iltasyazilim
FD Üye
Adem Tatlı
GAYELİK ve TESADÜF
Prof Dr Âdem Tatlı
BÜTÜN KÂİNATIN anlaşılması ve izahı, bu iki sihirli kelimede gizlidir ‘Gayelilik’ ve ‘tesadüf’ Yani, bu kâinattaki varlıklar, belirli bir plâna ve gayeye göre mi şekillendirilmişlerdir, yoksa şans eseri tesadüfen mi ortaya çıkmışlardır?
Söz gelişi, güneşin orada, yerkürenin burada bulunuşu ve belli bir süratle dönmeleri, gayeli bir davranış mıdır? Plânlanmış bir hareket midir? Yoksa, gelişigüzelliğin bir sonucu mudur? Yeryüzünün hakimi olan insan, acaba bir takım tesadüf ve rastlantıların ürünü müdür? Yoksa, belirli bir gayeye göre bir Yaratıcı tarafından plânlı olarak mı yaratılmıştır? Varlıkların plânlı Yaratılmış olabileceğini ifade etmek, ‘bilimsel’ bir düşünce tarzı değil midir?
İnsanlık tarihi kadar eski olan bu sorulara cevap bulma gayreti, değişik düşünce akımlarının doğurmuştur “Felsefî fikirler olarak ifade edebileceğimiz bu görüşler, iki ana grup altında değerlendirilebilir Birisi, tesadüf ve rastlantıları esas alan düşünce tarzı, diğeri de her bir varlığın gayeli yaratıldığını kabul eden görüş
Günümüzün Evrim felsefesinin temelini teşkil eden tesadüfçü görüş, Milattan Önce 5 asırda Leucippus ve Democritus’la başlamış, değişik versiyonlar ve adlar altında günümüze kadar ulaşmıştır Bu felsefî düşünceye göre, canlıların yapısında, bir gayeyi, bir plânı araştırmak gereksizdir Meselâ, gözler görmek için yaratılmamış, şans eseri oluşmuştur Canlı, şans eseri ona bir defa sahip olduğunda görmemesi imkânsızdır Bu yüzden tabiattaki gözle görünen açık intizamın ve ahengin temel sebebi şans ve ihtiyaçlardır
İlk insan Hz Âdem’den itibaren gayeliliği esas alan düşünce sistemine göre ise, hiçbir şeyin başı boş ve tesadüf eseri olmadığı, bütün varlıkların belirli bir gaye ve hedefe göre plânlanarak yaratıldığı belirtilir Günümüzde buna “Planlı Tasarım deniyor Amerikalı Biyokimyacı Michael Behe’nin öncülük yaptığı bu görüş, Darwin’s Black Box (Darwin’nin Kara Kutusu kitabıyla şöhret buldu Darwin Teorisine alternatif olarak ileri sürülen bu görüşe göre, Darwin zamanında hücrenin içini bilinmeyen bir “kara kutu olduğu, hücrenin detayları anlaşıldıkça, burada “çok kompleks bir tasarımın bulunduğuna dikkat çekiliyor Behe’ye göre, canlılardaki kompleks sistemlerin doğal seleksiyon ve mutasyonla, yani bilinçsiz mekanizmalarla ortaya çıkması imkânsızdır Bu durum, hücrenin bilinçli bir şekilde tasarlandığını göstermektedir
Yaratılış ve gayeliliği savunanlar; atomun etrafında saniyede 50 bine yakın devir yapan elektronun, bir an bile tesadüfle ve başıbozuklukla hareket edemeyeceğini belirtilirler Elektronların gelişi güzel hareket ettiği farz edilse, o elektronun hızla yörüngesinden fırlayarak, diğer atom sistemlerinin parçalanmasına ve neticede zincirleme atom reaksiyonlarıyla bir anda kâinatın atom bombası gibi infilak edebileceğine dikkati çekerler Böylece, bir atom ve elektron hareketinin dahi başıboş ve tesadüf eseri olamayacağını nazara verirler Dolayısıyla, bütün varlıkların sonsuz bir kudret ve ilim sahibi tarafından plânlı ve gayeli yaratılıp idare edildiğini nazara alırlar
Materyalist felsefeyi savunan evrimcilerin en çok üzerinde durdukları konulardan birisi, “Varlıkların plânlı ve maksatlı yaratılmış olduklarını ileri sürmenin ‘bilimsel’ olmadığı, böyle bir düşüncenin ‘dogmatik’ olduğu ve tartışılamayacağı iddialarıdır Niçin bu iddialarında ısrarlıdırlar? Çünkü, Selimiye’yi kabul edip, Mimar Sinan’ı kabul etmemek mümkün değildir Dolayısıyla, “Selimiye Camii’ni bir ustanın yapmış olmasını düşünmek ilmi değildir deyip mantıklı düşünmenin önü kesiliyor ve her şey tesadüfe veriliyor Tesadüfen çorba bile oluşmazken, dünyadaki sonsuz sayıdaki varlıkların tesadüfen meydana geldiğini kabul, onlara göre, ilmî bir düşünce tarzı oluyor!
