adanali
FD Üye
- Katılım
- Eki 20, 2019
- Mesajlar
- 2,792
- Etkileşim
- 0
- Puan
- 36
- Yaş
- 36
- Konum
- Adana
- Web sitesi
- bilgilihocam.com
- F-D Coin
- 69
Dinde Zorlama Yoktur ?
Dinin ruhunda ve özünde zorlama yoktur. çünkü zorlama dinin ruhuna zıttır.
İslam irade ve ihtiyarı esas alır ve bütün muamelelerini bu esas üzerine kurar. İkrah ile yapılan bütün amel ve fiiller ister inanç, ister ibadet ve isterse muamele açısından kat'iyyen makbul ve muteber kabul edilemez. Zaten böyle bir durum, "ameller niyetlere göredir" prensibine de uygun düşmez.
Din, kendi mes'eleleri için ikrahı caiz görmediği gibi başkalarının İslam'a girmelerini de ikrah esasına dayandırmayı hoş karşılamaz. O, muhatabını tamamen serbest bırakır. Mesela zımmiler cizye ve haracı kabul ettikten sonra, İslam dini onların hayatlarını garanti eder. Evet, İslam'da musamaha ufku bu derece geniştir.
Zaten din, zorla kabul edilebilecek veya zorla kabul ettirilebilecek bir sistem değildir. O'nda herşeyden önce iman esastır. İman ise, tamamen vicdani ve kalbe ait bir mes'eledir. Hiçbir ikrah teşebbüsü kalb ve vicdana tesir edemez. Dolayısıyla insan ancak içinden geliyorsa ve gönlü imana yatkınsa iman edebilir. Bu ma'nada da dinde zorlama yoktur.
Hz. Adem'den günümüze kadar, din hiç kimseyi dehalete zorlamamıştır. Bu mevzuda zorlama daima küfür cephesinin ahlakı olmuştur. Onlar insanları dinlerinden çıkarmak için zorlamışlardır; fakat hiçbir mü'min bir kafiri zorla müslüman yapmaya çalışmamıştır.
Burada akla, şöyle bir soru daha gelebilir. Kur'an-ı Kerim'de kıtal ve cihadın farziyetiyle alakalı birçok ayet mevcuttur. Peki bunlar bir ma'nada zorlama değil midir?
Hayır, değildir. çünkü, cihad, karşı cepheye ait zorlamayı bertaraf içindir. Böylece insanlar, İslam'ın değişmeyen bir kaidesiyle girdikleri İslam dinine kendi arzu ve iradeleriyle gireceklerdir. İşte İslam'ın farz kıldığı cihadla, böyle bir anlayışa zemin hazırlanmış olacaktır. İrade hürriyeti, İslam'ın cihad emriyle yerleşmiştir.
Bu meseleyi bir başka açıdan da şöyle bir değerlendirmeye tabi tutabiliriz:
Bu ayetin hükmü belli devrelere aittir. Belki her kemal ve zeval fasılalarının da birbirini takibinde bu devreler yine bulunacaktır; ama, hüküm sadece o devreye münhasır kalacaktır. Nitekim Kafirun suresinde bildirilen "Sizin dininiz size, benim dinim de bana" hükmü de aynı şekilde belli bir devreye mahsustur.
Bu devre ve bu dönem, meseleleri çözme ve anlatma dönemidir. Mes'eleler sözle anlatılacak ve kabulde muhatap kat'iyyen zorlanmayacaktır. Ve yine bu dönem, başkalarının dalalet ve sapıklığıyla ilgilenmeme, onları tahrik etmeme ve kendi hidayetini muhafaza ile ferdi hayatında dini tatbik etme dönemidir.Bu dönem ve devrelere ait hükümler ise, bütün zaman dilimlerine şamil değildir; tabii bu ma'nada şamil değildir. Yoksa bu hüküm artık hiçbir zaman tatbik edilmeyecek demek yanlış olur. İslam'ın her devresinde böyle bir zaman parçası -realite olarak- yaşanmıştır ve günümüzde de yaşanmaktadır.
