iltasyazilim
FD Üye
Geleneksel Türk Tiyatrosunun çeşitleri
Geleneksel Türk Tiyatrosunun Türleri nelerdir
Geleneksel Türk Tiyatrosunun Türleri ve hakkında data;
Kukla
Kukla ise Türkler'in Anadolu'ya geldiklerinde birlikte getirdikleri bir gösteri sanatıdır İstanbul'da Osmanlı döneminde el kuklası, ipli kukla, sopalı kukla, araba kuklası, yer kuklası, ayak kuklası, iskemle kuklası gibi değişik türde kukla gösterileri 19 yüzyıla değin geliştirilerek sürdürülmüştür Lakin kukla sanatı, ondan daha eski bir eğlence olan meddahlık ve İstanbul'a 16 yüzyılda geldiği sanılan Karagöz kadar yaygın olmamıştır
Meddahlık
Meddahlık, bir konuyu oynayarak anlatma sanatıdır ve İslam ülkelerinde oldukça yaygın bir gelişme alanı bulmuştur Öbür ağırlama türlerinde güldürüye tartı verilmesine karşılık meddahlıkta yürek parçalayıcı, duygusal, dinsel ve kahramanlıkla ilgili konulara da rahatlıkla yer verilebiliyordu bununla beraber kıssahan diye anılan meddahlar, sarayda olduğu gibi halk arasında da büyük alaka görmüş, bilhassa kahvehanelerde İstanbullular'ın ağırlama gereksinimini yüzyıllar baştan başa karşılamıştır Fatih Sultan Mehmed'in sarayında Mustafa, Balaban Lâl ve Ömer adlı kıssahan ve nedimleri sonradan, II Selim döneminde Nakkaş Hasan, Çokeydi Reis, III Murad döneminde ise Meddah Ziyafet, Lâlin Vahşi diye bilinen Bursalı Seyit Mustafa Çelebi ve Derviş Hasan gibi meddahlar izlemişlerdir Bu geleneksel temaşa türü İstanbul'da Cumhuriyet döneminin ilk yıllarına dek daha o kadar fazla artist yetiştirmiş, bunlardan Şükrü Efendi, İsmet Efendi ve Meddah Sururi gibi sanatçıları görüp dinlemiş olan bir takım İstanbullular onların ününü canlı birer şahit olarak günümüz kuşaklarına bile iletmiştir
Meddahlık sanatı, İmitatör Rasih'le birlikte bir ölçüde zamana uymuş, 1940'larda ise ünlü sinema ve seslendirme sanatçısı Ferdi Tayfur meddahliğa tam anlamıyla modern bir nitelik kazandırmıştır Günümüzde Celal Şahin ve Orhan Boran gibi bir takım sanatçıların bu geleneksel sanat türünü günün koşullarına yerinde bir biçim ve içerikle sürdürdükleri, ünlü sinema ve tiyatro oyuncularından Erol Günaydın'ın ise meddahlığı geleneksel özellikleri içinde yaşatmaya çalıştığı söylenebilir
Karagöz ve Hacivat
Türkler'in toplumsal yaşamında önemli bir yeri olan bir diğer geleneksel ziyafet türü de, bir çeşit gölge oyunu olan Karagöz'dür Gölge oyununun kökeni konusunda öbür düşünceler ileri sürülmektedir Cava, Endonezya veya Çin gibi Uzakdoğu ülkesinde ortaya çıkmış ve Hindistan üzerinden Ortadoğu'ya gelmiş olması akla yakındır Bazı kaynaklar Karagöz'ün 14 yüzyılda Orhan Gazi zamanında Bursa'da ortaya çıktığını ileri sürüyorsa da, günümüzde daha yaygın bir görüşe tarafından Türkler gölge oyunu tekniğini 16 yüzyılda Mısır'dan almış ve bu oyun türüne Karagöz adı altında emin biçimini 17 yüzyılda kazandırmışlardır
Karagöz de meddahlık gibi, bir kişinin yaratıcılığına dayanan bir eğlence türüdür Gerçek Dışı ya da hayalbaz denilen karagözcünün diğer taraftan yardak adı bahşedilen yardımcısı vardır Klasik bir Karagöz oyunu genellikle dört bölümden oluşur:
