Forumda yenilikler devam etmektedir , çalışmalara devam ettiğimiz kısa süre içerisinde güzel bir görünüme sahip olduk daha iyisi için lütfen çalışmaların bitmesini bekleyiniz. Tıkla ve Git
x

Son konular

forsa kitap özeti

forsa kitap özeti
0
114

iltasyazilim

FD Üye
Katılım
Ara 25, 2016
Mesajlar
0
Etkileşim
17
Puan
38
Yaş
36
F-D Coin
58
ömer seyfettin forsa
forsa özeti
forza
forsa kitabının özeti
forsanın özeti


Forsa

Akdeniz'in, mertlik yuvası sonsuz ufuklarına bakan küçük tepe, minimini bir çiçek ormanı gibiydi İnce uzun dallı badem ağaçlarının alaca gölgeleri sahile inen keçiyoluna düşüyor, ilkbaharın tatlı rüzgârıyla sarhoş olan martılar, deli bağrışlarıyla havayı çınlatıyordu Badem bahçesinin yanı geniş bir bağdı Beyaz taşlardan üretilmiş kısa bir duvarın ötesindeki harabe vadiye dek iniyordu Bağın ortasındaki yıkık dökük kulübenin kapısız girişinden bir yaşlı çıktı Saçı sakalı bembeyazdı Kamburunu düzeltmek istiyormuş gibi gerindi Elleri, ayakları titriyordu Gök kadar anlamsız, gök kadar ağırbaşlı duran denize baktı, baktı

Hayırdır inşallah! dedi

Duvarın dibindeki taş yığınlarına çöktü Başını ellerinin arasına aldı Sırtında yırtık bir çuval vardı Çıplak ayakları topraktan yoğrulmuş gibiydi Güçsüz kolları benekli tunç rengindeydi Yine başını kaldırdı Gökle denizin birleştiği dumandan çizgiye dikkatle baktı, Ama anlaşılan bir şey yoktu

Bu, her gece uykusunda onu kurtarmak için çoğu geminin pupa yelken geldiğini görebilen zavallı eski bir Türk forsasıydı Esir olalı kırk yılı geçmişti Otuz yaşında, sağlıklı, levent, zinde bir kahramanken Malta korsanlarının eline düşmüştü Yirmi sene onların kadırgalarında kürek çekti Yirmi yıl iki zincirle iki ayağından rutubetli bir geminin dibine bağlanmış yaşadı Yirmi yılın yazları, kışları, rüzgârları, fırtınaları, güneşleri onun granit vücudunu eritemedi Zincirleri küflendi, çürüdü, kırıldı Yirmi yıl içinde birkaç kez halkalarını, çivilerini değiştirdiler Lakin onun çelikten daha sert kuvvetli bacaklarına bir şey olmadı Yalnız aptes alamadığı için üzülüyordu Defalarca güneşin doğduğu yanı sol ilerisine alır, gözlerini kıbleye çevirir, beş vakit namazı dar işaretle yerine getirirdi Elli yaşına gelince, korsanlar onu, Bundan Böyle iyi kürek çekemez!diye bir adada satmışlardı Efendisi bir çiftçiydi On yıl kuru ekmekle onun yanına çalıştı Tanrıya şükrediyordu Çünkü bundan böyle bacaklarından mıhlı değildi Aptes alabiliyor, bütün kıblenin karşısına geçiyor, unutmadığı âyetlerle namaz kılıyor, dua edebiliyordu Tüm umudu, doğduğu yere, Edremit'e kavuşmaktı Otuz yıl içinde bir lahza bile umudunu kesmedi Öldükten daha sonra dirileceğime nasıl inanıyorsam, pek inanıyorum, elli yıl tutsaklıktan sonradan da ülkeme kavuşacağıma o kadar inanıyorum!derdi En meşhur, en tanınmış Türk gemicilerdendi Daha yirmi yaşındayken, Tarık Boğazı'nı geçmiş, poyraza doğru haftalarca, aylarca, kenar kıyı görmeden gitmiş, rast geldiği ıssız adalardan vergiler almış, irili ufaklı donanmaları tek başına hafif gemisiyle yenmişti O zamanlar Türkeli'nde nâmı dillere destandı Padişah bile onu, saraya çağırtmıştı Serüvenlerini dinlemişti Çünkü o, Hızır Aleyhisselâm'ın gittiği diyarları dolaşmıştı Pek denizlere gitmişti ki, üzerinde dağlardan, adalardan büyük buz parçaları yüzüyordu Oraları bütünüyle diğer bir dünyaydı Altı ay gündüz, altı ay gece olurdu! Karısını, işte bu, yılı bir büyük günle bir büyük geceden oluşan başka dünyadan almıştı Gemisi altın, gümüş, inci, elmas, tutsak dolu vatana dönerken deniz ortasında evlenmiş, oğlu Turgut, Çanakkale'yi geçerken doğmuştu Şu Anda kırk beş yaşında olmalıydı Acaba yaşıyor muydu? Hayalini unuttuğu, karlardan beyaz karısı acaba sağ mıydı? Kırk yıldır, yalnız taht yerinin, İstanbul'un minareleri, ufku, hayalinden hiç silinmemişti Bir gemim olsa gözümü kapar, Kabataş'ın önüne demir atarımdiye düşünürdü Altmış yaşını geçtikten sonradan efendisi, onu sözde özgürlük kıldı Bu özgür kılmak değil, sokağa, perişanlığa atmaktı, Yaşlı tutsak bu bakımsız bağın içindeki yıkık kulübeyi buldu İçine girdi Kimse bir şey demedi nadiren kasabaya iniyor, yaşlılığına acıyanların verdiği ekmek paralarını toplayıp dönüyordu On yıl daha geçti Artık hiç gücü kalmamıştı Hem senet sahibi de artık onu istemiyordu Nereye gidecekti?

