Ferhat ile Şirin Hikayesi ozeti,
Ferhat ile Şirin Hikayesi
FERHAT İLE ŞİRİN
Padişah, kızı Şirin'i cok severdi Şirin bir koşk istedi babasından Koşk tam uc gunde bitirildi Ama ben sacaklarında hic gormediğim kuşların uctuğu, duvarlarında hic bilmediğim gemilerin hic bilmediğim ulkelere sevinc taşıdığı, dort bir yanında atların hic tanımadığım umut ulkelerine doğru gittiği bir koşk isterdimdedi Şirin En guzel resimleri, en guzel işlemeleri en guzel renklerle yaratan Ferhat'ı sarayın bahcesine yapılan bu yeni koşke getirdiler Ferhat boyalarını actı, her yanı resimlerle, işlemelerle suslemeye başladı Dunyamızın başına sarmış butun olmazlıkları, yureğimize nereden geldiyse gelmiş butun yanlışları, kotulukleri yoksayan buyuk bir yaratıcı cabayla işe koyuldu Ferhat Boyalarla arasında kesin bir anlaşma vardı Hicbir şeyi umursamaz gibiydi Oysa, yaptıklarını beğendiremezse boynu vurulacaktı
Yaratanlar
Bağışlayın once bizi
Her şeyi sizden aldık
Hicbir şey veremedik belki size
Bizim yuzumuzden yalnızlığınız
Yaratanlar
Bizi hoşgormeyin ama
Alın değiştirin bizi
Taşları yontu yapmaya
Değiştirin
Sabah akşam değiştirin icimizi
Yaratanlar
Aydınlığa cıkaran eller kutsal ellerdir
Siz baştanbaşa birer tanrısınız
Duyurun her duymazlığa sesinizi
Ferhat bir sabah vakti gene boyalarıyla soyleşirken, tuttu yemyeşil bir yaprak işledi koşkun avlusundaki buyuk ceşmenin taşına Sonra yaprağa donup şunları soyledi:
Gozlerinin derininde bir sarı
Yaprak gibi sıcak yazdan gececek
Bekleyecek uzaktan ilk ruzgarı
İlk sallantıda yerlere duşecek
İlk yağmurda ıslanacak sacları
İlk selin akışına takılıp gidecek
Bir ovada karşılayacak karı
İlk ayazda yureği titreyecek
İz kalmayacak ondan baharlara
Curuduğunde yeşiller cıkacak
Artık ben yokum dediği gun
Topraktan papatyalar fışkıracak
Bir yokta gecirecek uzun yazı
Sonbaharı hele hic duymayacak
Kimse gelmekte olan soğukları
Onu bulup da ondan sormayacak
Daha sonra o yaprağın yanına ozgurluk kırmızısı bir sandal cizdi Kumluğa mor ruzgarlar getirdi Dalgalar kıyıyı tutunca şunları soyledi:
Tutkularla acılır mısın sandal
Eski mavi buyuk denizlere
Gider misin ışıkların ardından
Guneşin kuşkusuz battığı yere
Orada gorulmedik umutlar bulur
Alır getirir misin kıyılarımıza
Buyuk sevinc cığlıkları taşır mısın
Kara ve sessiz yalnızlığımıza
O deniz tarlalarında belki cicekler
YeşiI uzaklıklara serer bakışını
Belki onlar bizden iyi bilirler
Umudun gizlisini aşkın saklanmışını
Gider getirir misin guzeI sandal
Bize acılarda yok olmayanı
Buyuyup buyuyup de kuşlar gibi
Gun geIip alnından vurulmayanı
Daha sonra da bu apaydınlık kıyıya bir atlı getirdi dağlardan Atlıya bakıp şunları soyledi:
Taranınca sabahların sacIarı
Senin adın umut diye biri mi
Bir daha gecmez misin gectiğini
Yakılınca kuI vermeyen seruven
Senin adın bir atlı mı dağlardan
Başkaldırmış yokluğunun adına
Varınca atlı olmanın tadına
Senin icin gitmelerin şehri mi
Senin karlı dağların var mı kıştan
Sunulacak umudun var mı yaza
Yoksa akşamustunde kendini
Bırakacak mısın renksiz beyaza
Atını başıboş surup tarlaya
Topla diyecek misin yalnızlığı
Ozgurluğu ayrı ayrı kapılarda tutarken
Varlığın ve yokluğun uymazlığı
Yaratanlar
Her umudu bir kesinlik bildiniz
Sizden once umut yoktu dunyamızda
Dunyamıza umudu siz getirdiniz
Sonu hic gelmeyecek bir şarkıda
Siz işlediniz doğaya inancı
Kendinizden kendinizi yaratmayı bildiniz
Her şey bitmiş sanılan yerde bile
Yeni yontular kurdunuz kayalardan
Aşılmazlıklar gibi dikili dağlardan
Siz aşmayı bildiniz gecitleri
Siz bize kendimizi gosterdiniz
Siz bozdunuz doğada sessizliği
Yerine sonsuzluğu getirdiniz
Ferhat o sabah yaprağı, sandalı ve atlıyı cizerken, Şirin bir koşede gizlice onu gozetliyordu Baktı ki, duşlediği guzelliklerden de buyuk guzellikler Ferhat'ın cizdiği, boyadığı resimlerdedir Usulca onun yanına yaklaştı ve dedi ki:
Bu kadar guzelliği kaldıramaz
Daha guzellersen yıkılır duvarlar
Boylesine eksiksiz bir turkuyu
Duyanlar dinlemeye dayanamaz
Biraz cirkinlik kat yaptığına
O guzel cocuk yuzlerini sil biraz
O bembeyaz yeleli atları karala
Yerlerine yalnızlık ciz biraz
İyiden doğrudan ve guzelden
Birini gormezden gel hic değilse
Boyadığın ciceklerden birinin
Hic değilse bir yaprağını kopar
Bir yerinde aksasın bu sonsuzluk
Yoksa yureğimiz dayanmayacak
Hem bizim eksikli varlığımız
Senin eksiksizliğini zor anlayacak
Sonra aklından sokemezse seni
Ya bir cılgın olup cıkarsa Şirin
Sonunda bir yalnızlığa duşerse
Sonsuzluğunla odeyebilir misin
Ferhat, Şirin'i gorunce vuruldu Ne gorduğu, ne duyduğu, ne yarattığı guzellikler icinde boylesine yuce bir guzelliğe raslamıştı Dedi ki Şirin'e:
Boyalarla işlediğim duvarlarda
Hicbir guzellik ulaşamaz sana
Ben ne kadar benzetmek istesem
Hicbir ruzgar benzeyemez saclarına
Guzelliğini aşacak quzellik yoktur
Onu ben istesem de yaratamam
Senin guzelliğini gordukten sonra
Artık ben boyalara dokunamam
Ben ki hep bir aşmaya inanmıştım
Ama senin varlığını aşamam
Gozlerinde parlayan yuceliğe
Yaklaşmak istesem de yaklaşamam
Eksiksizi ben sende gordum ancak
Bundan sonra eksiksizi yaratmayı umamam
İlk yenilgim en yuce yenilgimdir
Artık Ferhat'ın işi tamam
Neden bunca guzelliğin vardı da
Yeni guzellikler ozledin boş yere
Neden boyle bir vuruşta yok ettin
Yoksa duşmanlığın mı vardı bana
Şirin karşı durdu Ferhat'ın sozlerine Dedi ki:
Sen ki hep bir sonsuzun umudusun
Nasıl durur kalırsın yeniden doğmalara
Sen ki hep bir bitmezin şarkısısın
Nasıl boyun eğersin caresiz kalmalara
Biz hepimiz bir tutkuya yaratıldık
Doğduk koyu ve yoğun yalnızlıktan
Biz ki durak bilmeyen yolcularız
Nasıl eksildik deriz zor yollardan
Artık yuklendik ya yaratmayı
Butun guzellikler bizden sorulacak
İyiyi ve doğruyu yuklendik ya
Duşuncemiz her zaman sonsuzu arayacak
Butun yarattığını sil istersen
İstersen yeniden koyul yaratmalara
Kendini azalmayacak bir tutku say istersen
Yuru bizi bekleyen zamanlara
GuzelIiğimi aşmanı isterim
Yalnız kalmak istemem ben doğada
Kendimi yarattıklarınla anlayayım
Daha yuce guzellikler ver bana
Ferhat da, her yaratan gibi, yaratmayı istemese de yaratacaktı Şirin ona yepyeni guzellikleri duyurdu Ferhat yepyeni guzelliklere doğru yurudu Şirin'in koşku, artık, bir guzellikler cennetiydi Cok zaman Ferhat da Şirin de her gun biraz daha buyuyen guzellikler karşısında şaşkınlığa duşuyorlardı Guzelliğin kaynağı şimdi artık yalnızca Ferhat değildi Sende bulduğum guzellikleri ciziyorum durmadanderdi Ferhat Gun geldi, koşkun işlenmedik yeri kalmadı Padişah, yaptıklarına karşılık Ferhat'a bir torba altın verdi Ferhat torbayı koşkun bir koşesine bırakarak cıktı gitti Giderken son bir bakışla baktı Şirin'e Padişah olanları anladı, anlamazdan geldi Onların birbirlerine zorunlu olduklarını anlayamazdı elbet Ne de olsa padişahtı Yaratmakla yonetmek anlamaz birbirini
