Gelinlik Kız Hikayesi,
Gelinlik Kızın Olumu,
Selim İleri Gelinlik Kız Oykusu
Cocukken gidilen evler iki turluydu: Annemin sectiği dostluklar ve gitmek zorunda kaldığı yerler Annemin gonlunce kurduğu dostlukları severdim ben Coğu dunyadan elini, eteğini cekmiş kimselerdi Oyle yerlere gideceğimizde annemin ince kıvrımlarla bicimlenmiş dudakları sevincle cozuluyor; ruj, dudaklarda hafifce gezinip kızıla donuşturuyor kırmızısını Kapıdan kedi adımlarıyla cıkıyoruz Annem, dikkatle sokak kapısını kilitlemiyor Sonra sokak yazsa daha bir ic acıcı serinlikte, sonbaharı yaşıyorsak iyicene iliklerimizi ısıtan ılık guneşlerle dolardı
Yollarda donup donup gerime bakıyorum Şifa ’nın denize cıkan burnunda sakızağacları vardı Artık deniz banyolarından vazgecilmiş gunlerde, gencler onların altlarına otururlardı Yoğurtcu tarafından sandallar cıkıyor; Kurbağalıdere ’nin ağzına gelince ya Kalamış kıyılarına uzanırlar ya da Şifa ’dan Moda ’ya kadar gezinirlerdi Oğlen guneşinin omuzlara eğilişi, okşayışı
Annemin yeniden genckız gibi yollardan gectiği sıralarda, yağmurlardan bile gonenirdim Bu yağmurlar ergenlik yıllarımın ve şimdinin yağmurlarına yabancıdır Ruzgar uşutmezdi; soğuk ruzgarlar yağmurluğumun yakasını, eteklerini acıp ucurtmazdı Yağmurda yuruyuşlerimiz annemle Tramvayların, otobuslerin, vapurların, ender bindiğimiz otomobillerin pencerelerine iri damlalar vururdu Damlanın butunleşerek cama carpışı; dağılarak kendince su yolları acıyor Binlerce resim cizerdim kafamda Annemi gorurdum, kuşlar uyduruyorum, ayyıldızlı Turk bayrakları… Yağmurun cicekdurbununden binlerce şekil gecerdi arka arkaya Bulutlarla da hep bu oyunu oynardık İncila Abla ’yla İncila Abla, annemin isteyerek, ozleyerek gittiği evin kızıydı
Annemin onları nereden tanıdığını cıkaramıyorum Belki uzaktan bir yakınlık, hısımlık vardı aramızda Bizim geldiğimizi gorunce delicesine sevinirlerdi İffet Hanım beni kucaklar, saclarımı defalarca opup koklardı Taşlıktan girilince karşımıza duşen odaya koşardım Burada İffet Hanım ’ın annesi yaşıyor İffet Hanım ’ın annesi, ben hatırladığımda cok yaşlı bir kadındı Vucudunun yorgunluğuna karşın, aklı dincti İhtiyarlığından yerinden kalkmıyor, sabahtan akşama kadar bir koşe koltuğunda dua ediyordu Mor kadife uzerine sırma işlemeli kesesinden elyazması Kur ’an ’ını cıkarır, hic sıkılmadan ezbere bildiği ayetleri tekrar tekrar okurdu Onun elini operdim Bu el, her vakit tuhaf, baygın bir menekşe kolonyası kokardı Kolonyası Nuhbe Hanım ’ın başucunda dururdu Yuvarlak, tombul şişenin kapağı sincap rengiydi
Nuhbe Hanım kına yakardı saclarına Onu işlemeli beyaz tulbentlerle orterdi saclarını İncecikti sacını orttuğu tulbentler Yatağının ayak ucuna konmuş bohcasında kalın tulbentler vardı, lavanta torbacıklarıyla sarmaş dolaş Nuhbe Hanım azıcık kıpırdanıp hareket ettiğinde terliyordu ve kızı sırtına kalınca tulbentlerden koyardı Elbiselerinin yakalarına rokoko yapraklar işlenmiş; ikide bir ellerini bu yapraklara değdiriyor Nuhbe Hanım Benle buyuk insanmışım gibi konuşuyor İffet Hanım ’a, “Cocuğa bir bardak tukenmez versenize canım, diyor İffet Hanım hala tukenmez kurardı kış aylarında Benim icin taze meyveler, balbademler, icfıstıkları getirir; sessizce bir yana bırakırdı Gercekte onurun saklatdığı bir yoksulluk, odalardan taşlığa, taşlıktan mutfağa belli belirsiz sinmişti
İncila Abla ’ların evi Bahariye ’nin arka sokaklarındaydı Buradaki uc kargir konakları, zenginlik cağlarını kapadıklarından kiraya verilmişti Ev sahipleri, herhalde pek onceden karşı yakaya taşınmışlardı Bazı gunlerde, havanın acık ve aydınlık olduğu gunlerde at arabasıyle gelirdik İncila Abla ’lara Oteden sokağa sapar sapmaz dantelalı mendil kenarlarını hatırlatan catı cıkmaları gorunurdu Tahta oymalar cok guzeldi Nicedir konağın yuzu yağlıboya gormediğinden kararıp cirkinleşmişti Damında hep sazlar bitmişti Kırık dokuktu pencerelerin kepenkleri Bahceden girince, konakta kimselerin yaşamadığını duşunuyordu insan Dutağaclarıyle akasyalar bakımsızlıktan yabanıllaşmışlardı