Hacivat'ın semai söyleyerek perdeye geldiği ve perde gazelini okuduktan sonra dua edip Karagöz'ü perdeye çağırdı mukkadime (giriş) bölümü
Hacivat'la Karagöz aralarında geçen ve ilk elden konuyla ilgisi olmayıp daha çok Karagöz'ün yanlış anlamalarından ortaya çıkan güldürücü muhavere (karşılıklı konuşma) bölümü
Başka kişilerin de katıldığı ve oyuna adını veren olayların yer aldığı fasıl
Karagöz'le Hacivat aralarında geçen kısa bir anlaşma konuşmasıyla noktalanan bitiş bölümü
Karagöz oyunlarının konuları başlıca gerçek yaşamdan küskün sahnelerden oluşur: Mahalle yaşayışı, esnaf ve evlenme töreleri, toplumsal ve siyasal taşlamaya kullanışlı olaylar gibi başkaca Ferhad ile Sevimli, Tahir ile Zühre, Açlık ile Kamber gibi ahali hikâyelerinden, olağandışı öğelere yer veren masallardan da yararlanıldığı görülür Sarayda oynatılan örneklerinde muhakkak bir inceliğe ulaşan Karagöz oyunlarının, bilhassa Osmanlı toplumunun kadınların ve erkeklerin birlikte eğlenmelerini yasakladığı bağnaz dönemlerinde, daha çok erişkin, erkek seyircilerin gittiği kahvehanelerdeki gösterilerinde açık saçık bir kimliğe büründüğü de göze çarpar Karagöz'ün başlıca dağarcığı 28 oyundan oluşmakla birlikte, zaman zaman güncel olaylardan da esinlenerek yeni Karagöz oyunlarının türetildiği görülmüştür Oyunun iki baş kişisi ırk zekâsını ve halkın gözündeki bilgiç Osmanlı münevverini temsil eden, lakin bir yana da Karagöz'e ve mahalleliye yardımdan geri kalmayan Hacivat'tır Bunlar dışarıda Tiryaki, giyimine düşkün Mirasyedi Çelebi, çoğunlukla zenne denilen genç kadın tipleri, mahallenin aptalı Beberuhi, Tuzsuz Çılgın Bekir, Zeybek gibi külhanbeyi ve kabadayı tipleri, Kürt, Laz, Kastamonulu, Bolulu, Acem, Rumelili, Yahudi, Rum, Ermeni, Arap, Zenci, Frenk gibi taşralı ya da azınlıktan olup şive taklidi yapan Osmanlı İmparatorluğu'nun öbür kesimlerinden gelip İstanbul'da toplanmış olanlar ile cin, büyücü, yılan ve canavar gibi doğaüstü yaratıklar vardır
Geleneksel Türk tiyatrosunun aydınlık bir örneği olan Karagöz'ün 16 yüzyıldan bu yanlamasına pek çok sanatçı hayalci geliştirip zenginleştirmişse de bu sanat türünün tüm inceliklerini haberdar olan geleneksel düş ustalarının nesli artık tükenmiştir Karagöz sanatını zamanımıza değin getirmiş büyük hayalciler aralarında Gerçek Dışı Memduh Bey ile Hayali Minik Ali'den sonradan günümüzde bu sanatı yaşatmaya çalışan Tacettin Diker ve Metin Özlen'in adlarını da kutlamak gerekir
Ortaoyunu
Geleneksel Türk tiyatrosunun birçok bakımlardan Karagöz'e benzer, fakat canlı oyuncularla oynayan bir türü de ortaoyunudur 16 ve 17 yüzyıllardaki kol oyunu, taklit oyunu, meydan oyunu ve zuhuri gibi oyuncu kollarının gösterilerinden kaynaklanan bu ziyafet türü belirlenmiş biçimini ve ortaoyunu adını 19 yüzyılda almıştır Karagöz'de ve İtalyanlar'ın commedia dell'arte'sinde olduğu gibi ortaoyununda da yazılmış bir oyun metni yoktur Esas çizgileri tanıdık bir konu ele alınarak, oyuncuların doğaçlama, yani tuluat yoluyla