Gunlerden bir gun Şirin, Ferhat'a bir mektup yolladı Mektubu goturecek ikiyuzlu, onu once Padişah'a verdi Padişah mektuptan hicbir şey anlamadığı icin ikiyuzluye gotur ver bakalım altından ne cıkacakdedi Mektupta şunlar yazılıydı:
Yeraltından cıkar gibi maden
Oydukca yalnızlık cıkarılır
Aradığın gecmiş gunler icinde
Yalnızlığın bir karşılığı vardır
Gecmeye calıştığın gecitlerde
Koca şehirler boyunca yılgınlık
Durup durup sessizliğe uzanır
Bulut tutar gibi tutar gokleri
Oyarcasına bir duyarlığı
Oyle basıp gecmişler ki adım adım
Yureğin işlek bir kaldırım
Korunduğun butun zor zamanlarda
Oyle yurumuşler ki her yanından
Yıkım bile değil kalan geriye
Yeraltından cıkar gibi maden
Olumleri oymuşlar yureğine
İkiyuzlu, Ferhat'tan da Şirin'e bir mektup getirdi Ama once Padişah'a okuttu mektubu gene Padişah bu mektuptan da bir şey anlamadı Gotur mektubu ver Şirin'e, bakalım ne yapacakdedi Mektupta şunlar yazılıydı:
Adım adım eskiyerek bir gun
Bakarlar ki yırtılmış torba
Saman gibi dağılır ortalığa
Umut bilip omrunce goturduğun
Yeni bir goz gibidir karanlığa
Yıkımını ilk goren her duyarlık
Bir ada gibi cizer duruşunu
Her yanında denizden bir yalnızlık
Yureğindeki kuş vurulur alnından
Boş kanatIarıyla iner yere
Umutları kapanır goklerine
Zaman denen sesler duyulmaz olur
Yavaş yavaş cekilerek bir gun
Bakarlar ki col basmış denizi
Artık onu aramayın gemiler
Onun icin sular coktan bitti
Yazdı Şehir susuzluktan yanıyordu Her yerde su arıyorlardı Sarayda bir yudum su kalmayınca Padişah da arayıcılara katıldı En onde Muneccimbaşı buyulu sarkacıyla yuruyor, onu Padişah, vezirler ve halk izliyordu Akşama kadar yuruduler Guneş batarken, aralarından ayrılıp şehrin guneyindeki dağı aşmış olan beş kişinin dorukta el salladıklarını gorduler Biraz sonra o beş kişi eteğe indi ve dağın obur eteğinde coşkun bir suyun sel gibi aktığını bildirdi Muneccimbaşı sarkacını o yone doğru dondurerek bir şeyler mırıldandı ama, soyledikleri sevinc cığlıkları arasında yok oldu Ancak, muhendisler Padişah'a bildirdiler ki, o su dağ delinmeden şehre getirilemez Ertesi gun butun halk dağı delmeye koyuldu Gelgelelim, kayalar kazmalara gecit vermiyordu Susuzluk son durağına geldiğinde, Padişah, dağı iki gunde delebilene istediğini vereceğini bildirdi Cığırtkanlar haberi yaydılar Bir oğle ustu Ferhat, Padişah'ın karşısına geldi Ferhat, Padişah'a dedi ki:
Kazmalar kurekler yetmez dağı delmeye
Yureğinden vermedin mi dağ susar
Dağı delen deldiği dağdan guclu gerek
Yoksa hic bir susuzluğa gecit vermez kayalar
Ne istemek ne bilmek yetmez dağı delmeye
Sen aşmayı bilmedin mi dağ susar
Su oralarda akar biz burada yanarız
Dalarak pınarların eksilmez duşlerine
Dağ ne bilecek kendinden vermeyi
Kayalar susuzluğu ne anlamış
Yaşamayı bilmeyen bilmez ki yaşatmayı
Dağ bitmez bir sessizliktir yokluğuna inanmış
Yurek direnmeyi bilse coktan delinmişti dağ
Coktan yenik duşmuştu varlığında kayalar
Şimdi o kuru cayda sular oynaşıyordu
Şimdi kıskanc bir cole benzemezdi sokaklar
Bu dağı tek başıma deleceğim
Başeğmeyi bilmeyen yureğimle
Butun susuzlara haber salınsın
Yarın suyu getireceğim şehre
Ferhat'ı dinleyen Padişah'ın sevincle soyledikleri:
Bilsin guneş
Bir karanlıktan sonra gune acılanı
Yıkasın yağmur
Yanmalardan sonra kul bağlayanı
Anlasın dereler sularını
Butun kuşlarına saysın gokler
Renklerini tanısın cicekler
Başaklar kavrasın tarlalarını
Nasıl Ferhat dağları anlamışsa
Dağlar butun gecmezliğe bitmişse
Giyinsin umudunu butun sular
Dahu uzaklara sersin uzaklarını
Nasıl dağlar tutamazsa suları
Nasıl deniz yok etmezse gidişleri
Her kopan kayada parlayan alınteri
Silsin butun olum korkularını
Duysun butun sabahlar
Geceden umut diye gunduze bağlananı
Gorsun butun kayalar
Sarsılmazlığında bitimsiz duranı
Kullanılmış umutları cıkarıp atın
Varacağınız yerlere vardınızsa
Anılara hicbir şey saklamayın
Eğer insan gibi yaşadınızsa
Eski sular duşlerini bırakın
Dağların ardında yeni sular var
Yeni sabahlarda delin dağları
Susuzluktan suya cıkın birdenbire
Yoksa duşler birden coraklaşırsa
İnsan hic anlamadan yalnız kalır
Kullanılmış umutları cıkarıp atın
Yorgun umut anı olup kalmadan
Gokler kadar ozgur olacaksınız
Kendinizi yıkayın anılardan
Sabah olmadan daha, Ferhat kazmasını omuzlayıp dağın eteğine geldi Başladı dağı delmeye Her vuruşta adam buyukluğunde kayalar koparıyordu Oğleye doğru Padişah, yanında Şirin ve adamlarıyla dağın eteğine geldi Baktı ki Ferhat dağın yarısını delmiş Ferhat gelenlerin yanında Şirin'i gorunce sarsıldı Şirin bir ara onun yanına gelerek kimseye sezdirmeden bir mektup bıraktı avucunun icine Ferhat, ancak Padişah, Şirin ve vezirler dondukten sonra mektubu acıp okuyabildi Okur okumaz, olduğu yere yığılıp kaldı Bir ara toparlandı, sırtını bir kayaya dayadı İcinden, dağı da Şirin'i de bırakıp, uzak, cok uzak yerlere gitmek geldi Ancak, koca bir şehrin umudu olmuşken, dağı delmeden bir yere gidemeyeceğini duşundu Yeniden kazmasını aldı eline
Şirin, mektubunda, once, babasının şehre gelecek suyla birlikte duğun dernek kurarak kendisini vezirin oğluna vereceğini, bunun kendisi icin olum demek olacağını, Ferhat'sız bir Şirin duşunemediğini, tam bir acmazda olduğunu bildiriyor, sonra şunları soyluyordu:
Birden yaşadığım her şeyi olmek
Her şeyi yeniden yaşamak istiyorum
Birden hicbir şeyi duymak istemiyorum
Bitmiş bir şarkı gibi seziyorum kendimi
Yıkılsın istemiyorum artık duymazlığında dağlar
Baksın istemiyorum artık gozlerimi
Belki butun bir evrenin guneşlerini
Belki ilk olarak ışıktan saymıyorum
Birdenbire soneceğini bilmezdim umudun
Sevincin boyle cabucak oleceğini bilmezdim
Boyle bir acmaza demir atmak nerelerden
Nasıl da birdenbire gelip buldu beni
Yeniden duymak istemiyorum yaşarlığımı
Hic değilse bir gun olmek bir tek gun
Ey bana kendini bir gun cok goren olum
Bir anlasan nasıl cok seviyorum seni
Ferhat, Şirin'in mektubundan yuklendiği acıyIa bir turku soylediTurkuyu, arkasında sessizce duran Şiriıi in dinlediğini bilmiyordu Dedi ki turkude:
Sonsuz tutkulnrda aşar boşlukları
Iner bir papatya sarısında guzellenir
Guneşin ilkbakışları vurunca
Gozlerin dinmezlikleri ummayan bir denizdir