İncila Abla ’lar, hemen bahceye acılan en alt katta oturuyorlardı Ama pencereleri kapalı durduğundan mevsimlerin rengi, ışığı, kokuları konağın kilerinden bozma eve giremezlerdi Evin ici suskunluk ve sıcak; İncila Abla ’nın yeşil marul yapraklarıyle beslediği kanaryasının otuşleriyle dağılırdı Taşlıkta duvarlar ak badanaydı Nuhbe Hanım ’ın odasında gulkurusu Kirec badananın uzerine yapışmış fırca kıllarını ayıklamaya bayılırdım
Nuhbe Hanım ’ın eşyası yıllardır yenilenmemişti Evin kokeni gibiydi eşya Duvara dayalı, parlaklığını yitirmiş pirinc topuzlarla bezeli yuksek, demirden karyolası; sağlı sollu, yastıklarla tıka basa doldurulmuş koltuk; uzerinde iki buyuk gaz lambasının durduğu aynalı konsol… Şimdi sadece bunları anımsayabiliyorum Sonraları Nuhbe Hanım ’ın yanından ayırmadığı İncila Abla ’nın mevlut şekerlerini bir de
İffet Hanım ’a, kolay kolay, Nuhbe Hanım ’ın kızıdır denemezdi Ufak tefekti, ici tez kadındı Cok cokmuştu, yaşını kestiremezdim bu yuzden Annesine sigara saran elleri, tutunden olacak, sapsarıydı Modası gecmiş uzun elbiseler giyerdi Giysileri değişir, goğsune taktığı elmas iğne değişmezdi: Ne dalı olduğu anlaşılmayan bir altın cubuğa oturtulmuş taşlar Taşların tumune su kacmıştı, kara karaydı Sacları topuzdu İffet Hanım ’ın Başındaki kemik tokaları, firketeleri ne zaman saymaya kalksam, sonunu getiremezdim
Dışarda yaşanan kalabalıklardan, eğlencelerden, sevinclerden, hatta uzuntulerden ve kederlerden bu eve sızabilen bir tek bizlerdik: Annemle ben
İncila Abla, gecmiş zamanlardan kalma bir perikızı gibiydi Kızıl saclarını omuzlarına doker, ağır ağır tarardı Papatya sularıyle yıkanıyordu kızıl sacları Papatya kaynıyor ocakta İkimiz ufalıyoruz papatyaları İncila Abla ’yla karanfil kurusu kaynatıp esans yapıyoruz Onunla birlikte olmaktan mutluluk duyardım İlişirdim kucağına Defterime kenarsusu yapardı Faber kalemlerimle Cukulata yaldızlarını biriktiriyor, kırışıkları ince parmaklarıyle duzeltiyor; ben gelince bana verecek Kimi vakitler annesi gibi saclarını topluyor, ama onun topuzu sıkı değil Aralardan kacan yumuşak bukleler ensesine duşerdi
Başka gelen giden yok muydu oraya? Sanki ust katlarda kimse oturmuyordu ve biz, kimsenin yaşamadığı bir konağa tanıktık Obur kiracılarla meren başında, bahcede, dut ağaclarının golgeliğinde, hicbir yerde hicbir yerde karşılaşmadık Nuhbe Hanım ’ın sozunu ettiği insanlar gecmiş, gocmuşlerdi Solgun yuzleri, sarkık yanaklarıyle cektikleri fotoğrafları gosterirdi bana eski tanıdıklarının Anılarıyle yetiniyordu İffet Hanım ’sa boyle şeyleri duşunmeye, anmaya fırsat bulamazdı sanırım Evi evirip ceviren, kotarandı İffet Hanım İncila ’yla birlikte butun gunler calışırlardı Kasnağa gecmiş işler biter bitmez, İffet Hanım satmaya gotururdu İncila ’nın babasından kalan azıcık emekli aylığına, dul ve yetim maaşına İffet Hanım ’ın zorlukla sattığı işlemelerin, goz nurunun, el emeğinin pek ucuza gider karşılığını eklerlerdi Ucu bir başlarına erkeksiz yaşıyorlardı Belki de dış dunyayla ilgisiz yaşamları bundandı İffet Hanım ’ın elinde en canlı iplikler huzne bulanır; en goz kamaştırıcı cicekler acı cokertirdi Oysa İncila Abla ’nın suzenileri, sarmaları, hesapişleri huzur verirdi icimize
Annem, onlara gittiğimizde daima hediyeler gotururdu Sırayla Nuhbe Hanım ’a, İffet Teyzeye ve İncila Abla ’ya Ama bu hediyeler, annemin gitmek zorunda kaldığı yerlere goturduğu buket ciceklere, luks fondanlara benzemezdi Paketleri gizlice taşlıktaki ayakları sallantılı yemek masasına bırakırdı İffet Hanım hemen farkeder, “Kızım ne diye zahmet ediyorsun, derdi Sesindeki titreyiş, bende onlardan, o taşlıktan ve odalardan kacmak ihtiyacını uyandırırdı
Taşlıkta ayakkabılarımızı cıkartırdık Naftalin kokulu terlikler getirirdi İncila Abla Terlikler ayaklarıma biraz buyuk geliyor Cay vakti kızarmış kucuk ekmeklere surulu recel ve tereyağıyla kahvaltı ediyoruz Birden iştahım kapanırdı İncila Abla ’nın gozlerini aradım Bakışlarımız birleştiğinde dinerdi midemin sinsi bulantısı