Aslında plânsız ve tesadüflerin ürünü bir varlığı incelemek yerine, plânlı tasarımın bulunduğunu bilerek araştırmanın çok daha mantıklı ve araştırma ruhunu kamçılayıcı olduğunu onlar da kabul ediyor Ama maalesef, materyalist düşünceye olan dogmatik yaklaşım, mantıklı düşünmeye de ket vuruyor Bir insanın kullandığı gözlüğün mutlaka bir ustasının olduğu ve bunun bir gayeye göre ve ölçülü yapıldığında herkes hemfikirdir Ama gözün yapısına gelince, o tesadüfe veriliyor!
Her saniye binlerce değişik ve plânlı reaksiyonların cereyan ettiği hücreyi, bu materyalist felsefeye göre, bu hücrenin içersindeki DNA molekülleri idare etmektedir Üstelik bunlar ‘akıllı moleküller’ olarak adlandırılır Bu moleküller hücrenin en ince ayrıntılarına kadar her şeyi bilecek, o canlının geçmiş ve geleceğini kavramış olacak Tabiî bu yetmez, gerekli icraatları yapacak, hücreler arasındaki organizasyonu sağlayacak kudrete sahip bulunacak Velhasıl, bu moleküller bir ilah kadar ilim, irade ve kudrete sahip olmalıdır Böyle bir düşünceyi savunanlar, bir ilahı kabul etmeyip, atom ve moleküller adedince ilahları kabule mecbur kalıyorlar İşin garibi, tek ilahı kabul ederek meseleye yaklaşım bilimsel bir düşünce tarzı olmadığı gerekçesiyle hemen reddediliyor Ama her bir atoma veya moleküle bir ilah kadar görev yüklemek, tek ilmi düşünce sistemi olarak takdim ediliyor Bize de, “Bu kadarına da pes doğrusu demek düşüyor
Din, ilme karşı mıdır?
Evrim felsefesini savunanların üzerinde ısrarla durdukları konulardan birisi de, dinin bilime karşı olduğu iddialarıdır Bunda bütün bütün haksız da değillerdir? Çünkü, Orta Çağ’da Avrupa Hıristiyan dünyası ve mütegalibe sınıfı, bütün fen, ilim ve san’attaki gelişme ve düşüncelere, İsevilik hakiki dininden uzaklaşmış ve bozulmuş bir din adına ket vurmuşlar, hiçbir ilmi gelişmeye geçit vermemişler ve hatta taraftarlarını cezalandırmışlardır
Fransız İhtilali’nden sonra da, ilim ve fen taraftarları, bu dine karşı baş kaldırmış ve bütün ilmî düşünce ve teknik gelişmeler bu tarihten sonra, dinden tamamen soyutlanarak ateist bir düşünce ile takdim edile gelmiştir
Hakikatten uzaklaşmış Hıristiyanlık ve onun geçmişteki din adına uygulamalarıyla, İslâmiyet suçlu sandalyesine oturtulmamalıdır Maalesef günümüzde materyalist felsefenin önderliğinde, insanlık tarihi boyunca, batıl dinler de dahil, din adına yapılmış bütün yanlışlıkların faturası İslâmiyet’e kesilmektedir
Kainat kitabı nasıl okunur?
