iltasyazilim
FD Üye
YAŞAMAK İÇİN DUA, YAŞATMAK İÇİN DUA
Ebubekir Sifil
“Duanız olmadıktan sonra Rabbim sizi neylesin? (Furkan Suresi, 77 ayet)
***
İnsanın kendi acziyetini, Alemlerin Sahibi’nin sonsuz kudretini idraki ve itirafıdır dua
Bize bizden yakın olana, bizi bizden iyi bilene teslim olmakır dua
İçimizde saklı dünyayı, dışımızdaki kainatı her an görüp gözeten Yüce Yaratıcı'nın huzurunda olmaktır dua
Yürekten kopup gelen niyaz, edeple eğilen baş ve gözden süzülen bir damla yaştır dua
Sonsuz kudret ve merhamet sahibinin kapısında heyecan ve umutla bekleyiştir dua
Kurumuş dudakların, rahmet ve lütuf pınarlarından içmeye iştiyakıdır dua
Karşılıksız, sınırsız verilmiş nimetlere teşekkürdür dua
Dostun dostla, sevenin sevgiliyle muhabbetidir dua
En mahrem sırları Padişahlar Padişahı’na açabilmektir dua
Dünya gurbetinden gerçek sılaya yöneliştir dua
Seher vakitlerinin kandili, hak yolcusunun menzilidir dua
İslâm olmaktır, mümin olmaktır, özgür olmaktır, kul olmaktır dua
“Ey Rabbim! Senden başka ilâh yok Seni her türlü kusur ve eksiklerden tenzih ederim Ben, kendine zulmedenlerden oldum
“Ey Rabbimiz! Hata eder veya unutursak bizi sorumlu tutma
Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme
Ey Rabbimiz! Güç yetiremiyeceğimiz şeylerle bizi yükümlü tutma
Bizi affet Kusurlarımızı bağışla Bize merhamet et Sensin bizim mevlâmız
***
Sözlükte “birisini çağırmak, birisinden bir şey istemek, birisini bir şeye sevketmek, niyaz, nida, yalvarış, namaz, salavat gibi anlamlara gelen “dua kelimesi, kavram olarak “kulun, Allah Tealâ'dan, talepte bulunması, bir şey dilemesi manasında kullanılır
Günümüzde her ne kadar insan “dilediğini, dilediği zaman ve dilediği biçimde yapabilen canlı olarak tanımlansa da, insanoğlu hiçbir zaman böyle “mutlak bir kudrete sahip olmamıştır
Dua: İlahi İradenin Farkında Olmak
Evet, insanda bir “dileme kudreti vardır Ancak insanın bir işi, bir faaliyeti gerçekleştirebilmesi için sadece “dilemesi yeterli değildir Birbiri peşinden gelen ve birbirine bağlı olan bir dizi sürecin varlığı şarttır Şöyle ki:
İnsan, kendisinde bulunan “dileme kudreti ile bir işi yapmayı diler
Eğer Allahu Tealâ da o insanın o işi yapmasını murad etmiş ise;
İnsanda da o işi yapma gücü mevcut ise, o zaman o iş hayata geçer, vücut bulur Birbirine bağlı bu üç süreçten birisi eksik ise, o iş gerçekleşmez
Mesela eğer bir insanda kitap okumayı dilemebilinç ve kudreti yoksa, veya Allahu Tealâ o an o kişinin kitap okumasını murad etmemiş ise, yahut o insanda kitap okuma faaliyetini gerçekleştirecek güç (görme, idrak gücü vs) ve bunun için gerekli organlar yok ise, o kişinin kitap okuma faaliyetini hayata geçirmesi mümkün olmayacaktır
Demek ki, günlük hayatımızda yapıp durduğumuz en tefarruat işlerde bile ilâhî iradenin tecellisi var O irade olmadan nefes alıpvermek bile mümkün değil
İşte o iradeyi hatırlamak, gerçek kudretin sahibinin farkında olmak dua O’nu unutmak, kudreti kendimizde mal etmek ise duasızlık
Bir işin meydana gelmesi için, sadece o işi yapmak niyetinde olan insanın dilemesinin yeterli olmayacağı Kur'an'da şöyle ifade buyurulur: “Hiçbir şey için, ‘yarın ben bunu yapacağım’ deme Ancak ‘Allah dilerse yapacağım’ de (Kehf2324)
Diğer taraftan günlük hayattaki iş ve faaliyetlerimizin hepsinin “kitap okumak gibi basit eylemlerden ibaret olmadığını söylemeye lüzum yok Bazen öyle zamanlar olur ki, kendi güç ve kudretimiz de dahil olmak üzere, bir işi gerçekleştirebileceğimize dair görünür bir sebep, hatta bir işaret dahi bulunmaz Ama biz yine de olmasını istediğimiz o iş için mutlak kudret sahibi olan ve gücü her şeye yeten Yüce Yaratıcı'ya yönelir, el açar, tazarru ve niyazda bulunuruz da, yağmurlu bir havada gökyüzünü kaplamış bulutların arasından güneşin aniden yüzümüze gülüvermesi, içimizi ısıtıvermesi gibi birden kapımız çalınır, telefonumuz çalar veya bir “dosta rastlarız
Aslında o kapıyı veya telefonu çaldıran da, o dostu karşımıza çıkaran da, bize şah damarımızdan daha yakın olan ve yüreğimizden kopup dilimizden dökülen yalvarışları, sığınışları hakkıyla işitip, bize karşılık veren Yüce Allah’tır
O, Kendisinden İsteyeni Sever
Mü'min bilir ki, “insan olarak, “kul olarak acizdir, muhtaçtır; gücü ancak istemeye yeter Bilir ki Yüce Yaratıcı “Ganîdir, lütuf, kerem ve ihsan sahibidir, cömerttir Ve yine bilir ki, yöneldiği Rabbi, bu yönelişi sever, kendisinden istenmesinden hoşnut olur Kendisinden istiğna edilmesinden, kendisine muhtaç olunmadığı anlamına gelecek tavırlar sergilenmesinden ise hoşlanmaz, gazaplanır
Dua'nın mü'min kulun hayatındaki önemini, “Dua ibadetin ta kendisidir (Tirmizî, Ebu Davud) ve “Dua ibadetin özüdür(Tirmizî) buyurarak özetleyen Peygamber AS Efendimiz, kulun duasının Yüce Allah nezdindeki önem ve anlamını da şöyle ifade eder:
“Kim Allah'tan dilekte bulunmaz, istemezse, Allah ona öfkelenir (Ahmed b Hanbel, Tirmizî, İbnu Mâce),
“Allah'ın fazl u kereminden isteyin Zira Yüce Allah, kendisinden istenmesini sever (Tirmizî)
Dua, Acziyetin İtirafıdır
Kulun Allahu Tealâ'dan birşey istememesinin O’nu neden gazaplandırdığı ilk bakışta anlaşılamayabilir Ancak Yaratıcı ile yaratılan arasındaki ilişki ve yaratılanın Yaratıcı karşısındaki konumu üzerinde biraz düşündüğümüzde, buradaki inceliği keşfetmemiz zor değildir
Her şeyden önce insan, anlatmaya çalıştığımız gibi mutlak manada kendisine yetebilen ve kendi varlığı da dahil olmak üzere eşya ve olaylar üzerinde mutlak belirleyici kuvvete sahip bir varlık değildir Kalbinin çalışması, kalbin pompaladığı kanın vücudundaki bütün hücrelere dağılması ve temizlenmek için geri toplanması, soluk alıp vermesi gibi bedensel faaliyetleri üzerinde bile tasarruf gücü bulunmayan insanoğlu, şeytanın ve şeytanî düşünce biçimlerinin aldatmasıyla kendisini bu evren üzerinde herşeyden müstağni ve bağımsız görmeye başladığı anda azgınlaşmaya, tuğyana ve dalâlete doğru gidiyor demektir
Bu, insanoğlunun, kendisinde “ilâhî bazı güç ve özellikler vehmetmesi demektir Tıpkı bugünün insanının, uzaya çıkmakla, genlerin şifresini çözmeye başlamakla veya birtakım hastalıkların şifasını keşfetmekle kendisinde vehmettiği güç ve yetiler gibi
İşte bu durum, azgınlığa, dalâlete ve yeryüzünde ilâhî sınırları tanımama azgınlığına sapma durumudur ki, insana, “kainatın tek hakimi olduğunu fısıldayan şeytanî bir tuzaktır
Böyle bir haleti ruhiye içinde bulunan insan, elbette kendisini Yaratıcı'dan müstağni sayacak, O'nun huzurunda aczini itirafı küçüklük görecek ve O'na dua etmeyi, yalvarmayı, tazarruda bulunmayı kendi “şanına yakıştırmayacaktır!
Böyle bir isyan, tuğyan ve tekebbür halinin Alemlerin Sahibi’ni gazaplandırmasından daha doğal ne olabilir?
Kendi biyolojik varlığı üzerinde, bir çiçeğin açmasında, toprağa düşen yağmurla bir tomurcuğun patlamasında, güneşin doğmasında, yıldızların ışımasında ve evrendeki muhteşem düzen ve dengenin kusursuz yürüyüşünde hiçbir zaman en küçük bir tasarrufu ve belirleyiciliği bulunmamış ve bulunamayacak olan insanoğlunun, haddini aşarak azgınlaşması ve kendisinde, adı konmamış bir ilâhlık vehmetmesi elbette gayreti ilâhiyyeye dokunacaktır!