Bunca eski, yalın eşyanın ortasında cay fincanları harikuladeydi Bunlar porselendi Kulplarıysa caya eğilmiş, cayı yudumlamaya hazır gumuş kuşlardı… Cay ictikten sonra İncila Abla bize ut calardı “ek deveci develeri engine Şimdi rağbet guzel ile zengine diye bir GuneyAnadolu turkusu soylerdi Nuhbe Hanım, bu turku soylendiğinde İncila Abla ’ya nedense dargın, kusmuş bakardı Ya da bana oyle geliyordu Cunku akşamın karardığı saatlerde kapının gıcırdayarak sokaktan acılmayacağını bilmek, bende cozemediğim duyguların başlangıcı sayılır Sozgelimi bize sunulan gumuş kuşlu fincanların kırıldığını duyardım Kafesteki kanaryanın bir sabah olduğunu Bahcedeki camları boydan boya catlak limonlukta sıkışmış arıları
Biz eve donduğumuzde babamı beklerdik
Şaşırmam gereken konulardan biri, İffet Hanım ’la İncila Abla ’nın bize hic gelmemeleriydi Nuhbe Hanım ’ın yaşlılığına, yuruyemeyecek kerte yorgun oluşuna bağlardım bunu
Bir gun olağanustu bir şeyle karşılaştık İncila Abla ’larda Nuhbe Hanım ’lara annemle benden başka misafir gelmezken, ilkyaz oğleden sonrasında, genc ve yakışıklı bir adam, taşlıktaki masayı cevreleyen iskemlelerden birine oturmuş, kahve iciyordu Pencerelerin kepenkleri aralanmıştı ustelik İceriye yansıyabilen, nihayet odaları dolduran gun ışığı ansızın eski eşyayı buyulemiş, şenlendirmişti Genc adamın saclarından bir demet alnına dokulmuştu İffet Hanım annemi karşıladığında, o da ayağa kalktı
“Ne iyi ettiniz de geldiniz, dedi İffet Hanım, “erişte kesmiştim ben de
İncila Abla ibrişimleri, elvan elvan iplikleri topluyordu telaşla “Kusura bakmayın, dedi anneme
“Biz yabancı mıyız İncila?
“Cahit, dedi İffet Hanım “Tanıyacaksın Suheyla, Hasan amcayla Kamran yengenin oğlu
Annem gulumsuyordu Hasan amcayla Kamran yengenin adlarını ilk kez işitiyordum
“Muhendis cıkmış bu sene Cahit Binbir guclukle arayıp bulmuş burasını sağolsun
Ben hemen muhendis olmaya karar veriyordum Genc adam, hemen benim Cahit ağbim oluyordu ve ben, buyuyunce tıpkı ona benziyordum Geniş omuzlu, uzun boylu, insanın elini sıkarken guvenc veren
Cahit ağbi saygıyla annemin elini sıktı Benim de Galiba hayatımda alaysız elimi sıkan birinci insandı o
Dun gibi hatırlıyorum: O gun kandil simitleri yedik Nuhbe Hanım ’ın odasına doluşup Nuhbe Hanım bayağı gencleşmişti Cahit ağbinin getirdiği siyahbeyaz damalı başortusunu gostermişti anneme Onları arayıp soran bir başka insanın gizli gururunu taşıyordu “Cahit ağbine şiir okusana dediler bana Cahit ağbime başımı ceviriyor, sonra utancla yere eğiyordum Bahceye cıktık; İncila Abla, Cahit ağbi ucumuz Camları boydan boya catlak limonlukta kuru otlara oturduk Taşlığa girip pıtpıt terliklerimizi giydiğimizde guneş batıyordu Nuhbe Hanım ’ın odası alacakaranlığa burunmuştu Cahit ağbi, alacakaranlıkta, İncila Abla ’yı seyrediyordu sezdirmeden Cahit ağbiye defterimi, İncila Abla ’nın yaptığı kenar suslerini gosterdim Carpım cetvelini cıkardım okul cantamdan Boncukların yerlerini değiştirdim Pergelle suda halkalar cizdi defterime Cahit ağbi Nuhbe Hanım, oradan oraya koşturan İffet Hanım ’ın terli yuzune bir şeyler mırıldanarak ufledi İncila Abla ud calmadı Eriştelerimizi patiska bir torbaya koydu İffet Hanım; “Sana da vereceğim Cahit, dedi “Size gelip yerim teyzeciğim Hasan amcanın, Kamran yengenin yinelenen adları Nuhbe Hanım ’ın kadife kesesinden cıkan elyazması Kur ’an Ayrılırken annem, İncila Abla ’yı sevecenlikle kucaklıyor
İlkyaz aylarında Cahit ağbiye hep rastladık Nuhbe Hanım ’larda Misafir odası şimdi, bize olduğu gibi, onun icin de acılıyordu İşe girmişti Cahit ağbi Muhendisliğin onu şimdi acıktılar, herkes muhendis olmak istiyordular… Kadıkoyu ’ne gectiğinde, ne yapıp ne edip, Nuhbe Hanım ’larda erişte yiyordu
İffet Hanım kasnakları konsolun gozune kaldırmış durmadan bir şeyler dikiyordu Sayfalarını cevirdiğim Manidifata ’lar da yoktu ortalıkta Taşlıktaki masanın altına beyaz kağıtlar yayılıyor, kumaşlar biciliyordu Sokağa cıktığımızda anneme sordum:
“Anne, Cahit ağbi onların nesi oluyor?
“İncila Abla ’yla evlenecekler Allah yuzunu guldursun İncila ’nın
“İncila Abla gidecek mi buradan?