İslâm dini, kâinatın tamamını adeta bir kitap gibi kabul eder Allah’ın kudret sıfatının eseri olan ve elementlerle yazılmış bir kitap Yani, kâinat kitabı Her bahar sanki bu kitabın bir sayfası, asırlar o kitabın formaları hükmünde İnsan da bu kitapta bir kelime
Bütün ilimlerin konusu, bu kâinat kitabıdır Yani, taşıyla, toprağıyla, havasıyla ve suyuyla, bitkiler, hayvanlar ve insanlarıyla âlemi dolduran canlı ve cansız umum varlıkların yapısını, bağlı olduğu kanunları ortaya koyma görevi ilimlerindir İlimler bir bakıma bu kâinat kitabını tefsir etmekte, yani açıklamaktadır
Atomdan galaksilere kadar her bir cismin yapısında ve tâbi olduğu kanunlarda; yüksek ve derin bir ilmin, geniş bir kavrayışın, engin ve sonsuz bir düşüncenin, son derece hassas bir ölçü ve plânlamanın, gayet merhametli ve sanatlı yapılışın varlığı görülmektedir İşte, Cenabı Hakk’ın eseri olan bu kâinat kitabı bize, O’nu tanıttırıyor İlimde ne kadar çok terakki edilse, yani varlıklar hakkında ne kadar geniş bilgi sahibi olunsa, O’nun kâinattaki tasarrufunun, hikmet ve hakimiyetinin bilinmesini sağlayacağı, dolayısıyla Allah’ın o kadar daha iyi tanımış olacağı vurgulanır Bu Allah’ı bilme ilmine “Marifetullah denmektedir Allah’ın isimleri sonsuz olduğu için, marifetullahta terakkinin de, sınırı yoktur Cisimlerdeki bu ölçülü, bir maksat ve gayeye göre plânlı yaratılışın düşünülmesi de “Tefekkür, fikir ve akıl yürütme, yorumlama olarak ifade edilir Böyle bir saatlik akıl yürütme ve düşünmeyi, İslâmiyet bir sene nafile ibadetten üstün görmektedir Kur’an’da; “Düşünmez misiniz? “Akıl etmez misiniz? diyerek akla havale eder Akıllı düşünmeye teşvik eder “Rabbim ilmimi arttır de, “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? demektedir
Böyle bir din, ilme karşı olabilir mi? Zaten bütün ilimler, Cenabı Hakk’ın kâinat kitabının tefsiri ve açıklaması değil mi? Kur’an da O’nun kitabı, kâinat da Kur’an’a ters düşen, ilim değil, ancak bir takım teori ve hipotezler olabilir Nitekim; “İlim mü’minin kaybolmuş malıdır, nerede bulursa almalıdır, “Yeryüzündeki âlimler, gökteki yıldızlar gibidir, “Âlimin uykusu, cahilin ibadetinden hayırlıdır, “Âlimlerin mürekkebi ile şehitlerin kanı tartılsa, birincisi ikincisinden ağır gelir, “Bir âlimin ölümü, bütün bir milletin ölümünden daha büyük bir kayıptır, “Daima, bildiğiniz şeylere ait kitaplar yazınız, “Beşikten mezara kadar ilim tahsil edin “İlmimi arttırmayan güne yazıklar olsun gibi ve benzeri hadisler, Müslümanları ilme ve okumaya teşvik etmekte, iki günü birbirine eşit olanın aldanmış olacağını belirtmektedir
Bazı şahıs veya grupların geçmişte ya da günümüzde, din adına uygunsuz davranış ve çıkışları ise, bunun dinde kaynağı gösterilmedikçe, İslâmî bir davranış ve düşünce tarzı olarak kabul edilemez, böyle bir yaklaşım ilmin prensiplerine de ters düşer
Müslümanlar neden geri kaldı?