geliştirdikleri olaylar dizisi, yine Karagöz'dekine benzer konular ve ondakine benzer oyun kişileriyle sahneye getirilir Oyun yeri seyircilerin çevrelediği adeta manâsız bir alandır Erkek seyirciler ve kadın seyirciler ayrı ayrı yerlerde otururlar Ortaoyununda Karagöz'ün karşılığı Kavuklu, Hacivat'ın karşılığı ise Pişekâr'dır Değişik oyun kişileri Karagöz'deki kişilerle büyük benzerlik bildiren kalıplaşmış tiplerdir Ortaoyunu da Karagöz gibi dört bölümden oluşur Ama burada perde gazeli yerine Pişekâr'ın seyirciyi selamlaması ve zurnacıyla konuşarak oyunu açması, muhavere bölümünde ise Pişekâr ile Kavuklu'nun tanışma konuşmaları (arzbâr) ve Kavuklu'nun sonunda rüya olduğu anlaşılan bir olayı anlatması (terkerleme) gibi özellikler ortaoyununun Karagöz'den ayrildığı bir takım ayrıntılardır
Ortaoyunu günümüzdeki epik tiyatroyu hatırlatan açık biçimiyle her türlü yeniliği özümleyebilecek bir yapıya sahip olmakla birlikte, en parlak örneklerini verdiği 19 yüzyılda bir yandan tuluat tiyatrosunun yozlaştırıcı etkisi, bir yanlamasına da batı etkisinin İstanbul'da yaygınlık kazanması yüzünden daha artı gelişemeden sınırlı bir ölcüyü aşamamış ve güdük kalmıştır Günümüzde bu türden yararlanarak modern ve yerli bir tiyatro yaratma çabaları da sürüp gitmektedir Bu denemelerin başarılı örnekleri aralarında İstanbul yaşayışını canlandıran Ahmet Kutsi Tecer'ın Köşebaşı (1948), Oktay Rifat'ın Oyun İçinde Oyun (1948), ve Haldun Taner'in Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım (1964) oyunlarını sayabiliriz *
Geleneksel Türk Tiyatrosunun Türleri nelerdir
Geleneksel Türk Tiyatrosunun Türleri ve hakkında data;
Kukla
Kukla ise Türkler'in Anadolu'ya geldiklerinde birlikte getirdikleri bir gösteri sanatıdır İstanbul'da Osmanlı döneminde el kuklası, ipli kukla, sopalı kukla, araba kuklası, yer kuklası, ayak kuklası, iskemle kuklası gibi değişik türde kukla gösterileri 19 yüzyıla değin geliştirilerek sürdürülmüştür Lakin kukla sanatı, ondan daha eski bir eğlence olan meddahlık ve İstanbul'a 16 yüzyılda geldiği sanılan Karagöz kadar yaygın olmamıştır
Meddahlık
Meddahlık, bir konuyu oynayarak anlatma sanatıdır ve İslam ülkelerinde oldukça yaygın bir gelişme alanı bulmuştur Öbür ağırlama türlerinde güldürüye tartı verilmesine karşılık meddahlıkta yürek parçalayıcı, duygusal, dinsel ve kahramanlıkla ilgili konulara da rahatlıkla yer verilebiliyordu bununla beraber kıssahan diye anılan meddahlar, sarayda olduğu gibi halk arasında da büyük alaka görmüş, bilhassa kahvehanelerde İstanbullular'ın ağırlama gereksinimini yüzyıllar baştan başa karşılamıştır Fatih Sultan Mehmed'in sarayında Mustafa, Balaban Lâl ve Ömer adlı kıssahan ve nedimleri sonradan, II Selim döneminde Nakkaş Hasan, Çokeydi Reis, III Murad döneminde ise Meddah Ziyafet, Lâlin Vahşi diye bilinen Bursalı Seyit Mustafa Çelebi ve Derviş Hasan gibi meddahlar izlemişlerdir Bu geleneksel temaşa türü İstanbul'da Cumhuriyet döneminin ilk yıllarına dek daha o kadar fazla artist yetiştirmiş, bunlardan Şükrü Efendi, İsmet Efendi ve Meddah Sururi gibi sanatçıları görüp dinlemiş olan bir takım İstanbullular onların ününü canlı birer şahit olarak günümüz kuşaklarına bile iletmiştir
