Duanın İnce Sırrı Nedir?
Dua, kulun Rabbine yönelip O'ndan yardım dilemesidir. İnsan, gücünün yetmediği ihtiyaçlarını elde etmek, kendi kudretiyle erişemediği arzularına erişmek için Allah'a sığınır. Çünkü Allah'tan başka hiç kimse yoktur ki, onun en gizli arzularını duyup yerine getirsin, ihtiyaçlarını karşılasın.
Dua bir ibadettir. Hatta ibadetin ruhudur.
Nasıl ki, bir çocuk eli yetişemediği bir ihtiyacını, bir arzusunu elde etmek için ya ağlar, ya ister; yani acizlinin diliyle dua eder ve isteklerini elde eder.
Öyle de, insan bütün canlılar içinde nazik ve nazlı bir çocuğa benzer. Cenab-ı Hakkın dergahına acziyle ağlamak veya ihtiyacıyla dua etmekle yönelir. Yoksa bir sinekten korkan haylaz bir çocuk gibi, “Bu insanları kendi gücümle emrimde çalıştırıyorum” deyip nankörlük etmek, insanın yaratılışına aykırı olduğu gibi, üstelik ahirette şiddetli bir azabı da hak eder.
İnsan dua vasıtasıyla Cenab-ı Hakka yaklaşır. Bu itibarla başa gelen çeşitli sıkıntılar ve belalar, insana aczini ve güçsüzlüğünü hatırlatıp onu Rabbine yönelmeye zorlaması cihetiyle rahmettir. Çünkü insan bilhassa böyle vakitlerde ne kadar aciz ve çaresiz olduğunu anlayıp sığınacak bir yer bulmaya muhtaç durumdadır. Dua bunun en güzel vesilesidir.
Dua bir ibadet olduğuna göre, onun sadece ve sadece Allah'ın rızasını kazanmak gayesiyle yapılması gerekir. Bunun için insan acizliğini, yalnızlığını ve çaresizliğini bütün ruhuyla hissedip kendisine yardımcı olacak, korkulardan, endişelerden kurtaracak yegane zatın Allah olduğunu düşünerek ellerini semaya kaldırmalıdır. O Yaratıcı sonsuz bir kudret, bir rahmet ve bir hikmet sahibidir.
Bütün kainat Onun eseridir ve Onun izni olmadan yaprak bile kıpırdayamaz. Bütün kemal sıfatların sahibi olan Cenab-ı Hak, buna karşılık bütün noksan sıfatlardan münezzehtir. Yarattığı canlı-cansız bütün varlıkları sayısız nimetlerle donatmış, onların üstünde insanı en yüksek bir mevki ile şereflendirmiştir. Bunun için Cenab-ı Hak sonsuz hamd ve senaya layıktır. Zaten varlıkların yaratılış maksadı da hamd, tesbih, tekbirle Ona kulluk etmek değil midir? İşte dua bundan dolayı ehemmiyet taşımaktadır.
Her dua kabul olur mu?
Her ettiğimiz dua kabul olunmuyor. Oysa ayet-i kerimede “Bana dua edin, size cevap vereyim” buyuruluyor? Bunun sebebi nedir?
Dua meselesinde iki ifade vardır; biri cevap, diğeri de kabul. Yani ettiğimiz her duaya Cenab-ı Hakk'ın cevap vermesi ayrıdır, kabul etmesi ayrıdır. Allah her duaya cevap verir. Fakat her zaman istenen şeyin aynısını vermez. Çünkü hikmeti bunu gerektirmektedir.
Bu durum, doktor çocuk misaline benzer. Şöyle ki: Doktora götürülen çocuk muayenehanede bir ilaç görür, hemen onu ister. O ilacın hastalığına iyi geleceğini sanır. Doktor muayene eder. Hastalığı teşhis ettikten sonra, ya çocuğun istediği ilacı verir, ya başka bir ilaç verir, yahut gerek görmez, hiç ilaç yazmaz.