Ancak aynı ayetin bütün zaman dilimlerini kuşatan bir hükmü daha vardır ki, bu hüküm her zaman ve zeminde geçerliliğini devam ettirecektir. O da İslam diyarındaki azınlıklara ait hükümlerdir ki, hiç kimse İslam dinine girme mevzuunda zorlanmayacaktır. Herkes kendi dini inancında serbest olacaktır.
Tarihe bir göz attığımızda açıkça görürüz ki, bizim aramızda daima Yahudi ve Hristiyanlar bulunmuştur. Batılıların bu mevzudaki itiraflarına göre, Hristiyan ve Yahudiler kendi devletlerinde bile, bizim içimizde yaşadıkları kadar aziz yaşayamamışlardır. Onlar zimmetimizi kabul ederek cizye ve haraç ödemişler; müslümanlar da onları teminat altına alıp korumuşlardır. Fakat hiç bir zaman onları İslam dinine girmeye zorlamamışlardır. Düne kadar bunların hususi mektepleri vardı ve kendilerine ait hususiyetlerin hepsini, dini ayin ve yortularına varıncaya kadar muhafaza ediyorlardı. Bizim en muhteşem devirlerimizde dahi onların yaşadığı muhite girenler, kendilerini Avrupada zannederlerdi. Hürriyetleri bu kadar genişti. Sadece bizi iğfal etmelerine imkan ve fırsat verilmemiştir. Evet, gençlerimizi ve kadınlarımızı saptırmalarına göz yumulmamıştır. Bu da bizim kendi toplumumuzu korumamızın gereğidir.
Bu kabil dinin caydırıcı bazı hükümleri, hiçbir zaman dinde zorlama değildir ve sayılmamalıdır da. Bu gibi hükümler, serbest iradeleriyle dine girenlere aittir ki, onlar da zaten bu hükümleri kabul etmekle İslam'a girmişlerdir. Mesela, bir insan, İslam dininden irtidat ederse ona mürted denir ve verilen süre içinde tevbe etmezse öldürülür. Bu tamamen daha önce yapılmış bir akde muhalefetin cezasıdır. Ve tamamen sistemin muhafazasıyla alakalıdır. Devlet, belli bir sistemle idare edilir. Her ferdin hevesi esas alınacak olursa devlet idaresinden söz etmek mümkün olmaz. O'nun içindir ki bütün müslümanların hukukunu muhafaza bakımından, İslam, mürtede hayat hakkı tanımamıştır.
Ayrıca İslam dinine giren insanlar bazı şeyleri yapmakla bazılarını da yapmamakla mükellef kılınırlar. Bunun da zorlama ile bir alakası yoktur. Nasıl ki, namaza duran baliğ bir insan namaz içinde, sesli olarak gülecek olsa ceza olarak hem namazı hem de abdesti bozulur. Ve yine ihramlı bir insan, üzerindeki haşeratı öldürse veya dikişli bir elbise giyse çeşitli cezalara çarpıtırılır. Halbuki aynı insan namazın dışında gülse veya ihramsız bir zamanda bunları işlese hiçbir cezası yoktur. Aynen bunun gibi, İslam, dine girme mevzuunda kimseyi zorlamamakla birlikte, kendi iradesiyle dehalet edeni de başıboş bırakacak değildir. Elbette onun kendine göre emir ve nehiyleri olacak ve müntesiplerinden, bunlara uygun hareket etmelerini isteyecektir. Bu cümleden olarak, namazı, orucu, zekatı ve haccı emredecek; içki, kumar, zina ve hırsızlığı da yasaklayacaktır. Bu yasakları ihlal edenlere de suçlarının cinsine göre ceza verecektir ki, bütün bunların zorlama ve ikrahla hiçbir alakası yoktur.
Esasen biraz düşünüldüğünde, bu türlü caydırıcı tedbirlerin de, insanların yararına olduğu idrak edilecektir. çünkü ferd ve cemiyet böyle müeyyidelerle, dünya ve ukbalarını korumuş olacaklardır. İşte bu ma'nada dinde bir zorlama vardır. Bu da insanları zorla Cennet'e koymak istemekle aynı anlamda bir zorlamadır...
