Forumda yenilikler devam etmektedir , çalışmalara devam ettiğimiz kısa süre içerisinde güzel bir görünüme sahip olduk daha iyisi için lütfen çalışmaların bitmesini bekleyiniz. Tıkla ve Git
x

Son konular

Evrim İnancındaki Boşluklar Ara Fosil Çıkmazları -2-

Hoş geldin! killer27 tarafından topluluğumuza katılmaya davet edildiniz. Kaydolmak için lütfen burayı tıklayın.
Evrim İnancındaki Boşluklar Ara Fosil Çıkmazları -2-

iltasyazilim

FD Üye
Katılım
Ara 25, 2016
Mesajlar
0
Etkileşim
17
Puan
38
Yaş
36
F-D Coin
58
ProfDr Arif SARSILMAZ Linkleri sadece kayıtlı üyelerimiz görebilirForumTR üyesi olmak için tıklayınız


Bugün yaşayan ve isim verilerek taksonomik sistematiğe dâhil edilen hayvan türü sayısı yaklaşık iki milyon, bulunması muhtemel tür sayısı da on milyon kabul edilirse, çok basit bir mantıkla, bu kadar türün tek hücreli bir canlıdan zaman içinde tesadüfî mutasyonlar ve tabiî seleksiyonla “türerken milyonlarca geçiş formu bırakması gerektiği ortaya çıkar

Meselâ, birbirine kısmen yakın sistematik gruplarda bulunduğu kabul edilen iki türü ele alalım; memelilerin böcekçiller takımından (insectivora) köstebek ile, yırtıcılar takımından (carnivora) kedi arasında bir geçişi veya ikisi için ortak bir atayı tahayyül edelim Sadece iskelet ve kas sistemi açısından bile yüz kadar fark sayılabilir Diş yapıları, sindirim boruları ve duyu organlarındaki hususiyetlere kadar bütün farklılıklar düşünüldüğünde, her türün kendine has karakter sayısının binleri bulduğu görülür Bu rakam ilk anda mübalağalı görünebilir Kabaca bakıldığında, her iki hayvanın da iki gözü, iki kulağı, dört bacağı, omurgaları, beyni, midesi, bağırsağı vs olduğundan, “iki türün birbirinden pek farkı yok diye de düşünülebilir Halbuki bir hayvan sistematikçisinin gözüyle bakıldığında, yani teferruata inildiğinde, farklılıklar bir anda yüzlere, binlere çıkar Köstebek ile kedinin ayakları veya dişleri karşılaştırıldığında, birinin toprağı kazmak için kürek, diğerinin av yakalamak için pençe şeklinde hususi yapılarının olduğu görülür Buna bağlı olarak kemik ve kas yapıları ve bunların fonksiyonları farklılık arz eder Keza ağızlarındaki diş serileri de çok farklı olup, yırtıcılara has olan “canin dişler (köpek dişi) köstebekte yoktur Sürekli karanlık ortamda yaşayan köstebeğin görme duyusu, kedininkiyle aynı ışık şartlarında aynı kapasite ve işleyişe sahip değildir Her bir tür, bulunduğu ortama, beslenme tarzına ve bunların gerektirdiği davranışlara uygun organ ve sistemlerle techiz edilmiştir Bütün farklılıklar aynı anda birlikte var ise, o türün fertleri en uygun yaşama imkânına sahip demektir ki, tabiata bakıldığında her bir türün halihazırdaki durumu bunu göstermektedir (kendisine “ara form dedirtecek bir “yarı evrim aşamasında ve rahat yaşayamayan hiçbir tür görülmemektedir) Neticede, her bir farklı organ yapısının ait olduğu organizmayla “olmazsa olmaz cinsinden bir sistemik bütünlük arz ettiği, her bir türün de ekosistemiyle tam bir uyum gösterdiği göz önüne alındığında, bunun hususi bir tercih, dolayısıyla özel bir yaratılış mânâsına geldiği açıkça ortaya çıkar



Evrim teorisinin kabulüne göre bunlar ortak bir atadan geldiyse, ayrıldıkları noktadan itibaren birbirlerinden “tedricen farklılaştıklarını gösteren onlarca geçiş fosilinin mevcut olması, bunların da birçok karakter bakımından her iki türe ait özellikleri bir arada bulundurması gerekirdi Zaman içinde bu ara fosillerin sahip olduğu özellikler giderek birbirinden farklılaşacak ve sonraki (daha genç) fosillerde tamamen farklı iki tür olan kedi ile köstebek birbirlerinden ayrı gruplar şeklinde ortaya çıkacaktı Fakat bu senaryoya rağmen, tabiatta böyle bir duruma rastlanmıyor Kedi ile köstebek türleri ile bunların hayalî ortak ataları arasında geçiş formları olarak nitelendirilebilecek fosiller bir buçuk asırdan beri devam edegelen hırslı ve şuurlu aramalara rağmen bulunamıyor