Yılları yurumuş ışıklar gibi uzaylardan
Gelir donulmezliğin cizdiği yeryuzune
Mavisi sessizlikte coğalan gozlerindir
Akışını duyurur bitimsiz doğalardan
Surer bir yaşarlıkta kesiksiz inanmayı
Donmez coktan eskimiş geckin ucarlıklara
Yaşamaktan bildiği uzun bir dinmezliktir
Umutlanmaz korkak yalnızlıklara
İstesen de istemesen de anlamaz durmayı
Der ki adım zamanlardır bitmişliklerde kalmam
Bir kere sana bicmiş ya kendini tamam
Hicbir şey oğretemez ona sensiz olmayı
Şehir sudan umudunu kesmişti Sessizce olumunu bekliyordu Kimsenin dağın ardına gidecek gucu yoktu su icmek icin Gitmeye kalkanlar baygın yığıldılar dağın yamacına Şimdi kayu bir sessizlik yalnızca Ferhat'ın kazmalarıyla yırtılıyordu Ferhat, uzgun, Şirin'in mektubuna karşılık olan turkuyu soylediği zaman arkasında Şirin'in bulunduğunu bilmiyordu Biraz sonra bir hışırtı oldu, Ferhat arkasına baktı, Şirin'i gordu Kucaklaştılar Şirin, saraya donerlerken, bir yolunu bulup babasının yanından ayrılmış, koşa koşa Ferhat'ın yanına donmuştu Susuzluktan kuruyan gozleri, dudakları, artık son gucunu harcadığını gosteriyordu Uzun zaman birbirlerinden ayrılmadılar Sonra baktılar ki guneş batmaktadır ve su gecikirse şehir kırılacaktır, birlikte calışmaya koyuldular Ferhat kazmasıyla kocaman kayaları koparıyor, Şirin de kendisinden umulmayacak bir gucle bu kayaları acılan tunelin dışına cıkarıyordu Şehir buyuk bir sessizlik icinde yavaş yavaş erimekteydi Ferhat gittikce koyulan sessizliği duydukca kazmasını daha buyuk bir hıncla sallıyor, guneş batmadan once dağın ardındaki gur suyu şehre akıtmak istiyordu Acılan tunelin bir ucunda ışıklar kırmızılaşmaya, tunelin icini karanlığa goğus geren koyu bir pembelik sarmaya başladığı sırada, guclu bir kazma vuruşuyla duşen bir kayanın yerine dolan mor ışıklar bu buyuk cabanın sonunu mujdelediler Ferhat daha sonra suyla tunel arasına buyuk bir ark actı, suyun akış yonunu değiştirdi Biraz sonra şehirden gelen cığlıklar, olum sacan susuzluğun sonunu bildiriyordu Ferhat ve Şirin, bir ağacın govdesine sırtlarını dayadılar, duşunceye daldılar Gittikce artan uzak cığlıklar arasında akşam pembeden koyu maviye doğru değişerek ilerliyordu Bu guzel bitişin kendilerinin sonu olacağını bilerek susuyorlardı Uzun uzun sustular Sonra artık gunun son ışıkları da uyumaya gidince, yavaşca yerlerinden doğruldular O sırada ne Ferhat, Şirin'in guzunden akan bir damla yaşı ne Şirin, Ferhat'ın gozunden akan bir damla yaşı gorebildiFerhat, Şirin'e dedi ki:
Varlığın varlığıma karışacak
Umut yorulmaz bir atlı gibi cıktı geliyor
Dunyamızda gozlerinin vazgecilmez mavisi kurulacak
Bunu hayır diyenler de biliyor
Olumlerden olumsuzluk devşirenlerde
Eski bir kolaylıktır kendinden utanmak
Cok eski bir zorluktur seni sevmek
Bulutların yağmurlardan koparıldığı yerde
Inancların durup kaldığı gunde
Her direnc bizim icin sonsuza acılıyor
Collerden daha kuru ve bitkin bekleyişlerde
Her umutsuzluktan sonra sular başlıyor
Sen yaşamsın bir yandan olmaza değişirsin
Yıkarsın butun umudu gecilmez dağlarında
Bir yandan bize butun maviyi getirirsin
Olmezliği gok bilen kuşların kanadında
Umut olmazlıkları bilmeyen ulkedir
Hic durmndan seni bana ulaştıran
Yalnızlık bir korkudur donup donup
Gelip gene kendisine başlayan
Şirin, Ferhat'a şu karşılığı verdi:
Deniz susayınca gok
Bir yağmur deniziydi cılgınlaşan
Sanılırdı ki bir gun saclarından
Umulmadık denizler gelecek
Yaşar gibi mavisinde bir cicek
Bir kuş bir ince ucuşu soyler gibi
Bir bocek bir ilk yazı anar gibi
Her yoklukta varlığın bilinecek
Gun bitince pembeliğinde akşam
Bir yeni gun umuduydu bekleyişle
Durmak bilmez yolcuydu
Daha yolcu olurdu hergidişle
Duyar gibi donmezliği bir akış
Karanlığı bilmez gibi sabahlar
Saatlar bir inanca koşar gibi
Her bakışa gozlerini getirecek
Deniz başlayınca gok
Bir sonsuzluktu sulara karışan
Bir guneşsin gune doğduğun yerde
Kovulmaktan yorgun yolcudur akşam
Ferhat ve Şirin dağdan şehre indiler Suya kanmış bir kalabalık her yanda sevinc gosterilerinde bulundu onlara Ferhat da, Şirin de, suya kavuşan kalabalığın ovgulerinden kurtulabilmek icin koşarcasına saraya girdiler Padişah ve adamları Ferhat'ı bekliyordu Padişah, Ferhat'la Şirin'i bir arada gorunce ofkelendi ama bir şey demedi Ferhat'ı yanına cağırdı Bir torba altın uzattı ona Ayrıca,dile benden ne dilersendedi Ferhat, Padişah'a , altın istemediğini, yalnızca ve yalnızca Şirin'i istediğini soyledi Bir dağ delicinin Şirin'i istemesi buyuk saygısızlıkdiye bağırdı Padişah Adamlarına bağırdı: Goturun bu dağ deliciyi zindana atın, akıllanana kadar kalsın oradaFerhat yorgundu, zindana girer girmez uykuya daldı Zindancılardan biri, gun doğarken bir mektup uzattı gizlice Ferhat'a Mektup Şirin'dendi Diyordu ki Şirin:
Seninle bir donulmeze inanan
Her zaman seninle bir Şirin var
Sen git senin peşinden geleceğim
Bizi kolay ayıramaz korkular
Satır satır yazılsa da duygulardan
Olumlere yokluklara ağıtlar
Unutulmuş seruvenler kadar sonuk
Bir gitme umudu sana yeter
Yureğinin derininde koşup duran
Cocuklar kadar korkusuz tutkular
Anlatır her uzaktan gecene
Dağların ardında gur sular var
Oğreneceğin hicbir şey kalmadı
Yalnızlıklardan ve suclu yasaklardan
Buyuteceğin umutlar yok
Umut coktan cekildi bu saraydan
Bir gitme tutkusu sana yeter
Gitmesen de sen yolcusun burada
Icin bilinmedik dağlara doğru koşsun
Gozlerin gun boyu gezinsin ufuklarda
Bir gun sonra, gene gun doğarken Ferhat'a Şirin den bir mektup daha getirdiler Diyordu ki Şirin:
Yaşamak guvenemeden
Direnemeden tutulamadan
Harman yerlerinde savrulamadan
Uzun bir boşlukta gelip gitmek
Bir akşam bir bulutu ozleyemeden
Bir ilkyaz yağmurunu isteyemeden
Kılıcının ucuna gelen sevinci
Cekip bir yalnızlığa işleyemeden
Birgecenin duşlerde uzayan yerinde
Kalmak bir yarına doğmayı bilemeden
Bekleyip en uzun yollardan ozlemlerle
Bir tutku gibi cıkıp gelemeden
Yaşamak dalgasız sular gibi
Ruzgarsız yelkenler gidişsiz yollar gibi
Cekilmek kurumuş saksılar gibi
Pencere iclerinden kapı onlerinden
Yaşamak bitmişlikte uykular kadar
Buyuyup kırgın kaygılar orneği
Bir uzağa cekilip dağlar gibi
Yukseklerin şarkısını soyleyemeden
Ondan bir gun sonra, gene gun doğarken, bir mektup daha geldi Şirin den Ferhat'a Diyordu ki Şirin:
Gunler birer bekleyiştir gecilir
Inancında getirmez bir korkuyu
Koca şehir sana cok gorse de
Aşılmaz dağlardan taşıdığın umudu
Sana zaman bir şarkıdır soylenir
Der ki cığlıklıırdan yorgunsan eğer
Umut gemileri batmadan daha
Kendini başka bir maviliğe ver