İşte Cenab-ı Hak her yerde hazır ve nazırdır. İnsanın yaptığı her duayı işitir ve cevap verir. Fakat insanı insandan daha çok düşündüğünden, derdini ve asıl ihtiyacını iyi bildiğinden; neyin hayrına, neyin zararına olacağını ezeli ilim ve hikmetiyle bildiğinden, insanın istediğinin aynısını verebildiği gibi, bazan daha iyisini verir, bazan da zararlı olacağından hiç vermez. Bunun için insanın, “Allah, benim her istediğimi vermiyor” demeye hakkı yoktur.
Dua bir ibadet olduğuna göre mükafatı ahirette verilir. İnsanı duaya sevk eden sebepler ise o ibadetin vaktidir.
Mesela hava kurak gidip yağmursuzluk devam ettiği zamanlarda yağmur duasına çıkılır. Güneşin batması akşam namazının vakti olduğu gibi, kuraklık da o duanın vaktidir. Yoksa o dua yağmuru yağdırmak için değildir. Çünkü o takdirde dua Allah rızası için değil de, sırf yağmurun yağması için edilmiştir. Bundan dolayı da kabule layık olmaz.
Bunun gibi, insanın birtakım bela ve musibetlere uğraması, hastalanması, bazı duaların vakitleri sayılır. İnsan böyle zamanlarda çaresizliğini, güçsüzlüğünü anlar, dua ve niyazla İlahi dergaha iltica eder. İnsan o kadar dua ettiği halde belalar gitmez, hastalıklar geçmez ve netice itibariyle o an için istekler yerine gelmemiş görünür. İnsan, “Duam kabul edilmedi” dememeli, “Duamın vakti bitmedi, daha çok dua etmem gerekir” demelidir. Şayet Cenab-ı Hak, edilen duanın aynısını verse, belayı kaldırsa, işte o zaman duanın vakti sona ermiş olur.
Başka bir misal:
İnsan duasında Allah'tan erkek çocuğu ister, Hz. Meryem'in annesinin duasında olduğu gibi Cenab-ı Hak ona Hz. Meryem gibi bir kız çocuğu verir. Bu insan, “Duam kabul olunmadı” diyemez, belki “Daha güzel bir şekilde kabul edildi” der.
Diğer taraftan, bazan insan dünyevi bir ihtiyacı için dua eder. Fakat Cenab-ı Hak duasını ahireti için kabul eder. Yani ettiği bu duası sayesinde ya Cehennem azabından kurtulur veya Cennetteki makamı yükselir. Bu insan, “Duam reddedildi” diyemez, “belki daha faydalı bir şekilde kabul edildi” diyebilir.
Duanın en güzel, en latif, en leziz, en hazır meyvesi, neticesi şudur ki:
“Dua eden adam bilir ki, Birisi var ki, onun sesini dinler, derdine derman yetişir, ona merhamet eder. Onun kudret eli her şeye yetişir. Bu büyük dünya hanında o yalnız değil, bir Kerim zat var, ona bakar, ünsiyet verir. Hem onun hadsiz ihtiyacatını yerine getirebilir ve onun hadsiz düşmanlarını defedebilir bir Zatın huzurunda kendini tasavvur ederek bir ferah, bir inşirah duyup, dünya kadar ağır bir yükü üzerinden atıp Elhamdülillahi Rabbi'l-alemin der.
“Dua ubudiyetin (kulluğun) ruhudur ve halis bir imanın neticesidir. Çünkü dua eden adam duası ile gösteriyor ki, bütün kainata hükmeden birisi var ki, en küçük işlerime ıttılaı var ve bilir, en uzak maksatlarımı yapabilir, benim her halimi görür, sesimi işitir. Öyle ise bütün mevcudatın bütün seslerini işitiyor ki, benim sesimi de işitiyor. Bütün o şeyleri o yapıyor ki, en küçük işlerimi de Ondan bekliyorum, Ondan istiyorum.”1
Dua, kulun Rabbine yönelip O'ndan yardım dilemesidir. İnsan, gücünün yetmediği ihtiyaçlarını elde etmek, kendi kudretiyle erişemediği arzularına erişmek için Allah'a sığınır. Çünkü Allah'tan başka hiç kimse yoktur ki, onun en gizli arzularını duyup yerine getirsin, ihtiyaçlarını karşılasın.