Yukarıdaki örnek, yaşayan bütün türler için düşünüldüğünde, milyonlarca ara formun paleontoloji koleksiyonlarını doldurması beklenirdi Bu koleksiyonlar yine dolu, ama yaşayan hayvanların (deniz yıldızı, balık vs) veya nesli tükenmiş hayvanların (dinozorlar gibi) taşlaşmış kalıntılarından başka bir şey olmayan bu fosiller arasında, geçiş özelliği gösteren ara fosilleri göremiyoruz Memelilerden uçan bir tür olan yarasa ile koşan bir tür olan geyiği, yüzen bir deniz memelisi olan yunusu, ağaca tırmanan bir tür olan “tembel hayvanı, toprağı kazan bir yer sincabını kağıt üzerindeki şemalarda, geriye doğru kesikli çizgilerle giderek aynı atada birleştirmek kolay olsa da, tabiatta bu çizimlerin birebir karşılığını ve ortak atalar arasında olması gereken yüzlerce geçiş formunu göstermek mümkün olamamaktadır

Yukarıda, aynı sınıfa (memeliler) dâhil olan, dolayısıyla, solunum, dolaşım, boşaltım ve üreme gibi birçok sisteminin temel fonksiyonu benzerlik gösteren iki hayvanı örnek verdik Balık ile kurbağa, kurbağa ile kertenkele veya kertenkele ile kuş gibi, her biri kendi ekosistemi içinde yukarıdaki hayatî fonksiyonlara en ideal şekilde sahip olan gruplar arasındaki, daha köklü geçişleri tahayyül ettiğimizde, bu konuda konuşurken âzamî dikkat gösterilmesi gerektiği anlaşılır

Dünyadaki bilinen fosil türlerinin % 20’sinin örneklerini barındıran Chicago’daki Field Museum’un müdürü David Raup’a göre, bilgiler Darwin’in iddia ettiği gibi, bir türü diğerine bağlayan sayısız ara formun yer aldığı, yavaş yavaş, adım adım bir evrim olduğu düşüncesini hiçbir şekilde desteklemiyor: “Çoğu kişi fosillerin Darwinci yorumları desteklediğini zanneder Darwin’den bu yana 120 yıl geçti ve fosillerle ilgili bilgilerimiz fevkalâde genişledi Ama gariptir ki, bugün evrimle ilgili bir değişimi destekleyen örnekler Darwin’in zamanından daha azdır1 Fosilli tabakalarda geçiş veya ata formların tamamen yokluğu birçok paleontoloji otoritesi tarafından bunların en çarpıcı özelliklerinden birisi olarak kabul edilmektedir British Museum’un bir yayınında da, ele alınan fosillerden hiçbirinin bir diğerinin atası olmadığı belirtilmektedir

Fosilli tabakaların genel karakteri, GG Simpson tarafından sunulan bir makalede etraflı şekilde özetlenmektedir: “Aralıkların en çarpıcı özelliklerinden biri yeni tiplerin büyük kısmının âni zuhurudur Tortul kaya tabakalarında fosiller oldukça karmaşık formlarda ortaya çıkmışlardır Denizanaları, yumuşakçalar, süngerler, eklembacaklı kabuklular ve diğer omurgasızların tamamı Paleozoik dönemde hep birlikte bulunmuşlardır; işte problem bu noktada başlamaktadır Saha araştırması yapan uzmanlar hayatın bu kadarcık bir komplekslik seviyesine bile evrimle gelebilmesinin en azından bir milyar yıl alacağını tahmin etmektedirler Dolayısıyla paleozoik öncesi kaya oluşumlarında da yaygın şekilde fosil ataların bulunması gerekir Fakat durum böyle değildir2 Bu itiraflar da geçiş konumundaki ara fosillerin bulunmadığını açıkça göstermektedir

Modern yaş tayin metotlarına göre, çökelmeleri yaklaşık 540 milyon yıl önce başlayıp 490 milyon yıl önce sona eren Kambriyen tabakalarının başlangıcı, ilk trilobit fosillerinin bulunduğu tabaka seviyesi kabul edilir (Trilobitler yaklaşık 550 ilâ 440 milyon yıl öncesi arasında yaşadıkları zannedilen ve bugünkü tesbih böceklerine benzeyen ilk eklem bacaklı hayvanlardır)

