nicebayan
FD Üye
- Katılım
- Ara 24, 2016
- Mesajlar
- 94,678
- Etkileşim
- 2
- Puan
- 38
- Yaş
- 36
- Web sitesi
- nicebayan.com
- F-D Coin
- 90
EBÛ İSHÂKI ŞÎRÂZÎ YAŞAMSAL
Meşhûr âlim ve velîlerden İsmi, İbrâhim olup babasınınki Ali'dir Künyesi Ebû İshâkı Şîrâzî olup Cemâlüddîn, Şeyhülİslâmve Şeyhülİmâmlakabları ile tanınmaktadır 1003 (H393) senesinde, İran'ın köylerinden biri olan Fîrûzâbâd'da doğdu ve orada büyüdü Fîrûzâbâd'ın, Hârezm şehirlerinden birisi olduğu da söylenmektedir
Ilk tahsiline Fîrûzâbâd'da başladı Orada kendisinden ilim aldığı hocalarının ilki; Ebû Abdullah Muhammed bin Ömer benzeyenŞîrâzî oldu Bu beldede, imkânı ölçüsünde elde ettiği ilimleri daha çok arttırmak için, 1019 (H410) senesinde Şîrâz'a geldi ve bir müddet orada yaşadı bu arada Gandecân'a gitti Her iki şehirde ve diğerlerinde kaldığı sürede, çoğu âlimden fıkıh ilmini öğrendi Şîrâz'da ve Gandecân'da Ebû Ahmed Abdurrahmân bin Hüseyin elGandecânî ve Şîrâz'da Ebû Abdullah elBeydâvî ve Ebû Ahmed Abdülvehhâb bin Muhammed bin Râmin elBağdâdî ilim aldığı âlimlerdendir Bu iki âlim, Bağdâdlı âlimlerin üstâdlarındandı O, bu ikisinden iki merhalede ilim öğrenmişti Önce, Şîrâz şehrinin hatîb ve müftî vekîllerinden olan Ebû Abdullah elCelâb'tan ders okudu bu vesileyle Dâvûdi Zâhirî'nin mezhebinden olan Ebü'lFereci Fâmî benzeşenŞîrâzî ile karşılaştı Genç yaşında onunla ilmî münâzaralarda bulundu Çünkü o, Tabakât'ında; Ben, Şîrâz'da ufak olduğum halde, onunla münâzara etmiştimdedi Bu hâdise, onun cedel ilminde, daha o yaşlarda alışılmışlık kazandığına delâlet etmektedir
Ondan sonradan ilim öğrenmek için önce Basra'ya gitti Oradaki fakîhlerden ders okudu ElHûzî bunlardandır Sonra, 1024 (H415) senesinde, 22 yaşında iken Bağdât'a gelip hemencecik ilim öğrenmeye başladı Gittiği şehirlerde ve köylerde, daha önce gördüklerinden olan bir ilmî çevre ile karşılaştı Orada, Şâfiî mezhebini öğretip yayan büyük fakîhlerle buluştu Bunlar; benzeşenŞîrcilFaradî elHâsib, İbni Râmin, Ebû Abdullah elBeydâvî, Mensûr bin Ömer elKerhî idiler Onun bu devirdeki hocalarının en büyüğü, Ebû Tayyib etTaberî'dir Kendisi bu hocası hakkında diyor ancak: Gördüğüm kimseler içinde, ondan daha çok çalışan birini, daha fazla tahkîk yapanı ve görüşü ondan daha iyi olanı görmedimHocalarının arasındaki yeri husûsunda bunu, Kazvînîadı ile meşhûr olan Ebû Hâtim Mahmûd bin Hasan etTaberî tâkib eder Bunun hakkında da; İlim için yaptığım seyahatlerde, ondan ve Kâdı Ebû Tayyîb etTaberî'den faydalandığım gibi, başka kimseden faydalanamadımdedi Ebû İshâkı Şîrâzî, fıkıh ilmini, ezZücâcî'den, Ebû Abdullah Muhammed bin Ömer benzerŞîrâzî'den ve diğer âlimlerden öğrendiği gibi, usûl ilmini de, Ebû Hâtim'den okumuştu Hadîs ilmini ise, Ebû Bekr elBerkânî ile Ebû Ali bin Şâzân'dan öğrendi Şâfiî âlimlerinin yanında; diğer ders halkalarında da bulundu O, Hanbelî âlimlerinden Kâdı Ebû Ali elHâşimî hakkında; Ben, onun ders halkasında bulundum ve ondan istifâde ettimdemektedir