Dua bir ibadettir. Hatta ibadetin ruhudur.
Nasıl ki, bir çocuk eli yetişemediği bir ihtiyacını, bir arzusunu elde etmek için ya ağlar, ya ister; yani acizlinin diliyle dua eder ve isteklerini elde eder.
Öyle de, insan bütün canlılar içinde nazik ve nazlı bir çocuğa benzer. Cenab-ı Hakkın dergahına acziyle ağlamak veya ihtiyacıyla dua etmekle yönelir. Yoksa bir sinekten korkan haylaz bir çocuk gibi, “Bu insanları kendi gücümle emrimde çalıştırıyorum” deyip nankörlük etmek, insanın yaratılışına aykırı olduğu gibi, üstelik ahirette şiddetli bir azabı da hak eder.
İnsan dua vasıtasıyla Cenab-ı Hakka yaklaşır. Bu itibarla başa gelen çeşitli sıkıntılar ve belalar, insana aczini ve güçsüzlüğünü hatırlatıp onu Rabbine yönelmeye zorlaması cihetiyle rahmettir. Çünkü insan bilhassa böyle vakitlerde ne kadar aciz ve çaresiz olduğunu anlayıp sığınacak bir yer bulmaya muhtaç durumdadır. Dua bunun en güzel vesilesidir.
Dua bir ibadet olduğuna göre, onun sadece ve sadece Allah'ın rızasını kazanmak gayesiyle yapılması gerekir. Bunun için insan acizliğini, yalnızlığını ve çaresizliğini bütün ruhuyla hissedip kendisine yardımcı olacak, korkulardan, endişelerden kurtaracak yegane zatın Allah olduğunu düşünerek ellerini semaya kaldırmalıdır. O Yaratıcı sonsuz bir kudret, bir rahmet ve bir hikmet sahibidir.
Bütün kainat Onun eseridir ve Onun izni olmadan yaprak bile kıpırdayamaz. Bütün kemal sıfatların sahibi olan Cenab-ı Hak, buna karşılık bütün noksan sıfatlardan münezzehtir. Yarattığı canlı-cansız bütün varlıkları sayısız nimetlerle donatmış, onların üstünde insanı en yüksek bir mevki ile şereflendirmiştir. Bunun için Cenab-ı Hak sonsuz hamd ve senaya layıktır. Zaten varlıkların yaratılış maksadı da hamd, tesbih, tekbirle Ona kulluk etmek değil midir? İşte dua bundan dolayı ehemmiyet taşımaktadır.
Her dua kabul olur mu?
Her ettiğimiz dua kabul olunmuyor. Oysa ayet-i kerimede “Bana dua edin, size cevap vereyim” buyuruluyor? Bunun sebebi nedir?
Dua meselesinde iki ifade vardır; biri cevap, diğeri de kabul. Yani ettiğimiz her duaya Cenab-ı Hakk'ın cevap vermesi ayrıdır, kabul etmesi ayrıdır. Allah her duaya cevap verir. Fakat her zaman istenen şeyin aynısını vermez. Çünkü hikmeti bunu gerektirmektedir.
Bu durum, doktor çocuk misaline benzer. Şöyle ki: Doktora götürülen çocuk muayenehanede bir ilaç görür, hemen onu ister. O ilacın hastalığına iyi geleceğini sanır. Doktor muayene eder. Hastalığı teşhis ettikten sonra, ya çocuğun istediği ilacı verir, ya başka bir ilaç verir, yahut gerek görmez, hiç ilaç yazmaz.
