iltasyazilim
FD Üye
Korkuyorum Dilim kolayca dolanıyor süslü kelimelere Büyük laflar damağımın
her yanına yapışmış gibi Dudağımdan sözler yâr yüzünden düşen yaşmak gibi
kayıveriyor göğe
Göğsünde taşıdığını bilmiyor gibi, içinde büyüttüğünü tanımıyor gibi
heceler Ayrılık sözleri dilimden eksik olmuyor Ölümü sıkça anıyorum belki
Hasret, hüzün, keder, sızı, sancı, ağrı, ölüm, ayrılık, özlem birer kelime
sadece Dile dokunduğunda acıtmıyor, kulağa vurduğunda can yakmıyor
Bunlar sözler, sadece sözler, sadece sözler Ağzımda kolayca
yankılanıyorlar Birçok kulağa çarpıyorlar Belki birkaç kalbe de iniyor
Havada asılı duruyor sesler Harflerin zincirine tutunuyor sözler Dört harf
“ölüm ve sadece iki hece “Ölüm derken, kelimenin tam ortasında dil damağa
değiyor Bitirdiğinde dudak dudağa kavuşuyor “Ölümmmm Buluşuyor dil ve
damak Isınıyor dudaklar, kavuşuyor Kolay ölüm bu kadar kolay Demesi
kolay Ya olması ölümün Ya dudakları soğutması Eşiğinde durmak son
nefesin nasıl bir tükenmişlik Nice bir yangındır ömrün bir nefese daha
yetmemesi Ölümün kendisini ruhunla hecelediğin oldu mu? Ayrılığı kıvrana
kıvrana içtin mi hiç? Hasretin tam ortasında kala kalıp zamanın kırık cam
parçaları gibi gırtlağına battığını hissettin mi?
Korkuyorum Yalancı olmaktan korkuyorum Dilimi değdirdiğim yerlere kalbimi
yetiştirememekten korkuyorum Dudaklarıma vuran sözlerin tenimde iz
bırakmadan savrulması yalancı eder mi beni? Ya her şeyimi yitirmiş ve geriye
sadece sözlerim kalmışsa? Kuru sözler, boş sözler, süslü sözler, içinde kalp
olmayan kalp sözler
Ölümün yüzüne yüzünü değdiren ne çok yüzler oldu Güldü mü ölüm onların
yüzüne? Gözleri ölümün gözleri olunca neyi gördüler? Hangi hasretler koşuştu
dudaklarına? Yarınlar var diye yarım kalmış işler, sonra söylerim diye
söylenememiş sözler, sırası değil diye gecikmiş sevmeler ölümün eşiğinde
kimbilir nasıl haykırdı? Ölüm anında susan dudak söyleyeceklerinin hepsini
söyleyememişti Ölümün kollarında açık kalan eller, sahip olunacakların
hepsini bitirmiş miydi?
Sözleri yok ölümün Ne söylüyorsa gözleriyle söylüyor Bir ölünün gözlerine
yığıyor tereddütlerin hepsini Sessizce iniveren kirpiklerin ucuna savuruyor
geç kalmışlıkların hepsi Sanki ruhunu dudakları arasındaki ince çizgiye
biriktirmiş gibi ölümler, hem hiç konuşmuyor hem hep konuşuyor
Hayat gibi değil ölüm Az konuşuyor Heceleri sessiz Sözleri keskin Benim
gibi sözlere tutunma sevdası yok ölümün Ömür boyu suskun Bir kez konuşur
ve konuştuğunda en büyük sözünü söyler Ne kadar konuşsam ve yazsam, ancak
ölümün sözünü ederim Ölümün sözü, ölümün kendisi değil Bir beden ki,
ölümün kırık hecesidir her daim Hücre hücre ölüme yazgılıdır içinde
yürüdüğüm bu gövde Zamanın her “tiktakı uzaklıkların sinsi habercisidir;
çatlaklar açar aramızda, içimizde
Hayat, aslında hep ölümü anlatır dinleyene Hayat ölümle berbat olsun diye
değildir bu Ölümün eşiğinde yaşanan bir hayat daha çok anlam arar kendine,
daha çok heyecan bulur da o yüzden Ölümü bilirsen çerçeve çizersin kendine
Bildiğin, beklediğin bir son varsa, hayatı som bir altın gibi işlemeye
koyulursun Ucunu açık sanırsan, oyalanmaya durursun, hoyratça savurursun,
oyuna dalarsın Rüyanın rüya olduğunu bile unutacak sahte bir uyanıklık
içinde uyursun Uyanamazsın
Buraya yazıyorum: en güzel, en içten yazımı öldüğümde yazmış olacağım En
sahici nasihatimi, en umulmadık haykırışımı cenazem söyleyecek sana Hayata
nokta koyduğumda yüreğine çelikten sözler dikmiş olacağım Çelikten sözler
Ezsen de unutkanlığınla, kalbinin odacıklarında bir yerde suskun bir tohum
gibi patlamayı bekleyecek Hiç beklemediğin anda çiçekler açacak, buruk
meyveler sunacak
Sen sus ey ölüm Ben sana hece hece yaklaştıkça, sen bigâne kal Ben
kelimelerle yoluna tuzak kurdukça, sen suskunlukların ardına kaç Ben ele
avuca sığdırmaya çalıştıkça seni, sen perdeler ardına saklan Sen sus ki,
bana söz söylemek kalsın Yalan sözler Kuru sözler Ağız dolusu Dil
bulaşığı Yüreksiz sözler Sözler kalsın Yalanı dilimden uzak eyle Rabbim!
