iltasyazilim
FD Üye
Evliyâullah Allah’ın Velîleri Kimlerdir?
Velî’nin çoğulu “evliyâdır Halk arasında velî veya evliyâ denilince kafalarda biraz daha özel bir insan grubu şekillenir Bir taraftan evliyâ göklere uçurulur, onlara karada ve denizde, yerde ve gökte Allah’a ait nice görevler havâle edilir; fakat böyle bir anlayıştaki yanlışlıklar düşünülmez Buna karşın Kur’an’ın şiddetli yasaklamasına rağmen kimileri inkârcıları, zâlimleri veya tâğutları velidost ve sırdaş edinir Böylelerine toplumun velâyetyönetim yetkisini seve seve verir Hatta onların müslümanların aleyhine olan düşmanlıklarına ortak olur Bazıları da Kur’an’a göre velâyeti caiz olmayan zorbaların Islâm ülkelerinde kurdukları gayri Islâmî düzenlere ses çıkarmazlar, onların siyasetlerinden memnun kalırlar Onların zulüm sistemlerine destek olur ve bunun ne anlama geldiğini hiç akıllarına getirmezler
Birçokları ömürlerini aslı astarı olmayan velîevliyâ menkıbeleriyle (hikâyeleriyle) tüketirken, müslümanların velâyetini gasbedenlerin İslâm âlemini ne hale getirdiklerini, müslümanlara nasıl davrandıklarını hiç düşünmezler Yanlış velîevliyâ düşüncesi sebebiyle niceleri Tevhid dininin dışına çıkarlar da farkında bile olmazlar Bu konuyu Kur’an’ın ve sünnetin çerçevesi dışında değerlendirenler, özel bir statü verdikleri evliyâda olağanüstü güçler ve yetkiler görürler Onların peşine takılır, bir dediklerini iki etmezler Ağızlarından, ya da kalemlerinden çıkan sözleri doğru mu yanlış mı diye düşünmeden benimserler Evliyâ dedikleri kimselerde mutlaka tabiatüstü bir güç ve kerâmet görmek isterler Göremeyince de kendileri uydururlar Ya da önceden uydurulmuş malzemeyi kendi şeyhleri için kullanırlar
Her konuda olduğu gibi bu konuda da şaşmaz ölçü Kur’an’dır Öyleyse velî veya evliyâ kimdir, özellikleri nelerdir? “Haberiniz olsun; Allah’ın velîeri (evliyâullah), onlar için korku yoktur, onlar mahzun da olacak değillerdir (10Yûnus, 62) Onlar Allah’tan hakkıyla korkup çekindikleri için, onlara dünyada ve âhirette korku yoktur Onların ilerisi güzel olduğu için geçmişle ilgili hüzünleri (üzüntüleri) kalmamıştır Hesapları sebebiyle korkmayacaklar ve hesaplarının kötü olmaması sebebiyle de üzülmeyecekler
Bu müjdeye kavuşacak olan “evliyâ kimdir? Cevabı bu âyeti takip eden ikinci âyet veriyor: “Onlar iman edenler ve (Allah’tan) korkup sakınanlardır Müjde, dünya hayatında ve âhirette onlarındır Allah’ın sözleri için değişiklik yoktur İşte büyük kurtuluş budur (10Yûnus, 6364) Ölçü iman ve takva Kim hakkıyla iman eder, imanını şirk veya riyâ gibi şeylere bulaştırmazsa ve arkasından da Kur’an’ın tanımladığı takvâya ulaşırsa, işte böyleleri Allah’ın velîleridir
Yukarıda ifade edildiği gibi, Kur’an ‘velî’ kelimesini hem olumlu hem de olumsuz anlamda kullanmaktadır Şeytanın velîsi olabildiği gibi, putların da velîsi olabilir İnkârcılar ve zalimler her bakımdan birbirlerinin velîsidirler Buna karşın Allah mü’minlerin velîsidostu ve yardımcısıdır O, müslümanların kendi aralarında da velâyet ilişkisinin olmasını emretmektedir Bunun yanında Rabbimiz iman edip takvâ sahibi olan kullarını kendine ‘velîlerevliyâu’llah’ olarak seçiyor Demek ki mü’münler için sıradan bir velî olmak değil; Allah’ın velîlerinden, evliyâullahtan olmak önemlidir
Mü’min zaten İslâm’a bütün benliği ile iman edendir Buna bağlı olarak bütün mü’minler de takvâ üzere yaşamak zorundadırlar İman takvâyı gerektirir Takvâsız mü’min olunamayacağına göre, Allah’ın râzı olduğu bütün mü’minler evliyâdır, Allah’ın velîsidir Allah da onların mevlâsıdır Yukarıda mü’minlerin hepsinin birbirlerinin velisi olduğu açıklanmıştı Elbette mü’min deyince, akla, Allah’tan hakkıyla korkup çekinen teslim olmuş müslüman gelir
Peygamberimiz’den gelen bir rivâyet konuyu daha anlaşılır bir şekilde açıklıyor Peygamberimize Allah’ın velîleri kimlerdir diye sorulmuş, O da şöyle buyurmuştur: “Onlar öyle kimselerdir ki, görüldükleri zaman Allah hatırlanır, zikredilir (Dürrü’l Mensur, 4370; naklen Elmalılı, 4495) Hz Ömer (ra)’den rivâyet edilen bir hadiste de, kendileri şehid veya nebî olmadıkları halde nebîlerin ve şehidlerin gıpta ettiği, aralarında ticaret ve akrabalık olmadığı halde birbirlerini Allah için seven kimselerden bahsedilmektedir (Müstedrek, 4170; naklen Elmalılı, 4495)
Evliyâullah (Allah’ın velî kulları), Allah için severek birbirlerine dost, yârân, ahbap olurlar (Ebû Dâvud, Sünne 2, hadis no: 4596, 4197) Ya da onlar Allah uğruna, O’nun adıyla, O’nun celâli için birbirlerini severler Bu sevgi ile beraber birbirlerine ilgi gösterirler (Müslim, Birr 38, Hadis no: 2567, 41988; Tirmizî, Zühd 53; Dârimî, Rekaik 44, hadis no: 2760, 2221; Ahmed bin Hanbel, 2237, 328, 338, 370, 533; 387, 4128, 386)
Takvâ sahibi mü’minler, Hakk’ın canlı şâhitleridir Onlar, İslâm’ın güzelliklerini pratik hayatlarında gösterirler Onlar İslâm’ı öylesine güzel yaşarlar ki, onlara bakıldığı zaman Rabbimizin ve O’nun verdiği nimetlerin hatırlanmaması mümkün değildir İşte Allah’ın velî kulları, müttakî mü’minlerdir Bu gibi mü’minler özel bir sınıf değillerdir Bu velîlik sıfatını onlar iman ettikleri ve uydukları Kur’an’dan alırlar Ne peşlerine gelenlerden, ne de yukarılarda olduğu zannedilen ve olağanüstü şahsiyet olarak düşünülen kimselerden
Bilindiği gibi İslâm’da ruhbanlık ve özel bir sınıf statüsü yoktur Herkes Allah’ın önünde eşittir ve herkes Rabbine kulluk yapmakla yükümlüdür Kimsenin Allah katında bir imtiyazı (ayrıcalığı) yoktur Üstünlük, derece ve sevap kazanma ölçüsü yalnızca takvâdır Kimin takvâlı olduğunu da yalnızca Allah bilir Allah’ı râzı etmeye çalışan kullara Allah’ın pek çok yardım ettiğini, onlara çok hayırlar verdiğini, görünen ve görünmeyen nimetlerle desteklediğini, mü’min topluluklarla çeşitli yardımları ulaştırdığını Kur’an haber vermektedir Mü’minler zaten kerem sahibi insanlardır; Allah dilerse onlara daha fazla kerâmette bulunabilir
Kerâmet, velî olmanın şartı değildir Allah dilediği kuluna dilediği nimeti değişik şekillerde ulaştırır Tekrar edelim ki, velî olmanın, yani ‘evliyâullah’tan olmanın şartı iman ve takvâdır Velî olmak evliyâ sayılmak için başka törenlere, şartlara, uzun boylu açıklamalara, tarîkat silsilelerine, başkaları tarafından verilecek ünvanlara ihtiyaç yoktur Kur’an, kimin velî olduğunu açık açık anlatmaktadır
Tasavvuf Etkisiyle Velî ve Evliyâ Kavramlarında Anlam Kayması
?
