iltasyazilim
FD Üye
Felsefede Yakın Kavramı Hakkında Bilgi
yakın nedir yakın kavramının tanımı filozofların yakın kavramı tanımı manevi yakın
Şüphesiz bilinen, doğruluğu muhakkak olan, kararsızlık bulunmayan şey ya da data Daha genel olarak, realiteye, gerçeğe uygun olan ve hiç bir şekilde aksinin olamayacağına inanılan şey Bu manada yargı ve doğrunun ifadesi olan yakın, bilgisizlik, kesin olmama, taklit, düş, zan ve vehimin zıddı dırYakîn, belirlenmiş ve güvenilir, sağlam manalarına gelmesinden nedeniyle felsefe dilinde “pekin kelimesiyle de açıklama edilmiştir Yakîn teriminin batı dillerindeki karşılığı da aynı manaya gelen Lâtince “certus dan türetilmiştir Yakînin çok geniş bir dilekçe alanı vardır Mantıkî Yakîn, Psikolojik Yakîn, Manevî Yakîn, Kalbî Yakîn, Tabiî Yakîn, Tecrübî veya Duyusal Yakan, Metafizik Yakîn, Matematik Yakîn vb den söz edilebilir
Yakîn terimi özellikle Mantık ve Epistemoloji (Data Felsefesi) ’de kullanılmaktadır Mantıkta yakîn, îlme ’I Yakîn ’i, bir aklı selîm için hiç şüpheye yer vermeyen bilgiyi, değişmez inancı ifade eder İslâm mantıkçıları “Su havuzda nasıl durulursa yakîn veri ile de kalb öylece güvenle durulur demişlerdir Her hangi bir bilgi üstündeki bu güvene belli kanaat da denir Böyle bir yakîn, us yürütmeyle, önermeden önermeye geçerek elde edilir; bu da aklın değişik düşünce yürütme ve kanıt yollarına dayanması demektir böylece, bir aksiyomdan, bir prensipten çıkartılan herhangi bir sonucun, fikir için en azından bir belit ve prensibin kendisi kadar değeri vardır
Îlme ’I yakîn, yani doğruluğundan tereddüd edilmeyen veri, felsefede epistemolojinin en büyük hedefidir Antikçağ Yunan filozofları duyuların ve muhayyilenin bizi yanılttığını, onların bilgilerinin sanrı (doxa) bilgisi, değişen ve güvenilir bilgiler olmadığını ortaya koyduktan sonradır ki, yakîn (belirlenmiş data), felsefenin en kayda değer meseleterinden biri haline gelmiştir O dönemde, Elea Okulu, sofist Protagoras, Gorgias ve daha bir çoğu, yakînin esaslarını sarsmaya başlamışlar ve bilgide yakîn yerine kesin olmama (şek, zan) ’yi egemen kılmaya çalışmışlardır Bu yok edici etkinlikler aleyhinde Sokrates fikirlerini ahlâk meselesi üzerinde yoğunlaştırmaya çalışmış ve nesneleri, objeleri araştırarak, seksiz şüphesiz bir bilgiyi ortaya koymanın yollarını araştırmış, sonra lan ise bu uğraş, Eflatun ve Aristoteles göre tamamlanmaya çalışılmıştır
Ortaçağda ise yakîn felsefesi, hem Batı ’da ayrıca de Doğu ’da kutsal kitapların buyruklarıyla bütünleştirilmek istenmiştir Öteki bir ifadeyle, düşünce ve naklin ortaklaşa ortaya koyduğu gerçeklik, ilim olarak görülmüştür Burada, hafıza ve naklin her zaman birbirini desteklediği ve hiçbir vakit aralarında herhangi bir ihtilâfın bulunmadığı noktasından hareket edilmiştir Bu konuda kelâmcılann ve filozofların benzer görüşü paylaştıkları söylenebilir
Yeniçağda, bu çağın felsefesinin kurucusu sanılan Descartes ise “Yakîn in ölçüsünü aklî açıklıkta bulmuş ve doğrunun reel ölçUsü olarak da Allah ’ı kabul etmiştir Malebranch, Descertes ’in bu görüşünü daha da geliştirerek hakikatin açıkseçik tasavvurlarla bütün bir intibak içinde olduğunu göstermeye çalışmıştır Spinoza ise bu meseleyi ilahî hakikati devreye sokmadan tem ellendirme çabasındadır Leibniz ’de yakîn, Sebeblilik ve YeterSebep gibi iki ilkeye dayanır