Başka bir ruzgarda yuru tutkuyu
Bir gun sevince varmayı bırakma
Tut ki boydanboya coktu sevgiler
Soracağın ne kaldı yalnızlığa
Bilirsin ki dıştan yıkamazlarsa
Gelir icten alırlar kaleleri
Kavgada yere sermezler de
Kavgasız bırakırlar once seni
Unutur musun bir gun
Seni sessizce arkadan vuranı
Yazık sana cok gorduler
Kavgada vereceğin bir avuc kanı
Şirin'in Ferhat'a gizlice mektup yolladığını duyan Padişah kızını yanına cağırttı ve uc gun icinde duğunun olacak, bilesindedi Şirin, babasına, Ferhat'dan başkasını istemediğini, başkasına vermeye kalkarsa kendini oldureceğini kesinlikle bildirdi Padişah, Şirin'in bu sozleri ustune iyice ofkelendi, Adamlarına buyurdu: O Ferhat denen dağ deliciyi cıkarın zindandan, soyleyin ona, hemen bu şehirden cekip gitsin Yoksa boynunu vurdururumŞirin babasının yanından cıktığında yıkılmış gibiydi Gene de umutluydu Zindanın kapısına koştu Adamlar Ferhat'ı cıkarıyorlardı Şirin, Ferhat'a dağlarda bekle benidiyebildi Hemen Ferhat'ı uzaklaştırdılar, goturup şehrin kıyısına bıraktılar Ferhat su getirmek icin oyduğu dağa cıktı Bir mağara oydu kendine Orada yalnızca acılarını ve umudunu yaşamaya koyuldu Duğun başlamak uzereydi Ertesi gun calgılar calınacaktı Vezirin oğlu traş olmuş, yenilerini giymişti Sarayda başdondurucu bir gidiş geliş goze carpıyordu Kadınlar Şirin'i kandırmaya calışıyorlardı uzun uzun Sozu biri alıyor, oburu bırakıyordu Şirin susuyordu Bir fırtına oncesinin sessizliği gibiydi Ustunde ne yapacağını bilenlerin dinginliği vardı Su şaşırtan ve korkutan dinginlik, akşama doğru kesin bir sevince bırakmıştı yerini Son dakikaya kadar Ferhat'a kavuşmayı deneyecek, kavuşamazsa odasının penceresinden usulca aşağıya bırakacaktı kendini Yaşamakla da, olmekle de Ferhat'ın olabileceğine inanıyordu Guluyor, şarkılar soyluyordu Akşam geceye doğru değişirken, sarayın kapısını bekleyen bekcinin yanına gitti Ondan kendisini kapıdan bırakmasını istedi Şirin, sarayın kapısındaki bekciye dedi ki:
Gun doğdu umut kırıldı
Bırak beni gideyim
Dunyam butun karardı
Bırak beni gideyim
Ben topraktan ayrılamaz bir suyum
Denizlerini ozleyen gemiyim
UcuşIara susadı kanatlarım
Bırak beni gideyim
Cekildi ozsularım dallarımda
Onmaz bir durgunluğum yalnızlıkta
Her gecen gun biraz daha geceyim
Bırak beni gideyim
Tutkuyu tutma kapılarda
Niluferler boğulmadan sularda
Acılar onu yıkmadan dağlarda
Bırak beni gideyim
Nasıl olsa yolum cizili benim
Ben ya Ferhat demişim ya da olum
Ey benim yoldaşım urnut gozluın
Bırak beni gideyim
Bekci sessizce actı kapıyı, tek soz soylemeden Şirin gecenin karanlığında usulca suzuldu dışarıya Karanlığı boydanboya koşuyordu Ferhat'ı bulmak icin sabahı beklemeliydi Bir ağacın dibine coktu, beklemeye başladı Gece bitmek bilmeyen bir ağırlık gibi uzadıkca uzuyordu Şirin, uyanık, duş gordu sabaha kadar Bu duşlerin her birinde, kendisini coğaltan, yucelten, kendisinin coğalttığı, yucelttiği Ferhat vardı Sabahı anlatan ilk ışıklar Doğu'da kıpırdanmaya başlayınca, Şirin, olume de, yaşamaya da benzer bir gun doğuyordedi Gun doğudan ilerledi, Şirin'in ayaklarına kadar geldi ilk ışıklarıyla Şirin dağa doğru yurumeye başladı Dağ onu yokuşunda engelleyecek yerde, onun yuruyuşune yuruyuş, gucune guc katıyordu Ucuyordu sanki dağın yukseklerine Ferhat'ın mağarasının dorukta olduğuna inanıyordu Doruğa yaklaşınca Ferhatdiye seslendi Şirin'i ozlemle kucaklayan Ferhat ona şunları soyledi:
Umutların doğduğu yerde geldin
Guneşle birlikte doğdun sabaha
Madem ki boylesine guzelliksin
Bir dağ ciceği taksan saclarına
Sarsılmazlığında bir kalesin
Dunyada hicbir ordu yıkamaz burclarını
Kıyıları cok uzak bir denizsin
Benim diyen geıniler gecemez dağlarını
Gulunc ettik ya olumu ona bak
Yaşarlığı en kesin belirleyebildik ya
Artık olum her yerde utanacak
Ferhat ile Şirin'e goz koymakla
Kucağında olume olum demem
Umudunda yok olmalar bir hictir
Gokleri mavisinden koparmak isteyene
Artık olum bir cıkar yol değildir
Olmezliği bulduk ya sonunda
Varlığımızla yarattık sonsuzu
Haydi kalk uzaklara gidelim
Olum sonsuza bolmeden umudumuzu
Şirin'in Ferhat'a soyledikleri:
Olumler kolay sandı sevincleri
Bire ona yuze bolerim sandı
Duyuyorum en guzel sabahımda
Olum boş yere yokluğa inandı
Olumler kolay sandı bitişleri
Bir kılıcta sonsuza yıkacaktı
Biliyorum en guzel inancımla
Olum kendine yok yere inandı
Olum her gunku gucune yanıldı
O sandı ki dur dese duracaktık
Olum belki de bizi cocuk sandı
Onu gorur gormez ağlayacaktık
Bir korkuyu sunacaktı da bize
Korkuda coller gibi yanacaktık
O sandı ki o bize inanmazsa
Biz ona caresiz inanacaktık
Olumler kolay sandı sevincleri
Bire ona yuze bolerim sandı
Biz bir olmuş iki aynı inanctık
Olum eksikliğinde kalakaldı
Yaratanlar
Birer sonsuzluksunuz
Olmazı yoksadınız bir evrende
Olum alsa neyi alacak sizden
Olum verse ne verecektir size
Siz her acmaza birer umutsunuz
Olumunuzde sucumuz buyuktur
Yaşarken acı cektiniz
Ondan da biz sucluyuz
Neyleyelim siz sonsuz buyuktunuz
Biz pek ayak uyduramadık size
Bizi size bırakmadı korkumuz
Uyamadık buyukluğunuze
Siz birer tanrısınız
Ferhat ile Şirin dağı aşıp bilinmedik uzaklara doğru yurumeye başladılar Oysa buyuk bir kalabalık peşlerindeydi Onlar su başlarında dura dura, cicek toplaya toplaya ilerliyorlardı Kalabalık, kızgın bir cabayla koşturuyordu Başta buyulu sarkacıyla Muneccimbaşı, onun yanında Padişah, arkalarında vezirler ve damat, daha arkada da cellatlar vardı Bir su başında yakaladılar Ferhat ile Şirin'i Once Ferhat'ı Şirin den ayırmaya calıştılar Ayıramadılar O zaman cellatlardan biri Ferhat'ın sırtına bir bıcak sapladı Ferhat, Şirin'le birlikte yere yıkıldı Şirin'i goturmeye gelen Padişah kızının ustune eğildi Kalk artık, bu iş bitti, gidiyoruzdedi Bir de baktı ki, Şirin de Ferhat'la birlikte gitmiştir Padişah yanmasına yandı ama, olumlerin ardından yanmak dayanmak mıdır? Şimdi yuzyılların basıp gectiği bu uzak ulkede Ferhat ile Şirin her olmaza başkaldıran birer umut olarak masallarda, turkulerde, sevinclerde, tutkularda, inaclarda yaşarlar Kime sorsanız, Ferhat ile Şirin'in olduğunu soyleyemez Olumun el uzatamadığı yerdedir onlar, onlar olumsuzluğun kendisidir Yaşarken direnctiler, yaşarlıkları bitince olumsuz oldular Olum bir yoketme tanrısı olmayı onlarla birlikte elden kacırdı Ferhat ile Şirin'den beri olum, yalnızca yaşamayanları alıp gidiyor Bir direnci, bir guzelliği, bir inancı yaratmışlar icin olum, o gunden beri caresiz bir guluncluktur
Kaynak : Destanlar Afşar Timucin Golge Yayınları