Müslümanım diyenlerce tahrif edilen Kur’an kavramlarından biri, “velî kavramıdır Kur’an ve sünnetteki gerçek mânası yönüyle bu kavramın içi boşaltılarak tevhidî konumundan soyutlanıp velâyet, ayrıcalıklı bir sınıfa nisbet edilmiştir Yaşadığımız toplumda, “tevhide zarar vermeye müsâit vesîle, şefaat ve velî anlayışları vardır Eğer nefsimizi ve çevremizi Kur’an’ın gözlüğüyle görmeye çalışırsak, yanlışlıkların önüne geçebiliriz Tasavvufun etkisiyle, geleneksel anlamda velî (veya evliyâ); benliğini Allah'ta yok etmek sûretiyle birtakım üstün vasıflar kazanarak, hârikulâde şeyler gösterebilen büyük insan anlamında kullanılmaktadır Hatta daha da ileri gidilerek Allah adına kâinatın idaresini düzenlemeye yetkili kişiler olarak algılanmaktadır
Hicretin ilk asrında başlayan zühd ve takvâ anlayışı, giderek tasavvufî bir şekle bürünmüş ve 9 yüzyıldan sonra ise geniş ve renkli bir tefekkür meydana getirmiştir Velî kavramının, Türkler'in İslâm'a girişinden sonra, İslâm öncesi dinlerinden taşıdıkları Şamanizm, Budizm, Zerdüştlük, Mazdeizm, Maniheizm ve Hıristiyanlık gibi inançların tesiriyle ıstılahlaştığı görülmektedir Öyle ki, Allah'a yakın olduğu kabul edilen, velî diye vasfedilen bu kişilerin fevkalâde kuvvet ve kudretlerle mücehhez olduğuna ve herhangi bir konuda sağ veya ölü iken yardımlarının söz konusu olacağına inanılmaktadır Böyle bir anlayış, velînin takdis olmasıyla sonuçlanmaktadır Yukarıdaki anlamıyla müslümanlar arasında yaygınlaşan bu velî kavramının menşe' itibarıyla İslâmiyet'le ilişkisi olmadığı söylenir Aynen hıristiyanlıktaki saintaziz kültü gibi, müslümanlar arasında yaygınlaşan bu velî kelimesinin İslâm'dan önceki putperest kültürlerle yakın alâkası olduğu ifade edilir (Bkz E A Westermarck, İslâm Medeniyetinde Puta Tapma Devrinden Artakalan İtikatlar, Ankara, s 11, 1920; Haksöz, sayı: 11 (Şubat 92), s14)
Eski Türk şamanları incelendiğinde bunların Türk velî tipine çok benzediği anlaşılır Gelecekten haber veren, hava şartlarını değiştiren, felâketleri önleyen, yahut bunları düşmanlarına musallat eden, hastaları iyileştiren, göğe çıkıp uçabilen, ateşte yanmayan, yani bu özelliklere sahip olduklarına inanılan Türk şamanları bu hüviyetleriyle âdetâ İslâm sonrası eserlerde velî veya evliyâ olarak tanındı Şamanist Türkler, şamanların hârikulâde insanlar olduklarına, ruhlar ve gizli güçler ile ilişki kurup onlara istediklerini yaptırabildiklerine inanırlardı Türklerin velî telakkisinin oluşmasında eski atalar kültürünün de önemi vardır Ata öldükten sonra onun ruhunun üstün birtakım güçleri olduğuna inanılır ve ondan şefaat beklenir Bu üstün rûhânî güçlerle donanmış insan tipinin müslümanlıktaki velî tipiyle ilgi kurulmasında güçlük çekilmedi Kur'ânı Kerim'deki çeşitli mûcizeler gösteren peygamberlerin şahsiyetini kendi din adamlığıyla benzeştirdiler Velî ve evliyâ kültürünün oluşmasına sebep olan unsurlar şunlardır:
a) Eski Türk inançları,
b) Budizm ve Şamanizm,
c) İslâm öncesi kültür,
d) Kitabı Mukaddes kaynaklı inançlar,
e) İslâm (Kur'an ve hadisler)'ın yanlış yorumu
1012 asırlarda İslâmiyet, Orta Asya'da yayılırken tekkelerin çoğu eski Budist manastırlarının yerine, yahut yakınlarına yapılıyor, zamanla manastırdaki azize ait menkıbeler, yerli halkla ilişkiler kurmada kolaylık olması için İslâmî bir hüviyete dönüştürülüyordu Bu usûl, hem Anadolu'da, hem de Rumeli'de tatbik edildi Meselâ, Hacı Bektaş'ın Sulucakarahöyük'te kurduğu tekke, burada yaşayan Hıristiyanların takdis ettiği Saint Charalambus'a ait kilise ve kültürü İslâmî bir havaya büründürüldü Bu örnekler çoğaltılabilir Bu velî veya evliyâların neler yaptıklarını Abdurrahman Câmî'ye ait, tasavvuf kitaplarının meşhurlarından olan eseri Nefehâtü'lÜns min Hazerâti'lKuds isimli eserden takip edelim:
1) Yoğu var etmek, varı yok etmek,
2) Gizli şeyleri açığa çıkarmak, açıkta olanları gizlemek,
3) Ölüyü diriltmek, diriyi öldürmek,
4) Duâyı gerçekleştirmek,
5) Gıyâben söylenenleri işitmek,
6) Gaybden ve gelecekten haber vermek,
7) Su üzerinde yürümek, mekân aşmak,
8) Aynı anda muhtelif yerlerde görünmek,
9) Hayvan, bitki veya cansız maddelerin tesbih ettiklerini duymak, 10) Havada dolaşmak,
11) Vahşi hayvanları emrine almak
Yukarıda sayılan özelliklere uygun, tarihte ve günümüzde var sayılan velîlere örnekler veren külliyât bir hayli yaygındır Örnek olarak; Hacı Ubeydullah Ahrar denilen şahıs Semerkant'ta otururken, aynı anda İstanbul'u fetheden Fâtih'in ordusuna yardım eder şeklindeki olay, bütün klasik kaynaklarda çok rahat bir şekilde anlatılır (İrfan Gündüz, Osmanlılar'da DevletTekke Münâsebetleri, Sehâ Neşriyat, s 4344) Bazıları da insanın kalbinden geçirdiğini bilir, gelenin sormadan cevabını verir, istemeden ihtiyaç sahibinin muhtaç olduğu şeyi bağışlardı Gönüllere ve rüyalara tasarrufu vardı Bereket gittiği yerlere yağardı (Mehmed Zâhid Kotku, Ehli Sünnet Akaidi, Sehâ Neşriyat, s 7)
Bazıları da Allah ile konuşabiliyor, hatta O’nu da emri altına alıyor: “Hak Teâlâ dedi: ‘Yâ Cüneyd, ben seninim, sen benimsin Şimdiye değin sen benim dediğimi tutardım; şimdiden sonra ben senin dediğini tutarım (Feridüddin Attar, Tezkiretü’lEvliyâ, Erkam Y s 158) Bir başkası: “Evliyâdan bazıları vardır ki, sâdık mürîde vefâtından sonra, hayattayken olduğundan daha fazla menfaat eriştirir İsterse o velî, kabrinde meyyit olsun Kabrindeyken müridini yetiştirir Müridin kabrinden onun sesini işitir Nitekim Ebu’lHasan Hırkani, Beyazıd Bestami’den bu şekilde feyz almıştır (EsSeyyid Abdülhakim Arvasî, Râbıtai Şerife, Büyük Doğu Y s 19) Bazıları işi daha da ileri götürerek; “Allah beni över, ben de onu O bana kulluk eder, ben de O’na Bir halde O’nu ikrar eder ve eşyadaki çokluk ve değişikliği görünce inkâr ederim (Muhyiddini Arabî, Fusûsu’lHikem, MEB Y s 48)
Velî (veya şeyh) ile sohbetin usûlü: “Evvelâ mümkün ise gusl ile, olmazsa taze bir abdestle iki rekât namaz kılmak, anlayamadığı bir şey varsa, onu kendi kusuruna haml etmek, hiçbir sûrette şeyhin kavl, fiil ve ahvâline kat’iyyen itiraz etmemek, şeyhin kelâmını hakdır diye itikad etmek Sohbet bitince çok oturmayıp hemen kalkıp izin istemek ve ellerini dizlerini öpüp geri geri gitmek (M Zâhid Kotku, Tasavvufî Ahlâk, c 1, s 90) “Allahu Teâlâ’nın ismi zâhirleri o kadar çok tecelli etti ki, her şeyde ayrı ayrı göründü, hatta nisâ (kadınlar) şeklinde, onların organları halinde ayrı ayrı zâhir oldu Bu tâifeye o kadar bağlandım ki, nasıl bildireyim, kendimi tutamıyordum Onların şeklindeki zuhur başka hiçbir şeyde yoktu (İmamı Rabbâni, Mektubat Tercümesi, 1 Mektup, Sönmez Neşriyat, s 6)
Örnekleri çoğaltmak mümkün Allah adına, din adına bu anlatılanların İslâm’la bir ilgisi olmadığı halde, bu eserlerin Kur’an rehberliğinde yeniden okunması ve yeniden değerlendirilmesi gerekir
Yukarıda görüldüğü gibi, Kur’anı Kerim’e göre, gerçek velî Allah’tır, Birçok âyette Allah’ın mü’minlerin velîsi ve yardımcısı olduğunu görmekteyiz (2Bakara, 257; 3Âli İmrân, 68; 7A’râf, 155; 9Tevbe, 116) Yine Kur’an, Allah’tan başka velî edinmeyi yasaklar “Onların Allah’ın dışında kendilerine yardım edecek velîleri yoktur (42Şûrâ, 46) “Yoksa O’nun dışında birtakım velîler mi edindiler? İşte Allah, velî olan O’dur Ölü olanları da diriltir Her şeye güç yetiren O’dur (42Şûrâ, 9) “Haberin olsun, hâlis (katıksız) olan din, yalnızca Allah’ındır O’ndan başka velîler edinenler (şöyle derler): ‘Biz bunlara bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibâdet ediyoruz’ Hiç şüphesiz Allah kendi aralarında ihtilâf ettikleri şeylerden hüküm verecektir Gerçekten Allah, yalancı kâfir olan kimseyi hidâyete eriştirmez (39Zümer, 3)
Kur’an, insan vasfı olarak velî konusunda da mü’minlerin birbirlerinin velîleri olduğunu belirtir “Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, birbirlerinin velîleridirler; iyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler Allah'a ve rasûlüne itaat ederler İşte Allah’ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır (9Tevbe, 71) “İyi bilin ki Allah’ın dostlarına korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir Onlar Allah'a iman etmiş ve muttakî olmuşlardır (10Yûnus, 6263) Allah’ın dostları olduğu gibi, şeytanın da dostları vardır “Şeytanları inanmayanların evliyâsı kıldık (7A’râf, 27) Takvânın özelliklerini de Kur’an, özellikle Bakara, 35 ve 177 âyetlerde açıklar Bu âyetlere göre takvâ, iman ve sâlih amellerdir İslâm’ın yaşanması ve hayata geçirilmesidir Kur’an’ın, Rasûlün hayatıyla örnek davranışlar haline, yaşayan Kur’an haline gelmesidir Mü’min ve müslüman olmanın yolu, velî olmanın yolu, Kur’an ve sünnete uygun yaşamaktan geçer Kur’an, takvâ sahibi olmamızı istiyor Hatta daha da ileri giderek, gerçek mü’minlerin, takvâ sahiplerine önderler olmasını öneriyor Bu da yaşanan hayata yön verip İslâm’a uygun bir şekilde örneklik yapmakla mümkündür Allah’ın dostlarının kerâmeti, ihsânı ve takvâsı; Kur’an’ı, yaşanan bir hayat haline getirmesidir Bazılarının anladığı gibi, kâinata tasarrufta bulunma, duâlara icâbet etme, öldüklerinde geri kalanları mezardan idare etme, mezarları üzerinde kubbeler inşâ edilme şeklinde değlidir