Bu mantıklı filozofların yakîn görüşüne mukabil, tecrübeci filozoflardan Berkeley ile Locke ’u peşine düşüp takip eden Hume ise yakîni deney dünyasında temellendirir Kant da Hume gibi ilimlerdeki yakîni yalnız olaylar
dünyasında temellendirmeye çalışır Renouvier (18151903) ’in yolundan giden çağdaş filozoflar ise “yakîn e iradî unsuru da katarak, özgürlük iradeye dayalı yeni bir yakîn anlayışını temellendirmeye çalışır
Psikolojik (Psikoloji ’de) yakîn, herhangi bir şeye ya da duruma şuurun şahit olmasıdır; buna vicdanî yakîn de denir Bu şart, bir hükmü şüpheden arındırmış olarak doğru kabul eden bir aklın halidir Burada akıl şuurun tanıklığına inanmakla şuurlu bir yakîn gerçekleşir Bu yakîn, açık veya delilli bir hükme ait olabilir Yakînin açık olduğu takdirde bedihî, zarurî, yakîn bizatihi olmakta; delilli bir hükme ilişkin olması halinde ise delil vasıtasıyla veyahut fikir yürütmelerle neticeye gitmekte ve nazarî olmaktadır
Yakînin bir öteki çeşidi de Manevî Yakîn (Certitude Morale) dir ki, bu bununla birlikte, aklî yakîn, vüsûk diye de adlandırılır Bazı filozoflar kadar bu yakîn i ’tikad, imanî yakîn, kanaat manalarına da kullanılır; bu, manevî ilkelere, kanunlara dayanarak vicdanın belirlediği bir yakîndir Böyle bir yakînin gerçekleşmesinde aklın ve duyuların ilk elden bir etkisi yoktur Meselâ “Çocukları diri diri toprağa gömmek kötüdür inancı, us ve duyulardan çok vicdandan kaynaklanmaktadır Sokrates bu değişiklik yakîni en büyük doğruluk Ölçüsü olarak kabul eder Manevî yakîn, bazı düşünürlerce inanç, imanı yakîn ve kanaat manalarında da kullanılmıştır Meselâ “Fatih koskocoman bir komutandı gibi tarihçi ya da diğer insanların şahitliğine inanmaktan doğan kanaatler bu tür bir yakîni dile getirir Bütünün parçalarından büyük olduğu, annelerin çocuklarını sevdiği vb gibi hususlarla ilgili hükümlerimiz de manevî
yakın içinde yer alır Manevî yakîn içinde zikredebileceğimiz bir yakîn çeşidi de kalbî yakîndir Bu da, aklın insanların şahadetine (mütevatir haberlere) inanmasıdır Meselâ “Fatih İstanbul ’u fethetmiştir, “İstanbul hoş ve kalabalık bir şehirdir gibi hükümler, büyük bir insan kitlesinin şahitliği neticesinde ortaya çıkmış hükümlerdir
Aklın duyu verilerinin ve tecrübenin şahitliğine inanmasına ise tabiî yakîn, hissî yakîn, tecrübî yakîn (certitude physigue) veya bir ilim derecesi olarak “Ayne ’lYakîn denir “Cisimler vardır, “Cihan mevcuttur, “Güneş ısıtır ve aydınlatır, “Ateş yakıcıdır gibi hükümler bu tür yakîne ömek teşkil eder Sağlam duyu organlarının, müşahede ve tecrübenin bildirdiği bu bilgiler, başkalarının şehadetine dayanan haberlerden daha ikna ve tatmin edicidir Keza bu yakîn, duyu ve deneyim dünyasını idare eden kanunların tamamına dayanır bundan başka birey gördüğü, denediği şeye daha fazla güvenir Bu sebeple müşahedeye dayanan ayne ’lyakîn, akla ve habere dayanan ilme ’lilkinden daha güven verici ve şüpheleri gidericidir Mutlak