“Madem İslamiyet ilim ve tekniğe karşı değil, niçin Müslümanlar maddeten geri kaldı? suali sıkça sorulur Müslümanların fen, teknik ve ilimde geri kalmış oldukları doğrudur Fakat bunun sebebi İslâmiyet değil, Müslümanların tembelliğidir
Bilindiği gibi Cenabı Hakk’ın iki kitabı vardır Birisi, Kur’an, diğeri de, Kâinat Kitabı Bu iki kitabın kanun ve kuralları farklıdır Kâinat kitabının kurallarına uyan mükâfatını, uymayan da cezasını bu dünyada görür Tabiat kanunları olarak ifade edilen, bu kâinat kitabının kanunlarına kim uyarsa mükâfatını bu dünyada alır Çalışmanın mükâfatı servettir Bunda kâfir Müslüman ayrımı yoktur Kim çalışırsa o kazanır Tembelliğin cezası da sefalettir
Meselâ, Hasan Efendi ile Agop Efendi komşudur Hasan Efendi devamlı ibadet ve zikirle meşguldür Bahar gelince bahçesine hiçbir şey ekmez Agop Efendinin de meşguliyeti bahçesidir Bahar gelince bahçeye, domates, biber, patlıcan vs eker Yaz gelince sebzeyi elbette Agop Efendi yiyecektir Hasan Efendinin mükafatı da ahirettedir
Şimdi, Müslümanların durumu Hasan Efendinin durumu gibi de değildir Hiç olmazsa o, ahiretini kurtarmaya çalışıyordu Müslümanlar dünyayı terk etti, ahireti de unuttu Halbûki İslâmiyet, Hasan Efendi gibi davranmamızı bize tavsiye etmiyor Hem ahireti hem de dünyayı beraber götürmemizi istiyor Nitekim, farzları yapmak kaydıyla, bütün dünyaya ait müspet işlerimizi yapmakla nafile ibadet sevabı kazanacağımızı bildiriyor Yani, Hasan Efendi, farz ibadetlerini yapıp bahçesini de ekip dikse, yaz gelince sebzesini yiyecek, dünyası mamur olacak, ayrıca, bahçede geçirdiği o zamanı da nafile ibadetten sayılacaktır
Araştırma ve incelemede geçen zamanı ibadetten sayan din, ilme karşı olabilir mi?
Aynı şekilde, İslâmiyet, bir ilim adamının, farz ibadetlerini yapmak kaydıyla, araştırması başında geçirdiği zamanını da nafile ibadet sevabıyla mükafatlandıracağını vaat etmektedir Böyle bir yaklaşım, ilmî düşünce ve çalışmaya mani değil, bilakis teşvikçidir Bu dinin ilme karşı gösterilmesi, olsa olsa feleğin çarklarının ters döndüğünün işaretidir
Linkleri sadece kayıtlı üyelerimiz görebilirForumTR üyesi olmak için tıklayınız
GAYELİK ve TESADÜF
Prof Dr Âdem Tatlı
BÜTÜN KÂİNATIN anlaşılması ve izahı, bu iki sihirli kelimede gizlidir ‘Gayelilik’ ve ‘tesadüf’ Yani, bu kâinattaki varlıklar, belirli bir plâna ve gayeye göre mi şekillendirilmişlerdir, yoksa şans eseri tesadüfen mi ortaya çıkmışlardır?
Söz gelişi, güneşin orada, yerkürenin burada bulunuşu ve belli bir süratle dönmeleri, gayeli bir davranış mıdır? Plânlanmış bir hareket midir? Yoksa, gelişigüzelliğin bir sonucu mudur? Yeryüzünün hakimi olan insan, acaba bir takım tesadüf ve rastlantıların ürünü müdür? Yoksa, belirli bir gayeye göre bir Yaratıcı tarafından plânlı olarak mı yaratılmıştır? Varlıkların plânlı Yaratılmış olabileceğini ifade etmek, ‘bilimsel’ bir düşünce tarzı değil midir?