Eğer Darwin haklı olmuş olsaydı, Kambriyenin en alt tabakalarındaki kompleks yapılı yaratıkların ortaya çıkması için, ondan önce basit haberci yaratıkların yer aldığı ve giderek karmaşık yapılı canlılara doğru dönüşüp çeşitlendiği uzun bir evrim periyodunun geçmesi gerekecekti Darwin, teorisine yöneltilen bu en ciddi tenkidi asla delillerle yalanlayamamıştır Bunun yerine, fosil kayıtların noksanlığı karşısında söylenip durmuş ve yeryüzünün her tarafında ilk trilobitli tabakaların hemen altında eksik bir tabakalar serisi olduğuna inanmıştır



Bugün PrekambriyenKambriyen sınırının yaşı 543 milyon yıl, en eski trilobit fosillerininki ise 522 milyon yıl olarak hesaplanmaktadır Dolayısıyla 543 milyon yıl ile 522 milyon yıl arasındaki 21 milyon yıllık dönem bütün dünya üzerinde boş ve fosilsiz görülmektedir Gezegenimiz bugün kabul edilen (ve doğruluğu hâlâ tartışılan) yaşına göre ilk 3,5 milyar yılında hayvan hayatı henüz yaratılmamıştı Yaklaşık ilk dört milyar yıla dâir ise, açık bir fosil kaydı bulunmamaktadır Fakat, yaklaşık 550 milyon yıl önce, okyanuslarda oldukça hacimli ve çok çeşitli iri hayvanların yaratıldığı tahmin edilmektedir Bu, âni denebilecek kadar süratli olan yaratılış mu’cizesi, hâlen çözülmesi en zor biyolojik hâdiselerden biri olarak Kambriyen patlaması olarak isimlendirilmektedir Çok kısa bir zaman aralığında eklem bacaklılar, yumuşakçalar, deniz yıldızları ve bazı iskeletli hayvanların, fosil kayıtlarına ilk giren canlılar olduğu ve yeryüzünün çok sayıda omurgasız deniz hayvanına sahip bir gezegen konumuna getirildiği anlaşılmaktadır



Darwin’in teorisi eğer doğruysa, ilk fosiller bir trilobitten daha basit olmalıydı Fakat, dünyanın diğer birçok yerinde ilk fosiller, fosilsiz tabaka serisinin en üstünde bulunan trilobitlerdir Bu durum, kompleks yapılı hayvanların yeryüzünde evrim öncüleri olmaksızın yaratıldıklarını göstermektedir Büyük omurgasız şubelerinin büyük bölümünün basit (gibi) görünen temsilcileri, yaklaşık altı yüz milyon yıl önce, Kambriyen döneminin kısa bir aralığını temsil eden tabakalarda bulunuyorlardı Kambriyenden önceki yüz milyonlarca yıl zarfında çökelen ve büyük şubeler arasındaki eksik halkaları ihtiva edebilecek olan tabakalar ise neredeyse hiçbir hayvan fosili bulundurmuyordu Eğer bir zamanlar geçiş tipleri mevcut idiyse, bunların fosilleri Prekambriyen öncesine ait tabakalarda bulunmalıydı

Darwin’in savunması ne kadar geçerlidir?


Darwin’in döneminde fosilli tabakaların sadece çok küçük bir kısmı incelenmişti ve meslekten paleontologların sayısı henüz çok azdı Yeryüzünün birçok bölgesine gidilmemişti; Asya, Avustralya ve Afrika’nın uçsuz bucaksız bölgeleri bâkirdi Darwin kendi döneminde fosilli tabakaların ancak çok küçük bir kısmının incelenmiş olduğu konusunda ısrar ediyor, geçiş halkalarının bulunmayışının evrim ile telif edilemeyeceğini ileri süren muhaliflerini göğüslemeye çalışıyor, birçok eksik halkanın yer altında gömülü olduğunu ve keşfedilmeyi beklediğini belirtiyordu Gerçekten, yeryüzünün keşfedilmemiş kısımlarında canlı eksik halkalar bulma ihtimali mevcut idiyse de, esas ümit fosillere bağlanmış durumdaydı Fosilli tabakalarda eksik halka arayışı daima devam etti Paleontoloji faaliyeti öyle bir noktaya geldi ki, bu disiplindeki çalışmaların muhtemelen çok büyük kısmı 1’tan bu yana gerçekleştirildi Bugün sınıflandırılmış yüzbinlerce fosil türünün sadece çok küçük bir kısmı Darwin tarafından biliniyordu Bugün ise bütün kıtalardaki hayvanların geçmişteki fosillerinin hemen hemen tamamına yakını bulunmuştur Fakat o günden bu yana keşfedilen bütün fosiller geçiş veya ata türlere ait olmayıp, ya bugün yaşayanlara benzer, yahut o gün için yeni yaratılmış türlere veya hiçbir yakınlık münasebeti arz etmeyen, tamamen farklı sistematik kategorilerdeki türlere aittir