yakın manasına kullanılan Matematiksel Yakînde de şek ve şüpheye yer yoktur Bu, sayıların, kemiyetlerin (nicelik) nispetleri üzerine kurulan yakînde her türlü hatanın önüne geçildiğine inanılır Çünkü Matematiksel yakîne bununla birlikte mantıkî yakîn de denilmektedir Matematiksel (riyazi) yakînde niceliksel, mantıkî yakînde de niteliksel bir hafıza yürütme kullanılmaktadır Bu itibarla formel mantıktaki güvenilirlik matemaktiksel yakîn için de geçerlidir Çünkü her ikisi de aynı metodla çalışır
Eşyanın mahiyetine ve mutlak kanunlara dayanarak elde edilen yakîne, yani akluı aksiyomlara, birincil aklî hakikatlara inanmasına Metafizik yakîn denir bir de düşünmeksizin, düşünce yürütmeksizin, duyu ve tecrübeye dayanmaksızın elde edilen bir çeşit yakîn vardır ki, buna “Hakka ’lYakîn denir Burada yürek ile seçilen, bana kalırsa duyulan, basiret ile müşahade edilen ve yaşanarak elde edilen imanı veri söz konusudur Metafizik yakînde olduğu gibi, bu yakînde de bir şeyin mahiyet ve hakikati böyle bir yakîn ile bilinebilir Bu hakikat mertebesine mutasavvıflara kadar ancak ma ’rifet ehli ve arifler ulaşabilir ve bu mertebeye “Şımartmai Vicdanî de denir
Yakîn teriminin çeşitleri epeyce fazladır Bunları belirlenmiş bir sisteme göre sınıflamak ise epeyce zordur Bu saydığımız yakîn çeşitleri yanına, ferdî ya da umumî tecrübeye dayanan “Ihtibarî Yakîn, bununla birlikte ayrıca tecrübeye, hem de akla dayanan “Muhtalit Yakîn, düşünen nefsin sırf coşma kaabiliyetini dile getiren “Ruhî Yakîn, “Hakikî Yakîn, “Afakî Yakîn vb gibi daha bir çok yakîn çeşitleri vardır Yakînin bütün bu çeşitlerinin doğrulğu belli, seksiz şüphesiz manalarına geldiğini söylemek epeyce zordur Çünkü yakînin değişik tarifleri öbür katiyet anlayışlarını ortaya koymaktadır Meselâ “yakîn, hakikati bana kalırsa kendisinin sahip olduğuna ve onun üstünde tasarrufta bulunduğuna inanan, i ’tikat eden zihnin halidir, diye bir tanımlama yaptığımızda, buradaki i ’tikat kelimesinin oldukça kapalı bir kelime olduğunu görüyoruz Çünkü bu durumda gerçeklik en kararsız görüşten, en mutlak rıza ve kabule dek gidebilir Böyle bir istikrarsızlık ise inancın, itikadın köktenbilimsel ve semantik esasına ters düşmektedir
Filozofların manevî yakîn diye nitelendirdikleri, zaman zaman itikat, imanı yakîn; zaman zaman da, kanaat manasına kullanılan bu yakın de belirlenmiş doğrulan verecek nitelikte değildir Zira bu yakîn vicdanın belirlediği bir yakîndir; vicdan ise aldığı eğitime tarafından davranışlar geliştirir İyi eğitilmemiş bir vicdan, ma ’şeri (umumî) vicdanın aksine kararlar verebilir Aynca bu yakînin kanaat manasına kullanılması da hakikat anlayışının değişkenliğini ortaya koyar Böyle bir yakînde ne ilme ’lyakînlik, ne ayne ’lyakînlik ne de hakke ’lyakînlik vardır
Netice itibariyle her iş, her grup kendine tarafından bir yakîn anlayışı ortaya koymaktadır Bunların tek iki taraflı noktası ise herbirinin kendi anlayışını içten kabul ederek onlara yakîn demeleridir Böyle bir yaklaşma, katiyet, değişmezlik açıklama etmesi gereken bir kavramda, göreliği ortaya koymaktadır Halbuki, göreli bir yakîne, vakıaya uygun, değişmeyen ve realite denilemez