Kur’an, Hz Peygamberimiz’e şöyle buyurur: “De ki: ‘Ben kendime Allah’ın dilediğinden başka ne bir yarar, ne de bir zarar verme gücüne sahibim Eğer gaybı bilseydim, elbette çok hayır elde ederdim ve bana kötülük dokunmazdı Ben sadece iman edenler için bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim (7A’râf, 195) Yine Kur’an’da insanların kalplerine tasarrufta bulunmak, hakka meyletmeyen kimselerin kalplerine imanı yerleştirmek ve buna benzer hususlarda peygamberlere bile yetki verilmediği (27Neml, 80; 35Fâtır, 2224) halde, birtakım insanlara takvâ adına Kur’an dışı ilâhî sıfatlar vermek, İslâm’ı bilmemek veya bile bile düşmanlık etmek demektir Kur’ânı Kerim, peygamberlerin bile sahip olduğu bütün kudret, azamet, üstünlük ve şerefin Allah'a itaat edip tamamıyla O’nun hükümlerini uygulamada olduğunu belirtir
Hz Peygamber, Kur’an’dan yüzçevirir, Allah’ın kelâmını değiştirmeye kalkar ve kendi sözlerini ona ilâve edecek olursa; onun başkası üzerinde hiçbir üstünlüğe sahip olamayacağı açıklanır “Sana gelen ilimden sonra, eğer onların hevâlarınaarzularına uyacak olursan, andolsun ki Allah’tan sana ne bir dost, ne de bir yardımcı olur (2Bakara, 120) “De ki: ‘Onu kendi tarafımdan değiştirmek benim için imkânsızdır Ben, sadece bana vahyolunana uyarım Şayet ben Rabbime karşı gelirsem büyük bir günün azâbından korkarım (10Yûnus, 15) Kur’an’da açıklanan bu tür âyetlerin hepsi, Rasûlullah’ın herhangi bir muhâlefeti, sapması veya âyetleri gizlemesinden korkulduğu için indirilmemiştir Bu âyetlerin indirilmesinden maksat, insanlara, peygamberin Allah'a olan yakınlığının sebebinin peygamberin hâşâ Allah ile bazı ortak sıfatlara sahip olması veya akrabalık hıristiyanlıktaki oğul anlayışı gibi bağı olmadığını göstermektir Böylece, peygamberin özelliğinin, uyarıcı, müjdeleyici olması ve Allah’ın hükümlerine kayıtsız şartsız bağlanması olduğu açıklanmaktadır
Velî olmak, eşyanın tabiatını tersine döndürmek sûretiyle değil; bilakis eşyanın tabiatı gereğince, sünnetullahın açığa çıkması, fıtratın gelişmesi ve Allah’ın râzı edilmesiyle mümkün olmaktadır Allah katında yalnızca takvâ ile insanlar birbirlerinden ileride olabilmektedirler Bu da, azâbından korunmak ve rızâsını kazanmakla mümkündür Kim Allah'a, O’nun bildirdiği gibi inanır ve sâlih amel işlerse, işte kurtulanlar yanız bunlar olacaklardır Peygamberlerin hepsi, Allah’ın velî kullarıdır Onlar Allah’ı râzı etmişler, tevhidi hayatlarında uygulamışlar ve en güzel şâhitler olmuşlardır Mü’minler de Allah’ın velî kullarıdır Allah, iman eden ve sâlih amel işleyen kullarını velîdost edinmektedir Velînin büyüklüğü buraya kadardır Müslümanlar da ayrıca, birbirinin velîsidirler Birbirine yardım eden, bağışlayan, malından yediren, koruyan, kollayan insanlardır Muhâcir ve esârın birbirlerini velî kabul etmeleri ve uygulamaları ile elimizdeki sağlam bilgiler, bizler için örnek teşkil etmektedir
İslâm akaidinde, bazı dinî çevrelerde bilinen anlamda kişilere kutsallık izâfe edilerek, hatta onları insanlık vasıflarının da üzerine çıkarmak gibi hayâlî ve mitolojik tipler icat etmek anlayışına yer yoktur Kur’an’da net bir şekilde açıklanan “evliyânın diğer insanlardan farkı; beşer tabiatının üzerine çıkması, fevkalâdelikler göstermesi veya günahları bağışlaması değil; tevhidî bir inanca sahip olması, münkerden kaçınması ve ma’rûfu emretmesi, her türlü şirke, zulme, haksızlığa karşı tavır sahibi olmasıdır
Velîermiş kabul edilen rûhânîler hakkında birçok menkabeler yazılmıştır Bu kişilerin hayat öyküleri ve onlara mal edilen olağanüstülükler dikkat ve ibretle incelenmeye değer Bu mitolojik hikâyeler, velî kabul edilenlerle ilgili inanış biçiminin eksenini oluşturmaktadır Bu hikâyelerde insanüstü özellikler o kadar astronomiktir ki Allah'ın kitabı ve Rasûl'ün sünnetiyle aydınlanmış aklı başında hiçbir mü'min, bunların gerçekliğini kabul edemez Çünkü evliyâlık, ermişlik denen inanış kadar, sünnetullahı (Allah'ın evrendeki değişmez kanunlarını) kökünden inkâr eden, Allah'ın kâinat üzerindeki sınırsız egemenliğini yok sayan ve O'na açıkça kafa tutan başka bir inanış biçimi hemen hemen yoktur Herhangi bir halifenin, kendi şeyhi hakkında rivâyet edilen bu mitolojileri hiçbir zaman yalanlamamış olması, tarîkat liderleri hakkında ciddî bir ahlâk sorununun varlığını ortaya koymaktadır Gerçekten de hemen hiçbir şeyh, kendisini mezun etmiş olan mürşidinin göklere çıkarılmasına şimdiye kadar itiraz etmemiştir
Aslında menkabe geleneği, yabancı kaynaklıdır Özellikle şamanlıktaki kamkültünün, budizmdeki arhanıkültünün ve hıristiyanlıktaki azizlerkültünün etkisi altında peydahlanan velîlikermişlik inancına bağlı olarak bu gelenek yerleşmiş ve zamanla kurumlaşmıştır
Tasavvuftaki Evliyâ Nasıl Bir Kişiliktir? Tasavvuftaki anlayışa göre bazı yüce ruhlu insanlar, keskin bir sezgiye, olağanüstü ve gizemli güçlere sahiptir Bu kişilere, her dinin mistik toplulukları tarafından verilen bazı sıfatlar vardır Evliyâ, aziz, saint, surp, ermiş gibi Kalabalıkların çok büyük saygı ve bağlılık gösterdiği bu şahısların, çilehâne, manastır, savmia ve stupa gibi özel ve kutsal sayılan mekânlarda seyr u sülûk, mücâhede, çile, riyâzet ve yoga gibi her dine göre çeşitli adlar altında mistik egzersizler yaparak günahlarından arındığına ve bir ruh temizliğine kavuştuğuna inanılır Bunlar artık himmet, bereket ve tasarruf sahibidirler Allah adına, kâinat ve tabiat olaylarını yönetirler (!)
Evliyâ denilen bu insanlar hakkındaki inanışlardan bazıları şöyledir: Bunlar günahsız, yüce ve yanılmaz şahsiyetlerdir; kutsal birer kişiliğe sahiptirler Gizliyi ve özellikle gönüllerden geçenleri bilirler Duâları makbuldür; ne dilerlerse Allah o dileği yerine getirir Aynı anda birkaç yerde bulunabilirler En uzak mesâfeleri en kısa bir zamanda katederler İslâm ordularının (veya bugünkü ordunun) ön saflarında düşmana karşı çarpışır ve zafer sağlarlar Bu inanç çerçevesinde şartlandırılmış duygusal insanlar, evliyâ diye niteledikleri kişilerin, böylesine olağanüstü güçlerine kendilerini inandırmış, onların hayalleri zorlayan mitolojik hikâyelerini kaleme almışlardır Tarih boyunca bu konuda menâkıbnâmeadı altında yazılan kerâmet hikâyeleri, ciltler dolusu birikim oluşturmuştur (Bunların bazıları, filmlere konu olmuş, İhlâslı müridlerce menkabeler senaryolaşmıştır)
Her zâtın velîlik derecesi, ona mal edilen menkabelerle ölçülmeye başlanmıştır Mürîd, üstünlük, olağanüstülük, yücelik ve kerâmet olarak mürşidi için tasavvur edebileceği her meziyet ve olayın, eylemsel biçimde yaşanmış ve gerçekleşmiş olduğundan asla kuşkulanmaz Ondan sonra da bunları, hayâlinin enginliği ve dilinin zenginliği oranında anlatmaya ve yaymaya başlar İşte menkabeler böyle oluşmuştur
Hayatta olduğu sürece Efendi Hazretleri, Efendi Baba, Efendiunvânı verilen bu zatların her konuştuğunda hikmetler aranır, her sözü sayfalar dolusu yorumlara konu olur, attığı her adımdan, yaptığı her hareketten, göz atmasından, nazar etmesinden, gülümsemesinden, ya da hapşırmasından bile türlü anlamlar çıkarılır Meselâ, bir kaza mı oldu, Efendi Hazretleri bunu işaret buyurmuştu, yağmur mu yağdı, Efendi Hazretleri biraz önce duâ etmişti, çevrelerinde sevilmeyen birinin başına bir belâ mı geldi, Efendi onu çarptıvs Öldükten sonra üzerine saltanatlı bir türbe inşâ edilir; mezarının üzerine süslü bir sanduka kurulur; adı, hayat tarzı, sözleri ve ona ait hemen her şey kurumlaşır ve kutsallaşır
Halbuki İslâm'da böyle bir evliyâ telâkkisi yoktur ve olamaz Nitekim ilk zâhidler olarak bilinen Hasan elBasrî, Süfyan esSevrî, Abdullah bin elMübârek, Fudayl bin İyad, Şakıykı Belhî, Ma'rûf elKerhî, Ebû Süleyman edDârânî, Bişr elHafî, Seriyy esSakatî, Hâris elMuhâsibî ve Sehl bin Abdullah etTüsterî gibi şahsiyetlere, yaşadıkları çağda böyle bir kişilik mal edilmemiştir Velî kavramı, müslümanların ilk üç kuşağı tarafından tamamen Kur'an'ın tanımladığı şekilde benimsenmiştir