Dinin ruhunda ve özünde zorlama yoktur. çünkü zorlama dinin ruhuna zıttır.
İslam irade ve ihtiyarı esas alır ve bütün muamelelerini bu esas üzerine kurar. İkrah ile yapılan bütün amel ve fiiller ister inanç, ister ibadet ve isterse muamele açısından kat'iyyen makbul ve muteber kabul edilemez. Zaten böyle bir durum, "ameller niyetlere göredir" prensibine de uygun düşmez.
Din, kendi mes'eleleri için ikrahı caiz görmediği gibi başkalarının İslam'a girmelerini de ikrah esasına dayandırmayı hoş karşılamaz. O, muhatabını tamamen serbest bırakır. Mesela zımmiler cizye ve haracı kabul ettikten sonra, İslam dini onların hayatlarını garanti eder. Evet, İslam'da musamaha ufku bu derece geniştir.
Zaten din, zorla kabul edilebilecek veya zorla kabul ettirilebilecek bir sistem değildir. O'nda herşeyden önce iman esastır. İman ise, tamamen vicdani ve kalbe ait bir mes'eledir. Hiçbir ikrah teşebbüsü kalb ve vicdana tesir edemez. Dolayısıyla insan ancak içinden geliyorsa ve gönlü imana yatkınsa iman edebilir. Bu ma'nada da dinde zorlama yoktur.
Hz. Adem'den günümüze kadar, din hiç kimseyi dehalete zorlamamıştır. Bu mevzuda zorlama daima küfür cephesinin ahlakı olmuştur. Onlar insanları dinlerinden çıkarmak için zorlamışlardır; fakat hiçbir mü'min bir kafiri zorla müslüman yapmaya çalışmamıştır.
Burada akla, şöyle bir soru daha gelebilir. Kur'an-ı Kerim'de kıtal ve cihadın farziyetiyle alakalı birçok ayet mevcuttur. Peki bunlar bir ma'nada zorlama değil midir?
Hayır, değildir. çünkü, cihad, karşı cepheye ait zorlamayı bertaraf içindir. Böylece insanlar, İslam'ın değişmeyen bir kaidesiyle girdikleri İslam dinine kendi arzu ve iradeleriyle gireceklerdir. İşte İslam'ın farz kıldığı cihadla, böyle bir anlayışa zemin hazırlanmış olacaktır. İrade hürriyeti, İslam'ın cihad emriyle yerleşmiştir.
Bu meseleyi bir başka açıdan da şöyle bir değerlendirmeye tabi tutabiliriz:
Bu ayetin hükmü belli devrelere aittir. Belki her kemal ve zeval fasılalarının da birbirini takibinde bu devreler yine bulunacaktır; ama, hüküm sadece o devreye münhasır kalacaktır. Nitekim Kafirun suresinde bildirilen "Sizin dininiz size, benim dinim de bana" hükmü de aynı şekilde belli bir devreye mahsustur.
Bu devre ve bu dönem, meseleleri çözme ve anlatma dönemidir. Mes'eleler sözle anlatılacak ve kabulde muhatap kat'iyyen zorlanmayacaktır. Ve yine bu dönem, başkalarının dalalet ve sapıklığıyla ilgilenmeme, onları tahrik etmeme ve kendi hidayetini muhafaza ile ferdi hayatında dini tatbik etme dönemidir.Bu dönem ve devrelere ait hükümler ise, bütün zaman dilimlerine şamil değildir; tabii bu ma'nada şamil değildir. Yoksa bu hüküm artık hiçbir zaman tatbik edilmeyecek demek yanlış olur. İslam'ın her devresinde böyle bir zaman parçası -realite olarak- yaşanmıştır ve günümüzde de yaşanmaktadır.