Ebû İshâk, kısa zamanda hocası Ebû Tayyîb etTaberî'nin takdîrine ve îtimâdına mazhâr oldu Hocası, kendinin bulunmadığı zamanlarda onu, talebelerine ders vermesine izin verip tezgâhtar seçti Ebû İshâkı Şîrâzî'nin ilimle meşgûliyeti, hayret verici derecede, akıllara durgunluk verecek ölçüde idi Meselâ her dersi bin defâ tekrar edip sağlamlaştırırdı Bu zamandaki hâlini, kendisi şöyle anlatır: Her kıyâsı bin defâ tekrâr eder, onu bitirince diğer bir kıyâsa geçer, onda da bu minvâl üzere meşgûl olurdum Bir meseleye dâir şâhid, delil olacak bir beyit olursa, o beytin bulunduğu kasîdenin tamâmını ezberlerdimBu ise, oysa özenli kullanmak ve iyi öğrenmek için bir arzu ve açlık idi
Ebû İshâk, hocası Ebû Tayyîb etTaberî'nin kendisinin mescidlerden birinde ders vermesini istedikten daha sonra, on beş seneye yakın Bağdât'ta kaldı Bâbı Merâtıb'da bulunan bir mescidde ders vermeye başladı Bu tedrisât işi ve şöhreti Bağdât'tan başka, çeşitli memleketlere de yayıldı Dört bir taraftan gelen ilim talebeleri, onun huzûrunda olgunlaşır, ilim ve hâl sâhibi olurlardı Kara ve deniz yolu ile fetvâ sormaya gelenler, onun meclisinde toplanırlardı
Büyük Şâfiî âlimi ve Kâdı'lkudât olan Ebû Abdullah Hüseyin bin Câfer bin Mâkûlâ, 1055 (H 447) senesinde vefât edince, halîfe Kâim biemrillâh'ın görevlileri, Ebû İshâkı Şîrâzî'ye gidip, halîfenin kendisini Kâdı'lkudât yâni Temyiz reisi tâyin etmek istediğini bildirdiklerinde râzı olmadı Gelenler kabûle zorlamaya çalıştı O, yeniden bu mesûliyeti ağır işten kaçındı Gelenler, onun bu vazifeyi kabûl etmesine kadar ısrâr edilmesi husûsunda, halîfeden kat'î tâlimât almışlardı Isrâr çok olunca, Ebû İshâk, halîfeye bir mektup yazarak; Kendini helâk etmen, sana kâfî gelmedi mi? Hattâ kendinle berâber beni de mi helâk etmek istiyorsun?dedi Halîfe buna fazla üzüldü ve: İşte âlimler böyle olmalıdır!Fazla şükür, zamânımızda kendisine kâdılık vazîfesi verilebilecek ve bundan yüz çeviren birisi var O, bunu istemedi ve biz de affettikdedi
Hocası Ebû Tayyîb etTaberî'nin 1058 (H450) senesinde vefâtından daha sonra, Ebû İshâk, Şâfiî mezhebinin fakîhleri arasında bir sabahtan yıldızı gibi parlamaya başladı Bâbı Merâtıb'daki mescidinde ders vermeye başladı Nihâyet, ilmi ve âlimleri çok seven ve Ebû İshâk'a farklı bir sevgisi olan Nizâmülmal, onun ders okutması içinBağdât'ta bir medrese inşâ ettirdi Medresenin inşâatına 1065 (H457) senesinde başlandı ve 1067 (H459) senesinde tedrisâta açıldı Vezir Nizâmülmal, medreseyi inşâ edip müderrisliğini ona teklif edince, çekinerek kabûl etti Bunun üzerine Nizâmiye Medresesini ilk defâ tedrisâta başlatmak için ilk müderris olarak onun tâyini yapıldı Vefâtına dek ders verip, ilme çok hizmet etti ve çok talebe yetiştirdi