Meddahlık sanatı, İmitatör Rasih'le birlikte bir ölçüde zamana uymuş, 1940'larda ise ünlü sinema ve seslendirme sanatçısı Ferdi Tayfur meddahliğa tam anlamıyla modern bir nitelik kazandırmıştır Günümüzde Celal Şahin ve Orhan Boran gibi bir takım sanatçıların bu geleneksel sanat türünü günün koşullarına yerinde bir biçim ve içerikle sürdürdükleri, ünlü sinema ve tiyatro oyuncularından Erol Günaydın'ın ise meddahlığı geleneksel özellikleri içinde yaşatmaya çalıştığı söylenebilir
Karagöz ve Hacivat
Türkler'in toplumsal yaşamında önemli bir yeri olan bir diğer geleneksel ziyafet türü de, bir çeşit gölge oyunu olan Karagöz'dür Gölge oyununun kökeni konusunda öbür düşünceler ileri sürülmektedir Cava, Endonezya veya Çin gibi Uzakdoğu ülkesinde ortaya çıkmış ve Hindistan üzerinden Ortadoğu'ya gelmiş olması akla yakındır Bazı kaynaklar Karagöz'ün 14 yüzyılda Orhan Gazi zamanında Bursa'da ortaya çıktığını ileri sürüyorsa da, günümüzde daha yaygın bir görüşe tarafından Türkler gölge oyunu tekniğini 16 yüzyılda Mısır'dan almış ve bu oyun türüne Karagöz adı altında emin biçimini 17 yüzyılda kazandırmışlardır
Karagöz de meddahlık gibi, bir kişinin yaratıcılığına dayanan bir eğlence türüdür Gerçek Dışı ya da hayalbaz denilen karagözcünün diğer taraftan yardak adı bahşedilen yardımcısı vardır Klasik bir Karagöz oyunu genellikle dört bölümden oluşur:
Hacivat'ın semai söyleyerek perdeye geldiği ve perde gazelini okuduktan sonra dua edip Karagöz'ü perdeye çağırdı mukkadime (giriş) bölümü
Hacivat'la Karagöz aralarında geçen ve ilk elden konuyla ilgisi olmayıp daha çok Karagöz'ün yanlış anlamalarından ortaya çıkan güldürücü muhavere (karşılıklı konuşma) bölümü
Başka kişilerin de katıldığı ve oyuna adını veren olayların yer aldığı fasıl
Karagöz'le Hacivat aralarında geçen kısa bir anlaşma konuşmasıyla noktalanan bitiş bölümü
Karagöz oyunlarının konuları başlıca gerçek yaşamdan küskün sahnelerden oluşur: Mahalle yaşayışı, esnaf ve evlenme töreleri, toplumsal ve siyasal taşlamaya kullanışlı olaylar gibi başkaca Ferhad ile Sevimli, Tahir ile Zühre, Açlık ile Kamber gibi ahali hikâyelerinden, olağandışı öğelere yer veren masallardan da yararlanıldığı görülür Sarayda oynatılan örneklerinde muhakkak bir inceliğe ulaşan Karagöz oyunlarının, bilhassa Osmanlı toplumunun kadınların ve erkeklerin birlikte eğlenmelerini yasakladığı bağnaz dönemlerinde, daha çok erişkin, erkek seyircilerin gittiği kahvehanelerdeki gösterilerinde açık saçık bir kimliğe büründüğü de göze çarpar Karagöz'ün başlıca dağarcığı 28 oyundan oluşmakla birlikte, zaman zaman güncel olaylardan da esinlenerek yeni Karagöz oyunlarının türetildiği görülmüştür Oyunun iki baş kişisi ırk zekâsını ve halkın gözündeki bilgiç Osmanlı münevverini temsil eden, lakin bir yana da Karagöz'e ve mahalleliye yardımdan geri kalmayan Hacivat'tır Bunlar dışarıda