Ancak aynı ayetin bütün zaman dilimlerini kuşatan bir hükmü daha vardır ki, bu hüküm her zaman ve zeminde geçerliliğini devam ettirecektir. O da İslam diyarındaki azınlıklara ait hükümlerdir ki, hiç kimse İslam dinine girme mevzuunda zorlanmayacaktır. Herkes kendi dini inancında serbest olacaktır.
Tarihe bir göz attığımızda açıkça görürüz ki, bizim aramızda daima Yahudi ve Hristiyanlar bulunmuştur. Batılıların bu mevzudaki itiraflarına göre, Hristiyan ve Yahudiler kendi devletlerinde bile, bizim içimizde yaşadıkları kadar aziz yaşayamamışlardır. Onlar zimmetimizi kabul ederek cizye ve haraç ödemişler; müslümanlar da onları teminat altına alıp korumuşlardır. Fakat hiç bir zaman onları İslam dinine girmeye zorlamamışlardır. Düne kadar bunların hususi mektepleri vardı ve kendilerine ait hususiyetlerin hepsini, dini ayin ve yortularına varıncaya kadar muhafaza ediyorlardı. Bizim en muhteşem devirlerimizde dahi onların yaşadığı muhite girenler, kendilerini Avrupada zannederlerdi. Hürriyetleri bu kadar genişti. Sadece bizi iğfal etmelerine imkan ve fırsat verilmemiştir. Evet, gençlerimizi ve kadınlarımızı saptırmalarına göz yumulmamıştır. Bu da bizim kendi toplumumuzu korumamızın gereğidir.
Bu kabil dinin caydırıcı bazı hükümleri, hiçbir zaman dinde zorlama değildir ve sayılmamalıdır da. Bu gibi hükümler, serbest iradeleriyle dine girenlere aittir ki, onlar da zaten bu hükümleri kabul etmekle İslam'a girmişlerdir. Mesela, bir insan, İslam dininden irtidat ederse ona mürted denir ve verilen süre içinde tevbe etmezse öldürülür. Bu tamamen daha önce yapılmış bir akde muhalefetin cezasıdır. Ve tamamen sistemin muhafazasıyla alakalıdır. Devlet, belli bir sistemle idare edilir. Her ferdin hevesi esas alınacak olursa devlet idaresinden söz etmek mümkün olmaz. O'nun içindir ki bütün müslümanların hukukunu muhafaza bakımından, İslam, mürtede hayat hakkı tanımamıştır.
Ayrıca İslam dinine giren insanlar bazı şeyleri yapmakla bazılarını da yapmamakla mükellef kılınırlar. Bunun da zorlama ile bir alakası yoktur. Nasıl ki, namaza duran baliğ bir insan namaz içinde, sesli olarak gülecek olsa ceza olarak hem namazı hem de abdesti bozulur. Ve yine ihramlı bir insan, üzerindeki haşeratı öldürse veya dikişli bir elbise giyse çeşitli cezalara çarpıtırılır. Halbuki aynı insan namazın dışında gülse veya ihramsız bir zamanda bunları işlese hiçbir cezası yoktur. Aynen bunun gibi, İslam, dine girme mevzuunda kimseyi zorlamamakla birlikte, kendi iradesiyle dehalet edeni de başıboş bırakacak değildir. Elbette onun kendine göre emir ve nehiyleri olacak ve müntesiplerinden, bunlara uygun hareket etmelerini isteyecektir. Bu cümleden olarak, namazı, orucu, zekatı ve haccı emredecek; içki, kumar, zina ve hırsızlığı da yasaklayacaktır. Bu yasakları ihlal edenlere de suçlarının cinsine göre ceza verecektir ki, bütün bunların zorlama ve ikrahla hiçbir alakası yoktur.
Esasen biraz düşünüldüğünde, bu türlü caydırıcı tedbirlerin de, insanların yararına olduğu idrak edilecektir. çünkü ferd ve cemiyet böyle müeyyidelerle, dünya ve ukbalarını korumuş olacaklardır. İşte bu ma'nada dinde bir zorlama vardır. Bu da insanları zorla Cennet'e koymak istemekle aynı anlamda bir zorlamadır...