İncila Abla ’yı yitirmekten urkuyordum Cocuk kalbime hancerler batıyordu İncila Abla limonlukta yine ut calıyor, Cahit ağbi gur sesiyle “Etme beyhude figan vazgec gonul şarkısını okuyordu Nuhbe Hanım, odasının penceresini ardına kadar acmış, dinliyordu Kafesteki kanarya guneşlerde bahceye cıkartılıyordu Ot govermiş, harap bahceler azmıştı Nuhbe Hanım ’ın sedefli kavuklarına yerleştirilmiş cılız kupecicekleri bile tomurcuklanmıştı Ben konağın oymalı dam cıkmalarından hoşlanmıyordum, limonlukta yukselen kalın erkek sesini sevmiyordum, Cahit ağbi dostum olmuyordu
İffet Hanım ’ların odasındaki cilalı tahta sandık acılıp kapanıyordu Okul cıkışlarında genellikle buraya geliyorduk annemle Tahta sandığın acılıp kapanışlarına “Eskiden, diyordu Nuhbe Hanım, “kızların ceyizinde bir teli ipekten, bir teli ketenden kıvır kıvır dokunmuş hilali gomlekler makbuldu Herkes guluyordu onun anlattıklarına Aralık kepenklerden şişman dut sinekleri giriyordu odaya Hevessiz, coşkusuz gunlerim İncila Abla ’yı, o dutağaclarının golgelediği evden ayrı duşunemiyordum İncila Abla bir perikızı olmaktan uzaklaşıyor, etiylekemiğiyle gerceğe donuşuyordu Carşaflardan sıcaktutacağına, her şey hazırlanıyordu ceyizde
“O uğursuz mum ciceklerinden, diyordu da, başka bir şey demiyordu annem Nişan elbisesi dikilirken soz bozuldu Cahit ağbinin gelişleri seyrekleşmişti Limonluğa gecip şarkılar soylemiyordu artık İncila Abla ’yı kucaklayışlarında soğuktu, bıkkındı Oturup kalkması, giyinip kuşanışı başkalaşmıştı Defterime gonyesiyle ucgenler yapmadı boy boy Mum cicekleri limonlukta kendi kendilerine bitmişlerdi “Yıllarca otun uremediği limonlukta
Cahit Ağbi ’nin İncila Abla ’yla nişanlanmayışının nedeni belirsizdi Annem konuşmuyordu sorduğum vakit Ben onlara gitmediğimizde carcabuk unutuyordum Zaten tatil yaklaşıyordu, yazın esrikliği vurmuştu başıma İffet Hanım ’ı kıpkırmızı gozlerle buluyorduk Ucuk pembe tafta nişan elbisesi eski gardıroba asılmıştı “Uzulmeyin İffet Abla diyordu annem “nerde İncila gibi bir kız bu zamanda Kısmeti kapanmadı ya Kendi de inanmıyordu soylediklerine pek Kanarya eski yerine kondu İncila Abla ’nın yuzunde yaşamadan tukenmiş umut ışığı gulumsemeler Sonra sonra zayıflamaya başladı İnce vucudu ateşlerle kavruluyordu “Bu yapılır mıydı, dedi annem, “bu yapayalnız, sığınaksız insanlara yapılır mıydı bu!
Annemin misafir gununde beyaz elenler gecirmiş, guneş şemsiyeli bir kadın, “İncila ’yı da bundan sonra kimse almaz, dedi “Az gezmedi o muhendis cocukla Limonlukta şarkıların bini bir paraydı Gokleri cınlattı avazeleri Hallerini bilmeyişlerinden soz edildi İffet Hanım ’ların; Kızılay ’a satılan hesapişleri, murver iğneler, civan kaşları
Nişan bozulmasından bir yaz gecmişti Koskoca bir yaz gecmişti Cahit ağbiyi yanında kısaca boylu, cok şık bir kızla Moda ’da gormuştuk Deniz Kulubu ’ne giriyordu Genckızın sacları bukle bukle kesilmişti Percemleri, yokuşta Cahit ağbiye yaslanışları… Deniz Kulubu ’nde caz calıyordu Kayıklarla gelip dans edenleri seyrediyordu halk Cahit ağbi, anneme selam vermek istemişti: Hasan amcayla Kamran yengenin oğlu, “Tanıyacaksın Suheyla Buz gibi durmuştu annem Bana el sallamıştı Cahit ağbi, kolumdan cekip suruklemişti annem
Duğunler yaşanıyor Gelin guleryuzle iniyor merenlerden Cocuklar geziniyor ortalıkta Kadınlar aynalarda yapılı saclarını duzeltiyorlar Duğun pastası kesiliyor
Ben hic duğunlere gitmiyorum
İcinde akide şekerleriyle bir tek lokumun olduğu pembe kağıdı acmıştım Pembe kağıt kulahta İncila Abla ’mın soluk baskılı fotoğrafını gormuştum Limonluğa kar yağıyordu Kar, catlak camlardan iceriye yağıp eriyordu
Kuru ayazın ardından yağmurlar geldi
“Hoş geldiniz, “dedi annem
“Şakır şakır yağmur, manşonumu ıslattı, dedi annemin guneş şemsiyeli konuğu Cizmelerini cıkardı Manşonunun tuylerini kabarttı Soba yanan odaya girerken, “İşittiniz mi? diye sordu “Sizin İncila ’nın Cahit, eski elcilerden Regaip beyin kızıyla nişanlanmış, yıldırım nikahıyla evleneceklermiş Bir an sustu anlamlı goz suzmelerle “Regaip bey cok seviniyormuş Sevinir elbet, Cahit hem guzel cocuk hem de istikbali acık