her yanına yapışmış gibi Dudağımdan sözler yâr yüzünden düşen yaşmak gibi
kayıveriyor göğe
Göğsünde taşıdığını bilmiyor gibi, içinde büyüttüğünü tanımıyor gibi
heceler Ayrılık sözleri dilimden eksik olmuyor Ölümü sıkça anıyorum belki
Hasret, hüzün, keder, sızı, sancı, ağrı, ölüm, ayrılık, özlem birer kelime
sadece Dile dokunduğunda acıtmıyor, kulağa vurduğunda can yakmıyor
Bunlar sözler, sadece sözler, sadece sözler Ağzımda kolayca
yankılanıyorlar Birçok kulağa çarpıyorlar Belki birkaç kalbe de iniyor
Havada asılı duruyor sesler Harflerin zincirine tutunuyor sözler Dört harf
“ölüm ve sadece iki hece “Ölüm derken, kelimenin tam ortasında dil damağa
değiyor Bitirdiğinde dudak dudağa kavuşuyor “Ölümmmm Buluşuyor dil ve
damak Isınıyor dudaklar, kavuşuyor Kolay ölüm bu kadar kolay Demesi
kolay Ya olması ölümün Ya dudakları soğutması Eşiğinde durmak son
nefesin nasıl bir tükenmişlik Nice bir yangındır ömrün bir nefese daha
yetmemesi Ölümün kendisini ruhunla hecelediğin oldu mu? Ayrılığı kıvrana
kıvrana içtin mi hiç? Hasretin tam ortasında kala kalıp zamanın kırık cam
parçaları gibi gırtlağına battığını hissettin mi?
Korkuyorum Yalancı olmaktan korkuyorum Dilimi değdirdiğim yerlere kalbimi
yetiştirememekten korkuyorum Dudaklarıma vuran sözlerin tenimde iz
bırakmadan savrulması yalancı eder mi beni? Ya her şeyimi yitirmiş ve geriye
sadece sözlerim kalmışsa? Kuru sözler, boş sözler, süslü sözler, içinde kalp
olmayan kalp sözler
Ölümün yüzüne yüzünü değdiren ne çok yüzler oldu Güldü mü ölüm onların
yüzüne? Gözleri ölümün gözleri olunca neyi gördüler? Hangi hasretler koşuştu
dudaklarına? Yarınlar var diye yarım kalmış işler, sonra söylerim diye
söylenememiş sözler, sırası değil diye gecikmiş sevmeler ölümün eşiğinde
kimbilir nasıl haykırdı? Ölüm anında susan dudak söyleyeceklerinin hepsini
söyleyememişti Ölümün kollarında açık kalan eller, sahip olunacakların
hepsini bitirmiş miydi?
Sözleri yok ölümün Ne söylüyorsa gözleriyle söylüyor Bir ölünün gözlerine
yığıyor tereddütlerin hepsini Sessizce iniveren kirpiklerin ucuna savuruyor
geç kalmışlıkların hepsi Sanki ruhunu dudakları arasındaki ince çizgiye
biriktirmiş gibi ölümler, hem hiç konuşmuyor hem hep konuşuyor
Hayat gibi değil ölüm Az konuşuyor Heceleri sessiz Sözleri keskin Benim
gibi sözlere tutunma sevdası yok ölümün Ömür boyu suskun Bir kez konuşur
ve konuştuğunda en büyük sözünü söyler Ne kadar konuşsam ve yazsam, ancak
ölümün sözünü ederim Ölümün sözü, ölümün kendisi değil Bir beden ki,
ölümün kırık hecesidir her daim Hücre hücre ölüme yazgılıdır içinde
yürüdüğüm bu gövde Zamanın her “tiktakı uzaklıkların sinsi habercisidir;
çatlaklar açar aramızda, içimizde
Hayat, aslında hep ölümü anlatır dinleyene Hayat ölümle berbat olsun diye
değildir bu Ölümün eşiğinde yaşanan bir hayat daha çok anlam arar kendine,
daha çok heyecan bulur da o yüzden Ölümü bilirsen çerçeve çizersin kendine
Bildiğin, beklediğin bir son varsa, hayatı som bir altın gibi işlemeye
koyulursun Ucunu açık sanırsan, oyalanmaya durursun, hoyratça savurursun,
oyuna dalarsın Rüyanın rüya olduğunu bile unutacak sahte bir uyanıklık
içinde uyursun Uyanamazsın
Buraya yazıyorum: en güzel, en içten yazımı öldüğümde yazmış olacağım En
sahici nasihatimi, en umulmadık haykırışımı cenazem söyleyecek sana Hayata
nokta koyduğumda yüreğine çelikten sözler dikmiş olacağım Çelikten sözler
Ezsen de unutkanlığınla, kalbinin odacıklarında bir yerde suskun bir tohum
gibi patlamayı bekleyecek Hiç beklemediğin anda çiçekler açacak, buruk
meyveler sunacak
Sen sus ey ölüm Ben sana hece hece yaklaştıkça, sen bigâne kal Ben
kelimelerle yoluna tuzak kurdukça, sen suskunlukların ardına kaç Ben ele
avuca sığdırmaya çalıştıkça seni, sen perdeler ardına saklan Sen sus ki,
bana söz söylemek kalsın Yalan sözler Kuru sözler Ağız dolusu Dil
bulaşığı Yüreksiz sözler Sözler kalsın Yalanı dilimden uzak eyle Rabbim!