İşte insanın duayı terketmesi, Yaratıcı ile ilişkisini kesmesi ve O'na muhtaç olmadığı vehmine kapılması anlamına geldiği için Yüce Allah'ı gazaplandırır
Bu sebeple Yüce Rabbimiz, “kendisine yalvararak, kendisinden korkarak ve umarak dua etmemizi istemekte ve duayı gizlice yapmamızı tavsiye buyurmaktadır (Araf5556)
Bir diğer ayette ise: “Ve Rabbiniz buyurdu ki: Bana dua edin, duanızı kabul edeyim Şüphesiz kibirlenerek bana kulluktan uzaklaşanlar, aşağılık kimseler olarak cehenneme gireceklerdir (Mümin 60) buyurulur
Kulun duası ile ilâhî rahmet arasında doğrudan ve sıkı bir ilişki vardır Duayı terk eden kimse, kendisini ilâhî rahmetten mahrum etmiş demektir İlâhî rahmetten mahrum olan kimsenin de duadan nasibi olmaz
Peygamber AS Efendimiz bu ilişkiyi şu şekilde ifade buyurur: “Sizden kime dua kapısı açıldı ise, ona rahmet kapıları açılmış demektir (Tirmizî)
Yaratıcı İle Sürekli irtibat Hali
Yaratıcı ile insan arasında gerçek bir “iletişim bulunduğunun en canlı ve somut yansımasının dua olduğunu söylersek yanlış olmaz Bizler, sadece başımıza gelen bir sıkıntının gitmesi veya yapmak istediğimiz bir işin gerçekleşmesi için dua etmeyiz İleride başımıza gelebilecek sıkıntıların gelmemesi veya bize isabet etmeyebilecek iyiliklerin isabet etmesi için de dua ederiz Aynı şekilde, geçmişte bir anlık gafletle işlediğimiz hatalardan tevbe veya geçmişte yaşadığımız güzelliklerin şükrünü eda anlamında da dua, vazgeçilmez sığınağımızdır
Nitekim Rasuli Ekrem AS Efendimiz, “Şüphesiz ki dua, hem başa gelen, hem de henüz gelmemiş olan şeylere faydalıdır Bunun için dua etmek suretiyle Allah'a ibadet edin (Tirmizî) buyurur
Yaratıcı ile kul arasındaki bu iletişimin mahiyetini ve önemini, hadis kitaplarımızdaki “Deavât bölümleri ile, dua konusunda ulemamız tarafından “edDe'avât, “elEzkâr adıyla yazılmış müstakil kitaplarda yer alan hadis rivayetlerinin çeşitliliği en çarpıcı biçimde gösterir
Bütün bu rivayetlerde küfürden korunup, iman ve hidayet üzere bulunmayı istemek için okunması tavsiye buyurulan dualardan tutun, tuvalete girerkençıkarken, abdest alırken, yatağa girerken, yolculuğa çıkarken, eve dönerken, alışverişe başlarken, namaz, oruç, hac, zekât gibi ibadetleri ifa etmeden önce ve ifa ettikten sonra, bir bela ve sıkıntı ile karşılaştığımızda, ondan kurtulduğumuzda, rızık istemek için, borçtan kurtulmak için, hastalandığımızda ve hastalıktan kurtulduğumuzda, elbise giyerken, yemeğe başlarken ve sofradan kalkarken, nikâhlanırken, misafirliğe gittiğimizde, gece karanlığı bastırdığında, sabaha çıktığımızda, korktuğumuzda, sevindiğimizde, gamlandığımızda okunacak dualar, adeta ömrümüzün her anını ve günlük hayatımızın her safhasını, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Yüce Yaratıcı'nın yanıbaşımızda bulunduğu hissi ile yaşamamızın yolunu, yöntemini gösterir
Yüce Allah Kur'an'da bize “şah damarımızdan daha yakın olduğunu haber verir (Kâf16) ve şöyle buyurur: “Dua eden bana dua ettiği zaman, onun duasına karşılık veririm (Bakara186)
Resulullah AS Efendimiz, müminin günlük hayatında Allahu Tealâ ile irtibatını sağlayan duanın yerini vurgulamak için şöyle buyurur: “Sizden her biriniz, Rabbi’nden bütün ihtiyaçlarını istesin Hatta ayakkabısının bağı koptuğunda onu bile istesin! (Tirmizî)
MÜMİN ve BUNALIM
Mümin kulun Yüce Yaratıcı ile irtibatı öyle kalıcı ve sağlamdır ki, hayatındaki hiçbir kırılma noktası onu Rabbi'nden uzaklaştırmaz Aksine O'na daha da yaklaştırır
Rabbi ile irtibatı kuvvetli olmayan insan, önemli bir konuda bir tercih yapmak durumunda kaldığında gerginleşir, strese girer İyi bir mümin ise böyle bir durumda “istihare duası okur
Günümüzde çoğu insan, başına bir sıkıntı geldiğinde bunalıma girer, içkiye veya yatıştırıcı ilaçlara sığınır Hakiki mümin ise böyle durumlarda “salâtı tefriciye okur
Birçok insan, bir işin sonucu istediği gibi olmadığında isyan eder, lânet okur Mümin ise tevekkül eder ve “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûndiyerek kendisi için mutlaka bir hayır bulunduğunu düşünür
Ve mümin, bir haceti, sıkıntısı olduğunda “hacet duası okur ve hacet namazı kılar
Müminin hayat tarzı bellidir: Gücünün yettiği tedbirleri alır ve Alemlerin Rabbi’ne sığınır Yaşadığı her olay onun için bunalım ve stres kaynağı değil, Yüce Allah’la bir irtibat sebebidir Yani dua için bir vesile
Sözlükte “birisini çağırmak, birisinden bir şey istemek, birisini bir şeye sevketmek, niyaz, nida, yalvarış, namaz, salavat gibi anlamlara gelen “dua kelimesi, kavram olarak “kulun, Allah Tealâ'dan, talepte bulunması, bir şey dilemesi manasında kullanılır
Günümüzde her ne kadar insan “dilediğini, dilediği zaman ve dilediği biçimde yapabilen canlı olarak tanımlansa da, insanoğlu hiçbir zaman böyle “mutlak bir kudrete sahip olmamıştır
YARDIM KAPILARI NASIL AÇILIR?
Hz Ömer RA halife olup insanların idare ve terbiye işini üstlenince, adeta bütün müminler adına ağlama görevini de üzerine almıştı Derdi olan ona gelir, o da bu dertleri bildiği bütün tedbirleri kullanarak çözmeye çalışırdı Aciz kaldığı işleri de Alemlerin Rabbi’ne arz ederdi Bu arada yaptığı en önemli şey ağlamak ve istiğfara sarılmaktı Bunları göğün kapılarını açmak ve ilâhî desteği çekmek için yapıyordu Kendini aşan her haceti böyle görüyordu
Bir gün kuraklık ve kıtlıktan şikayet ettiler “Tarlalarımız, hayvanlarımız telef oldu diye yakındılar Yağmur için dua etmesini istediler Kabul etti ve halkı mescitte topladı Minbere çıkarak ellerini açtı ve şöyle yakarmaya başladı:
“Allahım! Bize acı Bize rahmet et!
Hiç durmadan istiğfar ediyordu
Yağmur için dua etmesini rica edenler hayret ettiler “Biz yağmur için dua talep etmiştik Oysa o hep istiğfar ediyor dediler Hz Ömer RA onlara:
“Rabbinizden mağfiret dileyin Çünkü O, çok bağışlayıcıdır Mağfiret dileyin ki, üzerinize gökten bol bol yağmur indirsin Mallarınızı ve oğullarınızı çoğaltsın Size güzel rızıklar sunan bahçeler ihsan etsin, sizin için ırmaklar akıtsın (Nuh1012) ayetini okudu ve şöyle dedi:
“Ben üzerinize göğün kapılarını açacak ve size yağmur yağdıracak asıl işi yapıyorum!
* * *
Onlar, dermanı derdi verenden istiyorlardı İçine düştükleri her türlü sıkıntı ve bunalımı önce kendi hallerini düzelterek çözmeye başlıyorlardı
Uyarı ve azabı hak eden azgın nefislerini Yüce Yaratıcı’ya şikayet ediyor, O'ndan özür diliyorlardı İnsan düzelmeden hiçbir şeyin düzelmeyeceğini biliyorlardı
Günahta israr eden bir nefsin, nimetler içinde yüzmesini hayırlı bir hal değil, gizli bir felaket olarak görüyorlardı Allah'tan imkanların da hayatın da hayırlısını istiyorlardı
Bugüne gelince; acaba biz, kendimiz için dert olan şeylere derman diye sarılıyor olabilir miyiz?
