Elinna'nın Ölümü ve Hava mı çok soğuktu yahut duygularımız mı buz kesmişti? Neden uzayıp giden yollara bir çift söz söyleyemiyorduk? Şayet de çaresiz bir yolculuğun kementleriyle bağlanmış, olup bitecekleri olup bitenlere teslim etmiş, zamanın durmasını bekler olmuştuk Ama heyhat! vakit, en az yollar kadar hızlı akıyor; bizi, bir türlü varmak İstemediğimiz, her lahza görmekten kaçtığımız lakin gerçekte yaşam filmimizin her karesinde kaskatı karşımızda duran ve bir gün, evet bir gün mutlaka, eninde sonunda pençelerine takılacağımız kupkuru bir hakikate, ölümün soğuk, bir böylece da diriltici kollarına götürüyordu Donduşeni, sıradan bir mart ayazını bu defa fazla sıradışı görüntülerle karşılarken, bizler kent kilisesindeki birçokları gibi boş gözlerle, acıklı çiçekleri süzüyor, bir taraftan karşımızdaki sahnenin bir rüya olduğuna kendimizi inandırmaya çalışıyorduk Duvarları, teslisin çeşit çeşit temessülleri ile batmış kilisenin loş salonunun ortalarına doğru, kalabalığı yararak ilerleyip Elina'ya ulaştık Belki de bu bir kavuşma yok veda idi Kırmızı bir tabutun içinde, her iki yanına dikilmiş mumların titreyen ışıkları içinde yatıyordu İki omuzunun yanına, birer demet kuru çiçek; daha bir kaç ay önce öğrencilerinin aleyhinde giydiği yeşil elbisesi; hemencecik göğsünde birleştirilmiş elleri, sapsan ve donuk, ellerinde mumlar, öylece gülümseyerek bize bakıyor gibiydi Mum ışıkları, tütsüler, güya çok Ötelerden söylenir gibi kulaklarımıza çalınan ilahiler, insanların ne yapacaklarını bilmez bir hâlde çırpınışları Ağlamalar, hıçkırıklar Kıpkırmızı kan çanağı gözler Tabutun yanına yeni bir mum, yeni bir teselli dikmeye çalışan titrek eller Hayır hayır! Yapılan ya da yapılamayan hiç bir şey kendi kendimizi ve birbirimizi kandırmaktan öteye geçmiyordu O, şimdiden şairin Gürültüsüz Gemi' sine binmişti: Artık demir edinmek günü gelmişse zamandan Meçhule dışarı giden bir gemi kalkar bu limandan Çoğu gidenin herkes memnun ancak yerinden Birçok seneler geçti, dönen yok seferinden Ola Ki de, orada ağlayanların aksine o, cennette gülerek geziyordu Sırtından yüklerini atmış, kuytu bir nefes almıştı şu anda, o da bizi sersemlemiş bakışlarla süzüyor, hâlimize bir mânâ vermeye çalışıyordu Bizse hâlâ, onun tebessüm eden yüzünden bir dikkat çekici beklercesine tabutun civarda elpençe duran hâlâyıklar gibi dört dönüyorduk bir parça su mu isteyecek ya da, hava biraz soğudu da, battaniye mi? Bak Elina! Yavrun burada, okşamak ister misin göz yaşlarını, süzülen yanaklarından? Çıt değil! Tekbir ses bile! Dingin, tepkisiz Ama, lakin! Benim duyduklarımı siz de duyuyor musunuz? Güya, böylece insanın içinde gözlerini bana dikmiş, beynime nakşediyordu: Ölecek miyim, ram da söyleyecek çağımda Söylenmedik cümlelerin hasreti dudağımdaTabutu taşıyan arabanın etrafındakilerden yalnızca Elina üşümüyordu, derin dondurucu soğukta O, hâlâ, olağanüstü birelinnaninolumuve5c557dfa7b211alt elinnaninolumuve5c557dfa7b211alt elinnaninolumuve5c557dfa7b211alt elinnaninolumuve5c557dfa7b211alt netle bizi teskine çalışıyor, fakat kimse onu dinlemiyordu Bense, o olağandışı motor sesinden bile daha net gelen sesine kaptırmıştım kendimi: Kapı kapı bu yolun son kapısı ölümse; Her kapıda ağlayıp, o kapıda gülümse Tıpatıp senin gibi değil mi Elina? Üçbeş ay Öncesi sen, hiç değişmedin Hâlâ, o eski canlılığınla, Öğrencilerine duyduğun aşkınla, sınıfına koşar gibi Ama bu defa Bu kere, sınıfında yalnız sen olacaksın, biliyor musun? Öğrencilerini bulamazsan orada, sakın üzülme olur mu? Bak artık, göz yaşlan kurumuş yavruna en az onun kadar metin ol! İşte son dilekler, son vedalar O, son bir kere insanlara gösterdiğin yüzüne, son bir defa daha inip kalkan dudaklar Son sıcak temaslar Ve kıpkırmızı tabutun üstüne atılmaya başlanan topraklar Şu fani dünyaya pencerelerini kapatıyorsun bundan böyle Ebediyete gezi, sana daha mı tatlı geliyor, arkana bile bakmadan gidiyorsun Şu Anda o, daha birkaç saat önce onlarca insanla birlikte olduğu büyük kasaba mezarlığında Yapayalnız kimsesiz Soğuk ve ayaz Rahat bir çukur Üstü örtülü Bak Elina! En yakın dostların Annen, baban, çocuğun Akrabaların Nerede seni günahlarından arındıran papaz efendi? Nerede, sana hiç faydası olmayan ve olmayacak çiçekler, çelenkler, bisküviler, şekerlemeler? Nerede senden, 'Eylül'de görüşürüz' deyip ayrılanlar? Şu Anda onların altlarındaki döşekler seninkinden daha mı sıcak? Daha mı sessiz? Daha mı ferah ve geniş? Şimdi sen kiminlesin Onlar kiminle Ya yarın Sonraki gün Kaç gün sonra seni hâlâ hatırlıyor ve seninle yaşıyor olacaklar Yoksa Yahut tüm olup bitenleri, her gün olup biten binlercesi gibi unutkanlığın ve gafletin kalın perdesi arkasına atıp, ferih ve fahur Benzeri hiçbir şey olmamış gibi Benzeri şu yolda yürüyenler, doğrusu senin yanında, daha göz açıp kapamadan gelmeyeceklermiş gibi Ve sen, sadece bana mı söylenip duracaksın böyle? Neden sesini azıcık daha yükseltmiyorsun? Cümbür Cemaat duysun bana söylediklerini, herkes: Şu geçeni durdursam, çekip de eteğinden, Soruversem; haberin var mı öleceğinden? Neden kalkıp insanlara bütün gerçekleri anlatmıyorsun? Niçin böyle sessizce çekip gidiyorsun? Sevgiyi, merhameti, insanlığı öğretmiyorsun Sen Öğretmensin Öğretmelisin, anlatmalısın Bu Vesileyle bile Ebedî Ve ben acilen Senden sonra elime tutuşturulan yuvarlak bir ekmek, bir havlu, bir kutu kibrit ve incecik, tıpkı senin gibi kırılmış bir mum ve öteki unutulmazlarla, hayatın örümcek ağından ipinde sonsuzluğu aramadayım