Bir gün Nizâmülmal, kendisinin yaptığı hayır ve hasenâtı, insanlara ikrâm ve iyiliklerini, günahlardan sakınmasını, Allahü teâlânın emirlerine yapışmasını anlatıp, yüksek âlimlerden, yaptıklarının İslâmiyete uygunluğu hakkında fetvâ istedi Bütün âlimler cevâbında; Bu yapılanların tümü doğrudur Cennet'e girmenize vesîledirdiye yazıp, onun hakkındaki iyi düşüncelerini bildirdiler Nizâmülmülk, âlimlerin kendisi hakkındaki şâhitliğini görüp yazılarını okuyunca; Bunlarla benim kalbim bakımlı olmadıAncak, büyük âlim Ebû İshâkı Şîrâzî de bunu yazan ve hakkımda diğer âlimler gibi şehâdette bulunursa, inanırımdedi Şeyh Ebû İshâk'a başvurduklarında o da: Hasan (yâni Nizâmülmülk), işkence mevkıinde bulunanların hayırlısıdırdiye yazdı Nizâmülmülk, bu zâtın yazısını okuyunca; Şeyh doğru söylemiştir Doğru yanıt, işte budur!dedi Nizâmülmal vefât edeceği zaman vasiyet edip, Ebû İshâk'ın fetvâsının sûretinin kefenine bağlanmasını istedi Bu ricası yerine getirildi Sonra sâlih bir zât rüyâsında Nizâmülmülk'ü görüp hâlini sordu O da cevâbında: Allahü teâlâ bütün günahlarımı bağışladı ve: Bu ihsânımız, senin hakkında Ebû İshâk'ın, bahtı açık diye yazmasındandırbuyurdudedi
Ebû İshâkı Şîrâzî'nin ilmi, menkıbeleri ve yüksek hâlleri sayılamıyacak kadar çoktur Zamânının büyük âlimleri ile çoğu ilmî münâzaraları olmuştur İmâmülHaremeyn Ebü'lMe'âlî elCüveynî ile olan münâzaraları Tabakâtı Şâfiiyye kitabında yazılıdır Onun talebeleri ve kendisi ile arkadaşlık yapıp yetişenler oldu Onlardan kadılık, müftîlik ve hatîblik vazifesine tâyin edilenler çoktu Haydar bin Mahmûd bin Haydar eşŞîrâzî anlatıyor: Şeyh Ebû İshâk'tan işittim Diyordu oysa; Horasan taraflarına gitmiştim Uğradığım her beldenin ve her köyün, ya kadısının ya da müftîsinin yoksa da hatîbinin talebelerimden ya da ilim arkadaşlarımdan olduğunu gördüm
Ebû İshâkı Şîrâzî'nin, ibâdetinin çokluğunu, secdelerde yüzünün renginin değişmesini kimse inkâr edemezdi Bütün gecesini ibâdetle, Kur'ânı kerîm okumakla geçirirdi Nitekim Müzehheb kitâbının her faslını tamamladığı zaman iki rekat namaz kılardı Zühdü, dünyâya hiç kıymet vermemesi öyle çoktu ki, bir gün mescidde unuttuğu ve kendisinin de o günkü nafakası olan bir dinârı (48 gr altını), geri döndüğünde yerinde bulduğu hâlde, belki başkasınındır diye düşünüp, almaktan vazgeçti Bu zühd ve verâ, onun zamânında başka birisinde görülmedi Sözde o, zamânındaki bütün insanların zühdünü kendinde toplamış, bu zühd onun süsü olmuştu