Bazılarının tebliğ adına gündeme getirdikleri dinin merkezini şekiller ve hayâller cümbüşü süsler Din onlar için âyindir, tesbihtir, sarıktır, takkedir, cübbedir, kavuktur, sakaldır, çarşaftır, türbedir, tekkedir, mezar taşlarıdır, kıssa ve menkabelerdir Bulutlar üstünde uçuşan pembe kanatlı evliyâlardır Halk açısından da din, yine şekilcilik ve teferruatın merkezde olduğu bir anlayış ve yaşayıştır Halka göre de İslâm, büyük kubbeli dev câmilerdir, kandildir, mevlittir, ilâhîdir, ezgidir, mehter marşıdır, fetih kutlama törenleridir, festir, kılıçtır, tuğradır, bid’attır, hurâfedir İslâm’ın, esas olarak Kur’an ve Sünnet’ten ibaret olduğu, dolayısıyla bu iki kaynağın, hayata geçirilmesiyle ancak İslâm’dan söz edilebileceği, hemen hiç kimsenin ilgisini çekmemektedir Onun için eğer kutsallaştırılmış eşya ve kavramlar hakkında en ufak bir olumsuz düşünceniz varsa dindar kabul edilen toplumun ölçülerine göre belki müslüman bile sayılmazsınız, en azından sapıksınız
Bilindiği gibi, İslâm’ın temeli imandır ve imanın da ağırlık merkezi Allah Teâlâ’ya Kur’an’da bize kendini tanıttığı sıfatlarıyla inanmaktır Bu inancın özü ise, kâinatın yaratıcısı, yöneticisi, yönlendiricisi ve düzenleyicisi olarak Yüce Allah’ın bir, eşsiz, benzersiz, ortaksız, vekilsiz, başlangıçsız, sonsuz ve ölümsüz olduğu; ezelden ebede her şeyi bildiği, gördüğü, duyduğu ve her şeye egemen olduğudur Tevhîdin en kısa özeti budur ve bununla birlikte Allah Teâlâ’nın sonsuz ve sınırsız egemenliği üzerinde hiçbir kimsenin ve herhangi bir gücün hiçbir halde asla etkili olamayacağıdır Dolayısıyla, yaratığın sebep olduğu herhangi bir etki, yalnızca Allah tarafından yönetilen kâinat düzeninin, birbirine bağlı disiplinleri ve kuralları çerçevesinde ancak meydana gelebilir Gerçek bu iken, tarihin akışı içinde ve çeşitli etkenler altında zamanla “ermişlik diye bir inanç peydahlanmış, böylece “evliyâ diye sözde üstün güçlere sahip bazı kimselerin, Allah adına kâinat olaylarına yön verebileceklerine inanılmaya başlanmıştır Bütün bu anlayışlar, Kur’an ve sahih sünnet çerçevesi içinde sorgulanmalı, inançlardan şirk kalıntıları temizlenmeli, velî kavramı da, diğer İslâmî kavramlar gibi, Kur’an’la sağlaması yapılarak i’tidal içinde yeniden değerlendirilmelidir Müslümanım diyenlerin kendilerini, inanç ve amelleriyle elden geçirmesi, sağlam teraziyle tartması gerekmektedir
Bilindiği gibi, “Velî Allah’ın isimlerinden biridir Allah kendisinin velî olduğunu söylemektedir; yani koruyucu, kollayıcı, dost, yardımcı, yakın, sahip, efendi mânâsında Veliyyullah olarak kullanıldığında ise Allah’ın dinini koruyucu, O’nun dininin yardımcısı, O’nun dostu, O’nu sahip ve efendi edinen, yani özetle Allah’ı râzı eden kimse demektir Bu durumdaki kimseyi Allah yakın edinmekte, O’nu sevmekte, O’ndan râzı olmaktadır Kullarının arasında Allah'a yakınlığı ile mümtâz bir mevkii bulunmaktadır veliyyullahın Bu seçkinlik, o kişinin Kur’an’ı ahlâk edişinin doğal bir sonucu olarak güzel ahlâkı sebebiyle insanlar tarafından sevilmek, beğenilmek, imrenilmek halidir Allah’ın ona yardımı, sünnetullahı, eşyanın tabiatını tersine döndürmek sûretiyle değil; bilakis eşyanın tabiatı gereğince onun işlerinin kolay olmasının, başarıya ulaşmasının gerçekleşmesidir
Bir müslümanın, diğer müslümanların velîsi olduğuna gelince, mesele hiç de halkın anladığı gibi değildir Zira, âyetlerde geçen “velî kelimesi, birbirinin yardımcısı, birbirine hak yolunda yardım eden, malından yediren, birbirini bağışlayan, bir vücudun parçaları arasındaki uyum gibi uyum içinde ve aynı vücudun sağlığını korumaya yönelik bir birliktelik kastedilmektedir Muhâcir ve Ensâr’ın Hz Peygamber’i velî olarak kabullenmeleri, birbirlerinin velîsi olduklarıyla ilgili uygulamalar, karşılıklı tavırları, sözleri ve Peygamber’in de onları velîdost edinmesiyle ilgili bilgiler, bu velîliğin boyutlarını gösterir Bu gerçek velîlerin hiç biri gaybı bilmediği gibi, hiç birinin gezdiği yerlere bereket yağdırdıklarına, kızgınlık duyduklarının ölümünü isteyip öldürdüklerine, onları çarptıklarına veya taş yaptıklarına, denizin üzerinde yürüdüklerine, kuru ağacı yeşerttiklerine ve benzeri kerâmetlerine rastlamamaktayız O kadar rastlamamaktayız ki, Hz Hamza, Uhud Harbinde kendisini öldürmek için fırsat kollayan ve en çok ononbeş adım ötesinde bulunan eli mızraklı Vahşi’nin varlığından habersizdir Hz Ömer, iki adım gerisinde, safta namaza durarak kendisini öldürmek için hazırlanan ve hançerleyerek bunu gerçekleştiren Firuz isimli Ebû Lü’lü künyeli Zerdüştî kölenin niyetinden (kalbinden geçenden) habersizdi Hz Ali, kendisini öldürmek için aylardır plan kuran ve anlaştığı arkadaşlarıyla kararlarının bir parçası olarak kendisini öldürmek için namaz kıldığı câmide bulunan ve onu hançerleyerek emelinin gerçekleşmesini sağlayan Abdurrahman İbn Mülcem’in yanına kadar sokulan varlığından habersiz idi
Rasûlullah (sas)’ın kendilerine İslâm’ı öğretmeleri için gönderilmesini istedikleri tebliğcileri tuzak kurarak yolda öldürenlerin niyetlerinden habersiz olduğu tarihî bir vâkıa olarak karşımızda durmaktadır Peygamber’in ve Hz Ebû Bekir (ra) ve Hz Ömer (ra) gibi özellikle ileri gelen sahâbenin, Muhâcirlerin ve Ensârın, âyetlerle sâbit bulunduğu üzere yaptıkları amellerden ötürü Allah’ın dostluğunu kazandıklarını biliyoruz Velâyetlerinden emin olduğumuz bu insanların hiç birinin uçtuğu, su üzerinde yürüdüğü, gaybı bildiği ile ilgili sahih mâlûmâta sahip değiliz Müslümanlık lâfla değil; iman ve yaşayışla isbat edilir Nasıl ki Rasûlullah, amelleriyle, örnek yaşayışıyla (33Ahzâb, 21) İslâm’ı bize öğretmiştur Rasûlullah’ın Uhud’da dişi kırılır, bu velîlere bir şey olmaz; Rasûlullah gaybı bilmez, bu velîler bilir Rasûlullah ölüleri (meselâ amcası Hz Hamza’yı, oğlu İbrahim’i) diriltemez, bu velîler diriltir Rasûlullah kılıçla, kalkanla savaşır, bu velîler üfürükleriyle savaşır
“O’nun berisinden çağırdıklarınız kendilerine yardım edemezler ki size yardım etsinler (7A’râf, 197) “Belki kendilerine yardımları dokunur diye Allah’ın berisinden ilâhlartanrılar edindiler Ama onların yardıma güçleri yetmez Oysa ki kendileri onlar için hazır askerdirler (36Yâsin, 7475) “De ki, Allah’ın berisinden çağırdıklarınıza bakın bakalım Gösterin bana, yeryüzünde yaratmış oldukları ne vardır? Yoksa onların göklerde bir ortaklığı mı bulunuyor? Eğer doğru iseniz, bu konuda bana, bundan önce gelmiş bir Kitap veya bir bilgi kalıntısı getirin bakalım Allah’ın yakınından kendisine kıyâmete kadar cevap veremeyecek olanı yardıma çağırandan daha sapık kim olabilir? Oysa ki bunlar onların çağrısından habersizdirler (46Ahkaf, 45) “Şunu bilin ki, göklerde kim varsa ve yerde kim varsa hepsi Allah’ındır Allah’ın dûnundanyakınından birtakım ortaklar çağıranlar neyin peşindedirler? Bunların peşine takıldığı belli bir kuruntudan başka bir şey değildir Onlarınkisi sadece saçmalamadır (10Yûnus, 66)
Bu âyetlerde geçen “dûne kelimesine, çoğu mealde “başka, gayrı anlamı verilmektedir Bu mânâ, “dûne kelimesinin anlamlarından biridir Ama bu kelimenin asıl anlamı, “fevkanın zıddı, yani en üst mertebeden beri, ondan aşağıca demektir Bir şey, öbüründen biraz aşağıda olunca, bunu ifade için “dûne kelimesi kullanılır Buna göre, âyetlerde geçen “min dûnilâllâh, yani “Allah’ın dûnundan ifadesi, Allah’ın en yakınından, yani berisinden demek olur Zaten Allah’tan başka velîlere tutananlar, hep onların Allah'a çok yakın olduğuna inanmışlardır
Tasavvufî anlamda velî olmak için aranan şartların başında kerâmet gelmektedir Hemen bütün tasavvuf kitaplarında velîliğin alâmetlerinden sayılan kerâmet, yani velîlerin izhar edebileceği birtakım hârikulâde olaylar dolayısıyla velîliğin, peygamberliğe benzer bir statü kazandığı dikkat çeker Mevcut olan bu paralellik, daha 9 yüzyılda, peygamberlerin sonuncusu olması sebebiyle Hz Muhammed (sas) için kullanılan “Hâtemu’lEnbiyâ terimine benzer bir “Hâtemu’lEvliyâ (Velîlerin mührüsonuncusu) kavramının doğmasına sebep olmuştur