*
yakın nedir yakın kavramının tanımı filozofların yakın kavramı tanımı manevi yakın
Şüphesiz bilinen, doğruluğu muhakkak olan, kararsızlık bulunmayan şey ya da data Daha genel olarak, realiteye, gerçeğe uygun olan ve hiç bir şekilde aksinin olamayacağına inanılan şey Bu manada yargı ve doğrunun ifadesi olan yakın, bilgisizlik, kesin olmama, taklit, düş, zan ve vehimin zıddı dırYakîn, belirlenmiş ve güvenilir, sağlam manalarına gelmesinden nedeniyle felsefe dilinde “pekin kelimesiyle de açıklama edilmiştir Yakîn teriminin batı dillerindeki karşılığı da aynı manaya gelen Lâtince “certus dan türetilmiştir Yakînin çok geniş bir dilekçe alanı vardır Mantıkî Yakîn, Psikolojik Yakîn, Manevî Yakîn, Kalbî Yakîn, Tabiî Yakîn, Tecrübî veya Duyusal Yakan, Metafizik Yakîn, Matematik Yakîn vb den söz edilebilir
Yakîn terimi özellikle Mantık ve Epistemoloji (Data Felsefesi) ’de kullanılmaktadır Mantıkta yakîn, îlme ’I Yakîn ’i, bir aklı selîm için hiç şüpheye yer vermeyen bilgiyi, değişmez inancı ifade eder İslâm mantıkçıları “Su havuzda nasıl durulursa yakîn veri ile de kalb öylece güvenle durulur demişlerdir Her hangi bir bilgi üstündeki bu güvene belli kanaat da denir Böyle bir yakîn, us yürütmeyle, önermeden önermeye geçerek elde edilir; bu da aklın değişik düşünce yürütme ve kanıt yollarına dayanması demektir böylece, bir aksiyomdan, bir prensipten çıkartılan herhangi bir sonucun, fikir için en azından bir belit ve prensibin kendisi kadar değeri vardır
Îlme ’I yakîn, yani doğruluğundan tereddüd edilmeyen veri, felsefede epistemolojinin en büyük hedefidir Antikçağ Yunan filozofları duyuların ve muhayyilenin bizi yanılttığını, onların bilgilerinin sanrı (doxa) bilgisi, değişen ve güvenilir bilgiler olmadığını ortaya koyduktan sonradır ki, yakîn (belirlenmiş data), felsefenin en kayda değer meseleterinden biri haline gelmiştir O dönemde, Elea Okulu, sofist Protagoras, Gorgias ve daha bir çoğu, yakînin esaslarını sarsmaya başlamışlar ve bilgide yakîn yerine kesin olmama (şek, zan) ’yi egemen kılmaya çalışmışlardır Bu yok edici etkinlikler aleyhinde Sokrates fikirlerini ahlâk meselesi üzerinde yoğunlaştırmaya çalışmış ve nesneleri, objeleri araştırarak, seksiz şüphesiz bir bilgiyi ortaya koymanın yollarını araştırmış, sonra lan ise bu uğraş, Eflatun ve Aristoteles göre tamamlanmaya çalışılmıştır
Ortaçağda ise yakîn felsefesi, hem Batı ’da ayrıca de Doğu ’da kutsal kitapların buyruklarıyla bütünleştirilmek istenmiştir Öteki bir ifadeyle, düşünce ve naklin ortaklaşa ortaya koyduğu gerçeklik, ilim olarak görülmüştür Burada, hafıza ve naklin her zaman birbirini desteklediği ve hiçbir vakit aralarında herhangi bir ihtilâfın bulunmadığı noktasından hareket edilmiştir Bu konuda kelâmcılann ve filozofların benzer görüşü paylaştıkları söylenebilir
Yeniçağda, bu çağın felsefesinin kurucusu sanılan Descartes ise “Yakîn in ölçüsünü aklî açıklıkta bulmuş ve doğrunun reel ölçUsü olarak da Allah ’ı kabul etmiştir Malebranch, Descertes ’in bu görüşünü daha da geliştirerek hakikatin açıkseçik tasavvurlarla bütün bir intibak içinde olduğunu göstermeye çalışmıştır Spinoza ise bu meseleyi ilahî hakikati devreye sokmadan tem ellendirme çabasındadır Leibniz ’de yakîn, Sebeblilik ve YeterSebep gibi iki ilkeye dayanır