İşte Cenab-ı Hak her yerde hazır ve nazırdır. İnsanın yaptığı her duayı işitir ve cevap verir. Fakat insanı insandan daha çok düşündüğünden, derdini ve asıl ihtiyacını iyi bildiğinden; neyin hayrına, neyin zararına olacağını ezeli ilim ve hikmetiyle bildiğinden, insanın istediğinin aynısını verebildiği gibi, bazan daha iyisini verir, bazan da zararlı olacağından hiç vermez. Bunun için insanın, “Allah, benim her istediğimi vermiyor” demeye hakkı yoktur.
Dua bir ibadet olduğuna göre mükafatı ahirette verilir. İnsanı duaya sevk eden sebepler ise o ibadetin vaktidir.
Mesela hava kurak gidip yağmursuzluk devam ettiği zamanlarda yağmur duasına çıkılır. Güneşin batması akşam namazının vakti olduğu gibi, kuraklık da o duanın vaktidir. Yoksa o dua yağmuru yağdırmak için değildir. Çünkü o takdirde dua Allah rızası için değil de, sırf yağmurun yağması için edilmiştir. Bundan dolayı da kabule layık olmaz.
Bunun gibi, insanın birtakım bela ve musibetlere uğraması, hastalanması, bazı duaların vakitleri sayılır. İnsan böyle zamanlarda çaresizliğini, güçsüzlüğünü anlar, dua ve niyazla İlahi dergaha iltica eder. İnsan o kadar dua ettiği halde belalar gitmez, hastalıklar geçmez ve netice itibariyle o an için istekler yerine gelmemiş görünür. İnsan, “Duam kabul edilmedi” dememeli, “Duamın vakti bitmedi, daha çok dua etmem gerekir” demelidir. Şayet Cenab-ı Hak, edilen duanın aynısını verse, belayı kaldırsa, işte o zaman duanın vakti sona ermiş olur.
Başka bir misal:
İnsan duasında Allah'tan erkek çocuğu ister, Hz. Meryem'in annesinin duasında olduğu gibi Cenab-ı Hak ona Hz. Meryem gibi bir kız çocuğu verir. Bu insan, “Duam kabul olunmadı” diyemez, belki “Daha güzel bir şekilde kabul edildi” der.
Diğer taraftan, bazan insan dünyevi bir ihtiyacı için dua eder. Fakat Cenab-ı Hak duasını ahireti için kabul eder. Yani ettiği bu duası sayesinde ya Cehennem azabından kurtulur veya Cennetteki makamı yükselir. Bu insan, “Duam reddedildi” diyemez, “belki daha faydalı bir şekilde kabul edildi” diyebilir.
Duanın en güzel, en latif, en leziz, en hazır meyvesi, neticesi şudur ki:
“Dua eden adam bilir ki, Birisi var ki, onun sesini dinler, derdine derman yetişir, ona merhamet eder. Onun kudret eli her şeye yetişir. Bu büyük dünya hanında o yalnız değil, bir Kerim zat var, ona bakar, ünsiyet verir. Hem onun hadsiz ihtiyacatını yerine getirebilir ve onun hadsiz düşmanlarını defedebilir bir Zatın huzurunda kendini tasavvur ederek bir ferah, bir inşirah duyup, dünya kadar ağır bir yükü üzerinden atıp Elhamdülillahi Rabbi'l-alemin der.
“Dua ubudiyetin (kulluğun) ruhudur ve halis bir imanın neticesidir. Çünkü dua eden adam duası ile gösteriyor ki, bütün kainata hükmeden birisi var ki, en küçük işlerime ıttılaı var ve bilir, en uzak maksatlarımı yapabilir, benim her halimi görür, sesimi işitir. Öyle ise bütün mevcudatın bütün seslerini işitiyor ki, benim sesimi de işitiyor. Bütün o şeyleri o yapıyor ki, en küçük işlerimi de Ondan bekliyorum, Ondan istiyorum.”1