Annem, misafir hanıma muzlu pastadan tutmuyordu
Gelinlik Kızın Olumu,
Selim İleri Gelinlik Kız Oykusu
Cocukken gidilen evler iki turluydu: Annemin sectiği dostluklar ve gitmek zorunda kaldığı yerler Annemin gonlunce kurduğu dostlukları severdim ben Coğu dunyadan elini, eteğini cekmiş kimselerdi Oyle yerlere gideceğimizde annemin ince kıvrımlarla bicimlenmiş dudakları sevincle cozuluyor; ruj, dudaklarda hafifce gezinip kızıla donuşturuyor kırmızısını Kapıdan kedi adımlarıyla cıkıyoruz Annem, dikkatle sokak kapısını kilitlemiyor Sonra sokak yazsa daha bir ic acıcı serinlikte, sonbaharı yaşıyorsak iyicene iliklerimizi ısıtan ılık guneşlerle dolardı
Yollarda donup donup gerime bakıyorum Şifa ’nın denize cıkan burnunda sakızağacları vardı Artık deniz banyolarından vazgecilmiş gunlerde, gencler onların altlarına otururlardı Yoğurtcu tarafından sandallar cıkıyor; Kurbağalıdere ’nin ağzına gelince ya Kalamış kıyılarına uzanırlar ya da Şifa ’dan Moda ’ya kadar gezinirlerdi Oğlen guneşinin omuzlara eğilişi, okşayışı
Annemin yeniden genckız gibi yollardan gectiği sıralarda, yağmurlardan bile gonenirdim Bu yağmurlar ergenlik yıllarımın ve şimdinin yağmurlarına yabancıdır Ruzgar uşutmezdi; soğuk ruzgarlar yağmurluğumun yakasını, eteklerini acıp ucurtmazdı Yağmurda yuruyuşlerimiz annemle Tramvayların, otobuslerin, vapurların, ender bindiğimiz otomobillerin pencerelerine iri damlalar vururdu Damlanın butunleşerek cama carpışı; dağılarak kendince su yolları acıyor Binlerce resim cizerdim kafamda Annemi gorurdum, kuşlar uyduruyorum, ayyıldızlı Turk bayrakları… Yağmurun cicekdurbununden binlerce şekil gecerdi arka arkaya Bulutlarla da hep bu oyunu oynardık İncila Abla ’yla İncila Abla, annemin isteyerek, ozleyerek gittiği evin kızıydı
Annemin onları nereden tanıdığını cıkaramıyorum Belki uzaktan bir yakınlık, hısımlık vardı aramızda Bizim geldiğimizi gorunce delicesine sevinirlerdi İffet Hanım beni kucaklar, saclarımı defalarca opup koklardı Taşlıktan girilince karşımıza duşen odaya koşardım Burada İffet Hanım ’ın annesi yaşıyor İffet Hanım ’ın annesi, ben hatırladığımda cok yaşlı bir kadındı Vucudunun yorgunluğuna karşın, aklı dincti İhtiyarlığından yerinden kalkmıyor, sabahtan akşama kadar bir koşe koltuğunda dua ediyordu Mor kadife uzerine sırma işlemeli kesesinden elyazması Kur ’an ’ını cıkarır, hic sıkılmadan ezbere bildiği ayetleri tekrar tekrar okurdu Onun elini operdim Bu el, her vakit tuhaf, baygın bir menekşe kolonyası kokardı Kolonyası Nuhbe Hanım ’ın başucunda dururdu Yuvarlak, tombul şişenin kapağı sincap rengiydi
Nuhbe Hanım kına yakardı saclarına Onu işlemeli beyaz tulbentlerle orterdi saclarını İncecikti sacını orttuğu tulbentler Yatağının ayak ucuna konmuş bohcasında kalın tulbentler vardı, lavanta torbacıklarıyla sarmaş dolaş Nuhbe Hanım azıcık kıpırdanıp hareket ettiğinde terliyordu ve kızı sırtına kalınca tulbentlerden koyardı Elbiselerinin yakalarına rokoko yapraklar işlenmiş; ikide bir ellerini bu yapraklara değdiriyor Nuhbe Hanım Benle buyuk insanmışım gibi konuşuyor İffet Hanım ’a, “Cocuğa bir bardak tukenmez versenize canım, diyor İffet Hanım hala tukenmez kurardı kış aylarında Benim icin taze meyveler, balbademler, icfıstıkları getirir; sessizce bir yana bırakırdı Gercekte onurun saklatdığı bir yoksulluk, odalardan taşlığa, taşlıktan mutfağa belli belirsiz sinmişti
İncila Abla ’ların evi Bahariye ’nin arka sokaklarındaydı Buradaki uc kargir konakları, zenginlik cağlarını kapadıklarından kiraya verilmişti Ev sahipleri, herhalde pek onceden karşı yakaya taşınmışlardı Bazı gunlerde, havanın acık ve aydınlık olduğu gunlerde at arabasıyle gelirdik İncila Abla ’lara Oteden sokağa sapar sapmaz dantelalı mendil kenarlarını hatırlatan catı cıkmaları gorunurdu Tahta oymalar cok guzeldi Nicedir konağın yuzu yağlıboya gormediğinden kararıp cirkinleşmişti Damında hep sazlar bitmişti Kırık dokuktu pencerelerin kepenkleri Bahceden girince, konakta kimselerin yaşamadığını duşunuyordu insan Dutağaclarıyle akasyalar bakımsızlıktan yabanıllaşmışlardı