İnsanlık tarihi kadar eski olan bu sorulara cevap bulma gayreti, değişik düşünce akımlarının doğurmuştur “Felsefî fikirler olarak ifade edebileceğimiz bu görüşler, iki ana grup altında değerlendirilebilir Birisi, tesadüf ve rastlantıları esas alan düşünce tarzı, diğeri de her bir varlığın gayeli yaratıldığını kabul eden görüş
Günümüzün Evrim felsefesinin temelini teşkil eden tesadüfçü görüş, Milattan Önce 5 asırda Leucippus ve Democritus’la başlamış, değişik versiyonlar ve adlar altında günümüze kadar ulaşmıştır Bu felsefî düşünceye göre, canlıların yapısında, bir gayeyi, bir plânı araştırmak gereksizdir Meselâ, gözler görmek için yaratılmamış, şans eseri oluşmuştur Canlı, şans eseri ona bir defa sahip olduğunda görmemesi imkânsızdır Bu yüzden tabiattaki gözle görünen açık intizamın ve ahengin temel sebebi şans ve ihtiyaçlardır
İlk insan Hz Âdem’den itibaren gayeliliği esas alan düşünce sistemine göre ise, hiçbir şeyin başı boş ve tesadüf eseri olmadığı, bütün varlıkların belirli bir gaye ve hedefe göre plânlanarak yaratıldığı belirtilir Günümüzde buna “Planlı Tasarım deniyor Amerikalı Biyokimyacı Michael Behe’nin öncülük yaptığı bu görüş, Darwin’s Black Box (Darwin’nin Kara Kutusu kitabıyla şöhret buldu Darwin Teorisine alternatif olarak ileri sürülen bu görüşe göre, Darwin zamanında hücrenin içini bilinmeyen bir “kara kutu olduğu, hücrenin detayları anlaşıldıkça, burada “çok kompleks bir tasarımın bulunduğuna dikkat çekiliyor Behe’ye göre, canlılardaki kompleks sistemlerin doğal seleksiyon ve mutasyonla, yani bilinçsiz mekanizmalarla ortaya çıkması imkânsızdır Bu durum, hücrenin bilinçli bir şekilde tasarlandığını göstermektedir
Yaratılış ve gayeliliği savunanlar; atomun etrafında saniyede 50 bine yakın devir yapan elektronun, bir an bile tesadüfle ve başıbozuklukla hareket edemeyeceğini belirtilirler Elektronların gelişi güzel hareket ettiği farz edilse, o elektronun hızla yörüngesinden fırlayarak, diğer atom sistemlerinin parçalanmasına ve neticede zincirleme atom reaksiyonlarıyla bir anda kâinatın atom bombası gibi infilak edebileceğine dikkati çekerler Böylece, bir atom ve elektron hareketinin dahi başıboş ve tesadüf eseri olamayacağını nazara verirler Dolayısıyla, bütün varlıkların sonsuz bir kudret ve ilim sahibi tarafından plânlı ve gayeli yaratılıp idare edildiğini nazara alırlar
Materyalist felsefeyi savunan evrimcilerin en çok üzerinde durdukları konulardan birisi, “Varlıkların plânlı ve maksatlı yaratılmış olduklarını ileri sürmenin ‘bilimsel’ olmadığı, böyle bir düşüncenin ‘dogmatik’ olduğu ve tartışılamayacağı iddialarıdır Niçin bu iddialarında ısrarlıdırlar? Çünkü, Selimiye’yi kabul edip, Mimar Sinan’ı kabul etmemek mümkün değildir Dolayısıyla, “Selimiye Camii’ni bir ustanın yapmış olmasını düşünmek ilmi değildir deyip mantıklı düşünmenin önü kesiliyor ve her şey tesadüfe veriliyor Tesadüfen çorba bile oluşmazken, dünyadaki sonsuz sayıdaki varlıkların tesadüfen meydana geldiğini kabul, onlara göre, ilmî bir düşünce tarzı oluyor!
Aslında plânsız ve tesadüflerin ürünü bir varlığı incelemek yerine, plânlı tasarımın bulunduğunu bilerek araştırmanın çok daha mantıklı ve araştırma ruhunu kamçılayıcı olduğunu onlar da kabul ediyor Ama maalesef, materyalist düşünceye olan dogmatik yaklaşım, mantıklı düşünmeye de ket vuruyor Bir insanın kullandığı gözlüğün mutlaka bir ustasının olduğu ve bunun bir gayeye göre ve ölçülü yapıldığında herkes hemfikirdir Ama gözün yapısına gelince, o tesadüfe veriliyor!
Her saniye binlerce değişik ve plânlı reaksiyonların cereyan ettiği hücreyi, bu materyalist felsefeye göre, bu hücrenin içersindeki DNA molekülleri idare etmektedir Üstelik bunlar ‘akıllı moleküller’ olarak adlandırılır Bu moleküller hücrenin en ince ayrıntılarına kadar her şeyi bilecek, o canlının geçmiş ve geleceğini kavramış olacak Tabiî bu yetmez, gerekli icraatları yapacak, hücreler arasındaki organizasyonu sağlayacak kudrete sahip bulunacak Velhasıl, bu moleküller bir ilah kadar ilim, irade ve kudrete sahip olmalıdır Böyle bir düşünceyi savunanlar, bir ilahı kabul etmeyip, atom ve moleküller adedince ilahları kabule mecbur kalıyorlar İşin garibi, tek ilahı kabul ederek meseleye yaklaşım bilimsel bir düşünce tarzı olmadığı gerekçesiyle hemen reddediliyor Ama her bir atoma veya moleküle bir ilah kadar görev yüklemek, tek ilmi düşünce sistemi olarak takdim ediliyor Bize de, “Bu kadarına da pes doğrusu demek düşüyor
Din, ilme karşı mıdır?