KALPLERDEN GÖKLERE Muhammed Emin Gül
Murat Hafızoğlu
Kainatın kalbi ve ilâhî hükümlerin icra makamı olan Arşı Azam, duaların yükseldiği ve kabul edildiği yerdir Her kul için semada Arş'a açılmış kapılar vardır Tevbe kapısı, dua kapısı, rahmet kapısı, rızık kapısı, amellerin arz kapısı gibi Bu kapılar insan ölene kadar kapanmaz Yeter ki insan, bu kapılardan içeri girmesini bilsin
Dua, ilâhî huzura sunulan bir dilekçe gibidir Dua, kulun gönlünü ve derdini Yüce Rabbine açmasıdır Ve arz edildiği makama uygun olan her dua muhakkak kabul edilir
Duaların arz edildiği makama uygunluğu derken, işin usül ve adabından söz etmiş oluyoruz Bunlar manevi edepler ve zahiri edepler olarak ikiye ayrılır Duanın Cenabı Mevlâ katında kabulü
için önce manevi usül ve adaba dikkat etmek gerekir Zira manevi edepler duanın özü, ruhu gibidir ve kalple ilgilidir Zahiri usül ve adabın, ancak manevi edeplere uyulduğunda bir mana ifade edeceğini unutmamamız gerekir
Önce Samimiyet ve İçtenlik
Duanın manevi edeplerini şöyle özetleyebiliriz:
İnsan, önce duasız kulluğun ve ilâhî dostluğun olmayacağını bilmelidir Dua ibadetlerin özüdür Bütün ibadetler Yüce Allah'a kulluğun bir ifadesidir Dua bu kulluğu en güzel şekilde ifade ve ispat eder Çünkü insanın her an ihtiyaç içinde olduğunu bilmesi ve muhtaç olduğu her şeyi sebepli veya sebepsiz olarak yaratacak Yüce Yaradan’a yönelmesi en büyük kulluktur Bunu bilmek ve O’na yönelmek farzdır,
Dua, ümit, sevgi ve gönül hoşluğu içinde yapılmalıdır Çünkü kendisinden bir şey istediğimiz Yüce Allah, bizim hakiki dostumuz ve sahibimizdir O bize gönlümüz kadar yakındır Kalbimiz O'na yöneldiğinde ve derdimiz dilimizden döküldüğünde bizi dinlemekte ve “ne istiyorsun kulum? diye karşılık vermektedir (Bakara186) Bize kendisinden istemeyi O emretmiştir “Benden isteyin ki size vereyim demiştir Duadan kaçanları kınamıştır Güzel kulluk ve samimi dua edenlere cenneti müjdelemiş, kibirlenip dua ve ibadetten kaçanlara cehennemi hazırlamıştır (Mümin60)
Rasululllah AS Efendimiz’in belirttiği gibi Yüce Rabbimiz öyle zengindir ki, kendisinden istendikçe hoşnut olur Kendisinden istemeyene kızar, kapısını çalmayana gazap eder Kapısı herkese açıktır Bütün kullara her istediklerini verse, hazinesinden hiçbir şey eksilmez O, affedilmek isteyeni affeder, hidayet isteyeni hidayete ulaştırır, sıhhat ve afiyet isteyeni rahatlığa kavuşturur, rızık isteyeni genişliğe çıkarır, ateşten korunmak isteyeni cehennemden uzaklaştırır Sevgi ve rızasını isteyeni rahmetiyle destekler, cennet yoluna sevkeder (Buharî Müslim, Hakim)
Kısaca kendisinden isteyeni seven, her istenene gücü yeten Yüce Rabbimiz’den bir şey isterken devamlı sevinçli, ümitli ve tevazu içinde olmalıyız Bir arifin dediği gibi, eğer Allahu Tealâ kullarına vermek istemeseydi, benden isteyiniz diye emir vermezdi
Duada samimi ve ısrarlı olmalıdır Bir kere istedim verilmedi demek yanlıştır, Allahu Tealâ'dan bir şey istemek kendi başına bir ibadettir Her ibadete en azından on sevap verilir Rasulullah AS: “İnsan, ben Allah'tan istedim de bana isteğim verilmedi demediği ve istemeye devam ettiği müddetçe, istediği kendisine verilir buyuruyor (Müslim, Tirmizî)
Dua ederken, kul kimden ne istediğini bilmelidir Yani dil ucuyla değil, kalbin içiyle dua etmelidir Çünkü kalp ile Yüce Allah arasında gafletten başka bir perde yoktur
Efendimiz AS'ın şu müjdesi duaya sarılmak için yeterlidir: “Allahu Tealâ, yeryüzünde dua eden hiçbir müslümanın isteğini boş çevirmez, muhakkak bir karşılık verir Ya kulun istediği şeyi verir, ya onun yerine kendisinden bir kötülüğü kaldırır ya da isteğinin karşılığını ahirete saklar (Tirmizî, Hakim)
Ayrıca kul şunu bilmelidir ki, Allahu Tealâ devamlı kendisine yalvaran kullarını çok sevmektedir Onun için bazen kulunun iniltili sesini dinlemek için istediği şeyi geciktirir Çünkü bu samimi yalvarmalar en güzel zikir çeşididir Bu hal ayrıca kulun acizliğini ispat etmekte ve nefsi Yüce Rabbi’ne yöneltmektedir
Demek ki kul Rabbinden bir şey ister, Rabbi onu dinler ancak verilecek şeyi O tercih eder Bu, hastanın durumuna benzer Hasta doktoruna rica eder, ondan şifa bulacağını umduğu bir şey ister Fakat doktor bazen hastanın arzu ettiğini değil, başka bir ilacı verir Çünkü hastanın şifa sebebi ondadır Kısaca, “ey Rabbim! diye yakaran hiç bir kul eli boş dönmez
Usülsüz Vusül Olmaz
Duayla ilgili bu manevi edeplerin yanı sıra, dualarımızı Arş'a yükseltecek ve ilâhî huzurda kabulüne vesile olacak diğer hususları Allah Rasulü AS’ın tavsiyeleri ışığında şöyle sıralayabiliriz:
Rasulullah AS Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Sizden biriniz dua ederken, ‘ya Rabbi! Dilersen beni mağfiret eyle, dilersen bana merhamet eyle’ demesin İstediğini, sağlamca ve kesin bir ifade kullanarak istesin Çünkü Allah'ı şu veya bu işe zorlayabilecek hiçbir kuvvet yoktur (Buharî, Müslim)
Buradan anlaşılan odur ki, mümin kul birşey dilemek için Rabbi'ne yöneldiğinde, o şeyin olmasını bütün benliğiyle istemeli, kalbinde “olmasa da olur şeklinde bir gevşeklik bulunmamalıdır
Duaya, Allah Teala'ya hamd ve sena, Rasulullah AS Efendimiz'e salât ve selam ile başlamalıdır
Efendimiz AS, bir adamın duasını duydu ve “bu adam acele etti buyurdu Sonra da onu yanına çağırtıp şöyle dedi: “Biriniz namaz kılıp arkasından dua için ellerini kaldırdığında, Allah'a hamd ve sena ile başlasın, sonra Peygamber’e salât ve selam okusun, ondan sonra istediği duayı yapsın (Tirmizî, Ebû Dâvûd, Nesâî)
Duayı, aminkelimesi ile bitirmelidir Bu kelime, “Rabbim, kabul eyle anlamına gelir
Sahabe'den birisi şöyle anlatır:
Bir gece Rasulullah AS ile dışarı çıkmıştık Israrla dua eden bir adama rastladık Rasulullah AS durup onu dinlemeye koyuldu Sonra da şöyle buyurdu: “Eğer sonunu iyi bağlarsa, istediklerini hak eder
Cemaatten birisi, “Ey Allah'ın Resulü! Duayı nasıl bitirmesi gerekir? diye sordu Allah Rasulü AS: “Amin kelimesi ile Eğer böyle bitirirse, istediği kendisine verilir buyurdu
Rasulullah AS'a soran adam, oradan ayrılıp dua eden kişinin yanına geldi ve şöyle dedi:
“Duanı Amin kelimesi ile bitir ve gözün aydın olsun (Ebû Davud)
Dua ederken elleri açarak kaldırmalıdır Rasulullah AS Efendimiz, dua ettiği zaman ellerini kaldırdığında (elbisesinin yenleri geniş olduğu için) koltuk altlarının göründüğü olurdu (Buharî)
Dua ettikten sonra elleri yüze sürmelidir Rasulullah AS Efendimiz dua için ellerini kaldırdığı vakit yüzüne sürmeden indirmez ve ashabına da böyle yapmalarını söylerdi (Ebu Davud, Tirmizî)
Alimlerimiz, dua adabı olarak bunlardan başka, yine Rasulullah AS'ın hadislerine ve uygulamasına dayanarak aşağıdaki hususları da tavsiye etmişlerdir:
Abdestli bulunmak
Namaz sonrasında dua etmek
Kıbleye yönelmek
Eğer kıtlık, umumî sıkıntı ve felaketlerin kalkması için dua ediliyorsa, elleri kaldırarak avuçların içi aşağya gelecek şekilde dua etmek ve böyle dualardan sonra elleri yüze sürmemek
Rızkını helal yollardan kazanmaya ve helal lokma yemeye titizlikle dikkat göstermek
Sünnetullah'a, yani varlığa hakim tabiat kanunlarına aykırı birşey istememek