Bitki ara fosilleri var mı?


Bu durum bitkiler için de geçerlidir Bütün büyük grupların ilk temsilcileri, çok farklı hususiyetlere sahip bitkiler şeklinde yaratılmış olarak tortul tabakalarda âniden ortaya çıkmaktadır Bunlardan biri, jeologların Kretase olarak adlandırdıkları (yaklaşık 130 milyon yıl ile 65 milyon öncesi arasındaki) döneme ait olan kapalı tohumlulardır (Angiospermler) Kambriyen kayaçlarında hayvan gruplarının âni ortaya çıkışı gibi, kapalı tohumluların birden görünmesi de Darwin’in zamanından beri bütün izah çabalarına direnen bir durumdur Kapalı tohumlular, günümüze kadar değişme geçirmeksizin varlıklarını devam ettiren farklı sınıflar şeklinde yaratılmış, ilk ortaya çıkışlarını takiben kısa bir zaman aralığında yeryüzü bitki örtüsü yenilenmiştir Bu âni ortaya çıkış Darwin’i endişelendiriyordu Hooker’a yazdığı bir mektupta, “Bitkiler âleminin tarihinde hiçbir şey, yüksek yapılı bitkilerin âni şekilde gelişmesinden daha olağanüstü değildir diyordu

Balıklarla amfibiler ortak atadan gelebilir mi?


Balıkların menşei ve atalarının hangi hayvan olduğu konusu, “Yaratılışı kabullenmek istemeyen evrimciler açısından esrarını hâlâ devam ettirmektedir Mevcut fosillere göre yaklaşık dört yüz milyon yıl önce, bilinen balık gruplarının büyük bir kısmı kısa bir zaman zarfında ortaya çıkmış görünüyorlar İlk zuhurlarında bunlar da önceki canlı gruplarından farklı ve izole durumdadırlar Paleontolojinin tanıttığı hiçbir balık grubu, bir diğerinin atası olarak sınıflandırılamamaktadır; bunların hepsi aynı değerde olup, asla ata veya torun değildir Âlemlerin Rabbi ilim, hikmet, irade ve kudretinin sınırsızlığını, sonsuz denebilecek sayı ve çeşitte mahlûkları (aynı zamanda birer san’at eseri hüviyetiyle) yaratarak göstermektedir

Fosilli tabakalarda geçiş formlarının olmayışı, kendine ait hususiyetlere sahip olan (fakat farazî atasında bunlar bulunmayan) bir grubun durumunda da açıkça kendini göstermektedir Meselâ evrime göre balıktan amfibilere (hem suda hem karada yaşayabilen kurbağalar gibi organizmalar) geçişi ele alalım İkisi arasındaki yapı ve fonksiyon farklılıkları o kadar fazladır ki, yavaş bir değişmenin oluşması milyonlarca yıl alacak ve tabii bu arada, balıklarla amfibiler arasında bağ kuracak sayısız ara formun ortaya çıkması gerekecektir Fakat, bunlar hiçbir yerde bulunamamaktadır

Üç yüz elli milyon yıl önce, temsilcileri bugüne ulaşmayan çok sayıda eski amfibiyen grubu elli milyon yıla yayılan bir periyotta varlık sahnesine çıkmıştır, ve ilk amfibi, karada rahatlıkla hareket edebilecek normal tetrapod (dört ayaklı) tipte ön ve arka ayaklara sahiptir; yani kara hayatına tam olarak hazırdır, bir geçiş formunu temsil etmemektedir; bunu fosillerden anlıyoruz Yine her grup ilk göründüğü andan itibaren farklı ve izole durumdadır ve hiçbir grup bir diğerinin atası olarak değerlendirilememektedir