Burada, bir de velîler arasındaki mertebeler silsilesinden bahsetmek gerekir Velâyet kavramı, 9 yüzyılda kendi içinde bir mertebelenmeye tâbi tutulmuştur Şüphesiz velî telâkkisindeki gelişmelerden kaynaklanan bu duruma göre velîler, bir piramid şeklinde muhtelif derecelere ayrılmışlardı Bu piramidde en alt tabakadan başlayarak sayıları gittikçe azalmak üzere sırayla Recebiyyûn, Müfredûn, Asâib, Nukabâ, Nücebâ, Abdal, Efrâd, Evtâd, İmâmân yer alır ve tepede ise, hepsinin başı olan Kutb bulunur Dolayısıyla Kutb, bir devirde yeryüzünde mevcut bütün velîlerin en büyüğü olup kâinat, onun otoritesi altında, zikredilen tabakaları oluşturan velîler tarafından yönetilir Velî kavramındaki, Kur’an’daki anlamdan sapma ve gelişme, sonraki bazı mistik etkilerin, meselâ Yeni Eflâtunculuk’un ve Gnostisizm’in rolüne dikkat çekmek gerekir Aynı etkilere mâruz kalan hıristiyan mistisizmindeki “saint (aziz) telâkkisiyle, tasavvuftaki “velî telâkkisi arasında benzer noktalar hayli fazladır Meselâ, hıristiyan mistisizminde “saint, “Allah adamı ve “Allah dostudur Genel mânâda da, bütün dürüst hıristiyanlar Allah dostudur Fakat özel anlamda asıl Allah dostu olan, saintaziz, yani bütün dünyevî zevk ve bağlardan kurtularak birtakım riyâzet ve mücâhede usûlleriyle kendini Allah'a adayan, Ona ulaşabilen hıristiyandır Hıristiyan mistisizmindeki bu telâkki, tasavvuftaki “velâyeti âmme (bütün müslümanların genel mânâda velî olduğu) ve “velâyeti hâssa (dar mânâsıyla tasavvuftaki velî) telâkkisini andırmaktadır Ayrıca, tasavvufta olduğu gibi “saint (aziz)in kerâmet (miracle) kavramıyla sıkı ilişkisi de dikkat çeker
Velî telâkkisindeki bu farklı statünün, ilk zamanlarda İslâm ulemâsı muhitlerinde ve onlara bağlı halk çevrelerinde birden bire kabul görmeyip tepki ile karşılandığını biliyoruz Özellikle sûfî çevrelerin bütün gayretlerine rağmen, peygamberlik ile velîlik arasındaki paralel noktalar şiddetle reddedilmiştir Aynı şekilde mu’tezile mezhebi, birtakım üstün vasıflarla techiz edilmiş böyle bir insan telâkkisini, dinin esasına aykırı olduğu düşüncesiyle asla benimsememiştir Fakat zamanla bu tepkilerin mutasavvıflar tarafından değerlendirilip hesaba katılması sonucu, uyuşma için gösterilen gayretler boşa çıkmadı İlk tepkilerin giderek şiddetini kaybettiği ve hatta sünnîliğin, velîlik telâkkisini sadece benimsemekle kalmayıp savunduğu bile görüldü Hiç şüphesiz bu değişmede İmam Gazzâlî (öl 1111)’nin unutulmaz çabasının büyük rolü olmuştur Artık günümüzde, halkın büyük çoğunluğu, tasavvufî anlamdaki velî telâkkisini kabul etmeyenleri, eksik (sapık) müslüman sayar; bazı çevrelerde ise bunlar müslüman bile kabul olunmaz
Türklerin İslâmiyet’e girişinden sonra tasavvufun velî telâkkisi, Türk mutasavvıflarınca da aynen benimsenerek devam ettirilmiştir Velînin peygambere denk tutulduğu ve onun gibi, söylediği her sözün mutlak kabul gördüğü sözkonusu olmuştur
Kavram TefsiriAhmed Kalkan
Velî’nin çoğulu “evliyâdır Halk arasında velî veya evliyâ denilince kafalarda biraz daha özel bir insan grubu şekillenir Bir taraftan evliyâ göklere uçurulur, onlara karada ve denizde, yerde ve gökte Allah’a ait nice görevler havâle edilir; fakat böyle bir anlayıştaki yanlışlıklar düşünülmez Buna karşın Kur’an’ın şiddetli yasaklamasına rağmen kimileri inkârcıları, zâlimleri veya tâğutları velidost ve sırdaş edinir Böylelerine toplumun velâyetyönetim yetkisini seve seve verir Hatta onların müslümanların aleyhine olan düşmanlıklarına ortak olur Bazıları da Kur’an’a göre velâyeti caiz olmayan zorbaların Islâm ülkelerinde kurdukları gayri Islâmî düzenlere ses çıkarmazlar, onların siyasetlerinden memnun kalırlar Onların zulüm sistemlerine destek olur ve bunun ne anlama geldiğini hiç akıllarına getirmezler
Birçokları ömürlerini aslı astarı olmayan velîevliyâ menkıbeleriyle (hikâyeleriyle) tüketirken, müslümanların velâyetini gasbedenlerin İslâm âlemini ne hale getirdiklerini, müslümanlara nasıl davrandıklarını hiç düşünmezler Yanlış velîevliyâ düşüncesi sebebiyle niceleri Tevhid dininin dışına çıkarlar da farkında bile olmazlar Bu konuyu Kur’an’ın ve sünnetin çerçevesi dışında değerlendirenler, özel bir statü verdikleri evliyâda olağanüstü güçler ve yetkiler görürler Onların peşine takılır, bir dediklerini iki etmezler Ağızlarından, ya da kalemlerinden çıkan sözleri doğru mu yanlış mı diye düşünmeden benimserler Evliyâ dedikleri kimselerde mutlaka tabiatüstü bir güç ve kerâmet görmek isterler Göremeyince de kendileri uydururlar Ya da önceden uydurulmuş malzemeyi kendi şeyhleri için kullanırlar
Her konuda olduğu gibi bu konuda da şaşmaz ölçü Kur’an’dır Öyleyse velî veya evliyâ kimdir, özellikleri nelerdir? “Haberiniz olsun; Allah’ın velîeri (evliyâullah), onlar için korku yoktur, onlar mahzun da olacak değillerdir (10Yûnus, 62) Onlar Allah’tan hakkıyla korkup çekindikleri için, onlara dünyada ve âhirette korku yoktur Onların ilerisi güzel olduğu için geçmişle ilgili hüzünleri (üzüntüleri) kalmamıştır Hesapları sebebiyle korkmayacaklar ve hesaplarının kötü olmaması sebebiyle de üzülmeyecekler
Bu müjdeye kavuşacak olan “evliyâ kimdir? Cevabı bu âyeti takip eden ikinci âyet veriyor: “Onlar iman edenler ve (Allah’tan) korkup sakınanlardır Müjde, dünya hayatında ve âhirette onlarındır Allah’ın sözleri için değişiklik yoktur İşte büyük kurtuluş budur (10Yûnus, 6364) Ölçü iman ve takva Kim hakkıyla iman eder, imanını şirk veya riyâ gibi şeylere bulaştırmazsa ve arkasından da Kur’an’ın tanımladığı takvâya ulaşırsa, işte böyleleri Allah’ın velîleridir
Yukarıda ifade edildiği gibi, Kur’an ‘velî’ kelimesini hem olumlu hem de olumsuz anlamda kullanmaktadır Şeytanın velîsi olabildiği gibi, putların da velîsi olabilir İnkârcılar ve zalimler her bakımdan birbirlerinin velîsidirler Buna karşın Allah mü’minlerin velîsidostu ve yardımcısıdır O, müslümanların kendi aralarında da velâyet ilişkisinin olmasını emretmektedir Bunun yanında Rabbimiz iman edip takvâ sahibi olan kullarını kendine ‘velîlerevliyâu’llah’ olarak seçiyor Demek ki mü’münler için sıradan bir velî olmak değil; Allah’ın velîlerinden, evliyâullahtan olmak önemlidir
Mü’min zaten İslâm’a bütün benliği ile iman edendir Buna bağlı olarak bütün mü’minler de takvâ üzere yaşamak zorundadırlar İman takvâyı gerektirir Takvâsız mü’min olunamayacağına göre, Allah’ın râzı olduğu bütün mü’minler evliyâdır, Allah’ın velîsidir Allah da onların mevlâsıdır Yukarıda mü’minlerin hepsinin birbirlerinin velisi olduğu açıklanmıştı Elbette mü’min deyince, akla, Allah’tan hakkıyla korkup çekinen teslim olmuş müslüman gelir
Peygamberimiz’den gelen bir rivâyet konuyu daha anlaşılır bir şekilde açıklıyor Peygamberimize Allah’ın velîleri kimlerdir diye sorulmuş, O da şöyle buyurmuştur: “Onlar öyle kimselerdir ki, görüldükleri zaman Allah hatırlanır, zikredilir (Dürrü’l Mensur, 4370; naklen Elmalılı, 4495) Hz Ömer (ra)’den rivâyet edilen bir hadiste de, kendileri şehid veya nebî olmadıkları halde nebîlerin ve şehidlerin gıpta ettiği, aralarında ticaret ve akrabalık olmadığı halde birbirlerini Allah için seven kimselerden bahsedilmektedir (Müstedrek, 4170; naklen Elmalılı, 4495)
Evliyâullah (Allah’ın velî kulları), Allah için severek birbirlerine dost, yârân, ahbap olurlar (Ebû Dâvud, Sünne 2, hadis no: 4596, 4197) Ya da onlar Allah uğruna, O’nun adıyla, O’nun celâli için birbirlerini severler Bu sevgi ile beraber birbirlerine ilgi gösterirler (Müslim, Birr 38, Hadis no: 2567, 41988; Tirmizî, Zühd 53; Dârimî, Rekaik 44, hadis no: 2760, 2221; Ahmed bin Hanbel, 2237, 328, 338, 370, 533; 387, 4128, 386)
Takvâ sahibi mü’minler, Hakk’ın canlı şâhitleridir Onlar, İslâm’ın güzelliklerini pratik hayatlarında gösterirler Onlar İslâm’ı öylesine güzel yaşarlar ki, onlara bakıldığı zaman Rabbimizin ve O’nun verdiği nimetlerin hatırlanmaması mümkün değildir İşte Allah’ın velî kulları, müttakî mü’minlerdir Bu gibi mü’minler özel bir sınıf değillerdir Bu velîlik sıfatını onlar iman ettikleri ve uydukları Kur’an’dan alırlar Ne peşlerine gelenlerden, ne de yukarılarda olduğu zannedilen ve olağanüstü şahsiyet olarak düşünülen kimselerden
Bilindiği gibi İslâm’da ruhbanlık ve özel bir sınıf statüsü yoktur Herkes Allah’ın önünde eşittir ve herkes Rabbine kulluk yapmakla yükümlüdür Kimsenin Allah katında bir imtiyazı (ayrıcalığı) yoktur Üstünlük, derece ve sevap kazanma ölçüsü yalnızca takvâdır Kimin takvâlı olduğunu da yalnızca Allah bilir Allah’ı râzı etmeye çalışan kullara Allah’ın pek çok yardım ettiğini, onlara çok hayırlar verdiğini, görünen ve görünmeyen nimetlerle desteklediğini, mü’min topluluklarla çeşitli yardımları ulaştırdığını Kur’an haber vermektedir Mü’minler zaten kerem sahibi insanlardır; Allah dilerse onlara daha fazla kerâmette bulunabilir
Kerâmet, velî olmanın şartı değildir Allah dilediği kuluna dilediği nimeti değişik şekillerde ulaştırır Tekrar edelim ki, velî olmanın, yani ‘evliyâullah’tan olmanın şartı iman ve takvâdır Velî olmak evliyâ sayılmak için başka törenlere, şartlara, uzun boylu açıklamalara, tarîkat silsilelerine, başkaları tarafından verilecek ünvanlara ihtiyaç yoktur Kur’an, kimin velî olduğunu açık açık anlatmaktadır
Tasavvuf Etkisiyle Velî ve Evliyâ Kavramlarında Anlam Kayması
?