Lakin işte, vaktiyle beri gördüğü rüyaları tekrar görmeye başlamıştı Kırk yıllık bir rüya Türklerin, Türk gemilerinin gelişi Gözlerini kurumuş elleriyle en ince ayrıntısına kadar ovdu Denizin gökle birleştiği yere baktı Evet, geleceklerdi, kesindi bu, buna öylesine inanıyordu oysa

Kırk yıl görülen bir rüya yalan olamaz! diyordu Kulübe duvarının dibine uzandı ağır ağır gözlerini kapadı İlkbahar bir umut tufanı gibi her yanı parlatıyordu Martıların, Geliyorlar, geliyorlar, seni kurtarmaya geliyorlar!gibi işittiği tatlı seslerini dinleye dinleye daldı Duvar taşlarının arkasından çıkan kertenkeleler üzerinde geziniyorlar, çuvaldan giysinin içine kaçıyorlardı, gür, beyaz sakalının üstünde oynaşıyorlardı Ihtiyar tutsak rüyasında, ağır bir Türk donanmasının limana girdiğini görüyordu Kasabaya giden yola birkaç bölük asker çıkarmışlardı Al bayrağı uzaktan tanıdı Yatağanlar, kalkanlar güneşin yansımasıyla parlıyordu

Bizimkiler! Bizimkiler! diye bağırarak uyandı Doğruldu Üstündeki kertenkeleler kaçıştılar Limana baktı Doğrusu, kalenin karşı bir donanma gelmişti Kadırgaların, yelkenlerin, küreklerin biçimine uyarı etti Sarardı Gözlerini açtı Yüreği hızla çarpmaya başladı Ellerini göğsüne koydu Bunlar Türk gemileriydi Kıyıya yanaşıyorlardı Gözlerine inanamadı