Duada, Allah Tealâ'nın rızasına uygun olmayan şeyler talep etmemek
Şunu da ilave edelim: Mümin, kendisi, sevdikleri ve malı hakkında bedduada bulunmamalıdır Rasulullah AS Efendimiz bundan sakındırmış ve şöyle buyurmuştur:
“Kendinize beddua etmeyin! Çocuklarınıza beddua etmeyin! Hizmetçilerinize beddua etmeyin! Mallarınıza da beddua etmeyin! Çünkü o bedduanız Allah tarafından kabul edileceği bir saate rastlar da, kabul edilir (ve sonunda yine kendiniz üzülürsünüz) (Ebu Davud)
Ayrıca mümin, sadece ihtiyaç ve sıkıntı anında Rabbi'ne yönelmez Aksine, genişlik ve rahatlık içinde bulunduğu zamanlarda da duayı ihmal etmez ki, darlık ve sıkıntı zamanlarında Yüce Allah onunla birlikte olsun
Resulullah AS Efendimiz'in bu konudaki tavsiyesi açıktır:
“Kim sıkıntı ve güçlük içinde bulunduğu zamanlarda duasının kabul olunmasını isterse, bolluk ve mutluluk zamanlarında çok dua etsin (Tirmizî, Ahmed b Hanbel)
Evet, dua başlı başına bir ibadettir ve diğer bütün ibadetler gibi ancak usül ve edebine riayet edildiğinde makbul olur Arifler, “usül olmadan vusül, yani hedefe ulaşma olmaz derler Edebe dikkat etmeyene dost kapısının açılmayacağı da bilinir
Dua İçin Zaman ve Mekan Tercihi
Efendimiz AS’ın hadislerinde dua etmek için hassasiyet göstermemiz gereken zamanlar şöyle haber verilir:
Gecenin son üçte birlik kısmı
Farz namazların sonrası
Secde hali
Hac veya Umre
Ezan okunduğu vakit
Ezanla kamet arası
Namaz için kamet okunduğu zaman
Düşman karşısında iken
Yağmur yağdığı zaman
Kur'an hatminden sonra
Gözlerimiz iman hasssiyetiyle yaşardığı zaman
Bizi sadece Allah Teala'nın gördüğü tenha yerler
Kâbe'de Rükn ile Makam arası
Kabul Olunacağı Bildirilen Dualar
Rasulullah AS Efendimiz'in hadislerinde, şu kimselerin duasının reddolunmayacağı haber verilir:
Evine dönünceye kadar hacının ve gazinin duası
İyileşinceye kadar hastanın duası
Mü'min bir kimsenin, diğer mü'min kardeşi için gıyaben yaptığı dua
İftar edinceye kadar oruçlunun duası
Adaletli devlet başkanının duası
Babanın evladına duası
Esmai Hüsna, salih ameller, peygamberler ve diğer büyük zatlar ile tevessül edilerek yapılan dua
Misafirin ev sahibine duası
Mazlumun duası ve bedduası
DUA KULLUĞUN TA KENDİSİDİR Mehmet Gayretli
Kur'anı Kerim, birçok surede peygamberlerin dualarını nakleder Sanki Rabbimiz, nebilerin dualarına özellikle dikkat çekiyor gibidir Diğer taraftan hangi hadis kitabına baksanız, Efendimiz AS’dan nakledilen yüzlerce dua görürsünüz Sahabilerle ilgili anlatımlarda da böyledir Sanırsınız ki, onların sözlerinin neredeyse tamamı duadan ibaret
Dua kitapları ve hadis kaynakları, Hz Peygamber AS Efendimiz’in kalkarken, yatarken, elbisesini giyerken, evden
çıkarken, eve girerken, yerkeniçerken, kısaca her an için yaptığı bir duayı aktarırlar Hayatı duadan ibaret O bir dua peygamberi Onun kurduğu medeniyet de bir dua medeniyeti
“Ey Habibim de ki; duanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin? (Furkan77) ayeti, Hak Tealâ katında insanın gerçek değer ölçüsünü ifade etmekte O halde en kıymetli insan, en güzel dua eden, en çok yalvaran, gözyaşıyla niyaz edendir İki Cihan Serveri Efendimiz AS, adeta her adımda yaptığı dualarla o değere ulaşmada bize örneklik yapmış olmuyor mu?
Günahtan korunmuş olduğu halde sabahlara kadar, ayakları şişinceye kadar namaz kılan, sonra da ağlayarak dua eden bir peygamberimiz var Her gün yüz defa İstiğfar eden bir peygamber Her anı dua için fırsat bilen bir peygamber
“Kulluğun özü duadır, dua kulluğun ta kendisidir (Tirmizî) diyor Efendimiz Aslında kıldığımız namazlar, tuttuğumuz oruçlar, kurbanımız, zekâtımız da birer duadan ibaret Namazın arapça aslı olan “salât kelimesi, sözlük anlamı itibarıyla dua demektir Belirli zamanlarda, belirli şekillerle yapılan özel bir dua
Yani ameller fiilî dualardır En geniş anlamıyla ibadet, acziyetin idraki, Allah'ın himayesini, rahmetini, O'nun sevgisini, rızasını talep etmek demektir Bu duyguyu yansıtmayan bir secde ne işe yarar ki?
Hz Peygamber AS Efendimiz’in Taif yolculuğunda başına gelenlerden sonra yaptığı duayı hiç okudunuz mu? Yusuf’unu kaybeden Hz Yakub AS'ın “gamımı ve kederimi ancak Allah'a arzederim niyazındaki gönül inceliğini görürsünüz o duada Mübarek başlarından akan kanlar sanki gözlerinden geliyormuşçasına şöyle yalvarıyordu;
“Ya Rabbi! Kuvvetimin zaafa uğradığını, çaresiz kaldığımı, halkın nazarında hor görüldüğümü ancak sana arzederim, ancak sana şikayet ederim Ey merhametlilerin en merhametlisi! Herkesin hor görüp de dalına bindiği çaresizlerin rabbi sensin! İlâhî! Huysuz, yüzsüz bir düşman eline beni düşürmeyecek, hatta hayatımın dizginlerini eline verdiğin akrabadan bir dosta bile bırakmayacak kadar beni esirgersin Allahım, yeter ki gazabına uğramayayım, çektiğim mihnetlere, belalara aldırmam Fakat senin af ve himayen, bana bunları da göstermeyecek kadar geniştir Allahım! Gazabına uğramaktan, rızandan uzak düşmekten, senin o karanlıkları pırıl pırıl aydınlatan, dünya ve ahiret işlerinin medarı salâhı yüzünün nuruna sığınırım İlâhi, sen razı oluncaya kadar işte affını diliyorum Her kuvvet ve kudret ancak seninle kaimdir
Rahmet Peygamberinin yalvarışıdır bu O’nun gönül dünyasını yansıtan yalvarışı O biliyordu ki, kendisi herşeyden önce bir kuldu
Kul deyince aklınıza ne gelir? Şöyle düşünürüm ben: Her şeyiyle annesinin şefkatine muhtaç haylaz bir çocuk vardır ya hani İşittiği azardan, hatta yediği dayaktan sonra, iki gözü iki çeşme yine anne diye ağlar, yine ona koşup sarılır ya İşte kul da böyledir Birazcık şefkati olan anne, o gözyaşına, o mahzun bakışa nasıl dayanabilir? Bu sefer anne başlar çocuğunun gönlünü almaya, saçlarını okşamaya, göz yaşlarını silmeye Kul o anneden daha şefkatli Rabbi’ne yakarmaya başladığında, O da meleklere karşı onunla övünür, başını okşar gibi
Bir hadisi şerif vardır Hz Peygamber AS Efendimiz buyururlar: “Allah'a yemin ederim ki, eğer sizler günah işlemiyor olsanız, Allah sizi giderip yerinize günah işleyen bir topluluk getirir de, onlar Allah'a yalvarırlar, mağfiret dilerler; Allah da onları affeder (Müslim, Tirmizî)
İstenen kulun yaramazlık yapmamasıdır Ancak yapsa da yapmasa da kula yaraşan, her halükârda boynu bükük, gözü yaşlı, kalbi melül olmasıdır İşte Efendimiz bunun için her gün istiğfar ediyor, her vesileyle duaya sarılıyordu O’nun bu mübarek hadisi şeriflerini, “Duanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin? ayetiyle birlikte düşünmek gerekir
Günümüz ariflerinden biri “insan gönülden ibarettir diyor; “gerisi sadece şekil ve surettir, başka bir şey değil! Rabbimiz de, “sizi de yaptıklarınızı da Allah yarattı buyuruyor Yaptığımız her şeyi Allah yarattıysa, bizim sorumluluğumuzun sebebi nedir o halde? Elbette gönlümüz, kalbimiz ve ondaki cüz’î irademiz O iradenin yapabildiği tek şey var: istemek, dua etmek “Bana dua edin, kabul edeyim İbadetten geri duranlar hiç şüphesiz zillet içinde cehenneme gireceklerdir (Mümin60) ayetindeki “ibadeti, Efendimiz AS “duanın ta kendisi diye tefsir buyuruyorlar (Tirmizî, Ebu Davud)
Dua, varlık sebebimiz Dua, görünürgörünmez bütün düşmanlarımıza karşı en etkili silahımız Dua, bizi biz yapan tek şey Dua, her şeyimiz