Müslümanım diyenlerce tahrif edilen Kur’an kavramlarından biri, “velî kavramıdır Kur’an ve sünnetteki gerçek mânası yönüyle bu kavramın içi boşaltılarak tevhidî konumundan soyutlanıp velâyet, ayrıcalıklı bir sınıfa nisbet edilmiştir Yaşadığımız toplumda, “tevhide zarar vermeye müsâit vesîle, şefaat ve velî anlayışları vardır Eğer nefsimizi ve çevremizi Kur’an’ın gözlüğüyle görmeye çalışırsak, yanlışlıkların önüne geçebiliriz Tasavvufun etkisiyle, geleneksel anlamda velî (veya evliyâ); benliğini Allah'ta yok etmek sûretiyle birtakım üstün vasıflar kazanarak, hârikulâde şeyler gösterebilen büyük insan anlamında kullanılmaktadır Hatta daha da ileri gidilerek Allah adına kâinatın idaresini düzenlemeye yetkili kişiler olarak algılanmaktadır
Hicretin ilk asrında başlayan zühd ve takvâ anlayışı, giderek tasavvufî bir şekle bürünmüş ve 9 yüzyıldan sonra ise geniş ve renkli bir tefekkür meydana getirmiştir Velî kavramının, Türkler'in İslâm'a girişinden sonra, İslâm öncesi dinlerinden taşıdıkları Şamanizm, Budizm, Zerdüştlük, Mazdeizm, Maniheizm ve Hıristiyanlık gibi inançların tesiriyle ıstılahlaştığı görülmektedir Öyle ki, Allah'a yakın olduğu kabul edilen, velî diye vasfedilen bu kişilerin fevkalâde kuvvet ve kudretlerle mücehhez olduğuna ve herhangi bir konuda sağ veya ölü iken yardımlarının söz konusu olacağına inanılmaktadır Böyle bir anlayış, velînin takdis olmasıyla sonuçlanmaktadır Yukarıdaki anlamıyla müslümanlar arasında yaygınlaşan bu velî kavramının menşe' itibarıyla İslâmiyet'le ilişkisi olmadığı söylenir Aynen hıristiyanlıktaki saintaziz kültü gibi, müslümanlar arasında yaygınlaşan bu velî kelimesinin İslâm'dan önceki putperest kültürlerle yakın alâkası olduğu ifade edilir (Bkz E A Westermarck, İslâm Medeniyetinde Puta Tapma Devrinden Artakalan İtikatlar, Ankara, s 11, 1920; Haksöz, sayı: 11 (Şubat 92), s14)
Eski Türk şamanları incelendiğinde bunların Türk velî tipine çok benzediği anlaşılır Gelecekten haber veren, hava şartlarını değiştiren, felâketleri önleyen, yahut bunları düşmanlarına musallat eden, hastaları iyileştiren, göğe çıkıp uçabilen, ateşte yanmayan, yani bu özelliklere sahip olduklarına inanılan Türk şamanları bu hüviyetleriyle âdetâ İslâm sonrası eserlerde velî veya evliyâ olarak tanındı Şamanist Türkler, şamanların hârikulâde insanlar olduklarına, ruhlar ve gizli güçler ile ilişki kurup onlara istediklerini yaptırabildiklerine inanırlardı Türklerin velî telakkisinin oluşmasında eski atalar kültürünün de önemi vardır Ata öldükten sonra onun ruhunun üstün birtakım güçleri olduğuna inanılır ve ondan şefaat beklenir Bu üstün rûhânî güçlerle donanmış insan tipinin müslümanlıktaki velî tipiyle ilgi kurulmasında güçlük çekilmedi Kur'ânı Kerim'deki çeşitli mûcizeler gösteren peygamberlerin şahsiyetini kendi din adamlığıyla benzeştirdiler Velî ve evliyâ kültürünün oluşmasına sebep olan unsurlar şunlardır:
a) Eski Türk inançları,
b) Budizm ve Şamanizm,
c) İslâm öncesi kültür,
d) Kitabı Mukaddes kaynaklı inançlar,
e) İslâm (Kur'an ve hadisler)'ın yanlış yorumu
1012 asırlarda İslâmiyet, Orta Asya'da yayılırken tekkelerin çoğu eski Budist manastırlarının yerine, yahut yakınlarına yapılıyor, zamanla manastırdaki azize ait menkıbeler, yerli halkla ilişkiler kurmada kolaylık olması için İslâmî bir hüviyete dönüştürülüyordu Bu usûl, hem Anadolu'da, hem de Rumeli'de tatbik edildi Meselâ, Hacı Bektaş'ın Sulucakarahöyük'te kurduğu tekke, burada yaşayan Hıristiyanların takdis ettiği Saint Charalambus'a ait kilise ve kültürü İslâmî bir havaya büründürüldü Bu örnekler çoğaltılabilir Bu velî veya evliyâların neler yaptıklarını Abdurrahman Câmî'ye ait, tasavvuf kitaplarının meşhurlarından olan eseri Nefehâtü'lÜns min Hazerâti'lKuds isimli eserden takip edelim:
1) Yoğu var etmek, varı yok etmek,
2) Gizli şeyleri açığa çıkarmak, açıkta olanları gizlemek,
3) Ölüyü diriltmek, diriyi öldürmek,
4) Duâyı gerçekleştirmek,
5) Gıyâben söylenenleri işitmek,
6) Gaybden ve gelecekten haber vermek,
7) Su üzerinde yürümek, mekân aşmak,
8) Aynı anda muhtelif yerlerde görünmek,
9) Hayvan, bitki veya cansız maddelerin tesbih ettiklerini duymak, 10) Havada dolaşmak,
11) Vahşi hayvanları emrine almak
Yukarıda sayılan özelliklere uygun, tarihte ve günümüzde var sayılan velîlere örnekler veren külliyât bir hayli yaygındır Örnek olarak; Hacı Ubeydullah Ahrar denilen şahıs Semerkant'ta otururken, aynı anda İstanbul'u fetheden Fâtih'in ordusuna yardım eder şeklindeki olay, bütün klasik kaynaklarda çok rahat bir şekilde anlatılır (İrfan Gündüz, Osmanlılar'da DevletTekke Münâsebetleri, Sehâ Neşriyat, s 4344) Bazıları da insanın kalbinden geçirdiğini bilir, gelenin sormadan cevabını verir, istemeden ihtiyaç sahibinin muhtaç olduğu şeyi bağışlardı Gönüllere ve rüyalara tasarrufu vardı Bereket gittiği yerlere yağardı (Mehmed Zâhid Kotku, Ehli Sünnet Akaidi, Sehâ Neşriyat, s 7)
Bazıları da Allah ile konuşabiliyor, hatta O’nu da emri altına alıyor: “Hak Teâlâ dedi: ‘Yâ Cüneyd, ben seninim, sen benimsin Şimdiye değin sen benim dediğimi tutardım; şimdiden sonra ben senin dediğini tutarım (Feridüddin Attar, Tezkiretü’lEvliyâ, Erkam Y s 158) Bir başkası: “Evliyâdan bazıları vardır ki, sâdık mürîde vefâtından sonra, hayattayken olduğundan daha fazla menfaat eriştirir İsterse o velî, kabrinde meyyit olsun Kabrindeyken müridini yetiştirir Müridin kabrinden onun sesini işitir Nitekim Ebu’lHasan Hırkani, Beyazıd Bestami’den bu şekilde feyz almıştır (EsSeyyid Abdülhakim Arvasî, Râbıtai Şerife, Büyük Doğu Y s 19) Bazıları işi daha da ileri götürerek; “Allah beni över, ben de onu O bana kulluk eder, ben de O’na Bir halde O’nu ikrar eder ve eşyadaki çokluk ve değişikliği görünce inkâr ederim (Muhyiddini Arabî, Fusûsu’lHikem, MEB Y s 48)
Velî (veya şeyh) ile sohbetin usûlü: “Evvelâ mümkün ise gusl ile, olmazsa taze bir abdestle iki rekât namaz kılmak, anlayamadığı bir şey varsa, onu kendi kusuruna haml etmek, hiçbir sûrette şeyhin kavl, fiil ve ahvâline kat’iyyen itiraz etmemek, şeyhin kelâmını hakdır diye itikad etmek Sohbet bitince çok oturmayıp hemen kalkıp izin istemek ve ellerini dizlerini öpüp geri geri gitmek (M Zâhid Kotku, Tasavvufî Ahlâk, c 1, s 90) “Allahu Teâlâ’nın ismi zâhirleri o kadar çok tecelli etti ki, her şeyde ayrı ayrı göründü, hatta nisâ (kadınlar) şeklinde, onların organları halinde ayrı ayrı zâhir oldu Bu tâifeye o kadar bağlandım ki, nasıl bildireyim, kendimi tutamıyordum Onların şeklindeki zuhur başka hiçbir şeyde yoktu (İmamı Rabbâni, Mektubat Tercümesi, 1 Mektup, Sönmez Neşriyat, s 6)
Örnekleri çoğaltmak mümkün Allah adına, din adına bu anlatılanların İslâm’la bir ilgisi olmadığı halde, bu eserlerin Kur’an rehberliğinde yeniden okunması ve yeniden değerlendirilmesi gerekir
Yukarıda görüldüğü gibi, Kur’anı Kerim’e göre, gerçek velî Allah’tır, Birçok âyette Allah’ın mü’minlerin velîsi ve yardımcısı olduğunu görmekteyiz (2Bakara, 257; 3Âli İmrân, 68; 7A’râf, 155; 9Tevbe, 116) Yine Kur’an, Allah’tan başka velî edinmeyi yasaklar “Onların Allah’ın dışında kendilerine yardım edecek velîleri yoktur (42Şûrâ, 46) “Yoksa O’nun dışında birtakım velîler mi edindiler? İşte Allah, velî olan O’dur Ölü olanları da diriltir Her şeye güç yetiren O’dur (42Şûrâ, 9) “Haberin olsun, hâlis (katıksız) olan din, yalnızca Allah’ındır O’ndan başka velîler edinenler (şöyle derler): ‘Biz bunlara bizi Allah'a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibâdet ediyoruz’ Hiç şüphesiz Allah kendi aralarında ihtilâf ettikleri şeylerden hüküm verecektir Gerçekten Allah, yalancı kâfir olan kimseyi hidâyete eriştirmez (39Zümer, 3)
Kur’an, insan vasfı olarak velî konusunda da mü’minlerin birbirlerinin velîleri olduğunu belirtir “Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, birbirlerinin velîleridirler; iyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler Allah'a ve rasûlüne itaat ederler İşte Allah’ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır (9Tevbe, 71) “İyi bilin ki Allah’ın dostlarına korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir Onlar Allah'a iman etmiş ve muttakî olmuşlardır (10Yûnus, 6263) Allah’ın dostları olduğu gibi, şeytanın da dostları vardır “Şeytanları inanmayanların evliyâsı kıldık (7A’râf, 27) Takvânın özelliklerini de Kur’an, özellikle Bakara, 35 ve 177 âyetlerde açıklar Bu âyetlere göre takvâ, iman ve sâlih amellerdir İslâm’ın yaşanması ve hayata geçirilmesidir Kur’an’ın, Rasûlün hayatıyla örnek davranışlar haline, yaşayan Kur’an haline gelmesidir Mü’min ve müslüman olmanın yolu, velî olmanın yolu, Kur’an ve sünnete uygun yaşamaktan geçer Kur’an, takvâ sahibi olmamızı istiyor Hatta daha da ileri giderek, gerçek mü’minlerin, takvâ sahiplerine önderler olmasını öneriyor Bu da yaşanan hayata yön verip İslâm’a uygun bir şekilde örneklik yapmakla mümkündür Allah’ın dostlarının kerâmeti, ihsânı ve takvâsı; Kur’an’ı, yaşanan bir hayat haline getirmesidir Bazılarının anladığı gibi, kâinata tasarrufta bulunma, duâlara icâbet etme, öldüklerinde geri kalanları mezardan idare etme, mezarları üzerinde kubbeler inşâ edilme şeklinde değlidir