Ebû İshâk'ın bedeni cılız ve ince idi Kuvvetli bir hâfızaya sâhib olup, zekî bir kimseydi Ders okumak ve ilim tahsil etmek için çok gayret ediyordu Yemeği ve elbisesi azdı Üye kanâat eder ve fakirliğe sabrederdi Kâdı Ebü'lAbbâs elCürcânî ve öteki arkadaşları diyorlar ki: Ebû İshâkı Şîrâzî, dünyâlık olarak hiçbir şeye sâhip değildi Hattâ o hâle geldi ama, bir jurnal yiyeceğini ve giyeceğini bulamadığı zamanlar olurdu
Ebû Bekr Muhammed bin Ali elBürûcirdî anlatıyor: Bir gün Ebû İshâk, talebelerinden birine: Bana üzüm ve hurma pekmezi satın alman husûsunda seni vekil ettimdedi O da gidip, fâsid bir alışverişte bulundu Ebû İshâk, böyle şüpheli satın alınan üzüm ve hurma pekmezini yemedi
Kâdı Ebû Bekr Muhammed bin Abdülbâkî elEnsârî anlatıyor: Bir gün Ebû İshâkı Şîrâzî'ye birçok mesele hakkında fetvâ sormaya gitmiştim Onu yolda yürür görüp selâm verdim Ekmek satan bir dükkâna girdi Ondan kalemini istedi O hâlde iken, suâlimin cevâbını hemencecik cebinde taşıdığı mürekkeb ile yazıp, istediğim fetvâyı bana verdi
Ebû İshâkı Şîrâzî, yoksul bir kimse olup, Nizâmiyye Medresesinde ders vermeye başlamasından sonra da durumu değişmedi Talebelerini çok severdi ve Benden bir mesele okuyan kimse, benim evlâdım sayılırderdi Fakirliği nedeniyle hacca da gitmemişti Nizâmülmülk'e yakın olmasına karşın maddî bakımdan hâlinde bir değiştirme olmadı Mala, paraya hiç düşkün değildi ElMâhânî diyor ama: Onun bir gıda ve binek almaya yetecek kadar malı yoktu Fakat isteseydi, onu el üzerinde taşırlardı
*
Meşhûr âlim ve velîlerden İsmi, İbrâhim olup babasınınki Ali'dir Künyesi Ebû İshâkı Şîrâzî olup Cemâlüddîn, Şeyhülİslâmve Şeyhülİmâmlakabları ile tanınmaktadır 1003 (H393) senesinde, İran'ın köylerinden biri olan Fîrûzâbâd'da doğdu ve orada büyüdü Fîrûzâbâd'ın, Hârezm şehirlerinden birisi olduğu da söylenmektedir
Ilk tahsiline Fîrûzâbâd'da başladı Orada kendisinden ilim aldığı hocalarının ilki; Ebû Abdullah Muhammed bin Ömer benzeyenŞîrâzî oldu Bu beldede, imkânı ölçüsünde elde ettiği ilimleri daha çok arttırmak için, 1019 (H410) senesinde Şîrâz'a geldi ve bir müddet orada yaşadı bu arada Gandecân'a gitti Her iki şehirde ve diğerlerinde kaldığı sürede, çoğu âlimden fıkıh ilmini öğrendi Şîrâz'da ve Gandecân'da Ebû Ahmed Abdurrahmân bin Hüseyin elGandecânî ve Şîrâz'da Ebû Abdullah elBeydâvî ve Ebû Ahmed Abdülvehhâb bin Muhammed bin Râmin elBağdâdî ilim aldığı âlimlerdendir Bu iki âlim, Bağdâdlı âlimlerin üstâdlarındandı O, bu ikisinden iki merhalede ilim öğrenmişti Önce, Şîrâz şehrinin hatîb ve müftî vekîllerinden olan Ebû Abdullah elCelâb'tan ders okudu bu vesileyle Dâvûdi Zâhirî'nin mezhebinden olan Ebü'lFereci Fâmî benzeşenŞîrâzî ile karşılaştı Genç yaşında onunla ilmî münâzaralarda bulundu Çünkü o, Tabakât'ında; Ben, Şîrâz'da ufak olduğum halde, onunla münâzara etmiştimdedi Bu hâdise, onun cedel ilminde, daha o yaşlarda alışılmışlık kazandığına delâlet etmektedir