Ferhat ile Şirin Hikayesi
FERHAT İLE ŞİRİN
Padişah, kızı Şirin'i cok severdi Şirin bir koşk istedi babasından Koşk tam uc gunde bitirildi Ama ben sacaklarında hic gormediğim kuşların uctuğu, duvarlarında hic bilmediğim gemilerin hic bilmediğim ulkelere sevinc taşıdığı, dort bir yanında atların hic tanımadığım umut ulkelerine doğru gittiği bir koşk isterdimdedi Şirin En guzel resimleri, en guzel işlemeleri en guzel renklerle yaratan Ferhat'ı sarayın bahcesine yapılan bu yeni koşke getirdiler Ferhat boyalarını actı, her yanı resimlerle, işlemelerle suslemeye başladı Dunyamızın başına sarmış butun olmazlıkları, yureğimize nereden geldiyse gelmiş butun yanlışları, kotulukleri yoksayan buyuk bir yaratıcı cabayla işe koyuldu Ferhat Boyalarla arasında kesin bir anlaşma vardı Hicbir şeyi umursamaz gibiydi Oysa, yaptıklarını beğendiremezse boynu vurulacaktı
Yaratanlar
Bağışlayın once bizi
Her şeyi sizden aldık
Hicbir şey veremedik belki size
Bizim yuzumuzden yalnızlığınız
Yaratanlar
Bizi hoşgormeyin ama
Alın değiştirin bizi
Taşları yontu yapmaya
Değiştirin
Sabah akşam değiştirin icimizi
Yaratanlar
Aydınlığa cıkaran eller kutsal ellerdir
Siz baştanbaşa birer tanrısınız
Duyurun her duymazlığa sesinizi
Ferhat bir sabah vakti gene boyalarıyla soyleşirken, tuttu yemyeşil bir yaprak işledi koşkun avlusundaki buyuk ceşmenin taşına Sonra yaprağa donup şunları soyledi:
Gozlerinin derininde bir sarı
Yaprak gibi sıcak yazdan gececek
Bekleyecek uzaktan ilk ruzgarı
İlk sallantıda yerlere duşecek
İlk yağmurda ıslanacak sacları
İlk selin akışına takılıp gidecek
Bir ovada karşılayacak karı
İlk ayazda yureği titreyecek
İz kalmayacak ondan baharlara
Curuduğunde yeşiller cıkacak
Artık ben yokum dediği gun
Topraktan papatyalar fışkıracak
Bir yokta gecirecek uzun yazı
Sonbaharı hele hic duymayacak
Kimse gelmekte olan soğukları
Onu bulup da ondan sormayacak
Daha sonra o yaprağın yanına ozgurluk kırmızısı bir sandal cizdi Kumluğa mor ruzgarlar getirdi Dalgalar kıyıyı tutunca şunları soyledi:
Tutkularla acılır mısın sandal
Eski mavi buyuk denizlere
Gider misin ışıkların ardından
Guneşin kuşkusuz battığı yere
Orada gorulmedik umutlar bulur
Alır getirir misin kıyılarımıza
Buyuk sevinc cığlıkları taşır mısın
Kara ve sessiz yalnızlığımıza
O deniz tarlalarında belki cicekler
YeşiI uzaklıklara serer bakışını
Belki onlar bizden iyi bilirler
Umudun gizlisini aşkın saklanmışını
Gider getirir misin guzeI sandal
Bize acılarda yok olmayanı
Buyuyup buyuyup de kuşlar gibi
Gun geIip alnından vurulmayanı
Daha sonra da bu apaydınlık kıyıya bir atlı getirdi dağlardan Atlıya bakıp şunları soyledi:
Taranınca sabahların sacIarı
Senin adın umut diye biri mi
Bir daha gecmez misin gectiğini
Yakılınca kuI vermeyen seruven
Senin adın bir atlı mı dağlardan
Başkaldırmış yokluğunun adına
Varınca atlı olmanın tadına
Senin icin gitmelerin şehri mi
Senin karlı dağların var mı kıştan
Sunulacak umudun var mı yaza
Yoksa akşamustunde kendini
Bırakacak mısın renksiz beyaza
Atını başıboş surup tarlaya
Topla diyecek misin yalnızlığı
Ozgurluğu ayrı ayrı kapılarda tutarken
Varlığın ve yokluğun uymazlığı
Yaratanlar
Her umudu bir kesinlik bildiniz
Sizden once umut yoktu dunyamızda
Dunyamıza umudu siz getirdiniz
Sonu hic gelmeyecek bir şarkıda
Siz işlediniz doğaya inancı
Kendinizden kendinizi yaratmayı bildiniz
Her şey bitmiş sanılan yerde bile
Yeni yontular kurdunuz kayalardan
Aşılmazlıklar gibi dikili dağlardan
Siz aşmayı bildiniz gecitleri
Siz bize kendimizi gosterdiniz
Siz bozdunuz doğada sessizliği
Yerine sonsuzluğu getirdiniz
Ferhat o sabah yaprağı, sandalı ve atlıyı cizerken, Şirin bir koşede gizlice onu gozetliyordu Baktı ki, duşlediği guzelliklerden de buyuk guzellikler Ferhat'ın cizdiği, boyadığı resimlerdedir Usulca onun yanına yaklaştı ve dedi ki:
Bu kadar guzelliği kaldıramaz
Daha guzellersen yıkılır duvarlar
Boylesine eksiksiz bir turkuyu
Duyanlar dinlemeye dayanamaz
Biraz cirkinlik kat yaptığına
O guzel cocuk yuzlerini sil biraz
O bembeyaz yeleli atları karala
Yerlerine yalnızlık ciz biraz
İyiden doğrudan ve guzelden
Birini gormezden gel hic değilse
Boyadığın ciceklerden birinin
Hic değilse bir yaprağını kopar
Bir yerinde aksasın bu sonsuzluk
Yoksa yureğimiz dayanmayacak
Hem bizim eksikli varlığımız
Senin eksiksizliğini zor anlayacak
Sonra aklından sokemezse seni
Ya bir cılgın olup cıkarsa Şirin
Sonunda bir yalnızlığa duşerse
Sonsuzluğunla odeyebilir misin
Ferhat, Şirin'i gorunce vuruldu Ne gorduğu, ne duyduğu, ne yarattığı guzellikler icinde boylesine yuce bir guzelliğe raslamıştı Dedi ki Şirin'e:
Boyalarla işlediğim duvarlarda
Hicbir guzellik ulaşamaz sana
Ben ne kadar benzetmek istesem
Hicbir ruzgar benzeyemez saclarına
Guzelliğini aşacak quzellik yoktur
Onu ben istesem de yaratamam
Senin guzelliğini gordukten sonra
Artık ben boyalara dokunamam
Ben ki hep bir aşmaya inanmıştım
Ama senin varlığını aşamam
Gozlerinde parlayan yuceliğe
Yaklaşmak istesem de yaklaşamam
Eksiksizi ben sende gordum ancak
Bundan sonra eksiksizi yaratmayı umamam
İlk yenilgim en yuce yenilgimdir
Artık Ferhat'ın işi tamam
Neden bunca guzelliğin vardı da
Yeni guzellikler ozledin boş yere
Neden boyle bir vuruşta yok ettin
Yoksa duşmanlığın mı vardı bana
Şirin karşı durdu Ferhat'ın sozlerine Dedi ki:
Sen ki hep bir sonsuzun umudusun
Nasıl durur kalırsın yeniden doğmalara
Sen ki hep bir bitmezin şarkısısın
Nasıl boyun eğersin caresiz kalmalara
Biz hepimiz bir tutkuya yaratıldık
Doğduk koyu ve yoğun yalnızlıktan
Biz ki durak bilmeyen yolcularız
Nasıl eksildik deriz zor yollardan
Artık yuklendik ya yaratmayı
Butun guzellikler bizden sorulacak
İyiyi ve doğruyu yuklendik ya
Duşuncemiz her zaman sonsuzu arayacak
Butun yarattığını sil istersen
İstersen yeniden koyul yaratmalara
Kendini azalmayacak bir tutku say istersen
Yuru bizi bekleyen zamanlara
GuzelIiğimi aşmanı isterim
Yalnız kalmak istemem ben doğada
Kendimi yarattıklarınla anlayayım
Daha yuce guzellikler ver bana
Ferhat da, her yaratan gibi, yaratmayı istemese de yaratacaktı Şirin ona yepyeni guzellikleri duyurdu Ferhat yepyeni guzelliklere doğru yurudu Şirin'in koşku, artık, bir guzellikler cennetiydi Cok zaman Ferhat da Şirin de her gun biraz daha buyuyen guzellikler karşısında şaşkınlığa duşuyorlardı Guzelliğin kaynağı şimdi artık yalnızca Ferhat değildi Sende bulduğum guzellikleri ciziyorum durmadanderdi Ferhat Gun geldi, koşkun işlenmedik yeri kalmadı Padişah, yaptıklarına karşılık Ferhat'a bir torba altın verdi Ferhat torbayı koşkun bir koşesine bırakarak cıktı gitti Giderken son bir bakışla baktı Şirin'e Padişah olanları anladı, anlamazdan geldi Onların birbirlerine zorunlu olduklarını anlayamazdı elbet Ne de olsa padişahtı Yaratmakla yonetmek anlamaz birbirini