Kur’an, Hz Peygamberimiz’e şöyle buyurur: “De ki: ‘Ben kendime Allah’ın dilediğinden başka ne bir yarar, ne de bir zarar verme gücüne sahibim Eğer gaybı bilseydim, elbette çok hayır elde ederdim ve bana kötülük dokunmazdı Ben sadece iman edenler için bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim (7A’râf, 195) Yine Kur’an’da insanların kalplerine tasarrufta bulunmak, hakka meyletmeyen kimselerin kalplerine imanı yerleştirmek ve buna benzer hususlarda peygamberlere bile yetki verilmediği (27Neml, 80; 35Fâtır, 2224) halde, birtakım insanlara takvâ adına Kur’an dışı ilâhî sıfatlar vermek, İslâm’ı bilmemek veya bile bile düşmanlık etmek demektir Kur’ânı Kerim, peygamberlerin bile sahip olduğu bütün kudret, azamet, üstünlük ve şerefin Allah'a itaat edip tamamıyla O’nun hükümlerini uygulamada olduğunu belirtir
Hz Peygamber, Kur’an’dan yüzçevirir, Allah’ın kelâmını değiştirmeye kalkar ve kendi sözlerini ona ilâve edecek olursa; onun başkası üzerinde hiçbir üstünlüğe sahip olamayacağı açıklanır “Sana gelen ilimden sonra, eğer onların hevâlarınaarzularına uyacak olursan, andolsun ki Allah’tan sana ne bir dost, ne de bir yardımcı olur (2Bakara, 120) “De ki: ‘Onu kendi tarafımdan değiştirmek benim için imkânsızdır Ben, sadece bana vahyolunana uyarım Şayet ben Rabbime karşı gelirsem büyük bir günün azâbından korkarım (10Yûnus, 15) Kur’an’da açıklanan bu tür âyetlerin hepsi, Rasûlullah’ın herhangi bir muhâlefeti, sapması veya âyetleri gizlemesinden korkulduğu için indirilmemiştir Bu âyetlerin indirilmesinden maksat, insanlara, peygamberin Allah'a olan yakınlığının sebebinin peygamberin hâşâ Allah ile bazı ortak sıfatlara sahip olması veya akrabalık hıristiyanlıktaki oğul anlayışı gibi bağı olmadığını göstermektir Böylece, peygamberin özelliğinin, uyarıcı, müjdeleyici olması ve Allah’ın hükümlerine kayıtsız şartsız bağlanması olduğu açıklanmaktadır
Velî olmak, eşyanın tabiatını tersine döndürmek sûretiyle değil; bilakis eşyanın tabiatı gereğince, sünnetullahın açığa çıkması, fıtratın gelişmesi ve Allah’ın râzı edilmesiyle mümkün olmaktadır Allah katında yalnızca takvâ ile insanlar birbirlerinden ileride olabilmektedirler Bu da, azâbından korunmak ve rızâsını kazanmakla mümkündür Kim Allah'a, O’nun bildirdiği gibi inanır ve sâlih amel işlerse, işte kurtulanlar yanız bunlar olacaklardır Peygamberlerin hepsi, Allah’ın velî kullarıdır Onlar Allah’ı râzı etmişler, tevhidi hayatlarında uygulamışlar ve en güzel şâhitler olmuşlardır Mü’minler de Allah’ın velî kullarıdır Allah, iman eden ve sâlih amel işleyen kullarını velîdost edinmektedir Velînin büyüklüğü buraya kadardır Müslümanlar da ayrıca, birbirinin velîsidirler Birbirine yardım eden, bağışlayan, malından yediren, koruyan, kollayan insanlardır Muhâcir ve esârın birbirlerini velî kabul etmeleri ve uygulamaları ile elimizdeki sağlam bilgiler, bizler için örnek teşkil etmektedir
İslâm akaidinde, bazı dinî çevrelerde bilinen anlamda kişilere kutsallık izâfe edilerek, hatta onları insanlık vasıflarının da üzerine çıkarmak gibi hayâlî ve mitolojik tipler icat etmek anlayışına yer yoktur Kur’an’da net bir şekilde açıklanan “evliyânın diğer insanlardan farkı; beşer tabiatının üzerine çıkması, fevkalâdelikler göstermesi veya günahları bağışlaması değil; tevhidî bir inanca sahip olması, münkerden kaçınması ve ma’rûfu emretmesi, her türlü şirke, zulme, haksızlığa karşı tavır sahibi olmasıdır
Velîermiş kabul edilen rûhânîler hakkında birçok menkabeler yazılmıştır Bu kişilerin hayat öyküleri ve onlara mal edilen olağanüstülükler dikkat ve ibretle incelenmeye değer Bu mitolojik hikâyeler, velî kabul edilenlerle ilgili inanış biçiminin eksenini oluşturmaktadır Bu hikâyelerde insanüstü özellikler o kadar astronomiktir ki Allah'ın kitabı ve Rasûl'ün sünnetiyle aydınlanmış aklı başında hiçbir mü'min, bunların gerçekliğini kabul edemez Çünkü evliyâlık, ermişlik denen inanış kadar, sünnetullahı (Allah'ın evrendeki değişmez kanunlarını) kökünden inkâr eden, Allah'ın kâinat üzerindeki sınırsız egemenliğini yok sayan ve O'na açıkça kafa tutan başka bir inanış biçimi hemen hemen yoktur Herhangi bir halifenin, kendi şeyhi hakkında rivâyet edilen bu mitolojileri hiçbir zaman yalanlamamış olması, tarîkat liderleri hakkında ciddî bir ahlâk sorununun varlığını ortaya koymaktadır Gerçekten de hemen hiçbir şeyh, kendisini mezun etmiş olan mürşidinin göklere çıkarılmasına şimdiye kadar itiraz etmemiştir
Aslında menkabe geleneği, yabancı kaynaklıdır Özellikle şamanlıktaki kamkültünün, budizmdeki arhanıkültünün ve hıristiyanlıktaki azizlerkültünün etkisi altında peydahlanan velîlikermişlik inancına bağlı olarak bu gelenek yerleşmiş ve zamanla kurumlaşmıştır
Tasavvuftaki Evliyâ Nasıl Bir Kişiliktir? Tasavvuftaki anlayışa göre bazı yüce ruhlu insanlar, keskin bir sezgiye, olağanüstü ve gizemli güçlere sahiptir Bu kişilere, her dinin mistik toplulukları tarafından verilen bazı sıfatlar vardır Evliyâ, aziz, saint, surp, ermiş gibi Kalabalıkların çok büyük saygı ve bağlılık gösterdiği bu şahısların, çilehâne, manastır, savmia ve stupa gibi özel ve kutsal sayılan mekânlarda seyr u sülûk, mücâhede, çile, riyâzet ve yoga gibi her dine göre çeşitli adlar altında mistik egzersizler yaparak günahlarından arındığına ve bir ruh temizliğine kavuştuğuna inanılır Bunlar artık himmet, bereket ve tasarruf sahibidirler Allah adına, kâinat ve tabiat olaylarını yönetirler (!)
Evliyâ denilen bu insanlar hakkındaki inanışlardan bazıları şöyledir: Bunlar günahsız, yüce ve yanılmaz şahsiyetlerdir; kutsal birer kişiliğe sahiptirler Gizliyi ve özellikle gönüllerden geçenleri bilirler Duâları makbuldür; ne dilerlerse Allah o dileği yerine getirir Aynı anda birkaç yerde bulunabilirler En uzak mesâfeleri en kısa bir zamanda katederler İslâm ordularının (veya bugünkü ordunun) ön saflarında düşmana karşı çarpışır ve zafer sağlarlar Bu inanç çerçevesinde şartlandırılmış duygusal insanlar, evliyâ diye niteledikleri kişilerin, böylesine olağanüstü güçlerine kendilerini inandırmış, onların hayalleri zorlayan mitolojik hikâyelerini kaleme almışlardır Tarih boyunca bu konuda menâkıbnâmeadı altında yazılan kerâmet hikâyeleri, ciltler dolusu birikim oluşturmuştur (Bunların bazıları, filmlere konu olmuş, İhlâslı müridlerce menkabeler senaryolaşmıştır)
Her zâtın velîlik derecesi, ona mal edilen menkabelerle ölçülmeye başlanmıştır Mürîd, üstünlük, olağanüstülük, yücelik ve kerâmet olarak mürşidi için tasavvur edebileceği her meziyet ve olayın, eylemsel biçimde yaşanmış ve gerçekleşmiş olduğundan asla kuşkulanmaz Ondan sonra da bunları, hayâlinin enginliği ve dilinin zenginliği oranında anlatmaya ve yaymaya başlar İşte menkabeler böyle oluşmuştur
Hayatta olduğu sürece Efendi Hazretleri, Efendi Baba, Efendiunvânı verilen bu zatların her konuştuğunda hikmetler aranır, her sözü sayfalar dolusu yorumlara konu olur, attığı her adımdan, yaptığı her hareketten, göz atmasından, nazar etmesinden, gülümsemesinden, ya da hapşırmasından bile türlü anlamlar çıkarılır Meselâ, bir kaza mı oldu, Efendi Hazretleri bunu işaret buyurmuştu, yağmur mu yağdı, Efendi Hazretleri biraz önce duâ etmişti, çevrelerinde sevilmeyen birinin başına bir belâ mı geldi, Efendi onu çarptıvs Öldükten sonra üzerine saltanatlı bir türbe inşâ edilir; mezarının üzerine süslü bir sanduka kurulur; adı, hayat tarzı, sözleri ve ona ait hemen her şey kurumlaşır ve kutsallaşır
Halbuki İslâm'da böyle bir evliyâ telâkkisi yoktur ve olamaz Nitekim ilk zâhidler olarak bilinen Hasan elBasrî, Süfyan esSevrî, Abdullah bin elMübârek, Fudayl bin İyad, Şakıykı Belhî, Ma'rûf elKerhî, Ebû Süleyman edDârânî, Bişr elHafî, Seriyy esSakatî, Hâris elMuhâsibî ve Sehl bin Abdullah etTüsterî gibi şahsiyetlere, yaşadıkları çağda böyle bir kişilik mal edilmemiştir Velî kavramı, müslümanların ilk üç kuşağı tarafından tamamen Kur'an'ın tanımladığı şekilde benimsenmiştir
Bazılarının tebliğ adına gündeme getirdikleri dinin merkezini şekiller ve hayâller cümbüşü süsler Din onlar için âyindir, tesbihtir, sarıktır, takkedir, cübbedir, kavuktur, sakaldır, çarşaftır, türbedir, tekkedir, mezar taşlarıdır, kıssa ve menkabelerdir Bulutlar üstünde uçuşan pembe kanatlı evliyâlardır Halk açısından da din, yine şekilcilik ve teferruatın merkezde olduğu bir anlayış ve yaşayıştır Halka göre de İslâm, büyük kubbeli dev câmilerdir, kandildir, mevlittir, ilâhîdir, ezgidir, mehter marşıdır, fetih kutlama törenleridir, festir, kılıçtır, tuğradır, bid’attır, hurâfedir İslâm’ın, esas olarak Kur’an ve Sünnet’ten ibaret olduğu, dolayısıyla bu iki kaynağın, hayata geçirilmesiyle ancak İslâm’dan söz edilebileceği, hemen hiç kimsenin ilgisini çekmemektedir Onun için eğer kutsallaştırılmış eşya ve kavramlar hakkında en ufak bir olumsuz düşünceniz varsa dindar kabul edilen toplumun ölçülerine göre belki müslüman bile sayılmazsınız, en azından sapıksınız
