İnfertilitenin psikolojik etkilerine yönelik çalışmaların birçoğu kadın psikolojisi yönünde yoğunlaşırken yürütülen yeni çalışmalarda erkeklerin geçirdiği süreçler de araştırma konusu olmuştur. Özellikle erkek kaynaklı infertilitede erkeklerin belirli psikolojik değişimler yaşadıkları gözlemlenmiştir. Öfke, depresyon, değersizlik hisleri, güç-kudret yitimi, erkeklikle ilgili olumsuz düşünceler, cinsel yetersizlik hisleri, suçluluk hisleri gibi sorunlar araştırma sonuçlarında yoğun olarak bulgulanmıştır.
Çocuk sahibi olamamaya kendileri sebep olduklarını düşünen erkekler, erkekliklerini sorgulamaya başlarlar, bunu cinsel işlevsizlikten ortaya çıkan bir kusur gibi görebilirler, hatta diğer insanlar da böyle düşünür kaygısı yaşayarak paylaşmak istemezler; halbuki bu durumun cinsel işleyiş ile hiçbir ilgisi yoktur. Evet, bu sorunlar cinsel hayat üzerinde olumsuz etkiler yaratırlar ama yukarıda ifade ettiğimiz duygusal değişimler yüzünden yaratırlar, bir sonuç olarak cinsel işlevi bozarlar. Yani bir erkeğin sperm morfolojisinin kötü olması, cinsel işlevini değiştirmez ama bu tanıyı aldıktan sonra kendi cinselliğine, kişiliğe yüklediği anlamlar sonucu cinsel yaşantısı bundan etkilenir.
Erkekler de kadınlarla eşit düzeyde etkilenir bu süreçlerden; fakat onlar duygularını daha az ifade ederler, bunu çok göstermezler. Bu durum erkeklerin ilişki içerisinde yalnız hissetmelerine ve destek almaktan uzak kalmalarına sebep olur. Başarısız tedavi deneyimleri arttıkça çiftler daha depresif olurlar, cinsel yaşamları daha az tatmin edici olur. Çünkü artık cinsellik tamamen çocuk sahibi olmak odaklıdır. Zamanla çocuk sahibi olmakla ilgili kaygılar artar, sosyal izolasyon yaşarlar. Çiftler kendilerini etiketlenmiş hissederler, bitmeyen bir “kayıp” hissi vardır. Kendilerini akranlarıyla karşılaştırırlar, kusurlu ve beceriksiz hissederler; bu da özgüvenlerini zedeler.
Yapılan bir araştırmada sadece erkek faktörlü ve sadece kadın faktörlü infertilite hastalarının erkek partnerleri arasında psikolojik bir değerlendirme yapılmış. Bu araştırmanın sonucunda erkek faktörlü grubun erkeklerinin diğer grubun erkeklerine göre cinsel hayatları ile ilgili ve kendi kişisel kimliklerine yönelik daha olumsuz algılara sahip oldukları bulgulanmıştır. Bu sonuçlara göre görülüyor ki sadece erkek faktörlü infertilitede erkekler, hayatlarını daha az kontrol edebildiklerini, hedeflerine ulaşmada yetilerinin daha az olduğunu ve kişisel olarak bu durumdan daha fazla sorumlu olduklarını düşünüyorlar. Diğer gruplara göre daha çok özgüven problemleri yaşıyor, etiketlendiklerini, kusurlu görüldüklerini düşünüyorlar. Bununla beraber bu erkekler diğer gruplara göre daha az cinsel tatmin yaşarken, cinsel açıdan kendilerini daha başarısız hissediyorlar.
Kadınlar, bu durumlarla baş etmede yüzleşme, sorumluluğu kabul etme, sosyal destek arama yaklaşımlarını daha çok benimserken; erkekler bu konularla ilgili konuşmak konusunda problem yaşıyorlar, anlaşılamayacaklarını düşünüyorlar ya da yok sayıyorlar. Bu durum ise stresin ortadan kalkmasını sağlamamakla beraber kaçınmacı bir tutum sergilemelerine sebep oluyor. Bu da aslında problemin çözüme ulaşmadan rafa kaldırılmasına ve ileriki zamanlarda daha büyümüş bir şekilde farklı biçimlerde bizi rahatsız etmesine sebep oluyor.
NE YAPMALIYIZ?
Çiftlerin infertilite tedavisini yarıda bırakmalarının, ertelemelerinin en büyük sebeplerinden birinin psikolojik zorluklarla baş etmedeki çektikleri güçlükler olduğu görülmüştür. Bunun için de süreçte yaşanan bütün olumsuz deneyimlerin yarattığı stres unsurları, depresyon ve anksiyete (kaygı) gibi sıkıntı yaratan durumları hafifletecek bir takım psikolojik müdahalelerin oldukça faydalı olduğu bulgulanmıştır.
BU VAKALARDA PSİKOLOİK DANIŞMANLIĞIN ODAK NOKTASI NEDİR?
İlk hedef infertilite konusunda bilgilendirmek, kaygılarının kaynağını ifade edebilmesini sağlamak, partnerinin hayal kırıklığı düşünceleri ile ve aynı zamanda infertilitenin yarattığı duygusal çatışmalarla baş etmesine yardımcı olmaktır. Bu alanda yürütülen psikoterapi çalışmaları, hastanın problem çözme becerilerini arttırarak acı, kayıp, suçluluk ve utanç duyguları, hayal kırıklığı, kaygı, depresyon ve sosyal izolasyon ile mücadele edebilmelerini sağlar.