Acaba rüyada mıyım?kuşkusuna kapıldı Uyanıkken rüya görülür müydü? En Ince Ayrıntısına Kadar inanabilmek amacıyla elini ısırdı Yerden sivri bir taş parçası aldı Alnına vurdu Evet, işte hissediyordu Uyanıktı Gördüğü rüya değildi O uyurken, deniz filosu burnun ardından ansızın çıkıvermiş olacaktı Sevinçten, şaşkınlıktan dizlerinin bağı çözüldü Anında çöktü Karaya meydana çıkan bölükler, ellerinde al bayraklar, kaleye dürüst ilerliyorlardı Kırk takvim bir beklemenin son çabasıyla davrandı Birdenbire kemikleri çatırdadı Badem ağaçlarının çiçekli gölgeleriyle örtülen yoldan yürüdü Kıyıya içten koştu, koştu Karaya çıkan askerler, ak sakallı bir ihtiyarın kendilerine içten koştuğuna görür görmez:

Dur! diye bağırdılar Yaşlı durmadı, bağırdı:

Ben Türk'üm, oğullar, ben Türk'üm



Askerler onun yaklaşmasını beklediler Ihtiyar, Türklerin yanında yaklaşınca önüne birincil geleni tutup öpmeye başladı Gözlerinden yaşlar akıyordu Haline bakanlar üzülmüşlerdi Birazcık telaşı dinince sordular:

Kaç yıldır tutsaksın?

Kırk!

Nerelisin?

Edremitli

Adın ne?

Kara Memiş

Kaptan mıydın?

Evet

İhtiyarın çevresindeki askerler birbirine karıştı Bir çığlıktır koptu Bey'e haber verin! Bey'e haber verin!diye bağrışıyorlardı İhtiyarın kollarına girdiler Kuş gibi deniz kenarına uçurdular Bir sandala koydular Büyük bir kadırgaya çıkardılar Askerin içinde onun kahramanlık serüvenlerini bilmeyen, ününü duymayan yoktu Azıcık güvertede durdu Sevinçten şaşırmış, aptallaşmıştı Ayağına bir çakşır geçirdiler Sırtına bir kaftan attılar Başına bir kavuk koydular

Haydi, Bey'in yanına! dediler

Onu kadırgaya getiren askerlerle birlikte büyük geminin kıçına dürüst yürüdü Kara palabıyıklı, sırmalı giysisinin üzerine demir, çelik zırhlar giymiş iri bir adamın karşısında durdu

Sen kaptan Kara Memiş misin?

Evet! dedi

Hızır Aleyhisselam'ın geçtiği yerlerden geçen sen misin?

Benim

Dürüst mu söylüyorsun?

Niye yalan söyleyeceğim?

Aç bakayım sağ kolunu

Yaşlı, kaftanın altından kolunu çıkardı Sıvadı Bey'e uzattı Pazısında haç şeklinde derin bir yara izi vardı Bu yarayı, gecesi altı ay süren bir adadan karısını kaçırırken almıştı Bey, ellerine sarıldı Öpmeye başladı

Ben senin oğlunum! dedi

Turgut musun?

Evet

Ihtiyar tutsak sevincinden bayılmıştı Kendine gelince oğlu, ona:

Ben karaya cenk için çıkıyorum Sen gemide kuytu kal, dedi

Eski kahraman kabul etmedi:

Hayır Ben de sizinle cenge çıkacağım

Fazla yaşlısın baba

Fakat yüreğim güçlüdür

Dar et! Bizi seyret!

Kırk yıldır dövüşü özledim

Oğlu, babasının ellerine varıp; vatanını, sevdiklerini göremeden seni baştan kaybetmeyelim baba diye yalvararak, öptü

Yaşlı, kafasını kaldırdı, göğsünü kabarttı, daha bir gençleşmiş gibiydi Bayrağı göze çarpan ederek:

Şehit olursam bunu üzerime örtün! Vatan al bayrağın dalgalandığı yer yok midir? dedi *
 
858,535Konular
981,779Mesajlar
32,218Kullanıcılar
Coffee0Son üye
Üst Alt