İncila Abla ’lar, hemen bahceye acılan en alt katta oturuyorlardı Ama pencereleri kapalı durduğundan mevsimlerin rengi, ışığı, kokuları konağın kilerinden bozma eve giremezlerdi Evin ici suskunluk ve sıcak; İncila Abla ’nın yeşil marul yapraklarıyle beslediği kanaryasının otuşleriyle dağılırdı Taşlıkta duvarlar ak badanaydı Nuhbe Hanım ’ın odasında gulkurusu Kirec badananın uzerine yapışmış fırca kıllarını ayıklamaya bayılırdım
Nuhbe Hanım ’ın eşyası yıllardır yenilenmemişti Evin kokeni gibiydi eşya Duvara dayalı, parlaklığını yitirmiş pirinc topuzlarla bezeli yuksek, demirden karyolası; sağlı sollu, yastıklarla tıka basa doldurulmuş koltuk; uzerinde iki buyuk gaz lambasının durduğu aynalı konsol… Şimdi sadece bunları anımsayabiliyorum Sonraları Nuhbe Hanım ’ın yanından ayırmadığı İncila Abla ’nın mevlut şekerlerini bir de
İffet Hanım ’a, kolay kolay, Nuhbe Hanım ’ın kızıdır denemezdi Ufak tefekti, ici tez kadındı Cok cokmuştu, yaşını kestiremezdim bu yuzden Annesine sigara saran elleri, tutunden olacak, sapsarıydı Modası gecmiş uzun elbiseler giyerdi Giysileri değişir, goğsune taktığı elmas iğne değişmezdi: Ne dalı olduğu anlaşılmayan bir altın cubuğa oturtulmuş taşlar Taşların tumune su kacmıştı, kara karaydı Sacları topuzdu İffet Hanım ’ın Başındaki kemik tokaları, firketeleri ne zaman saymaya kalksam, sonunu getiremezdim
Dışarda yaşanan kalabalıklardan, eğlencelerden, sevinclerden, hatta uzuntulerden ve kederlerden bu eve sızabilen bir tek bizlerdik: Annemle ben
İncila Abla, gecmiş zamanlardan kalma bir perikızı gibiydi Kızıl saclarını omuzlarına doker, ağır ağır tarardı Papatya sularıyle yıkanıyordu kızıl sacları Papatya kaynıyor ocakta İkimiz ufalıyoruz papatyaları İncila Abla ’yla karanfil kurusu kaynatıp esans yapıyoruz Onunla birlikte olmaktan mutluluk duyardım İlişirdim kucağına Defterime kenarsusu yapardı Faber kalemlerimle Cukulata yaldızlarını biriktiriyor, kırışıkları ince parmaklarıyle duzeltiyor; ben gelince bana verecek Kimi vakitler annesi gibi saclarını topluyor, ama onun topuzu sıkı değil Aralardan kacan yumuşak bukleler ensesine duşerdi
Başka gelen giden yok muydu oraya? Sanki ust katlarda kimse oturmuyordu ve biz, kimsenin yaşamadığı bir konağa tanıktık Obur kiracılarla meren başında, bahcede, dut ağaclarının golgeliğinde, hicbir yerde hicbir yerde karşılaşmadık Nuhbe Hanım ’ın sozunu ettiği insanlar gecmiş, gocmuşlerdi Solgun yuzleri, sarkık yanaklarıyle cektikleri fotoğrafları gosterirdi bana eski tanıdıklarının Anılarıyle yetiniyordu İffet Hanım ’sa boyle şeyleri duşunmeye, anmaya fırsat bulamazdı sanırım Evi evirip ceviren, kotarandı İffet Hanım İncila ’yla birlikte butun gunler calışırlardı Kasnağa gecmiş işler biter bitmez, İffet Hanım satmaya gotururdu İncila ’nın babasından kalan azıcık emekli aylığına, dul ve yetim maaşına İffet Hanım ’ın zorlukla sattığı işlemelerin, goz nurunun, el emeğinin pek ucuza gider karşılığını eklerlerdi Ucu bir başlarına erkeksiz yaşıyorlardı Belki de dış dunyayla ilgisiz yaşamları bundandı İffet Hanım ’ın elinde en canlı iplikler huzne bulanır; en goz kamaştırıcı cicekler acı cokertirdi Oysa İncila Abla ’nın suzenileri, sarmaları, hesapişleri huzur verirdi icimize
Annem, onlara gittiğimizde daima hediyeler gotururdu Sırayla Nuhbe Hanım ’a, İffet Teyzeye ve İncila Abla ’ya Ama bu hediyeler, annemin gitmek zorunda kaldığı yerlere goturduğu buket ciceklere, luks fondanlara benzemezdi Paketleri gizlice taşlıktaki ayakları sallantılı yemek masasına bırakırdı İffet Hanım hemen farkeder, “Kızım ne diye zahmet ediyorsun, derdi Sesindeki titreyiş, bende onlardan, o taşlıktan ve odalardan kacmak ihtiyacını uyandırırdı
Taşlıkta ayakkabılarımızı cıkartırdık Naftalin kokulu terlikler getirirdi İncila Abla Terlikler ayaklarıma biraz buyuk geliyor Cay vakti kızarmış kucuk ekmeklere surulu recel ve tereyağıyla kahvaltı ediyoruz Birden iştahım kapanırdı İncila Abla ’nın gozlerini aradım Bakışlarımız birleştiğinde dinerdi midemin sinsi bulantısı