Balıklarla amfibilerin anatomik yapısı arasında geçiş formlarıyla birleştirilemeyecek kadar temel bir farklılık vardır: Yaşayan veya fosil hâldeki bütün balıkların kalça kemerleri küçüktür ve kas içine gömülüdür Kalça kemerleri ile omurga arasında herhangi bir eklem bulunmamaktadır Çünkü balıklarda kalça kemerlerinin vücudun ağırlığını taşımasına ihtiyaç yoktur Diğer taraftan, yaşayan veya fosil hâldeki dört ayaklı amfibilerde ise kalça kemerleri çok geniştir, omurgaya sıkıca bağlanmıştır; işte bir hayvanın yürümek için sahip olması gereken anatomik yapı budur Arada hiçbir geçiş formu da bulunmamaktadır



Crossopterygii (lobyüzgeçliler) balıkların yüzgeçleri ile nesli tükenmiş olduğu için, yarı balıkyarı sürüngen olduğu iddia edilen Ichtyostega’ların ayakları arasında da bu soruyu tekrar tekrar sorduracak kadar büyük bir anatomik farklılık vardır: Bir öncekinden sonrakine geçiş için olması gereken milyonlarca ara form nerededir? Geçiş formları yoktur İlk amfibiyen, karada rahat hareket edebilecek normal dört ayaklı tipte ön ve arka ayaklara sahip olarak yaratılmıştır

Omurgasızlardan omurgalılara geçiş mümkün mü?


En büyük problemlerden birisi de omurgasız hayvanlardan, omurgalı hayvanlara geçişin izah edilemeyişidir Zîrâ omurgasızlar ile omurgalı hayvanlar birbirlerinden tamamen farklı vücut plânına ve organlara sahiptirler Bu farklılık o kadar büyüktür ki, asla tedrici olarak gelişen ara formlarla aradaki uçurumun kapatılması imkânı yoktur Omurgasız hayvanların büyük bir kısmı (arthropodlar, echinodermatlar, mollusca’nın bir kısmı) kitin veya kalsiyum karbonattan vücudu kabuk gibi saran bir dış iskelete sahip, bir kısmı da (annelidler, coelenteratlar ve birçok küçük filumlar) iskeletsiz yumuşak hayvanlardır Omurgalılar ise kemik veya kıkırdaktan iç iskelete sahiptir Bu iskelet yapıları sebebiyle kaslar, omurgasızlardaki dış iskeleti içten sararken, omurgalılarda kaslar içteki iskeleti dıştan saracak şekilde bir plânla yaratılmışlardır Dolayısıyla omurgasız bir hayvanın, omurgalıya dönüşmesi hayvanın içinin dışarı döndürülmesi gibi ters bir işlemi gerektirir

Ayrıca omurgalılardaki merkezî sinir sistemi ile omurgasızlardaki ip mereni ve diffüz sinir sistemleri arasında tedrici bir geçiş hayal edilemez Omurgasızların kendi şubeleri arasındaki göz tipleri arasında bile herhangi bir geçiş fosili yoktur Solucanlardaki fotoreseptörler ve böceklerdeki petek gözler ile ahtapottaki kamera tarzındaki göz arasında nasıl bir tedrici geçiş olabilir ki? Benzer şekilde bütün sistemler için her biri birer makale mevzuu olabilecek çok büyük değişiklikler gerektiren farklılıklar vardır Omurgasızlarda açık dolaşım, omurgalılarda kapalı dolaşım; omurgasızlarda boşaltım için tüp şeklindeki nephridial organlar, omurgalılarda böbrekler; omurgasızlarda tek tabakalı vücut örtüsü, omurgalılarda iki tabakalı deri; omurgasızlarda solunum için trake ve genişlemiş vücut yüzeylerinin teşkil ettiği ektodermal solungaçlar, omurgalılarda ise torba şeklinde akciğerler ve endodermal orjinli solungaçlar gibi birbirinden çok farklı organlar, omurgasızlar ile omurgalılar arasında tesadüfî mutasyonlarla gelişen organlara sahip geçiş fosillerini imkânsız kılmaktadır Zaten pratikte de böyle fosiller bulunamamıştır




Dipnotlar
1 RAUP, D (1979): Conflicts between Darwin and Paleontology, Field Musum of Natural History Bulletin, V 50 No 1 1979, pp 2229
2 SIMPSON, GG (1961): The Major Features of Evolution Columbia University Press, New York, pp359360

Linkleri sadece kayıtlı üyelerimiz görebilirForumTR üyesi olmak için tıklayınız
 
858,497Konular
982,535Mesajlar
30,266Kullanıcılar
Sami59Son üye
Üst Alt