Ondan sonradan ilim öğrenmek için önce Basra'ya gitti Oradaki fakîhlerden ders okudu ElHûzî bunlardandır Sonra, 1024 (H415) senesinde, 22 yaşında iken Bağdât'a gelip hemencecik ilim öğrenmeye başladı Gittiği şehirlerde ve köylerde, daha önce gördüklerinden olan bir ilmî çevre ile karşılaştı Orada, Şâfiî mezhebini öğretip yayan büyük fakîhlerle buluştu Bunlar; benzeşenŞîrcilFaradî elHâsib, İbni Râmin, Ebû Abdullah elBeydâvî, Mensûr bin Ömer elKerhî idiler Onun bu devirdeki hocalarının en büyüğü, Ebû Tayyib etTaberî'dir Kendisi bu hocası hakkında diyor ancak: Gördüğüm kimseler içinde, ondan daha çok çalışan birini, daha fazla tahkîk yapanı ve görüşü ondan daha iyi olanı görmedimHocalarının arasındaki yeri husûsunda bunu, Kazvînîadı ile meşhûr olan Ebû Hâtim Mahmûd bin Hasan etTaberî tâkib eder Bunun hakkında da; İlim için yaptığım seyahatlerde, ondan ve Kâdı Ebû Tayyîb etTaberî'den faydalandığım gibi, başka kimseden faydalanamadımdedi Ebû İshâkı Şîrâzî, fıkıh ilmini, ezZücâcî'den, Ebû Abdullah Muhammed bin Ömer benzerŞîrâzî'den ve diğer âlimlerden öğrendiği gibi, usûl ilmini de, Ebû Hâtim'den okumuştu Hadîs ilmini ise, Ebû Bekr elBerkânî ile Ebû Ali bin Şâzân'dan öğrendi Şâfiî âlimlerinin yanında; diğer ders halkalarında da bulundu O, Hanbelî âlimlerinden Kâdı Ebû Ali elHâşimî hakkında; Ben, onun ders halkasında bulundum ve ondan istifâde ettimdemektedir
Ebû İshâk, kısa zamanda hocası Ebû Tayyîb etTaberî'nin takdîrine ve îtimâdına mazhâr oldu Hocası, kendinin bulunmadığı zamanlarda onu, talebelerine ders vermesine izin verip tezgâhtar seçti Ebû İshâkı Şîrâzî'nin ilimle meşgûliyeti, hayret verici derecede, akıllara durgunluk verecek ölçüde idi Meselâ her dersi bin defâ tekrar edip sağlamlaştırırdı Bu zamandaki hâlini, kendisi şöyle anlatır: Her kıyâsı bin defâ tekrâr eder, onu bitirince diğer bir kıyâsa geçer, onda da bu minvâl üzere meşgûl olurdum Bir meseleye dâir şâhid, delil olacak bir beyit olursa, o beytin bulunduğu kasîdenin tamâmını ezberlerdimBu ise, oysa özenli kullanmak ve iyi öğrenmek için bir arzu ve açlık idi
Ebû İshâk, hocası Ebû Tayyîb etTaberî'nin kendisinin mescidlerden birinde ders vermesini istedikten daha sonra, on beş seneye yakın Bağdât'ta kaldı Bâbı Merâtıb'da bulunan bir mescidde ders vermeye başladı Bu tedrisât işi ve şöhreti Bağdât'tan başka, çeşitli memleketlere de yayıldı Dört bir taraftan gelen ilim talebeleri, onun huzûrunda olgunlaşır, ilim ve hâl sâhibi olurlardı Kara ve deniz yolu ile fetvâ sormaya gelenler, onun meclisinde toplanırlardı