Bunca eski, yalın eşyanın ortasında cay fincanları harikuladeydi Bunlar porselendi Kulplarıysa caya eğilmiş, cayı yudumlamaya hazır gumuş kuşlardı… Cay ictikten sonra İncila Abla bize ut calardı “ek deveci develeri engine Şimdi rağbet guzel ile zengine diye bir GuneyAnadolu turkusu soylerdi Nuhbe Hanım, bu turku soylendiğinde İncila Abla ’ya nedense dargın, kusmuş bakardı Ya da bana oyle geliyordu Cunku akşamın karardığı saatlerde kapının gıcırdayarak sokaktan acılmayacağını bilmek, bende cozemediğim duyguların başlangıcı sayılır Sozgelimi bize sunulan gumuş kuşlu fincanların kırıldığını duyardım Kafesteki kanaryanın bir sabah olduğunu Bahcedeki camları boydan boya catlak limonlukta sıkışmış arıları
Biz eve donduğumuzde babamı beklerdik
Şaşırmam gereken konulardan biri, İffet Hanım ’la İncila Abla ’nın bize hic gelmemeleriydi Nuhbe Hanım ’ın yaşlılığına, yuruyemeyecek kerte yorgun oluşuna bağlardım bunu
Bir gun olağanustu bir şeyle karşılaştık İncila Abla ’larda Nuhbe Hanım ’lara annemle benden başka misafir gelmezken, ilkyaz oğleden sonrasında, genc ve yakışıklı bir adam, taşlıktaki masayı cevreleyen iskemlelerden birine oturmuş, kahve iciyordu Pencerelerin kepenkleri aralanmıştı ustelik İceriye yansıyabilen, nihayet odaları dolduran gun ışığı ansızın eski eşyayı buyulemiş, şenlendirmişti Genc adamın saclarından bir demet alnına dokulmuştu İffet Hanım annemi karşıladığında, o da ayağa kalktı
“Ne iyi ettiniz de geldiniz, dedi İffet Hanım, “erişte kesmiştim ben de
İncila Abla ibrişimleri, elvan elvan iplikleri topluyordu telaşla “Kusura bakmayın, dedi anneme
“Biz yabancı mıyız İncila?
“Cahit, dedi İffet Hanım “Tanıyacaksın Suheyla, Hasan amcayla Kamran yengenin oğlu
Annem gulumsuyordu Hasan amcayla Kamran yengenin adlarını ilk kez işitiyordum
“Muhendis cıkmış bu sene Cahit Binbir guclukle arayıp bulmuş burasını sağolsun
Ben hemen muhendis olmaya karar veriyordum Genc adam, hemen benim Cahit ağbim oluyordu ve ben, buyuyunce tıpkı ona benziyordum Geniş omuzlu, uzun boylu, insanın elini sıkarken guvenc veren
Cahit ağbi saygıyla annemin elini sıktı Benim de Galiba hayatımda alaysız elimi sıkan birinci insandı o
Dun gibi hatırlıyorum: O gun kandil simitleri yedik Nuhbe Hanım ’ın odasına doluşup Nuhbe Hanım bayağı gencleşmişti Cahit ağbinin getirdiği siyahbeyaz damalı başortusunu gostermişti anneme Onları arayıp soran bir başka insanın gizli gururunu taşıyordu “Cahit ağbine şiir okusana dediler bana Cahit ağbime başımı ceviriyor, sonra utancla yere eğiyordum Bahceye cıktık; İncila Abla, Cahit ağbi ucumuz Camları boydan boya catlak limonlukta kuru otlara oturduk Taşlığa girip pıtpıt terliklerimizi giydiğimizde guneş batıyordu Nuhbe Hanım ’ın odası alacakaranlığa burunmuştu Cahit ağbi, alacakaranlıkta, İncila Abla ’yı seyrediyordu sezdirmeden Cahit ağbiye defterimi, İncila Abla ’nın yaptığı kenar suslerini gosterdim Carpım cetvelini cıkardım okul cantamdan Boncukların yerlerini değiştirdim Pergelle suda halkalar cizdi defterime Cahit ağbi Nuhbe Hanım, oradan oraya koşturan İffet Hanım ’ın terli yuzune bir şeyler mırıldanarak ufledi İncila Abla ud calmadı Eriştelerimizi patiska bir torbaya koydu İffet Hanım; “Sana da vereceğim Cahit, dedi “Size gelip yerim teyzeciğim Hasan amcanın, Kamran yengenin yinelenen adları Nuhbe Hanım ’ın kadife kesesinden cıkan elyazması Kur ’an Ayrılırken annem, İncila Abla ’yı sevecenlikle kucaklıyor
İlkyaz aylarında Cahit ağbiye hep rastladık Nuhbe Hanım ’larda Misafir odası şimdi, bize olduğu gibi, onun icin de acılıyordu İşe girmişti Cahit ağbi Muhendisliğin onu şimdi acıktılar, herkes muhendis olmak istiyordular… Kadıkoyu ’ne gectiğinde, ne yapıp ne edip, Nuhbe Hanım ’larda erişte yiyordu
İffet Hanım kasnakları konsolun gozune kaldırmış durmadan bir şeyler dikiyordu Sayfalarını cevirdiğim Manidifata ’lar da yoktu ortalıkta Taşlıktaki masanın altına beyaz kağıtlar yayılıyor, kumaşlar biciliyordu Sokağa cıktığımızda anneme sordum:
“Anne, Cahit ağbi onların nesi oluyor?
“İncila Abla ’yla evlenecekler Allah yuzunu guldursun İncila ’nın
“İncila Abla gidecek mi buradan?
