~~Dengeyi kurun; tatlı kaçamaklar canınızı sıkmasın
2000 İlkbahar mevsimi, Ankara. Üniversiteden sınıf arkadaşlarımla öğrenci hanemde seminer ve tez çalışmaları uğruna sabahlara kadar ağır bir halde ders çalışıyorduk. Günler süren çalışmaların sona erdiği akşam, saat 22.30 civarı bilgisayarın başından kalktım, salona geçtim ve televizyonu açtım. Bir elimde televizyon kumandası, gayrısında ise meşhur bir firmanın çikolatalı gofreti varken salona giren arkadaşımla şöyle bir diyalog yaşadık:
- Ne o elindeki?
- (Saf rolünde, masumca yüzüne bakarak) Televizyon kumandası…
- Onu kastetmiyorum, sair elindeki ne?
- Hımmm, bu mu? Çikolatalı gofret.
- (Soru değil, hesap sorar gibi) Bu saatte mi yiyorsun!
- Ne var ki bunda?
- Kaç kalori aldığının farkında mısın?
- Nasıl yani? Üzerinde ne kadar kalori yazıyorsa o kadar kuvvet alıyorum. Saatle ne alakası var! Gündüz yiyince 50, gece yiyince 200 kalori mi alacağım? (Tabi bu esnada ne demek istediğini çok düzgün anlıyorum ancak iş işten geçiyor ve o gofretin son lokmasını pişmanlıkla ağzıma atıyorum)
- Elbette sana verdiği kuvvet değişmeyecek. Ama sen de çok düzgün biliyorsun ki, bu saatten sonra o enerjiyi harcayamayacaksın. Bari gündüz yeseydin. En azından gün içinde telafi etme talihin olurdu.
- Haklısın, birazdan televizyonu kapatıp yatacağım ve o güç vücudumda yağ olarak depolanacak…
O günden beri anlaşılan bir saatten sonra ağzıma pek çokça tatlı sürmedim. Ola ki yersem de alacağım enerjiyi kesinlikle hesaplayarak günlük aktivite seviyemi artırıyor ya da sonraki gün tüketeceklerimi daha hafif tutmaya çalışıyorum. Yani her şey istikrarda bitiyor.
2000 İlkbahar mevsimi, Ankara. Üniversiteden sınıf arkadaşlarımla öğrenci hanemde seminer ve tez çalışmaları uğruna sabahlara kadar ağır bir halde ders çalışıyorduk. Günler süren çalışmaların sona erdiği akşam, saat 22.30 civarı bilgisayarın başından kalktım, salona geçtim ve televizyonu açtım. Bir elimde televizyon kumandası, gayrısında ise meşhur bir firmanın çikolatalı gofreti varken salona giren arkadaşımla şöyle bir diyalog yaşadık:
- Ne o elindeki?
- (Saf rolünde, masumca yüzüne bakarak) Televizyon kumandası…
- Onu kastetmiyorum, sair elindeki ne?
- Hımmm, bu mu? Çikolatalı gofret.
- (Soru değil, hesap sorar gibi) Bu saatte mi yiyorsun!
- Ne var ki bunda?
- Kaç kalori aldığının farkında mısın?
- Nasıl yani? Üzerinde ne kadar kalori yazıyorsa o kadar kuvvet alıyorum. Saatle ne alakası var! Gündüz yiyince 50, gece yiyince 200 kalori mi alacağım? (Tabi bu esnada ne demek istediğini çok düzgün anlıyorum ancak iş işten geçiyor ve o gofretin son lokmasını pişmanlıkla ağzıma atıyorum)
- Elbette sana verdiği kuvvet değişmeyecek. Ama sen de çok düzgün biliyorsun ki, bu saatten sonra o enerjiyi harcayamayacaksın. Bari gündüz yeseydin. En azından gün içinde telafi etme talihin olurdu.
- Haklısın, birazdan televizyonu kapatıp yatacağım ve o güç vücudumda yağ olarak depolanacak…
O günden beri anlaşılan bir saatten sonra ağzıma pek çokça tatlı sürmedim. Ola ki yersem de alacağım enerjiyi kesinlikle hesaplayarak günlük aktivite seviyemi artırıyor ya da sonraki gün tüketeceklerimi daha hafif tutmaya çalışıyorum. Yani her şey istikrarda bitiyor.