Gunlerden bir gun Şirin, Ferhat'a bir mektup yolladı Mektubu goturecek ikiyuzlu, onu once Padişah'a verdi Padişah mektuptan hicbir şey anlamadığı icin ikiyuzluye gotur ver bakalım altından ne cıkacakdedi Mektupta şunlar yazılıydı:
Yeraltından cıkar gibi maden
Oydukca yalnızlık cıkarılır
Aradığın gecmiş gunler icinde
Yalnızlığın bir karşılığı vardır
Gecmeye calıştığın gecitlerde
Koca şehirler boyunca yılgınlık
Durup durup sessizliğe uzanır
Bulut tutar gibi tutar gokleri
Oyarcasına bir duyarlığı
Oyle basıp gecmişler ki adım adım
Yureğin işlek bir kaldırım
Korunduğun butun zor zamanlarda
Oyle yurumuşler ki her yanından
Yıkım bile değil kalan geriye
Yeraltından cıkar gibi maden
Olumleri oymuşlar yureğine
İkiyuzlu, Ferhat'tan da Şirin'e bir mektup getirdi Ama once Padişah'a okuttu mektubu gene Padişah bu mektuptan da bir şey anlamadı Gotur mektubu ver Şirin'e, bakalım ne yapacakdedi Mektupta şunlar yazılıydı:
Adım adım eskiyerek bir gun
Bakarlar ki yırtılmış torba
Saman gibi dağılır ortalığa
Umut bilip omrunce goturduğun
Yeni bir goz gibidir karanlığa
Yıkımını ilk goren her duyarlık
Bir ada gibi cizer duruşunu
Her yanında denizden bir yalnızlık
Yureğindeki kuş vurulur alnından
Boş kanatIarıyla iner yere
Umutları kapanır goklerine
Zaman denen sesler duyulmaz olur
Yavaş yavaş cekilerek bir gun
Bakarlar ki col basmış denizi
Artık onu aramayın gemiler
Onun icin sular coktan bitti
Yazdı Şehir susuzluktan yanıyordu Her yerde su arıyorlardı Sarayda bir yudum su kalmayınca Padişah da arayıcılara katıldı En onde Muneccimbaşı buyulu sarkacıyla yuruyor, onu Padişah, vezirler ve halk izliyordu Akşama kadar yuruduler Guneş batarken, aralarından ayrılıp şehrin guneyindeki dağı aşmış olan beş kişinin dorukta el salladıklarını gorduler Biraz sonra o beş kişi eteğe indi ve dağın obur eteğinde coşkun bir suyun sel gibi aktığını bildirdi Muneccimbaşı sarkacını o yone doğru dondurerek bir şeyler mırıldandı ama, soyledikleri sevinc cığlıkları arasında yok oldu Ancak, muhendisler Padişah'a bildirdiler ki, o su dağ delinmeden şehre getirilemez Ertesi gun butun halk dağı delmeye koyuldu Gelgelelim, kayalar kazmalara gecit vermiyordu Susuzluk son durağına geldiğinde, Padişah, dağı iki gunde delebilene istediğini vereceğini bildirdi Cığırtkanlar haberi yaydılar Bir oğle ustu Ferhat, Padişah'ın karşısına geldi Ferhat, Padişah'a dedi ki:
Kazmalar kurekler yetmez dağı delmeye
Yureğinden vermedin mi dağ susar
Dağı delen deldiği dağdan guclu gerek
Yoksa hic bir susuzluğa gecit vermez kayalar
Ne istemek ne bilmek yetmez dağı delmeye
Sen aşmayı bilmedin mi dağ susar
Su oralarda akar biz burada yanarız
Dalarak pınarların eksilmez duşlerine
Dağ ne bilecek kendinden vermeyi
Kayalar susuzluğu ne anlamış
Yaşamayı bilmeyen bilmez ki yaşatmayı
Dağ bitmez bir sessizliktir yokluğuna inanmış
Yurek direnmeyi bilse coktan delinmişti dağ
Coktan yenik duşmuştu varlığında kayalar
Şimdi o kuru cayda sular oynaşıyordu
Şimdi kıskanc bir cole benzemezdi sokaklar
Bu dağı tek başıma deleceğim
Başeğmeyi bilmeyen yureğimle
Butun susuzlara haber salınsın
Yarın suyu getireceğim şehre
Ferhat'ı dinleyen Padişah'ın sevincle soyledikleri:
Bilsin guneş
Bir karanlıktan sonra gune acılanı
Yıkasın yağmur
Yanmalardan sonra kul bağlayanı
Anlasın dereler sularını
Butun kuşlarına saysın gokler
Renklerini tanısın cicekler
Başaklar kavrasın tarlalarını
Nasıl Ferhat dağları anlamışsa
Dağlar butun gecmezliğe bitmişse
Giyinsin umudunu butun sular
Dahu uzaklara sersin uzaklarını
Nasıl dağlar tutamazsa suları
Nasıl deniz yok etmezse gidişleri
Her kopan kayada parlayan alınteri
Silsin butun olum korkularını
Duysun butun sabahlar
Geceden umut diye gunduze bağlananı
Gorsun butun kayalar
Sarsılmazlığında bitimsiz duranı
Kullanılmış umutları cıkarıp atın
Varacağınız yerlere vardınızsa
Anılara hicbir şey saklamayın
Eğer insan gibi yaşadınızsa
Eski sular duşlerini bırakın
Dağların ardında yeni sular var
Yeni sabahlarda delin dağları
Susuzluktan suya cıkın birdenbire
Yoksa duşler birden coraklaşırsa
İnsan hic anlamadan yalnız kalır
Kullanılmış umutları cıkarıp atın
Yorgun umut anı olup kalmadan
Gokler kadar ozgur olacaksınız
Kendinizi yıkayın anılardan
Sabah olmadan daha, Ferhat kazmasını omuzlayıp dağın eteğine geldi Başladı dağı delmeye Her vuruşta adam buyukluğunde kayalar koparıyordu Oğleye doğru Padişah, yanında Şirin ve adamlarıyla dağın eteğine geldi Baktı ki Ferhat dağın yarısını delmiş Ferhat gelenlerin yanında Şirin'i gorunce sarsıldı Şirin bir ara onun yanına gelerek kimseye sezdirmeden bir mektup bıraktı avucunun icine Ferhat, ancak Padişah, Şirin ve vezirler dondukten sonra mektubu acıp okuyabildi Okur okumaz, olduğu yere yığılıp kaldı Bir ara toparlandı, sırtını bir kayaya dayadı İcinden, dağı da Şirin'i de bırakıp, uzak, cok uzak yerlere gitmek geldi Ancak, koca bir şehrin umudu olmuşken, dağı delmeden bir yere gidemeyeceğini duşundu Yeniden kazmasını aldı eline
Şirin, mektubunda, once, babasının şehre gelecek suyla birlikte duğun dernek kurarak kendisini vezirin oğluna vereceğini, bunun kendisi icin olum demek olacağını, Ferhat'sız bir Şirin duşunemediğini, tam bir acmazda olduğunu bildiriyor, sonra şunları soyluyordu:
Birden yaşadığım her şeyi olmek
Her şeyi yeniden yaşamak istiyorum
Birden hicbir şeyi duymak istemiyorum
Bitmiş bir şarkı gibi seziyorum kendimi
Yıkılsın istemiyorum artık duymazlığında dağlar
Baksın istemiyorum artık gozlerimi
Belki butun bir evrenin guneşlerini
Belki ilk olarak ışıktan saymıyorum
Birdenbire soneceğini bilmezdim umudun
Sevincin boyle cabucak oleceğini bilmezdim
Boyle bir acmaza demir atmak nerelerden
Nasıl da birdenbire gelip buldu beni
Yeniden duymak istemiyorum yaşarlığımı
Hic değilse bir gun olmek bir tek gun
Ey bana kendini bir gun cok goren olum
Bir anlasan nasıl cok seviyorum seni
Ferhat, Şirin'in mektubundan yuklendiği acıyIa bir turku soylediTurkuyu, arkasında sessizce duran Şiriıi in dinlediğini bilmiyordu Dedi ki turkude:
Sonsuz tutkulnrda aşar boşlukları
Iner bir papatya sarısında guzellenir
Guneşin ilkbakışları vurunca
Gozlerin dinmezlikleri ummayan bir denizdir
Yılları yurumuş ışıklar gibi uzaylardan