Büyük Şâfiî âlimi ve Kâdı'lkudât olan Ebû Abdullah Hüseyin bin Câfer bin Mâkûlâ, 1055 (H 447) senesinde vefât edince, halîfe Kâim biemrillâh'ın görevlileri, Ebû İshâkı Şîrâzî'ye gidip, halîfenin kendisini Kâdı'lkudât yâni Temyiz reisi tâyin etmek istediğini bildirdiklerinde râzı olmadı Gelenler kabûle zorlamaya çalıştı O, yeniden bu mesûliyeti ağır işten kaçındı Gelenler, onun bu vazifeyi kabûl etmesine kadar ısrâr edilmesi husûsunda, halîfeden kat'î tâlimât almışlardı Isrâr çok olunca, Ebû İshâk, halîfeye bir mektup yazarak; Kendini helâk etmen, sana kâfî gelmedi mi? Hattâ kendinle berâber beni de mi helâk etmek istiyorsun?dedi Halîfe buna fazla üzüldü ve: İşte âlimler böyle olmalıdır!Fazla şükür, zamânımızda kendisine kâdılık vazîfesi verilebilecek ve bundan yüz çeviren birisi var O, bunu istemedi ve biz de affettikdedi
Hocası Ebû Tayyîb etTaberî'nin 1058 (H450) senesinde vefâtından daha sonra, Ebû İshâk, Şâfiî mezhebinin fakîhleri arasında bir sabahtan yıldızı gibi parlamaya başladı Bâbı Merâtıb'daki mescidinde ders vermeye başladı Nihâyet, ilmi ve âlimleri çok seven ve Ebû İshâk'a farklı bir sevgisi olan Nizâmülmal, onun ders okutması içinBağdât'ta bir medrese inşâ ettirdi Medresenin inşâatına 1065 (H457) senesinde başlandı ve 1067 (H459) senesinde tedrisâta açıldı Vezir Nizâmülmal, medreseyi inşâ edip müderrisliğini ona teklif edince, çekinerek kabûl etti Bunun üzerine Nizâmiye Medresesini ilk defâ tedrisâta başlatmak için ilk müderris olarak onun tâyini yapıldı Vefâtına dek ders verip, ilme çok hizmet etti ve çok talebe yetiştirdi
Bir gün Nizâmülmal, kendisinin yaptığı hayır ve hasenâtı, insanlara ikrâm ve iyiliklerini, günahlardan sakınmasını, Allahü teâlânın emirlerine yapışmasını anlatıp, yüksek âlimlerden, yaptıklarının İslâmiyete uygunluğu hakkında fetvâ istedi Bütün âlimler cevâbında; Bu yapılanların tümü doğrudur Cennet'e girmenize vesîledirdiye yazıp, onun hakkındaki iyi düşüncelerini bildirdiler Nizâmülmülk, âlimlerin kendisi hakkındaki şâhitliğini görüp yazılarını okuyunca; Bunlarla benim kalbim bakımlı olmadıAncak, büyük âlim Ebû İshâkı Şîrâzî de bunu yazan ve hakkımda diğer âlimler gibi şehâdette bulunursa, inanırımdedi Şeyh Ebû İshâk'a başvurduklarında o da: Hasan (yâni Nizâmülmülk), işkence mevkıinde bulunanların hayırlısıdırdiye yazdı Nizâmülmülk, bu zâtın yazısını okuyunca; Şeyh doğru söylemiştir Doğru yanıt, işte budur!dedi Nizâmülmal vefât edeceği zaman vasiyet edip, Ebû İshâk'ın fetvâsının sûretinin kefenine bağlanmasını istedi Bu ricası yerine getirildi Sonra sâlih bir zât rüyâsında Nizâmülmülk'ü görüp hâlini sordu O da cevâbında: Allahü teâlâ bütün günahlarımı bağışladı ve: Bu ihsânımız, senin hakkında Ebû İshâk'ın, bahtı açık diye yazmasındandırbuyurdudedi