Ebubekir Sifil
“Duanız olmadıktan sonra Rabbim sizi neylesin? (Furkan Suresi, 77 ayet)
***
İnsanın kendi acziyetini, Alemlerin Sahibi’nin sonsuz kudretini idraki ve itirafıdır dua
Bize bizden yakın olana, bizi bizden iyi bilene teslim olmakır dua
İçimizde saklı dünyayı, dışımızdaki kainatı her an görüp gözeten Yüce Yaratıcı'nın huzurunda olmaktır dua
Yürekten kopup gelen niyaz, edeple eğilen baş ve gözden süzülen bir damla yaştır dua
Sonsuz kudret ve merhamet sahibinin kapısında heyecan ve umutla bekleyiştir dua
Kurumuş dudakların, rahmet ve lütuf pınarlarından içmeye iştiyakıdır dua
Karşılıksız, sınırsız verilmiş nimetlere teşekkürdür dua
Dostun dostla, sevenin sevgiliyle muhabbetidir dua
En mahrem sırları Padişahlar Padişahı’na açabilmektir dua
Dünya gurbetinden gerçek sılaya yöneliştir dua
Seher vakitlerinin kandili, hak yolcusunun menzilidir dua
İslâm olmaktır, mümin olmaktır, özgür olmaktır, kul olmaktır dua
“Ey Rabbim! Senden başka ilâh yok Seni her türlü kusur ve eksiklerden tenzih ederim Ben, kendine zulmedenlerden oldum
“Ey Rabbimiz! Hata eder veya unutursak bizi sorumlu tutma
Ey Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme
Ey Rabbimiz! Güç yetiremiyeceğimiz şeylerle bizi yükümlü tutma
Bizi affet Kusurlarımızı bağışla Bize merhamet et Sensin bizim mevlâmız
***
Sözlükte “birisini çağırmak, birisinden bir şey istemek, birisini bir şeye sevketmek, niyaz, nida, yalvarış, namaz, salavat gibi anlamlara gelen “dua kelimesi, kavram olarak “kulun, Allah Tealâ'dan, talepte bulunması, bir şey dilemesi manasında kullanılır
Günümüzde her ne kadar insan “dilediğini, dilediği zaman ve dilediği biçimde yapabilen canlı olarak tanımlansa da, insanoğlu hiçbir zaman böyle “mutlak bir kudrete sahip olmamıştır
Dua: İlahi İradenin Farkında Olmak
Evet, insanda bir “dileme kudreti vardır Ancak insanın bir işi, bir faaliyeti gerçekleştirebilmesi için sadece “dilemesi yeterli değildir Birbiri peşinden gelen ve birbirine bağlı olan bir dizi sürecin varlığı şarttır Şöyle ki:
İnsan, kendisinde bulunan “dileme kudreti ile bir işi yapmayı diler
Eğer Allahu Tealâ da o insanın o işi yapmasını murad etmiş ise;
İnsanda da o işi yapma gücü mevcut ise, o zaman o iş hayata geçer, vücut bulur Birbirine bağlı bu üç süreçten birisi eksik ise, o iş gerçekleşmez
Mesela eğer bir insanda kitap okumayı dilemebilinç ve kudreti yoksa, veya Allahu Tealâ o an o kişinin kitap okumasını murad etmemiş ise, yahut o insanda kitap okuma faaliyetini gerçekleştirecek güç (görme, idrak gücü vs) ve bunun için gerekli organlar yok ise, o kişinin kitap okuma faaliyetini hayata geçirmesi mümkün olmayacaktır
Demek ki, günlük hayatımızda yapıp durduğumuz en tefarruat işlerde bile ilâhî iradenin tecellisi var O irade olmadan nefes alıpvermek bile mümkün değil
İşte o iradeyi hatırlamak, gerçek kudretin sahibinin farkında olmak dua O’nu unutmak, kudreti kendimizde mal etmek ise duasızlık
Bir işin meydana gelmesi için, sadece o işi yapmak niyetinde olan insanın dilemesinin yeterli olmayacağı Kur'an'da şöyle ifade buyurulur: “Hiçbir şey için, ‘yarın ben bunu yapacağım’ deme Ancak ‘Allah dilerse yapacağım’ de (Kehf2324)
Diğer taraftan günlük hayattaki iş ve faaliyetlerimizin hepsinin “kitap okumak gibi basit eylemlerden ibaret olmadığını söylemeye lüzum yok Bazen öyle zamanlar olur ki, kendi güç ve kudretimiz de dahil olmak üzere, bir işi gerçekleştirebileceğimize dair görünür bir sebep, hatta bir işaret dahi bulunmaz Ama biz yine de olmasını istediğimiz o iş için mutlak kudret sahibi olan ve gücü her şeye yeten Yüce Yaratıcı'ya yönelir, el açar, tazarru ve niyazda bulunuruz da, yağmurlu bir havada gökyüzünü kaplamış bulutların arasından güneşin aniden yüzümüze gülüvermesi, içimizi ısıtıvermesi gibi birden kapımız çalınır, telefonumuz çalar veya bir “dosta rastlarız
Aslında o kapıyı veya telefonu çaldıran da, o dostu karşımıza çıkaran da, bize şah damarımızdan daha yakın olan ve yüreğimizden kopup dilimizden dökülen yalvarışları, sığınışları hakkıyla işitip, bize karşılık veren Yüce Allah’tır
O, Kendisinden İsteyeni Sever
Mü'min bilir ki, “insan olarak, “kul olarak acizdir, muhtaçtır; gücü ancak istemeye yeter Bilir ki Yüce Yaratıcı “Ganîdir, lütuf, kerem ve ihsan sahibidir, cömerttir Ve yine bilir ki, yöneldiği Rabbi, bu yönelişi sever, kendisinden istenmesinden hoşnut olur Kendisinden istiğna edilmesinden, kendisine muhtaç olunmadığı anlamına gelecek tavırlar sergilenmesinden ise hoşlanmaz, gazaplanır
Dua'nın mü'min kulun hayatındaki önemini, “Dua ibadetin ta kendisidir (Tirmizî, Ebu Davud) ve “Dua ibadetin özüdür(Tirmizî) buyurarak özetleyen Peygamber AS Efendimiz, kulun duasının Yüce Allah nezdindeki önem ve anlamını da şöyle ifade eder:
“Kim Allah'tan dilekte bulunmaz, istemezse, Allah ona öfkelenir (Ahmed b Hanbel, Tirmizî, İbnu Mâce),
“Allah'ın fazl u kereminden isteyin Zira Yüce Allah, kendisinden istenmesini sever (Tirmizî)
Dua, Acziyetin İtirafıdır
Kulun Allahu Tealâ'dan birşey istememesinin O’nu neden gazaplandırdığı ilk bakışta anlaşılamayabilir Ancak Yaratıcı ile yaratılan arasındaki ilişki ve yaratılanın Yaratıcı karşısındaki konumu üzerinde biraz düşündüğümüzde, buradaki inceliği keşfetmemiz zor değildir
Her şeyden önce insan, anlatmaya çalıştığımız gibi mutlak manada kendisine yetebilen ve kendi varlığı da dahil olmak üzere eşya ve olaylar üzerinde mutlak belirleyici kuvvete sahip bir varlık değildir Kalbinin çalışması, kalbin pompaladığı kanın vücudundaki bütün hücrelere dağılması ve temizlenmek için geri toplanması, soluk alıp vermesi gibi bedensel faaliyetleri üzerinde bile tasarruf gücü bulunmayan insanoğlu, şeytanın ve şeytanî düşünce biçimlerinin aldatmasıyla kendisini bu evren üzerinde herşeyden müstağni ve bağımsız görmeye başladığı anda azgınlaşmaya, tuğyana ve dalâlete doğru gidiyor demektir
Bu, insanoğlunun, kendisinde “ilâhî bazı güç ve özellikler vehmetmesi demektir Tıpkı bugünün insanının, uzaya çıkmakla, genlerin şifresini çözmeye başlamakla veya birtakım hastalıkların şifasını keşfetmekle kendisinde vehmettiği güç ve yetiler gibi
İşte bu durum, azgınlığa, dalâlete ve yeryüzünde ilâhî sınırları tanımama azgınlığına sapma durumudur ki, insana, “kainatın tek hakimi olduğunu fısıldayan şeytanî bir tuzaktır
Böyle bir haleti ruhiye içinde bulunan insan, elbette kendisini Yaratıcı'dan müstağni sayacak, O'nun huzurunda aczini itirafı küçüklük görecek ve O'na dua etmeyi, yalvarmayı, tazarruda bulunmayı kendi “şanına yakıştırmayacaktır!
Böyle bir isyan, tuğyan ve tekebbür halinin Alemlerin Sahibi’ni gazaplandırmasından daha doğal ne olabilir?
Kendi biyolojik varlığı üzerinde, bir çiçeğin açmasında, toprağa düşen yağmurla bir tomurcuğun patlamasında, güneşin doğmasında, yıldızların ışımasında ve evrendeki muhteşem düzen ve dengenin kusursuz yürüyüşünde hiçbir zaman en küçük bir tasarrufu ve belirleyiciliği bulunmamış ve bulunamayacak olan insanoğlunun, haddini aşarak azgınlaşması ve kendisinde, adı konmamış bir ilâhlık vehmetmesi elbette gayreti ilâhiyyeye dokunacaktır!