Evrim felsefesini savunanların üzerinde ısrarla durdukları konulardan birisi de, dinin bilime karşı olduğu iddialarıdır Bunda bütün bütün haksız da değillerdir? Çünkü, Orta Çağ’da Avrupa Hıristiyan dünyası ve mütegalibe sınıfı, bütün fen, ilim ve san’attaki gelişme ve düşüncelere, İsevilik hakiki dininden uzaklaşmış ve bozulmuş bir din adına ket vurmuşlar, hiçbir ilmi gelişmeye geçit vermemişler ve hatta taraftarlarını cezalandırmışlardır
Fransız İhtilali’nden sonra da, ilim ve fen taraftarları, bu dine karşı baş kaldırmış ve bütün ilmî düşünce ve teknik gelişmeler bu tarihten sonra, dinden tamamen soyutlanarak ateist bir düşünce ile takdim edile gelmiştir
Hakikatten uzaklaşmış Hıristiyanlık ve onun geçmişteki din adına uygulamalarıyla, İslâmiyet suçlu sandalyesine oturtulmamalıdır Maalesef günümüzde materyalist felsefenin önderliğinde, insanlık tarihi boyunca, batıl dinler de dahil, din adına yapılmış bütün yanlışlıkların faturası İslâmiyet’e kesilmektedir
Kainat kitabı nasıl okunur?
İslâm dini, kâinatın tamamını adeta bir kitap gibi kabul eder Allah’ın kudret sıfatının eseri olan ve elementlerle yazılmış bir kitap Yani, kâinat kitabı Her bahar sanki bu kitabın bir sayfası, asırlar o kitabın formaları hükmünde İnsan da bu kitapta bir kelime
Bütün ilimlerin konusu, bu kâinat kitabıdır Yani, taşıyla, toprağıyla, havasıyla ve suyuyla, bitkiler, hayvanlar ve insanlarıyla âlemi dolduran canlı ve cansız umum varlıkların yapısını, bağlı olduğu kanunları ortaya koyma görevi ilimlerindir İlimler bir bakıma bu kâinat kitabını tefsir etmekte, yani açıklamaktadır
Atomdan galaksilere kadar her bir cismin yapısında ve tâbi olduğu kanunlarda; yüksek ve derin bir ilmin, geniş bir kavrayışın, engin ve sonsuz bir düşüncenin, son derece hassas bir ölçü ve plânlamanın, gayet merhametli ve sanatlı yapılışın varlığı görülmektedir İşte, Cenabı Hakk’ın eseri olan bu kâinat kitabı bize, O’nu tanıttırıyor İlimde ne kadar çok terakki edilse, yani varlıklar hakkında ne kadar geniş bilgi sahibi olunsa, O’nun kâinattaki tasarrufunun, hikmet ve hakimiyetinin bilinmesini sağlayacağı, dolayısıyla Allah’ın o kadar daha iyi tanımış olacağı vurgulanır Bu Allah’ı bilme ilmine “Marifetullah denmektedir Allah’ın isimleri sonsuz olduğu için, marifetullahta terakkinin de, sınırı yoktur Cisimlerdeki bu ölçülü, bir maksat ve gayeye göre plânlı yaratılışın düşünülmesi de “Tefekkür, fikir ve akıl yürütme, yorumlama olarak ifade edilir Böyle bir saatlik akıl yürütme ve düşünmeyi, İslâmiyet bir sene nafile ibadetten üstün görmektedir Kur’an’da; “Düşünmez misiniz? “Akıl etmez misiniz? diyerek akla havale eder Akıllı düşünmeye teşvik eder “Rabbim ilmimi arttır de, “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? demektedir