Bu mantıklı filozofların yakîn görüşüne mukabil, tecrübeci filozoflardan Berkeley ile Locke ’u peşine düşüp takip eden Hume ise yakîni deney dünyasında temellendirir Kant da Hume gibi ilimlerdeki yakîni yalnız olaylar
dünyasında temellendirmeye çalışır Renouvier (18151903) ’in yolundan giden çağdaş filozoflar ise “yakîn e iradî unsuru da katarak, özgürlük iradeye dayalı yeni bir yakîn anlayışını temellendirmeye çalışır
Psikolojik (Psikoloji ’de) yakîn, herhangi bir şeye ya da duruma şuurun şahit olmasıdır; buna vicdanî yakîn de denir Bu şart, bir hükmü şüpheden arındırmış olarak doğru kabul eden bir aklın halidir Burada akıl şuurun tanıklığına inanmakla şuurlu bir yakîn gerçekleşir Bu yakîn, açık veya delilli bir hükme ait olabilir Yakînin açık olduğu takdirde bedihî, zarurî, yakîn bizatihi olmakta; delilli bir hükme ilişkin olması halinde ise delil vasıtasıyla veyahut fikir yürütmelerle neticeye gitmekte ve nazarî olmaktadır
Yakînin bir öteki çeşidi de Manevî Yakîn (Certitude Morale) dir ki, bu bununla birlikte, aklî yakîn, vüsûk diye de adlandırılır Bazı filozoflar kadar bu yakîn i ’tikad, imanî yakîn, kanaat manalarına da kullanılır; bu, manevî ilkelere, kanunlara dayanarak vicdanın belirlediği bir yakîndir Böyle bir yakînin gerçekleşmesinde aklın ve duyuların ilk elden bir etkisi yoktur Meselâ “Çocukları diri diri toprağa gömmek kötüdür inancı, us ve duyulardan çok vicdandan kaynaklanmaktadır Sokrates bu değişiklik yakîni en büyük doğruluk Ölçüsü olarak kabul eder Manevî yakîn, bazı düşünürlerce inanç, imanı yakîn ve kanaat manalarında da kullanılmıştır Meselâ “Fatih koskocoman bir komutandı gibi tarihçi ya da diğer insanların şahitliğine inanmaktan doğan kanaatler bu tür bir yakîni dile getirir Bütünün parçalarından büyük olduğu, annelerin çocuklarını sevdiği vb gibi hususlarla ilgili hükümlerimiz de manevî
yakın içinde yer alır Manevî yakîn içinde zikredebileceğimiz bir yakîn çeşidi de kalbî yakîndir Bu da, aklın insanların şahadetine (mütevatir haberlere) inanmasıdır Meselâ “Fatih İstanbul ’u fethetmiştir, “İstanbul hoş ve kalabalık bir şehirdir gibi hükümler, büyük bir insan kitlesinin şahitliği neticesinde ortaya çıkmış hükümlerdir
Aklın duyu verilerinin ve tecrübenin şahitliğine inanmasına ise tabiî yakîn, hissî yakîn, tecrübî yakîn (certitude physigue) veya bir ilim derecesi olarak “Ayne ’lYakîn denir “Cisimler vardır, “Cihan mevcuttur, “Güneş ısıtır ve aydınlatır, “Ateş yakıcıdır gibi hükümler bu tür yakîne ömek teşkil eder Sağlam duyu organlarının, müşahede ve tecrübenin bildirdiği bu bilgiler, başkalarının şehadetine dayanan haberlerden daha ikna ve tatmin edicidir Keza bu yakîn, duyu ve deneyim dünyasını idare eden kanunların tamamına dayanır bundan başka birey gördüğü, denediği şeye daha fazla güvenir Bu sebeple müşahedeye dayanan ayne ’lyakîn, akla ve habere dayanan ilme ’lilkinden daha güven verici ve şüpheleri gidericidir Mutlak yakın manasına kullanılan