İşte insanın duayı terketmesi, Yaratıcı ile ilişkisini kesmesi ve O'na muhtaç olmadığı vehmine kapılması anlamına geldiği için Yüce Allah'ı gazaplandırır
Bu sebeple Yüce Rabbimiz, “kendisine yalvararak, kendisinden korkarak ve umarak dua etmemizi istemekte ve duayı gizlice yapmamızı tavsiye buyurmaktadır (Araf5556)
Bir diğer ayette ise: “Ve Rabbiniz buyurdu ki: Bana dua edin, duanızı kabul edeyim Şüphesiz kibirlenerek bana kulluktan uzaklaşanlar, aşağılık kimseler olarak cehenneme gireceklerdir (Mümin 60) buyurulur
Kulun duası ile ilâhî rahmet arasında doğrudan ve sıkı bir ilişki vardır Duayı terk eden kimse, kendisini ilâhî rahmetten mahrum etmiş demektir İlâhî rahmetten mahrum olan kimsenin de duadan nasibi olmaz
Peygamber AS Efendimiz bu ilişkiyi şu şekilde ifade buyurur: “Sizden kime dua kapısı açıldı ise, ona rahmet kapıları açılmış demektir (Tirmizî)
Yaratıcı İle Sürekli irtibat Hali
Yaratıcı ile insan arasında gerçek bir “iletişim bulunduğunun en canlı ve somut yansımasının dua olduğunu söylersek yanlış olmaz Bizler, sadece başımıza gelen bir sıkıntının gitmesi veya yapmak istediğimiz bir işin gerçekleşmesi için dua etmeyiz İleride başımıza gelebilecek sıkıntıların gelmemesi veya bize isabet etmeyebilecek iyiliklerin isabet etmesi için de dua ederiz Aynı şekilde, geçmişte bir anlık gafletle işlediğimiz hatalardan tevbe veya geçmişte yaşadığımız güzelliklerin şükrünü eda anlamında da dua, vazgeçilmez sığınağımızdır
Nitekim Rasuli Ekrem AS Efendimiz, “Şüphesiz ki dua, hem başa gelen, hem de henüz gelmemiş olan şeylere faydalıdır Bunun için dua etmek suretiyle Allah'a ibadet edin (Tirmizî) buyurur
Yaratıcı ile kul arasındaki bu iletişimin mahiyetini ve önemini, hadis kitaplarımızdaki “Deavât bölümleri ile, dua konusunda ulemamız tarafından “edDe'avât, “elEzkâr adıyla yazılmış müstakil kitaplarda yer alan hadis rivayetlerinin çeşitliliği en çarpıcı biçimde gösterir
Bütün bu rivayetlerde küfürden korunup, iman ve hidayet üzere bulunmayı istemek için okunması tavsiye buyurulan dualardan tutun, tuvalete girerkençıkarken, abdest alırken, yatağa girerken, yolculuğa çıkarken, eve dönerken, alışverişe başlarken, namaz, oruç, hac, zekât gibi ibadetleri ifa etmeden önce ve ifa ettikten sonra, bir bela ve sıkıntı ile karşılaştığımızda, ondan kurtulduğumuzda, rızık istemek için, borçtan kurtulmak için, hastalandığımızda ve hastalıktan kurtulduğumuzda, elbise giyerken, yemeğe başlarken ve sofradan kalkarken, nikâhlanırken, misafirliğe gittiğimizde, gece karanlığı bastırdığında, sabaha çıktığımızda, korktuğumuzda, sevindiğimizde, gamlandığımızda okunacak dualar, adeta ömrümüzün her anını ve günlük hayatımızın her safhasını, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Yüce Yaratıcı'nın yanıbaşımızda bulunduğu hissi ile yaşamamızın yolunu, yöntemini gösterir
Yüce Allah Kur'an'da bize “şah damarımızdan daha yakın olduğunu haber verir (Kâf16) ve şöyle buyurur: “Dua eden bana dua ettiği zaman, onun duasına karşılık veririm (Bakara186)
Resulullah AS Efendimiz, müminin günlük hayatında Allahu Tealâ ile irtibatını sağlayan duanın yerini vurgulamak için şöyle buyurur: “Sizden her biriniz, Rabbi’nden bütün ihtiyaçlarını istesin Hatta ayakkabısının bağı koptuğunda onu bile istesin! (Tirmizî)
MÜMİN ve BUNALIM
Mümin kulun Yüce Yaratıcı ile irtibatı öyle kalıcı ve sağlamdır ki, hayatındaki hiçbir kırılma noktası onu Rabbi'nden uzaklaştırmaz Aksine O'na daha da yaklaştırır
Rabbi ile irtibatı kuvvetli olmayan insan, önemli bir konuda bir tercih yapmak durumunda kaldığında gerginleşir, strese girer İyi bir mümin ise böyle bir durumda “istihare duası okur
Günümüzde çoğu insan, başına bir sıkıntı geldiğinde bunalıma girer, içkiye veya yatıştırıcı ilaçlara sığınır Hakiki mümin ise böyle durumlarda “salâtı tefriciye okur
Birçok insan, bir işin sonucu istediği gibi olmadığında isyan eder, lânet okur Mümin ise tevekkül eder ve “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûndiyerek kendisi için mutlaka bir hayır bulunduğunu düşünür
Ve mümin, bir haceti, sıkıntısı olduğunda “hacet duası okur ve hacet namazı kılar
Müminin hayat tarzı bellidir: Gücünün yettiği tedbirleri alır ve Alemlerin Rabbi’ne sığınır Yaşadığı her olay onun için bunalım ve stres kaynağı değil, Yüce Allah’la bir irtibat sebebidir Yani dua için bir vesile
Sözlükte “birisini çağırmak, birisinden bir şey istemek, birisini bir şeye sevketmek, niyaz, nida, yalvarış, namaz, salavat gibi anlamlara gelen “dua kelimesi, kavram olarak “kulun, Allah Tealâ'dan, talepte bulunması, bir şey dilemesi manasında kullanılır
Günümüzde her ne kadar insan “dilediğini, dilediği zaman ve dilediği biçimde yapabilen canlı olarak tanımlansa da, insanoğlu hiçbir zaman böyle “mutlak bir kudrete sahip olmamıştır
YARDIM KAPILARI NASIL AÇILIR?
Hz Ömer RA halife olup insanların idare ve terbiye işini üstlenince, adeta bütün müminler adına ağlama görevini de üzerine almıştı Derdi olan ona gelir, o da bu dertleri bildiği bütün tedbirleri kullanarak çözmeye çalışırdı Aciz kaldığı işleri de Alemlerin Rabbi’ne arz ederdi Bu arada yaptığı en önemli şey ağlamak ve istiğfara sarılmaktı Bunları göğün kapılarını açmak ve ilâhî desteği çekmek için yapıyordu Kendini aşan her haceti böyle görüyordu
Bir gün kuraklık ve kıtlıktan şikayet ettiler “Tarlalarımız, hayvanlarımız telef oldu diye yakındılar Yağmur için dua etmesini istediler Kabul etti ve halkı mescitte topladı Minbere çıkarak ellerini açtı ve şöyle yakarmaya başladı:
“Allahım! Bize acı Bize rahmet et!
Hiç durmadan istiğfar ediyordu
Yağmur için dua etmesini rica edenler hayret ettiler “Biz yağmur için dua talep etmiştik Oysa o hep istiğfar ediyor dediler Hz Ömer RA onlara:
“Rabbinizden mağfiret dileyin Çünkü O, çok bağışlayıcıdır Mağfiret dileyin ki, üzerinize gökten bol bol yağmur indirsin Mallarınızı ve oğullarınızı çoğaltsın Size güzel rızıklar sunan bahçeler ihsan etsin, sizin için ırmaklar akıtsın (Nuh1012) ayetini okudu ve şöyle dedi:
“Ben üzerinize göğün kapılarını açacak ve size yağmur yağdıracak asıl işi yapıyorum!
* * *
Onlar, dermanı derdi verenden istiyorlardı İçine düştükleri her türlü sıkıntı ve bunalımı önce kendi hallerini düzelterek çözmeye başlıyorlardı
Uyarı ve azabı hak eden azgın nefislerini Yüce Yaratıcı’ya şikayet ediyor, O'ndan özür diliyorlardı İnsan düzelmeden hiçbir şeyin düzelmeyeceğini biliyorlardı
Günahta israr eden bir nefsin, nimetler içinde yüzmesini hayırlı bir hal değil, gizli bir felaket olarak görüyorlardı Allah'tan imkanların da hayatın da hayırlısını istiyorlardı
Bugüne gelince; acaba biz, kendimiz için dert olan şeylere derman diye sarılıyor olabilir miyiz?