Böyle bir din, ilme karşı olabilir mi? Zaten bütün ilimler, Cenabı Hakk’ın kâinat kitabının tefsiri ve açıklaması değil mi? Kur’an da O’nun kitabı, kâinat da Kur’an’a ters düşen, ilim değil, ancak bir takım teori ve hipotezler olabilir Nitekim; “İlim mü’minin kaybolmuş malıdır, nerede bulursa almalıdır, “Yeryüzündeki âlimler, gökteki yıldızlar gibidir, “Âlimin uykusu, cahilin ibadetinden hayırlıdır, “Âlimlerin mürekkebi ile şehitlerin kanı tartılsa, birincisi ikincisinden ağır gelir, “Bir âlimin ölümü, bütün bir milletin ölümünden daha büyük bir kayıptır, “Daima, bildiğiniz şeylere ait kitaplar yazınız, “Beşikten mezara kadar ilim tahsil edin “İlmimi arttırmayan güne yazıklar olsun gibi ve benzeri hadisler, Müslümanları ilme ve okumaya teşvik etmekte, iki günü birbirine eşit olanın aldanmış olacağını belirtmektedir
Bazı şahıs veya grupların geçmişte ya da günümüzde, din adına uygunsuz davranış ve çıkışları ise, bunun dinde kaynağı gösterilmedikçe, İslâmî bir davranış ve düşünce tarzı olarak kabul edilemez, böyle bir yaklaşım ilmin prensiplerine de ters düşer
Müslümanlar neden geri kaldı?
“Madem İslamiyet ilim ve tekniğe karşı değil, niçin Müslümanlar maddeten geri kaldı? suali sıkça sorulur Müslümanların fen, teknik ve ilimde geri kalmış oldukları doğrudur Fakat bunun sebebi İslâmiyet değil, Müslümanların tembelliğidir
Bilindiği gibi Cenabı Hakk’ın iki kitabı vardır Birisi, Kur’an, diğeri de, Kâinat Kitabı Bu iki kitabın kanun ve kuralları farklıdır Kâinat kitabının kurallarına uyan mükâfatını, uymayan da cezasını bu dünyada görür Tabiat kanunları olarak ifade edilen, bu kâinat kitabının kanunlarına kim uyarsa mükâfatını bu dünyada alır Çalışmanın mükâfatı servettir Bunda kâfir Müslüman ayrımı yoktur Kim çalışırsa o kazanır Tembelliğin cezası da sefalettir
Meselâ, Hasan Efendi ile Agop Efendi komşudur Hasan Efendi devamlı ibadet ve zikirle meşguldür Bahar gelince bahçesine hiçbir şey ekmez Agop Efendinin de meşguliyeti bahçesidir Bahar gelince bahçeye, domates, biber, patlıcan vs eker Yaz gelince sebzeyi elbette Agop Efendi yiyecektir Hasan Efendinin mükafatı da ahirettedir
Şimdi, Müslümanların durumu Hasan Efendinin durumu gibi de değildir Hiç olmazsa o, ahiretini kurtarmaya çalışıyordu Müslümanlar dünyayı terk etti, ahireti de unuttu Halbûki İslâmiyet, Hasan Efendi gibi davranmamızı bize tavsiye etmiyor Hem ahireti hem de dünyayı beraber götürmemizi istiyor Nitekim, farzları yapmak kaydıyla, bütün dünyaya ait müspet işlerimizi yapmakla nafile ibadet sevabı kazanacağımızı bildiriyor Yani, Hasan Efendi, farz ibadetlerini yapıp bahçesini de ekip dikse, yaz gelince sebzesini yiyecek, dünyası mamur olacak, ayrıca, bahçede geçirdiği o zamanı da nafile ibadetten sayılacaktır
Araştırma ve incelemede geçen zamanı ibadetten sayan din, ilme karşı olabilir mi?
Aynı şekilde, İslâmiyet, bir ilim adamının, farz ibadetlerini yapmak kaydıyla, araştırması başında geçirdiği zamanını da nafile ibadet sevabıyla mükafatlandıracağını vaat etmektedir Böyle bir yaklaşım, ilmî düşünce ve çalışmaya mani değil, bilakis teşvikçidir Bu dinin ilme karşı gösterilmesi, olsa olsa feleğin çarklarının ters döndüğünün işaretidir
Linkleri sadece kayıtlı üyelerimiz görebilirForumTR üyesi olmak için tıklayınız