Tiryaki, giyimine düşkün Mirasyedi Çelebi, çoğunlukla zenne denilen genç kadın tipleri, mahallenin aptalı Beberuhi, Tuzsuz Çılgın Bekir, Zeybek gibi külhanbeyi ve kabadayı tipleri, Kürt, Laz, Kastamonulu, Bolulu, Acem, Rumelili, Yahudi, Rum, Ermeni, Arap, Zenci, Frenk gibi taşralı ya da azınlıktan olup şive taklidi yapan Osmanlı İmparatorluğu'nun öbür kesimlerinden gelip İstanbul'da toplanmış olanlar ile cin, büyücü, yılan ve canavar gibi doğaüstü yaratıklar vardır
Geleneksel Türk tiyatrosunun aydınlık bir örneği olan Karagöz'ün 16 yüzyıldan bu yanlamasına pek çok sanatçı hayalci geliştirip zenginleştirmişse de bu sanat türünün tüm inceliklerini haberdar olan geleneksel düş ustalarının nesli artık tükenmiştir Karagöz sanatını zamanımıza değin getirmiş büyük hayalciler aralarında Gerçek Dışı Memduh Bey ile Hayali Minik Ali'den sonradan günümüzde bu sanatı yaşatmaya çalışan Tacettin Diker ve Metin Özlen'in adlarını da kutlamak gerekir
Ortaoyunu
Geleneksel Türk tiyatrosunun birçok bakımlardan Karagöz'e benzer, fakat canlı oyuncularla oynayan bir türü de ortaoyunudur 16 ve 17 yüzyıllardaki kol oyunu, taklit oyunu, meydan oyunu ve zuhuri gibi oyuncu kollarının gösterilerinden kaynaklanan bu ziyafet türü belirlenmiş biçimini ve ortaoyunu adını 19 yüzyılda almıştır Karagöz'de ve İtalyanlar'ın commedia dell'arte'sinde olduğu gibi ortaoyununda da yazılmış bir oyun metni yoktur Esas çizgileri tanıdık bir konu ele alınarak, oyuncuların doğaçlama, yani tuluat yoluyla geliştirdikleri olaylar dizisi, yine Karagöz'dekine benzer konular ve ondakine benzer oyun kişileriyle sahneye getirilir Oyun yeri seyircilerin çevrelediği adeta manâsız bir alandır Erkek seyirciler ve kadın seyirciler ayrı ayrı yerlerde otururlar Ortaoyununda Karagöz'ün karşılığı Kavuklu, Hacivat'ın karşılığı ise Pişekâr'dır Değişik oyun kişileri Karagöz'deki kişilerle büyük benzerlik bildiren kalıplaşmış tiplerdir Ortaoyunu da Karagöz gibi dört bölümden oluşur Ama burada perde gazeli yerine Pişekâr'ın seyirciyi selamlaması ve zurnacıyla konuşarak oyunu açması, muhavere bölümünde ise Pişekâr ile Kavuklu'nun tanışma konuşmaları (arzbâr) ve Kavuklu'nun sonunda rüya olduğu anlaşılan bir olayı anlatması (terkerleme) gibi özellikler ortaoyununun Karagöz'den ayrildığı bir takım ayrıntılardır
Ortaoyunu günümüzdeki epik tiyatroyu hatırlatan açık biçimiyle her türlü yeniliği özümleyebilecek bir yapıya sahip olmakla birlikte, en parlak örneklerini verdiği 19 yüzyılda bir yandan tuluat tiyatrosunun yozlaştırıcı etkisi, bir yanlamasına da batı etkisinin İstanbul'da yaygınlık kazanması yüzünden daha artı gelişemeden sınırlı bir ölcüyü aşamamış ve güdük kalmıştır Günümüzde bu türden yararlanarak modern ve yerli bir tiyatro yaratma çabaları da sürüp gitmektedir Bu denemelerin başarılı örnekleri aralarında İstanbul yaşayışını canlandıran Ahmet Kutsi Tecer'ın Köşebaşı (1948), Oktay Rifat'ın Oyun İçinde Oyun (1948), ve Haldun Taner'in Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım (1964) oyunlarını sayabiliriz *