KALPLERDEN GÖKLERE Muhammed Emin Gül
Murat Hafızoğlu
Kainatın kalbi ve ilâhî hükümlerin icra makamı olan Arşı Azam, duaların yükseldiği ve kabul edildiği yerdir Her kul için semada Arş'a açılmış kapılar vardır Tevbe kapısı, dua kapısı, rahmet kapısı, rızık kapısı, amellerin arz kapısı gibi Bu kapılar insan ölene kadar kapanmaz Yeter ki insan, bu kapılardan içeri girmesini bilsin
Dua, ilâhî huzura sunulan bir dilekçe gibidir Dua, kulun gönlünü ve derdini Yüce Rabbine açmasıdır Ve arz edildiği makama uygun olan her dua muhakkak kabul edilir
Duaların arz edildiği makama uygunluğu derken, işin usül ve adabından söz etmiş oluyoruz Bunlar manevi edepler ve zahiri edepler olarak ikiye ayrılır Duanın Cenabı Mevlâ katında kabulü
için önce manevi usül ve adaba dikkat etmek gerekir Zira manevi edepler duanın özü, ruhu gibidir ve kalple ilgilidir Zahiri usül ve adabın, ancak manevi edeplere uyulduğunda bir mana ifade edeceğini unutmamamız gerekir
Önce Samimiyet ve İçtenlik
Duanın manevi edeplerini şöyle özetleyebiliriz:
İnsan, önce duasız kulluğun ve ilâhî dostluğun olmayacağını bilmelidir Dua ibadetlerin özüdür Bütün ibadetler Yüce Allah'a kulluğun bir ifadesidir Dua bu kulluğu en güzel şekilde ifade ve ispat eder Çünkü insanın her an ihtiyaç içinde olduğunu bilmesi ve muhtaç olduğu her şeyi sebepli veya sebepsiz olarak yaratacak Yüce Yaradan’a yönelmesi en büyük kulluktur Bunu bilmek ve O’na yönelmek farzdır,
Dua, ümit, sevgi ve gönül hoşluğu içinde yapılmalıdır Çünkü kendisinden bir şey istediğimiz Yüce Allah, bizim hakiki dostumuz ve sahibimizdir O bize gönlümüz kadar yakındır Kalbimiz O'na yöneldiğinde ve derdimiz dilimizden döküldüğünde bizi dinlemekte ve “ne istiyorsun kulum? diye karşılık vermektedir (Bakara186) Bize kendisinden istemeyi O emretmiştir “Benden isteyin ki size vereyim demiştir Duadan kaçanları kınamıştır Güzel kulluk ve samimi dua edenlere cenneti müjdelemiş, kibirlenip dua ve ibadetten kaçanlara cehennemi hazırlamıştır (Mümin60)
Rasululllah AS Efendimiz’in belirttiği gibi Yüce Rabbimiz öyle zengindir ki, kendisinden istendikçe hoşnut olur Kendisinden istemeyene kızar, kapısını çalmayana gazap eder Kapısı herkese açıktır Bütün kullara her istediklerini verse, hazinesinden hiçbir şey eksilmez O, affedilmek isteyeni affeder, hidayet isteyeni hidayete ulaştırır, sıhhat ve afiyet isteyeni rahatlığa kavuşturur, rızık isteyeni genişliğe çıkarır, ateşten korunmak isteyeni cehennemden uzaklaştırır Sevgi ve rızasını isteyeni rahmetiyle destekler, cennet yoluna sevkeder (Buharî Müslim, Hakim)
Kısaca kendisinden isteyeni seven, her istenene gücü yeten Yüce Rabbimiz’den bir şey isterken devamlı sevinçli, ümitli ve tevazu içinde olmalıyız Bir arifin dediği gibi, eğer Allahu Tealâ kullarına vermek istemeseydi, benden isteyiniz diye emir vermezdi
Duada samimi ve ısrarlı olmalıdır Bir kere istedim verilmedi demek yanlıştır, Allahu Tealâ'dan bir şey istemek kendi başına bir ibadettir Her ibadete en azından on sevap verilir Rasulullah AS: “İnsan, ben Allah'tan istedim de bana isteğim verilmedi demediği ve istemeye devam ettiği müddetçe, istediği kendisine verilir buyuruyor (Müslim, Tirmizî)
Dua ederken, kul kimden ne istediğini bilmelidir Yani dil ucuyla değil, kalbin içiyle dua etmelidir Çünkü kalp ile Yüce Allah arasında gafletten başka bir perde yoktur
Efendimiz AS'ın şu müjdesi duaya sarılmak için yeterlidir: “Allahu Tealâ, yeryüzünde dua eden hiçbir müslümanın isteğini boş çevirmez, muhakkak bir karşılık verir Ya kulun istediği şeyi verir, ya onun yerine kendisinden bir kötülüğü kaldırır ya da isteğinin karşılığını ahirete saklar (Tirmizî, Hakim)
Ayrıca kul şunu bilmelidir ki, Allahu Tealâ devamlı kendisine yalvaran kullarını çok sevmektedir Onun için bazen kulunun iniltili sesini dinlemek için istediği şeyi geciktirir Çünkü bu samimi yalvarmalar en güzel zikir çeşididir Bu hal ayrıca kulun acizliğini ispat etmekte ve nefsi Yüce Rabbi’ne yöneltmektedir
Demek ki kul Rabbinden bir şey ister, Rabbi onu dinler ancak verilecek şeyi O tercih eder Bu, hastanın durumuna benzer Hasta doktoruna rica eder, ondan şifa bulacağını umduğu bir şey ister Fakat doktor bazen hastanın arzu ettiğini değil, başka bir ilacı verir Çünkü hastanın şifa sebebi ondadır Kısaca, “ey Rabbim! diye yakaran hiç bir kul eli boş dönmez
Usülsüz Vusül Olmaz
Duayla ilgili bu manevi edeplerin yanı sıra, dualarımızı Arş'a yükseltecek ve ilâhî huzurda kabulüne vesile olacak diğer hususları Allah Rasulü AS’ın tavsiyeleri ışığında şöyle sıralayabiliriz:
Rasulullah AS Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Sizden biriniz dua ederken, ‘ya Rabbi! Dilersen beni mağfiret eyle, dilersen bana merhamet eyle’ demesin İstediğini, sağlamca ve kesin bir ifade kullanarak istesin Çünkü Allah'ı şu veya bu işe zorlayabilecek hiçbir kuvvet yoktur (Buharî, Müslim)
Buradan anlaşılan odur ki, mümin kul birşey dilemek için Rabbi'ne yöneldiğinde, o şeyin olmasını bütün benliğiyle istemeli, kalbinde “olmasa da olur şeklinde bir gevşeklik bulunmamalıdır
Duaya, Allah Teala'ya hamd ve sena, Rasulullah AS Efendimiz'e salât ve selam ile başlamalıdır
Efendimiz AS, bir adamın duasını duydu ve “bu adam acele etti buyurdu Sonra da onu yanına çağırtıp şöyle dedi: “Biriniz namaz kılıp arkasından dua için ellerini kaldırdığında, Allah'a hamd ve sena ile başlasın, sonra Peygamber’e salât ve selam okusun, ondan sonra istediği duayı yapsın (Tirmizî, Ebû Dâvûd, Nesâî)
Duayı, aminkelimesi ile bitirmelidir Bu kelime, “Rabbim, kabul eyle anlamına gelir
Sahabe'den birisi şöyle anlatır:
Bir gece Rasulullah AS ile dışarı çıkmıştık Israrla dua eden bir adama rastladık Rasulullah AS durup onu dinlemeye koyuldu Sonra da şöyle buyurdu: “Eğer sonunu iyi bağlarsa, istediklerini hak eder
Cemaatten birisi, “Ey Allah'ın Resulü! Duayı nasıl bitirmesi gerekir? diye sordu Allah Rasulü AS: “Amin kelimesi ile Eğer böyle bitirirse, istediği kendisine verilir buyurdu
Rasulullah AS'a soran adam, oradan ayrılıp dua eden kişinin yanına geldi ve şöyle dedi:
“Duanı Amin kelimesi ile bitir ve gözün aydın olsun (Ebû Davud)
Dua ederken elleri açarak kaldırmalıdır Rasulullah AS Efendimiz, dua ettiği zaman ellerini kaldırdığında (elbisesinin yenleri geniş olduğu için) koltuk altlarının göründüğü olurdu (Buharî)
Dua ettikten sonra elleri yüze sürmelidir Rasulullah AS Efendimiz dua için ellerini kaldırdığı vakit yüzüne sürmeden indirmez ve ashabına da böyle yapmalarını söylerdi (Ebu Davud, Tirmizî)
Alimlerimiz, dua adabı olarak bunlardan başka, yine Rasulullah AS'ın hadislerine ve uygulamasına dayanarak aşağıdaki hususları da tavsiye etmişlerdir:
Abdestli bulunmak
Namaz sonrasında dua etmek
Kıbleye yönelmek
Eğer kıtlık, umumî sıkıntı ve felaketlerin kalkması için dua ediliyorsa, elleri kaldırarak avuçların içi aşağya gelecek şekilde dua etmek ve böyle dualardan sonra elleri yüze sürmemek
Rızkını helal yollardan kazanmaya ve helal lokma yemeye titizlikle dikkat göstermek
Sünnetullah'a, yani varlığa hakim tabiat kanunlarına aykırı birşey istememek
Duada, Allah Tealâ'nın rızasına uygun olmayan şeyler talep etmemek
