette şöyle ifade buyrulur: “Ve öyle bir fitneden sakının ki, içinizden yalnızca zulüm yapanlara dokunmakla kalmaz (masumları da yakar) (Enfal, 825)
Edep ve hayâsızlıkta haddini aşan geçmiş kavimlerin başına birçok elim hadise geldiği gibi, Roma, Endülüs ve Pers gibi birçok imparatorlukları da tarih sahnesinden silip atan sefahattir Evet, tarihin şahadetiyle sabittir ki, düşmana mağlup olmuş nice milletler daha sonra güçlenerek istiklallerini elde edebilmiş, düşmanlarına galip gelebilmişlerdir Fakat ahlâksızlığa, sefahate, zulme ve adaletsizliğe mağlup olan bir milletin kendini toparlaması ve güçlenmesi mümkün olmamıştır, olamaz da Sefahat nice milletleri tarih sahnesinden silmiştir
Mesela; Romalılarda faziletin bütün güzellikleri inkişaf etmiş; gerek idarecileri ve gerek ahalisi arasında muhabbet tesis edilmişti Onlar sefahatten ve ahlaksızlıktan son derece sakınır ve faziletli yaşamayı bir şeref sayarlardı Hanımları ve gençleri son derece iffetli idi Ancak, İskender Yunanistan’ı fethedince, onlardaki ahlaksızlık ve sefahat Roma’yı istila etmeye başladı O güzel ahlâk ve faziletin yerine sefahat ve ahlaksızlık hakim oldu Aile hayatı bozuldu ve tefessüh etti O ihtişamlı Roma imparatorluğu yıkıldı ve tarih sahnesinden silinip gitti Ne kanunları ve ne de zenginlikleri onları yıkılmaktan kurtaramadı
Bediüzzaman Hazretleri şöyle buyurur:
“… gençlik gidecek Sefahette gitmiş ise, hem dünyada, hem âhirette, binler bela ve elemler netice verdiğini ve öyle gençler ekseriyetle sû'i istimal ile, israfat ile gelen evhamlı hastalıkla hastahanelere ve taşkınlıklarıyla hapishanelere veya sefalethanelere ve manevî elemlerden gelen sıkıntılarla meyhanelere düşeceklerini anlamak isterseniz; hastahanelerden ve hapishanelerden ve kabristanlardan sorunuz Elbette hastahanelerin ekseriyetle lisanı halinden, gençlik saikasıyla israfat ve sû'i istimalden gelen hastalıktan eninler, eyvahlar işittiğiniz gibi; hapishanelerden dahi, ekseriyetle gençliğin taşkınlık saikasıyla gayrı meşru dairedeki harekatın tokatlarını yiyen bedbaht gençlerin teessüflerini işiteceksiniz Ve kabristanda ve mütemadiyen oraya girenler için kapıları açılıp kapanan o âlemi berzahta ehli keşfelkuburun müşahedatıyla ve bütün ehli hakikatın tasdikıyla ve şehadetiyle ekser azablar, gençlik sû'i istimalâtının neticesi olduğunu bileceksiniz Hem nev'i insanın ekseriyetini teşkil eden ihtiyarlardan ve hastalardan sorunuz Elbette ekseriyeti mutlaka ile esefler, hasretler ile Eyvah gençliğimizi bâdi heva, belki zararlı zayi' ettik Sakın bizim gibi yapmayınızdiyecekler (Nursî, Şuâlar)
MESUT BEKİR KOPDAĞI
BİLGİSAYAR BİLİMLERİ ARABİLİM TASARIMCISI