Gelir donulmezliğin cizdiği yeryuzune
Mavisi sessizlikte coğalan gozlerindir
Akışını duyurur bitimsiz doğalardan
Surer bir yaşarlıkta kesiksiz inanmayı
Donmez coktan eskimiş geckin ucarlıklara
Yaşamaktan bildiği uzun bir dinmezliktir
Umutlanmaz korkak yalnızlıklara
İstesen de istemesen de anlamaz durmayı
Der ki adım zamanlardır bitmişliklerde kalmam
Bir kere sana bicmiş ya kendini tamam
Hicbir şey oğretemez ona sensiz olmayı
Şehir sudan umudunu kesmişti Sessizce olumunu bekliyordu Kimsenin dağın ardına gidecek gucu yoktu su icmek icin Gitmeye kalkanlar baygın yığıldılar dağın yamacına Şimdi kayu bir sessizlik yalnızca Ferhat'ın kazmalarıyla yırtılıyordu Ferhat, uzgun, Şirin'in mektubuna karşılık olan turkuyu soylediği zaman arkasında Şirin'in bulunduğunu bilmiyordu Biraz sonra bir hışırtı oldu, Ferhat arkasına baktı, Şirin'i gordu Kucaklaştılar Şirin, saraya donerlerken, bir yolunu bulup babasının yanından ayrılmış, koşa koşa Ferhat'ın yanına donmuştu Susuzluktan kuruyan gozleri, dudakları, artık son gucunu harcadığını gosteriyordu Uzun zaman birbirlerinden ayrılmadılar Sonra baktılar ki guneş batmaktadır ve su gecikirse şehir kırılacaktır, birlikte calışmaya koyuldular Ferhat kazmasıyla kocaman kayaları koparıyor, Şirin de kendisinden umulmayacak bir gucle bu kayaları acılan tunelin dışına cıkarıyordu Şehir buyuk bir sessizlik icinde yavaş yavaş erimekteydi Ferhat gittikce koyulan sessizliği duydukca kazmasını daha buyuk bir hıncla sallıyor, guneş batmadan once dağın ardındaki gur suyu şehre akıtmak istiyordu Acılan tunelin bir ucunda ışıklar kırmızılaşmaya, tunelin icini karanlığa goğus geren koyu bir pembelik sarmaya başladığı sırada, guclu bir kazma vuruşuyla duşen bir kayanın yerine dolan mor ışıklar bu buyuk cabanın sonunu mujdelediler Ferhat daha sonra suyla tunel arasına buyuk bir ark actı, suyun akış yonunu değiştirdi Biraz sonra şehirden gelen cığlıklar, olum sacan susuzluğun sonunu bildiriyordu Ferhat ve Şirin, bir ağacın govdesine sırtlarını dayadılar, duşunceye daldılar Gittikce artan uzak cığlıklar arasında akşam pembeden koyu maviye doğru değişerek ilerliyordu Bu guzel bitişin kendilerinin sonu olacağını bilerek susuyorlardı Uzun uzun sustular Sonra artık gunun son ışıkları da uyumaya gidince, yavaşca yerlerinden doğruldular O sırada ne Ferhat, Şirin'in guzunden akan bir damla yaşı ne Şirin, Ferhat'ın gozunden akan bir damla yaşı gorebildiFerhat, Şirin'e dedi ki:
Varlığın varlığıma karışacak
Umut yorulmaz bir atlı gibi cıktı geliyor
Dunyamızda gozlerinin vazgecilmez mavisi kurulacak
Bunu hayır diyenler de biliyor
Olumlerden olumsuzluk devşirenlerde
Eski bir kolaylıktır kendinden utanmak
Cok eski bir zorluktur seni sevmek
Bulutların yağmurlardan koparıldığı yerde
Inancların durup kaldığı gunde
Her direnc bizim icin sonsuza acılıyor
Collerden daha kuru ve bitkin bekleyişlerde
Her umutsuzluktan sonra sular başlıyor
Sen yaşamsın bir yandan olmaza değişirsin
Yıkarsın butun umudu gecilmez dağlarında
Bir yandan bize butun maviyi getirirsin
Olmezliği gok bilen kuşların kanadında
Umut olmazlıkları bilmeyen ulkedir
Hic durmndan seni bana ulaştıran
Yalnızlık bir korkudur donup donup
Gelip gene kendisine başlayan
Şirin, Ferhat'a şu karşılığı verdi:
Deniz susayınca gok
Bir yağmur deniziydi cılgınlaşan
Sanılırdı ki bir gun saclarından
Umulmadık denizler gelecek
Yaşar gibi mavisinde bir cicek
Bir kuş bir ince ucuşu soyler gibi
Bir bocek bir ilk yazı anar gibi
Her yoklukta varlığın bilinecek
Gun bitince pembeliğinde akşam
Bir yeni gun umuduydu bekleyişle
Durmak bilmez yolcuydu
Daha yolcu olurdu hergidişle
Duyar gibi donmezliği bir akış
Karanlığı bilmez gibi sabahlar
Saatlar bir inanca koşar gibi
Her bakışa gozlerini getirecek
Deniz başlayınca gok
Bir sonsuzluktu sulara karışan
Bir guneşsin gune doğduğun yerde
Kovulmaktan yorgun yolcudur akşam
Ferhat ve Şirin dağdan şehre indiler Suya kanmış bir kalabalık her yanda sevinc gosterilerinde bulundu onlara Ferhat da, Şirin de, suya kavuşan kalabalığın ovgulerinden kurtulabilmek icin koşarcasına saraya girdiler Padişah ve adamları Ferhat'ı bekliyordu Padişah, Ferhat'la Şirin'i bir arada gorunce ofkelendi ama bir şey demedi Ferhat'ı yanına cağırdı Bir torba altın uzattı ona Ayrıca,dile benden ne dilersendedi Ferhat, Padişah'a , altın istemediğini, yalnızca ve yalnızca Şirin'i istediğini soyledi Bir dağ delicinin Şirin'i istemesi buyuk saygısızlıkdiye bağırdı Padişah Adamlarına bağırdı: Goturun bu dağ deliciyi zindana atın, akıllanana kadar kalsın oradaFerhat yorgundu, zindana girer girmez uykuya daldı Zindancılardan biri, gun doğarken bir mektup uzattı gizlice Ferhat'a Mektup Şirin'dendi Diyordu ki Şirin:
Seninle bir donulmeze inanan
Her zaman seninle bir Şirin var
Sen git senin peşinden geleceğim
Bizi kolay ayıramaz korkular
Satır satır yazılsa da duygulardan
Olumlere yokluklara ağıtlar
Unutulmuş seruvenler kadar sonuk
Bir gitme umudu sana yeter
Yureğinin derininde koşup duran
Cocuklar kadar korkusuz tutkular
Anlatır her uzaktan gecene
Dağların ardında gur sular var
Oğreneceğin hicbir şey kalmadı
Yalnızlıklardan ve suclu yasaklardan
Buyuteceğin umutlar yok
Umut coktan cekildi bu saraydan
Bir gitme tutkusu sana yeter
Gitmesen de sen yolcusun burada
Icin bilinmedik dağlara doğru koşsun
Gozlerin gun boyu gezinsin ufuklarda
Bir gun sonra, gene gun doğarken Ferhat'a Şirin den bir mektup daha getirdiler Diyordu ki Şirin:
Yaşamak guvenemeden
Direnemeden tutulamadan
Harman yerlerinde savrulamadan
Uzun bir boşlukta gelip gitmek
Bir akşam bir bulutu ozleyemeden
Bir ilkyaz yağmurunu isteyemeden
Kılıcının ucuna gelen sevinci
Cekip bir yalnızlığa işleyemeden
Birgecenin duşlerde uzayan yerinde
Kalmak bir yarına doğmayı bilemeden
Bekleyip en uzun yollardan ozlemlerle
Bir tutku gibi cıkıp gelemeden
Yaşamak dalgasız sular gibi
Ruzgarsız yelkenler gidişsiz yollar gibi
Cekilmek kurumuş saksılar gibi
Pencere iclerinden kapı onlerinden
Yaşamak bitmişlikte uykular kadar
Buyuyup kırgın kaygılar orneği
Bir uzağa cekilip dağlar gibi
Yukseklerin şarkısını soyleyemeden
Ondan bir gun sonra, gene gun doğarken, bir mektup daha geldi Şirin den Ferhat'a Diyordu ki Şirin:
Gunler birer bekleyiştir gecilir
Inancında getirmez bir korkuyu
Koca şehir sana cok gorse de
Aşılmaz dağlardan taşıdığın umudu
Sana zaman bir şarkıdır soylenir
Der ki cığlıklıırdan yorgunsan eğer
Umut gemileri batmadan daha
Kendini başka bir maviliğe ver