Şunu da ilave edelim: Mümin, kendisi, sevdikleri ve malı hakkında bedduada bulunmamalıdır Rasulullah AS Efendimiz bundan sakındırmış ve şöyle buyurmuştur:
“Kendinize beddua etmeyin! Çocuklarınıza beddua etmeyin! Hizmetçilerinize beddua etmeyin! Mallarınıza da beddua etmeyin! Çünkü o bedduanız Allah tarafından kabul edileceği bir saate rastlar da, kabul edilir (ve sonunda yine kendiniz üzülürsünüz) (Ebu Davud)
Ayrıca mümin, sadece ihtiyaç ve sıkıntı anında Rabbi'ne yönelmez Aksine, genişlik ve rahatlık içinde bulunduğu zamanlarda da duayı ihmal etmez ki, darlık ve sıkıntı zamanlarında Yüce Allah onunla birlikte olsun
Resulullah AS Efendimiz'in bu konudaki tavsiyesi açıktır:
“Kim sıkıntı ve güçlük içinde bulunduğu zamanlarda duasının kabul olunmasını isterse, bolluk ve mutluluk zamanlarında çok dua etsin (Tirmizî, Ahmed b Hanbel)
Evet, dua başlı başına bir ibadettir ve diğer bütün ibadetler gibi ancak usül ve edebine riayet edildiğinde makbul olur Arifler, “usül olmadan vusül, yani hedefe ulaşma olmaz derler Edebe dikkat etmeyene dost kapısının açılmayacağı da bilinir
Dua İçin Zaman ve Mekan Tercihi
Efendimiz AS’ın hadislerinde dua etmek için hassasiyet göstermemiz gereken zamanlar şöyle haber verilir:
Gecenin son üçte birlik kısmı
Farz namazların sonrası
Secde hali
Hac veya Umre
Ezan okunduğu vakit
Ezanla kamet arası
Namaz için kamet okunduğu zaman
Düşman karşısında iken
Yağmur yağdığı zaman
Kur'an hatminden sonra
Gözlerimiz iman hasssiyetiyle yaşardığı zaman
Bizi sadece Allah Teala'nın gördüğü tenha yerler
Kâbe'de Rükn ile Makam arası
Kabul Olunacağı Bildirilen Dualar
Rasulullah AS Efendimiz'in hadislerinde, şu kimselerin duasının reddolunmayacağı haber verilir:
Evine dönünceye kadar hacının ve gazinin duası
İyileşinceye kadar hastanın duası
Mü'min bir kimsenin, diğer mü'min kardeşi için gıyaben yaptığı dua
İftar edinceye kadar oruçlunun duası
Adaletli devlet başkanının duası
Babanın evladına duası
Esmai Hüsna, salih ameller, peygamberler ve diğer büyük zatlar ile tevessül edilerek yapılan dua
Misafirin ev sahibine duası
Mazlumun duası ve bedduası
DUA KULLUĞUN TA KENDİSİDİR Mehmet Gayretli
Kur'anı Kerim, birçok surede peygamberlerin dualarını nakleder Sanki Rabbimiz, nebilerin dualarına özellikle dikkat çekiyor gibidir Diğer taraftan hangi hadis kitabına baksanız, Efendimiz AS’dan nakledilen yüzlerce dua görürsünüz Sahabilerle ilgili anlatımlarda da böyledir Sanırsınız ki, onların sözlerinin neredeyse tamamı duadan ibaret
Dua kitapları ve hadis kaynakları, Hz Peygamber AS Efendimiz’in kalkarken, yatarken, elbisesini giyerken, evden
çıkarken, eve girerken, yerkeniçerken, kısaca her an için yaptığı bir duayı aktarırlar Hayatı duadan ibaret O bir dua peygamberi Onun kurduğu medeniyet de bir dua medeniyeti
“Ey Habibim de ki; duanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin? (Furkan77) ayeti, Hak Tealâ katında insanın gerçek değer ölçüsünü ifade etmekte O halde en kıymetli insan, en güzel dua eden, en çok yalvaran, gözyaşıyla niyaz edendir İki Cihan Serveri Efendimiz AS, adeta her adımda yaptığı dualarla o değere ulaşmada bize örneklik yapmış olmuyor mu?
Günahtan korunmuş olduğu halde sabahlara kadar, ayakları şişinceye kadar namaz kılan, sonra da ağlayarak dua eden bir peygamberimiz var Her gün yüz defa İstiğfar eden bir peygamber Her anı dua için fırsat bilen bir peygamber
“Kulluğun özü duadır, dua kulluğun ta kendisidir (Tirmizî) diyor Efendimiz Aslında kıldığımız namazlar, tuttuğumuz oruçlar, kurbanımız, zekâtımız da birer duadan ibaret Namazın arapça aslı olan “salât kelimesi, sözlük anlamı itibarıyla dua demektir Belirli zamanlarda, belirli şekillerle yapılan özel bir dua
Yani ameller fiilî dualardır En geniş anlamıyla ibadet, acziyetin idraki, Allah'ın himayesini, rahmetini, O'nun sevgisini, rızasını talep etmek demektir Bu duyguyu yansıtmayan bir secde ne işe yarar ki?
Hz Peygamber AS Efendimiz’in Taif yolculuğunda başına gelenlerden sonra yaptığı duayı hiç okudunuz mu? Yusuf’unu kaybeden Hz Yakub AS'ın “gamımı ve kederimi ancak Allah'a arzederim niyazındaki gönül inceliğini görürsünüz o duada Mübarek başlarından akan kanlar sanki gözlerinden geliyormuşçasına şöyle yalvarıyordu;
“Ya Rabbi! Kuvvetimin zaafa uğradığını, çaresiz kaldığımı, halkın nazarında hor görüldüğümü ancak sana arzederim, ancak sana şikayet ederim Ey merhametlilerin en merhametlisi! Herkesin hor görüp de dalına bindiği çaresizlerin rabbi sensin! İlâhî! Huysuz, yüzsüz bir düşman eline beni düşürmeyecek, hatta hayatımın dizginlerini eline verdiğin akrabadan bir dosta bile bırakmayacak kadar beni esirgersin Allahım, yeter ki gazabına uğramayayım, çektiğim mihnetlere, belalara aldırmam Fakat senin af ve himayen, bana bunları da göstermeyecek kadar geniştir Allahım! Gazabına uğramaktan, rızandan uzak düşmekten, senin o karanlıkları pırıl pırıl aydınlatan, dünya ve ahiret işlerinin medarı salâhı yüzünün nuruna sığınırım İlâhi, sen razı oluncaya kadar işte affını diliyorum Her kuvvet ve kudret ancak seninle kaimdir
Rahmet Peygamberinin yalvarışıdır bu O’nun gönül dünyasını yansıtan yalvarışı O biliyordu ki, kendisi herşeyden önce bir kuldu
Kul deyince aklınıza ne gelir? Şöyle düşünürüm ben: Her şeyiyle annesinin şefkatine muhtaç haylaz bir çocuk vardır ya hani İşittiği azardan, hatta yediği dayaktan sonra, iki gözü iki çeşme yine anne diye ağlar, yine ona koşup sarılır ya İşte kul da böyledir Birazcık şefkati olan anne, o gözyaşına, o mahzun bakışa nasıl dayanabilir? Bu sefer anne başlar çocuğunun gönlünü almaya, saçlarını okşamaya, göz yaşlarını silmeye Kul o anneden daha şefkatli Rabbi’ne yakarmaya başladığında, O da meleklere karşı onunla övünür, başını okşar gibi
Bir hadisi şerif vardır Hz Peygamber AS Efendimiz buyururlar: “Allah'a yemin ederim ki, eğer sizler günah işlemiyor olsanız, Allah sizi giderip yerinize günah işleyen bir topluluk getirir de, onlar Allah'a yalvarırlar, mağfiret dilerler; Allah da onları affeder (Müslim, Tirmizî)
İstenen kulun yaramazlık yapmamasıdır Ancak yapsa da yapmasa da kula yaraşan, her halükârda boynu bükük, gözü yaşlı, kalbi melül olmasıdır İşte Efendimiz bunun için her gün istiğfar ediyor, her vesileyle duaya sarılıyordu O’nun bu mübarek hadisi şeriflerini, “Duanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin? ayetiyle birlikte düşünmek gerekir
Günümüz ariflerinden biri “insan gönülden ibarettir diyor; “gerisi sadece şekil ve surettir, başka bir şey değil! Rabbimiz de, “sizi de yaptıklarınızı da Allah yarattı buyuruyor Yaptığımız her şeyi Allah yarattıysa, bizim sorumluluğumuzun sebebi nedir o halde? Elbette gönlümüz, kalbimiz ve ondaki cüz’î irademiz O iradenin yapabildiği tek şey var: istemek, dua etmek “Bana dua edin, kabul edeyim İbadetten geri duranlar hiç şüphesiz zillet içinde cehenneme gireceklerdir (Mümin60) ayetindeki “ibadeti, Efendimiz AS “duanın ta kendisi diye tefsir buyuruyorlar (Tirmizî, Ebu Davud)
Dua, varlık sebebimiz Dua, görünürgörünmez bütün düşmanlarımıza karşı en etkili silahımız Dua, bizi biz yapan tek şey Dua, her şeyimiz