İncila Abla ’yı yitirmekten urkuyordum Cocuk kalbime hancerler batıyordu İncila Abla limonlukta yine ut calıyor, Cahit ağbi gur sesiyle “Etme beyhude figan vazgec gonul şarkısını okuyordu Nuhbe Hanım, odasının penceresini ardına kadar acmış, dinliyordu Kafesteki kanarya guneşlerde bahceye cıkartılıyordu Ot govermiş, harap bahceler azmıştı Nuhbe Hanım ’ın sedefli kavuklarına yerleştirilmiş cılız kupecicekleri bile tomurcuklanmıştı Ben konağın oymalı dam cıkmalarından hoşlanmıyordum, limonlukta yukselen kalın erkek sesini sevmiyordum, Cahit ağbi dostum olmuyordu
İffet Hanım ’ların odasındaki cilalı tahta sandık acılıp kapanıyordu Okul cıkışlarında genellikle buraya geliyorduk annemle Tahta sandığın acılıp kapanışlarına “Eskiden, diyordu Nuhbe Hanım, “kızların ceyizinde bir teli ipekten, bir teli ketenden kıvır kıvır dokunmuş hilali gomlekler makbuldu Herkes guluyordu onun anlattıklarına Aralık kepenklerden şişman dut sinekleri giriyordu odaya Hevessiz, coşkusuz gunlerim İncila Abla ’yı, o dutağaclarının golgelediği evden ayrı duşunemiyordum İncila Abla bir perikızı olmaktan uzaklaşıyor, etiylekemiğiyle gerceğe donuşuyordu Carşaflardan sıcaktutacağına, her şey hazırlanıyordu ceyizde
“O uğursuz mum ciceklerinden, diyordu da, başka bir şey demiyordu annem Nişan elbisesi dikilirken soz bozuldu Cahit ağbinin gelişleri seyrekleşmişti Limonluğa gecip şarkılar soylemiyordu artık İncila Abla ’yı kucaklayışlarında soğuktu, bıkkındı Oturup kalkması, giyinip kuşanışı başkalaşmıştı Defterime gonyesiyle ucgenler yapmadı boy boy Mum cicekleri limonlukta kendi kendilerine bitmişlerdi “Yıllarca otun uremediği limonlukta
Cahit Ağbi ’nin İncila Abla ’yla nişanlanmayışının nedeni belirsizdi Annem konuşmuyordu sorduğum vakit Ben onlara gitmediğimizde carcabuk unutuyordum Zaten tatil yaklaşıyordu, yazın esrikliği vurmuştu başıma İffet Hanım ’ı kıpkırmızı gozlerle buluyorduk Ucuk pembe tafta nişan elbisesi eski gardıroba asılmıştı “Uzulmeyin İffet Abla diyordu annem “nerde İncila gibi bir kız bu zamanda Kısmeti kapanmadı ya Kendi de inanmıyordu soylediklerine pek Kanarya eski yerine kondu İncila Abla ’nın yuzunde yaşamadan tukenmiş umut ışığı gulumsemeler Sonra sonra zayıflamaya başladı İnce vucudu ateşlerle kavruluyordu “Bu yapılır mıydı, dedi annem, “bu yapayalnız, sığınaksız insanlara yapılır mıydı bu!
Annemin misafir gununde beyaz elenler gecirmiş, guneş şemsiyeli bir kadın, “İncila ’yı da bundan sonra kimse almaz, dedi “Az gezmedi o muhendis cocukla Limonlukta şarkıların bini bir paraydı Gokleri cınlattı avazeleri Hallerini bilmeyişlerinden soz edildi İffet Hanım ’ların; Kızılay ’a satılan hesapişleri, murver iğneler, civan kaşları
Nişan bozulmasından bir yaz gecmişti Koskoca bir yaz gecmişti Cahit ağbiyi yanında kısaca boylu, cok şık bir kızla Moda ’da gormuştuk Deniz Kulubu ’ne giriyordu Genckızın sacları bukle bukle kesilmişti Percemleri, yokuşta Cahit ağbiye yaslanışları… Deniz Kulubu ’nde caz calıyordu Kayıklarla gelip dans edenleri seyrediyordu halk Cahit ağbi, anneme selam vermek istemişti: Hasan amcayla Kamran yengenin oğlu, “Tanıyacaksın Suheyla Buz gibi durmuştu annem Bana el sallamıştı Cahit ağbi, kolumdan cekip suruklemişti annem
Duğunler yaşanıyor Gelin guleryuzle iniyor merenlerden Cocuklar geziniyor ortalıkta Kadınlar aynalarda yapılı saclarını duzeltiyorlar Duğun pastası kesiliyor
Ben hic duğunlere gitmiyorum
İcinde akide şekerleriyle bir tek lokumun olduğu pembe kağıdı acmıştım Pembe kağıt kulahta İncila Abla ’mın soluk baskılı fotoğrafını gormuştum Limonluğa kar yağıyordu Kar, catlak camlardan iceriye yağıp eriyordu
Kuru ayazın ardından yağmurlar geldi
“Hoş geldiniz, “dedi annem
“Şakır şakır yağmur, manşonumu ıslattı, dedi annemin guneş şemsiyeli konuğu Cizmelerini cıkardı Manşonunun tuylerini kabarttı Soba yanan odaya girerken, “İşittiniz mi? diye sordu “Sizin İncila ’nın Cahit, eski elcilerden Regaip beyin kızıyla nişanlanmış, yıldırım nikahıyla evleneceklermiş Bir an sustu anlamlı goz suzmelerle “Regaip bey cok seviniyormuş Sevinir elbet, Cahit hem guzel cocuk hem de istikbali acık
Annem, misafir hanıma muzlu pastadan tutmuyordu