Başka bir ruzgarda yuru tutkuyu
Bir gun sevince varmayı bırakma
Tut ki boydanboya coktu sevgiler
Soracağın ne kaldı yalnızlığa
Bilirsin ki dıştan yıkamazlarsa
Gelir icten alırlar kaleleri
Kavgada yere sermezler de
Kavgasız bırakırlar once seni
Unutur musun bir gun
Seni sessizce arkadan vuranı
Yazık sana cok gorduler
Kavgada vereceğin bir avuc kanı
Şirin'in Ferhat'a gizlice mektup yolladığını duyan Padişah kızını yanına cağırttı ve uc gun icinde duğunun olacak, bilesindedi Şirin, babasına, Ferhat'dan başkasını istemediğini, başkasına vermeye kalkarsa kendini oldureceğini kesinlikle bildirdi Padişah, Şirin'in bu sozleri ustune iyice ofkelendi, Adamlarına buyurdu: O Ferhat denen dağ deliciyi cıkarın zindandan, soyleyin ona, hemen bu şehirden cekip gitsin Yoksa boynunu vurdururumŞirin babasının yanından cıktığında yıkılmış gibiydi Gene de umutluydu Zindanın kapısına koştu Adamlar Ferhat'ı cıkarıyorlardı Şirin, Ferhat'a dağlarda bekle benidiyebildi Hemen Ferhat'ı uzaklaştırdılar, goturup şehrin kıyısına bıraktılar Ferhat su getirmek icin oyduğu dağa cıktı Bir mağara oydu kendine Orada yalnızca acılarını ve umudunu yaşamaya koyuldu Duğun başlamak uzereydi Ertesi gun calgılar calınacaktı Vezirin oğlu traş olmuş, yenilerini giymişti Sarayda başdondurucu bir gidiş geliş goze carpıyordu Kadınlar Şirin'i kandırmaya calışıyorlardı uzun uzun Sozu biri alıyor, oburu bırakıyordu Şirin susuyordu Bir fırtına oncesinin sessizliği gibiydi Ustunde ne yapacağını bilenlerin dinginliği vardı Su şaşırtan ve korkutan dinginlik, akşama doğru kesin bir sevince bırakmıştı yerini Son dakikaya kadar Ferhat'a kavuşmayı deneyecek, kavuşamazsa odasının penceresinden usulca aşağıya bırakacaktı kendini Yaşamakla da, olmekle de Ferhat'ın olabileceğine inanıyordu Guluyor, şarkılar soyluyordu Akşam geceye doğru değişirken, sarayın kapısını bekleyen bekcinin yanına gitti Ondan kendisini kapıdan bırakmasını istedi Şirin, sarayın kapısındaki bekciye dedi ki:
Gun doğdu umut kırıldı
Bırak beni gideyim
Dunyam butun karardı
Bırak beni gideyim
Ben topraktan ayrılamaz bir suyum
Denizlerini ozleyen gemiyim
UcuşIara susadı kanatlarım
Bırak beni gideyim
Cekildi ozsularım dallarımda
Onmaz bir durgunluğum yalnızlıkta
Her gecen gun biraz daha geceyim
Bırak beni gideyim
Tutkuyu tutma kapılarda
Niluferler boğulmadan sularda
Acılar onu yıkmadan dağlarda
Bırak beni gideyim
Nasıl olsa yolum cizili benim
Ben ya Ferhat demişim ya da olum
Ey benim yoldaşım urnut gozluın
Bırak beni gideyim
Bekci sessizce actı kapıyı, tek soz soylemeden Şirin gecenin karanlığında usulca suzuldu dışarıya Karanlığı boydanboya koşuyordu Ferhat'ı bulmak icin sabahı beklemeliydi Bir ağacın dibine coktu, beklemeye başladı Gece bitmek bilmeyen bir ağırlık gibi uzadıkca uzuyordu Şirin, uyanık, duş gordu sabaha kadar Bu duşlerin her birinde, kendisini coğaltan, yucelten, kendisinin coğalttığı, yucelttiği Ferhat vardı Sabahı anlatan ilk ışıklar Doğu'da kıpırdanmaya başlayınca, Şirin, olume de, yaşamaya da benzer bir gun doğuyordedi Gun doğudan ilerledi, Şirin'in ayaklarına kadar geldi ilk ışıklarıyla Şirin dağa doğru yurumeye başladı Dağ onu yokuşunda engelleyecek yerde, onun yuruyuşune yuruyuş, gucune guc katıyordu Ucuyordu sanki dağın yukseklerine Ferhat'ın mağarasının dorukta olduğuna inanıyordu Doruğa yaklaşınca Ferhatdiye seslendi Şirin'i ozlemle kucaklayan Ferhat ona şunları soyledi:
Umutların doğduğu yerde geldin
Guneşle birlikte doğdun sabaha
Madem ki boylesine guzelliksin
Bir dağ ciceği taksan saclarına
Sarsılmazlığında bir kalesin
Dunyada hicbir ordu yıkamaz burclarını
Kıyıları cok uzak bir denizsin
Benim diyen geıniler gecemez dağlarını
Gulunc ettik ya olumu ona bak
Yaşarlığı en kesin belirleyebildik ya
Artık olum her yerde utanacak
Ferhat ile Şirin'e goz koymakla
Kucağında olume olum demem
Umudunda yok olmalar bir hictir
Gokleri mavisinden koparmak isteyene
Artık olum bir cıkar yol değildir
Olmezliği bulduk ya sonunda
Varlığımızla yarattık sonsuzu
Haydi kalk uzaklara gidelim
Olum sonsuza bolmeden umudumuzu
Şirin'in Ferhat'a soyledikleri:
Olumler kolay sandı sevincleri
Bire ona yuze bolerim sandı
Duyuyorum en guzel sabahımda
Olum boş yere yokluğa inandı
Olumler kolay sandı bitişleri
Bir kılıcta sonsuza yıkacaktı
Biliyorum en guzel inancımla
Olum kendine yok yere inandı
Olum her gunku gucune yanıldı
O sandı ki dur dese duracaktık
Olum belki de bizi cocuk sandı
Onu gorur gormez ağlayacaktık
Bir korkuyu sunacaktı da bize
Korkuda coller gibi yanacaktık
O sandı ki o bize inanmazsa
Biz ona caresiz inanacaktık
Olumler kolay sandı sevincleri
Bire ona yuze bolerim sandı
Biz bir olmuş iki aynı inanctık
Olum eksikliğinde kalakaldı
Yaratanlar
Birer sonsuzluksunuz
Olmazı yoksadınız bir evrende
Olum alsa neyi alacak sizden
Olum verse ne verecektir size
Siz her acmaza birer umutsunuz
Olumunuzde sucumuz buyuktur
Yaşarken acı cektiniz
Ondan da biz sucluyuz
Neyleyelim siz sonsuz buyuktunuz
Biz pek ayak uyduramadık size
Bizi size bırakmadı korkumuz
Uyamadık buyukluğunuze
Siz birer tanrısınız
Ferhat ile Şirin dağı aşıp bilinmedik uzaklara doğru yurumeye başladılar Oysa buyuk bir kalabalık peşlerindeydi Onlar su başlarında dura dura, cicek toplaya toplaya ilerliyorlardı Kalabalık, kızgın bir cabayla koşturuyordu Başta buyulu sarkacıyla Muneccimbaşı, onun yanında Padişah, arkalarında vezirler ve damat, daha arkada da cellatlar vardı Bir su başında yakaladılar Ferhat ile Şirin'i Once Ferhat'ı Şirin den ayırmaya calıştılar Ayıramadılar O zaman cellatlardan biri Ferhat'ın sırtına bir bıcak sapladı Ferhat, Şirin'le birlikte yere yıkıldı Şirin'i goturmeye gelen Padişah kızının ustune eğildi Kalk artık, bu iş bitti, gidiyoruzdedi Bir de baktı ki, Şirin de Ferhat'la birlikte gitmiştir Padişah yanmasına yandı ama, olumlerin ardından yanmak dayanmak mıdır? Şimdi yuzyılların basıp gectiği bu uzak ulkede Ferhat ile Şirin her olmaza başkaldıran birer umut olarak masallarda, turkulerde, sevinclerde, tutkularda, inaclarda yaşarlar Kime sorsanız, Ferhat ile Şirin'in olduğunu soyleyemez Olumun el uzatamadığı yerdedir onlar, onlar olumsuzluğun kendisidir Yaşarken direnctiler, yaşarlıkları bitince olumsuz oldular Olum bir yoketme tanrısı olmayı onlarla birlikte elden kacırdı Ferhat ile Şirin'den beri olum, yalnızca yaşamayanları alıp gidiyor Bir direnci, bir guzelliği, bir inancı yaratmışlar icin olum, o gunden beri caresiz bir guluncluktur
Kaynak : Destanlar Afşar Timucin Golge Yayınları