Matematiksel Yakînde de şek ve şüpheye yer yoktur Bu, sayıların, kemiyetlerin (nicelik) nispetleri üzerine kurulan yakînde her türlü hatanın önüne geçildiğine inanılır Çünkü Matematiksel yakîne bununla birlikte mantıkî yakîn de denilmektedir Matematiksel (riyazi) yakînde niceliksel, mantıkî yakînde de niteliksel bir hafıza yürütme kullanılmaktadır Bu itibarla formel mantıktaki güvenilirlik matemaktiksel yakîn için de geçerlidir Çünkü her ikisi de aynı metodla çalışır
Eşyanın mahiyetine ve mutlak kanunlara dayanarak elde edilen yakîne, yani akluı aksiyomlara, birincil aklî hakikatlara inanmasına Metafizik yakîn denir bir de düşünmeksizin, düşünce yürütmeksizin, duyu ve tecrübeye dayanmaksızın elde edilen bir çeşit yakîn vardır ki, buna “Hakka ’lYakîn denir Burada yürek ile seçilen, bana kalırsa duyulan, basiret ile müşahade edilen ve yaşanarak elde edilen imanı veri söz konusudur Metafizik yakînde olduğu gibi, bu yakînde de bir şeyin mahiyet ve hakikati böyle bir yakîn ile bilinebilir Bu hakikat mertebesine mutasavvıflara kadar ancak ma ’rifet ehli ve arifler ulaşabilir ve bu mertebeye “Şımartmai Vicdanî de denir
Yakîn teriminin çeşitleri epeyce fazladır Bunları belirlenmiş bir sisteme göre sınıflamak ise epeyce zordur Bu saydığımız yakîn çeşitleri yanına, ferdî ya da umumî tecrübeye dayanan “Ihtibarî Yakîn, bununla birlikte ayrıca tecrübeye, hem de akla dayanan “Muhtalit Yakîn, düşünen nefsin sırf coşma kaabiliyetini dile getiren “Ruhî Yakîn, “Hakikî Yakîn, “Afakî Yakîn vb gibi daha bir çok yakîn çeşitleri vardır Yakînin bütün bu çeşitlerinin doğrulğu belli, seksiz şüphesiz manalarına geldiğini söylemek epeyce zordur Çünkü yakînin değişik tarifleri öbür katiyet anlayışlarını ortaya koymaktadır Meselâ “yakîn, hakikati bana kalırsa kendisinin sahip olduğuna ve onun üstünde tasarrufta bulunduğuna inanan, i ’tikat eden zihnin halidir, diye bir tanımlama yaptığımızda, buradaki i ’tikat kelimesinin oldukça kapalı bir kelime olduğunu görüyoruz Çünkü bu durumda gerçeklik en kararsız görüşten, en mutlak rıza ve kabule dek gidebilir Böyle bir istikrarsızlık ise inancın, itikadın köktenbilimsel ve semantik esasına ters düşmektedir
Filozofların manevî yakîn diye nitelendirdikleri, zaman zaman itikat, imanı yakîn; zaman zaman da, kanaat manasına kullanılan bu yakın de belirlenmiş doğrulan verecek nitelikte değildir Zira bu yakîn vicdanın belirlediği bir yakîndir; vicdan ise aldığı eğitime tarafından davranışlar geliştirir İyi eğitilmemiş bir vicdan, ma ’şeri (umumî) vicdanın aksine kararlar verebilir Aynca bu yakînin kanaat manasına kullanılması da hakikat anlayışının değişkenliğini ortaya koyar Böyle bir yakînde ne ilme ’lyakînlik, ne ayne ’lyakînlik ne de hakke ’lyakînlik vardır
Netice itibariyle her iş, her grup kendine tarafından bir yakîn anlayışı ortaya koymaktadır Bunların tek iki taraflı noktası ise herbirinin kendi anlayışını içten kabul ederek onlara yakîn demeleridir Böyle bir yaklaşma, katiyet, değişmezlik açıklama etmesi gereken bir kavramda, göreliği ortaya koymaktadır Halbuki, göreli bir yakîne, vakıaya uygun, değişmeyen ve realite denilemez
*