Bilindiği gibi, İslâm’ın temeli imandır ve imanın da ağırlık merkezi Allah Teâlâ’ya Kur’an’da bize kendini tanıttığı sıfatlarıyla inanmaktır Bu inancın özü ise, kâinatın yaratıcısı, yöneticisi, yönlendiricisi ve düzenleyicisi olarak Yüce Allah’ın bir, eşsiz, benzersiz, ortaksız, vekilsiz, başlangıçsız, sonsuz ve ölümsüz olduğu; ezelden ebede her şeyi bildiği, gördüğü, duyduğu ve her şeye egemen olduğudur Tevhîdin en kısa özeti budur ve bununla birlikte Allah Teâlâ’nın sonsuz ve sınırsız egemenliği üzerinde hiçbir kimsenin ve herhangi bir gücün hiçbir halde asla etkili olamayacağıdır Dolayısıyla, yaratığın sebep olduğu herhangi bir etki, yalnızca Allah tarafından yönetilen kâinat düzeninin, birbirine bağlı disiplinleri ve kuralları çerçevesinde ancak meydana gelebilir Gerçek bu iken, tarihin akışı içinde ve çeşitli etkenler altında zamanla “ermişlik diye bir inanç peydahlanmış, böylece “evliyâ diye sözde üstün güçlere sahip bazı kimselerin, Allah adına kâinat olaylarına yön verebileceklerine inanılmaya başlanmıştır Bütün bu anlayışlar, Kur’an ve sahih sünnet çerçevesi içinde sorgulanmalı, inançlardan şirk kalıntıları temizlenmeli, velî kavramı da, diğer İslâmî kavramlar gibi, Kur’an’la sağlaması yapılarak i’tidal içinde yeniden değerlendirilmelidir Müslümanım diyenlerin kendilerini, inanç ve amelleriyle elden geçirmesi, sağlam teraziyle tartması gerekmektedir
Bilindiği gibi, “Velî Allah’ın isimlerinden biridir Allah kendisinin velî olduğunu söylemektedir; yani koruyucu, kollayıcı, dost, yardımcı, yakın, sahip, efendi mânâsında Veliyyullah olarak kullanıldığında ise Allah’ın dinini koruyucu, O’nun dininin yardımcısı, O’nun dostu, O’nu sahip ve efendi edinen, yani özetle Allah’ı râzı eden kimse demektir Bu durumdaki kimseyi Allah yakın edinmekte, O’nu sevmekte, O’ndan râzı olmaktadır Kullarının arasında Allah'a yakınlığı ile mümtâz bir mevkii bulunmaktadır veliyyullahın Bu seçkinlik, o kişinin Kur’an’ı ahlâk edişinin doğal bir sonucu olarak güzel ahlâkı sebebiyle insanlar tarafından sevilmek, beğenilmek, imrenilmek halidir Allah’ın ona yardımı, sünnetullahı, eşyanın tabiatını tersine döndürmek sûretiyle değil; bilakis eşyanın tabiatı gereğince onun işlerinin kolay olmasının, başarıya ulaşmasının gerçekleşmesidir
Bir müslümanın, diğer müslümanların velîsi olduğuna gelince, mesele hiç de halkın anladığı gibi değildir Zira, âyetlerde geçen “velî kelimesi, birbirinin yardımcısı, birbirine hak yolunda yardım eden, malından yediren, birbirini bağışlayan, bir vücudun parçaları arasındaki uyum gibi uyum içinde ve aynı vücudun sağlığını korumaya yönelik bir birliktelik kastedilmektedir Muhâcir ve Ensâr’ın Hz Peygamber’i velî olarak kabullenmeleri, birbirlerinin velîsi olduklarıyla ilgili uygulamalar, karşılıklı tavırları, sözleri ve Peygamber’in de onları velîdost edinmesiyle ilgili bilgiler, bu velîliğin boyutlarını gösterir Bu gerçek velîlerin hiç biri gaybı bilmediği gibi, hiç birinin gezdiği yerlere bereket yağdırdıklarına, kızgınlık duyduklarının ölümünü isteyip öldürdüklerine, onları çarptıklarına veya taş yaptıklarına, denizin üzerinde yürüdüklerine, kuru ağacı yeşerttiklerine ve benzeri kerâmetlerine rastlamamaktayız O kadar rastlamamaktayız ki, Hz Hamza, Uhud Harbinde kendisini öldürmek için fırsat kollayan ve en çok ononbeş adım ötesinde bulunan eli mızraklı Vahşi’nin varlığından habersizdir Hz Ömer, iki adım gerisinde, safta namaza durarak kendisini öldürmek için hazırlanan ve hançerleyerek bunu gerçekleştiren Firuz isimli Ebû Lü’lü künyeli Zerdüştî kölenin niyetinden (kalbinden geçenden) habersizdi Hz Ali, kendisini öldürmek için aylardır plan kuran ve anlaştığı arkadaşlarıyla kararlarının bir parçası olarak kendisini öldürmek için namaz kıldığı câmide bulunan ve onu hançerleyerek emelinin gerçekleşmesini sağlayan Abdurrahman İbn Mülcem’in yanına kadar sokulan varlığından habersiz idi
Rasûlullah (sas)’ın kendilerine İslâm’ı öğretmeleri için gönderilmesini istedikleri tebliğcileri tuzak kurarak yolda öldürenlerin niyetlerinden habersiz olduğu tarihî bir vâkıa olarak karşımızda durmaktadır Peygamber’in ve Hz Ebû Bekir (ra) ve Hz Ömer (ra) gibi özellikle ileri gelen sahâbenin, Muhâcirlerin ve Ensârın, âyetlerle sâbit bulunduğu üzere yaptıkları amellerden ötürü Allah’ın dostluğunu kazandıklarını biliyoruz Velâyetlerinden emin olduğumuz bu insanların hiç birinin uçtuğu, su üzerinde yürüdüğü, gaybı bildiği ile ilgili sahih mâlûmâta sahip değiliz Müslümanlık lâfla değil; iman ve yaşayışla isbat edilir Nasıl ki Rasûlullah, amelleriyle, örnek yaşayışıyla (33Ahzâb, 21) İslâm’ı bize öğretmiştur Rasûlullah’ın Uhud’da dişi kırılır, bu velîlere bir şey olmaz; Rasûlullah gaybı bilmez, bu velîler bilir Rasûlullah ölüleri (meselâ amcası Hz Hamza’yı, oğlu İbrahim’i) diriltemez, bu velîler diriltir Rasûlullah kılıçla, kalkanla savaşır, bu velîler üfürükleriyle savaşır
“O’nun berisinden çağırdıklarınız kendilerine yardım edemezler ki size yardım etsinler (7A’râf, 197) “Belki kendilerine yardımları dokunur diye Allah’ın berisinden ilâhlartanrılar edindiler Ama onların yardıma güçleri yetmez Oysa ki kendileri onlar için hazır askerdirler (36Yâsin, 7475) “De ki, Allah’ın berisinden çağırdıklarınıza bakın bakalım Gösterin bana, yeryüzünde yaratmış oldukları ne vardır? Yoksa onların göklerde bir ortaklığı mı bulunuyor? Eğer doğru iseniz, bu konuda bana, bundan önce gelmiş bir Kitap veya bir bilgi kalıntısı getirin bakalım Allah’ın yakınından kendisine kıyâmete kadar cevap veremeyecek olanı yardıma çağırandan daha sapık kim olabilir? Oysa ki bunlar onların çağrısından habersizdirler (46Ahkaf, 45) “Şunu bilin ki, göklerde kim varsa ve yerde kim varsa hepsi Allah’ındır Allah’ın dûnundanyakınından birtakım ortaklar çağıranlar neyin peşindedirler? Bunların peşine takıldığı belli bir kuruntudan başka bir şey değildir Onlarınkisi sadece saçmalamadır (10Yûnus, 66)
Bu âyetlerde geçen “dûne kelimesine, çoğu mealde “başka, gayrı anlamı verilmektedir Bu mânâ, “dûne kelimesinin anlamlarından biridir Ama bu kelimenin asıl anlamı, “fevkanın zıddı, yani en üst mertebeden beri, ondan aşağıca demektir Bir şey, öbüründen biraz aşağıda olunca, bunu ifade için “dûne kelimesi kullanılır Buna göre, âyetlerde geçen “min dûnilâllâh, yani “Allah’ın dûnundan ifadesi, Allah’ın en yakınından, yani berisinden demek olur Zaten Allah’tan başka velîlere tutananlar, hep onların Allah'a çok yakın olduğuna inanmışlardır
Tasavvufî anlamda velî olmak için aranan şartların başında kerâmet gelmektedir Hemen bütün tasavvuf kitaplarında velîliğin alâmetlerinden sayılan kerâmet, yani velîlerin izhar edebileceği birtakım hârikulâde olaylar dolayısıyla velîliğin, peygamberliğe benzer bir statü kazandığı dikkat çeker Mevcut olan bu paralellik, daha 9 yüzyılda, peygamberlerin sonuncusu olması sebebiyle Hz Muhammed (sas) için kullanılan “Hâtemu’lEnbiyâ terimine benzer bir “Hâtemu’lEvliyâ (Velîlerin mührüsonuncusu) kavramının doğmasına sebep olmuştur
Burada, bir de velîler arasındaki mertebeler silsilesinden bahsetmek gerekir Velâyet kavramı, 9 yüzyılda kendi içinde bir mertebelenmeye tâbi tutulmuştur Şüphesiz velî telâkkisindeki gelişmelerden kaynaklanan bu duruma göre velîler, bir piramid şeklinde muhtelif derecelere ayrılmışlardı Bu piramidde en alt tabakadan başlayarak sayıları gittikçe azalmak üzere sırayla Recebiyyûn, Müfredûn, Asâib, Nukabâ, Nücebâ, Abdal, Efrâd, Evtâd, İmâmân yer alır ve tepede ise, hepsinin başı olan Kutb bulunur Dolayısıyla Kutb, bir devirde yeryüzünde mevcut bütün velîlerin en büyüğü olup kâinat, onun otoritesi altında, zikredilen tabakaları oluşturan velîler tarafından yönetilir Velî kavramındaki, Kur’an’daki anlamdan sapma ve gelişme, sonraki bazı mistik etkilerin, meselâ Yeni Eflâtunculuk’un ve Gnostisizm’in rolüne dikkat çekmek gerekir Aynı etkilere mâruz kalan hıristiyan mistisizmindeki “saint (aziz) telâkkisiyle, tasavvuftaki “velî telâkkisi arasında benzer noktalar hayli fazladır Meselâ, hıristiyan mistisizminde “saint, “Allah adamı ve “Allah dostudur Genel mânâda da, bütün dürüst hıristiyanlar Allah dostudur Fakat özel anlamda asıl Allah dostu olan, saintaziz, yani bütün dünyevî zevk ve bağlardan kurtularak birtakım riyâzet ve mücâhede usûlleriyle kendini Allah'a adayan, Ona ulaşabilen hıristiyandır Hıristiyan mistisizmindeki bu telâkki, tasavvuftaki “velâyeti âmme (bütün müslümanların genel mânâda velî olduğu) ve “velâyeti hâssa (dar mânâsıyla tasavvuftaki velî) telâkkisini andırmaktadır Ayrıca, tasavvufta olduğu gibi “saint (aziz)in kerâmet (miracle) kavramıyla sıkı ilişkisi de dikkat çeker
Velî telâkkisindeki bu farklı statünün, ilk zamanlarda İslâm ulemâsı muhitlerinde ve onlara bağlı halk çevrelerinde birden bire kabul görmeyip tepki ile karşılandığını biliyoruz Özellikle sûfî çevrelerin bütün gayretlerine rağmen, peygamberlik ile velîlik arasındaki paralel noktalar şiddetle reddedilmiştir Aynı şekilde mu’tezile mezhebi, birtakım üstün vasıflarla techiz edilmiş böyle bir insan telâkkisini, dinin esasına aykırı olduğu düşüncesiyle asla benimsememiştir Fakat zamanla bu tepkilerin mutasavvıflar tarafından değerlendirilip hesaba katılması sonucu, uyuşma için gösterilen gayretler boşa çıkmadı İlk tepkilerin giderek şiddetini kaybettiği ve hatta sünnîliğin, velîlik telâkkisini sadece benimsemekle kalmayıp savunduğu bile görüldü Hiç şüphesiz bu değişmede İmam Gazzâlî (öl 1111)’nin unutulmaz çabasının büyük rolü olmuştur Artık günümüzde, halkın büyük çoğunluğu, tasavvufî anlamdaki velî telâkkisini kabul etmeyenleri, eksik (sapık) müslüman sayar; bazı çevrelerde ise bunlar müslüman bile kabul olunmaz
Türklerin İslâmiyet’e girişinden sonra tasavvufun velî telâkkisi, Türk mutasavvıflarınca da aynen benimsenerek devam ettirilmiştir Velînin peygambere denk tutulduğu ve onun gibi, söylediği her sözün mutlak kabul gördüğü sözkonusu olmuştur
Kavram TefsiriAhmed Kalkan