Ebû İshâkı Şîrâzî'nin ilmi, menkıbeleri ve yüksek hâlleri sayılamıyacak kadar çoktur Zamânının büyük âlimleri ile çoğu ilmî münâzaraları olmuştur İmâmülHaremeyn Ebü'lMe'âlî elCüveynî ile olan münâzaraları Tabakâtı Şâfiiyye kitabında yazılıdır Onun talebeleri ve kendisi ile arkadaşlık yapıp yetişenler oldu Onlardan kadılık, müftîlik ve hatîblik vazifesine tâyin edilenler çoktu Haydar bin Mahmûd bin Haydar eşŞîrâzî anlatıyor: Şeyh Ebû İshâk'tan işittim Diyordu oysa; Horasan taraflarına gitmiştim Uğradığım her beldenin ve her köyün, ya kadısının ya da müftîsinin yoksa da hatîbinin talebelerimden ya da ilim arkadaşlarımdan olduğunu gördüm
Ebû İshâkı Şîrâzî'nin, ibâdetinin çokluğunu, secdelerde yüzünün renginin değişmesini kimse inkâr edemezdi Bütün gecesini ibâdetle, Kur'ânı kerîm okumakla geçirirdi Nitekim Müzehheb kitâbının her faslını tamamladığı zaman iki rekat namaz kılardı Zühdü, dünyâya hiç kıymet vermemesi öyle çoktu ki, bir gün mescidde unuttuğu ve kendisinin de o günkü nafakası olan bir dinârı (48 gr altını), geri döndüğünde yerinde bulduğu hâlde, belki başkasınındır diye düşünüp, almaktan vazgeçti Bu zühd ve verâ, onun zamânında başka birisinde görülmedi Sözde o, zamânındaki bütün insanların zühdünü kendinde toplamış, bu zühd onun süsü olmuştu
Ebû İshâk'ın bedeni cılız ve ince idi Kuvvetli bir hâfızaya sâhib olup, zekî bir kimseydi Ders okumak ve ilim tahsil etmek için çok gayret ediyordu Yemeği ve elbisesi azdı Üye kanâat eder ve fakirliğe sabrederdi Kâdı Ebü'lAbbâs elCürcânî ve öteki arkadaşları diyorlar ki: Ebû İshâkı Şîrâzî, dünyâlık olarak hiçbir şeye sâhip değildi Hattâ o hâle geldi ama, bir jurnal yiyeceğini ve giyeceğini bulamadığı zamanlar olurdu
Ebû Bekr Muhammed bin Ali elBürûcirdî anlatıyor: Bir gün Ebû İshâk, talebelerinden birine: Bana üzüm ve hurma pekmezi satın alman husûsunda seni vekil ettimdedi O da gidip, fâsid bir alışverişte bulundu Ebû İshâk, böyle şüpheli satın alınan üzüm ve hurma pekmezini yemedi
Kâdı Ebû Bekr Muhammed bin Abdülbâkî elEnsârî anlatıyor: Bir gün Ebû İshâkı Şîrâzî'ye birçok mesele hakkında fetvâ sormaya gitmiştim Onu yolda yürür görüp selâm verdim Ekmek satan bir dükkâna girdi Ondan kalemini istedi O hâlde iken, suâlimin cevâbını hemencecik cebinde taşıdığı mürekkeb ile yazıp, istediğim fetvâyı bana verdi
Ebû İshâkı Şîrâzî, yoksul bir kimse olup, Nizâmiyye Medresesinde ders vermeye başlamasından sonra da durumu değişmedi Talebelerini çok severdi ve Benden bir mesele okuyan kimse, benim evlâdım sayılırderdi Fakirliği nedeniyle hacca da gitmemişti Nizâmülmülk'e yakın olmasına karşın maddî bakımdan hâlinde bir değiştirme olmadı Mala, paraya hiç düşkün değildi ElMâhânî diyor ama: Onun bir gıda ve binek almaya yetecek kadar malı yoktu Fakat isteseydi, onu el üzerinde taşırlardı
*