iltasyazilim
FD Üye
Geometrinin Mimari Eserlerdeki Önemi nedir
20Yüzyılın Modern Mimarlık Akımları:
1897 yılında JJ Thomson elektronu buldu Artık atom Grek asıllı adından sanıldığı gibi bölünmez değildi ve böylelikle yeni bir devir çözülmüş ve beraberinde çağdaş fiziğin temelleri atılmış oluyordu Sanat tarihçiler modern sanatla çağdaş fiziğin bununla birlikte doğduğunu çünkü ikisinin de aynı düşünceden başladığını savunurlar Mimari akımların her birinin de yaşandığı dönemde görülen sanat akımlarıyla bağlantıları vardır
1FÜTÜRİZM: (1909)
20yüzyılın birincil on yılı içinde artan sanat ve mimarlık dünyasının en ilerici , en yenilikçi , eşsiz ve ileri hareketidir 20 şubat 1909 ‘da yayınlanan 1fütürist manifestosu (bildirgesi) onların estetik anlayışlarını şöyle açıklama eder “Biz tehlike , enerji ve yalınlığın şarkısını söyleyeceğiz ve açıklıyoruz ki dünya yeni bir güzellikle zenginleşmektedir Hızın güzelliğiyle, yılankavi egzos borularından meydana çıkan patlayıcı nefesiyle bir yarış otomobili kükreyerek giderken makinalı tüfek gibi sesler çıkaran bir otomobil antik güzelliğin simgesi olan Yunan heykellerinden kat kat güzeldir “ Mimari alanda Antonio Santella ve Mario Chiattone fütürizmin anlayışına yerinde eserler ortaya koymağa çalışırlar Santella projelerini hazırladığı Citta Nuova ‘da göktırmalıyanlar, metrolar, asansörler, ayrı boyuttaki trafik şeritleri gibi garip ve yeni görüşler kullanmıştır ve konuyla ilgili olarak “Çağdaş kentlerimizi heybetli bir tershane gibi yaratıp bitmiş inşa etmeliyiz Her yer hareketli ve dinamik, çağdaş binalar ise dev bir alet gibi olmalıdır Fakat onun bu radikal ve ilerici görüşleri 50 sene sonradan Paris ’teki Pompidou meslek merkeziyle bir ölçüde gerçekleşecektir Ona tarafından mimarlık yalnızca avantaj ve pratikliğin kuru bir birleşimi olmayıp bir sanattır Buda birleşim ve açıklama demektir Santella geçmişin klasik ve statik estetiğine aleyhinde çıkmakta ve taraftarlarıyla beraber “ Mimari Dinamizm “ dediği başkalaşım ve hızdan kaynaklanan canlı bir estetiğe ulaşmaya çalışmaktadır Yine ona kadar eğik ve eliptik çizgiler öz tabiatlarından nedeniyle dinamik olup tepede olan ve yatay çizgilere kadar bin kat artı şehvetli güce sahiptir ve dinamik bir mimari onlarsız düşünülemez
2 NEOPLASTİSİZM : ( De Tarz ) (1917)
20 yüzyılın antinatüralist görünmeyen sanat anlayaşındaki topluluklardan biride Hollanda ’da Piet Mondrian gibi ressamlar, Gerrit Rietveld gibi mimarlar, heykeltraş Vantangerlo, Hugo Ball, Jean Arp gibi şairlerin başını çektiği grup 1917 yılında çıkardıkları De Stil dergisinde görüşlerini ifade ederler Topluluk elemanlarından Doesburg ve Mondrian yeni hareketin teorik ilkelerini ortaya yerleştirme ve bu ilkeler doğrultusunda eserler vermekte grubun önde gelen kişileri olmuşlardır
Mondrian ’ın tüm resimlerinde aynı mizah hakimdi Beyaz bir fon üzerinde nötr biçimler olarak adlandırdığı kareler, dikdörtgenlerden oluşan kompozisyonlar yapıyor, her zaman tepede olan açısal düzende çalışıyor ve bunları kırmızı, mavi, sarı renklerle boyuyordu Ara çizgilerde siyah, beyaz ya da griden oluşuyordu Mondrian ’ın bu ısrarlı tutumunu daha da gönder noktalara götüren Kasimir tüm tual üstüne tek bir kare koyarak total rasyonalizme ulaşmıştır
De Tarz ’ in etkileri mimarlık alanında önemli olmuş ve onun değerleri ön plana alınarak Bauhaus ekolüne dek ulaşmıştır 1920 ’lerde Le Corbusier kadar savunulan Punizm, Mies Van der Rohe göre daha da ileri götürülmüş ve MondrianKasimir etkileşiminde olduğu gibi Le Corbusier – Van der Rohe etkileşiminde ITT mimarlık okulu binasında total bir mekana yani tüm binanın bir dikdörtgen prizma mekan şeklindeki ifadesine ulaşılmıştır Yani saf, yalın, soyut, geometrik, dik açısal, biçimlerle kompozisyon yaratmak
Doesburg mimarilerini karşıtkübik olarak niteleyerek şöyle açıklar : Buda fonksiyonel mekan hücrelerini kapalı bir küp içinde dondurmaya çalışmaktan kaçınmak demektir Bunun yerine taşan düzlemlerden balkonlarda olduğu gibi fonksiyonel mekan hücrelerini küp yada yapı merkezinden dışarı içten merkezkaç kuvvetin etkisiyle fırlatır ve bu nedenle doruk, genişlik, derinlik ve zaman yaklaşımlarıyla yeni plastik ifadeler elde edilir Bu Nedenle mimaride altında –yukarı uçan bir görünüş kazanır ama buda doğanın yer çekim yasalarına aleyhinde gelmektir, harekettir Doesburg bu ifadesiyle tanıdık geometrik formlara karşı çıkmaktadır
Amerikalı Frank Lloyd Wright , Doesburgun teorisini geliştirmiş ve onu “kutunun parçalanması diye adlandırmıştır Keza Wright ünlü Şelale Evini de bu teorinin ışığında tasarlamıştır Teoriyle ilgili olarak Doesburg “evvelden kararlaştırılmış tip form anlayışına öteki deyişle çıkarma yaklaşımına aleyhinde çıkmakta ve “dışarıdan kaynaklanan geleneksel estetik ağırlıklı mimari tasarım yöntemini reddetmektedir ona Tarafından mimar yaratacağı binasının tekrar formunu evvelden tayin etmemelidir Çünkü bu şart çıkarma bir tavır olup bazı estetik formülleri peşinen benimsemek demektir Doesburg mimarın pratik hayat isteklerinden yola çıkmasını ister Bu Nedenle doğru dışa artan mantıklı adımlarla problemi parçalara bölerek çözüm arama yöntemi gelişir ki bu işlevci ve tümevarımcı bir yaklaşımdır Bu yöntem sonucunda mimari forma ulaşılır böylece sonuç yönteminde form verme laf konusu iken, tümevarımda ise form bulgu laf konusudur Oysa mimarlık keza fonksiyona ayrıca de estetiğe yanıt devretmek üzere çift amaçlıdır Dolayısıyla mimari bir eserin başarılı sayılabilmesi için işlevsellik ve alımlılık kriterlerini bir arada bulundurmalıdır Oysa yinede De Stilcilerin yönteminde bile tasarım aşamasının sonunda inşaat aşamasına geçmeden form belirlenmiştir
Fran Lloyd Wright ’ın 1936 ’da Pennysylvania ’ da gerçekleştirdiği Şelale Evinde Doesburg ’un teorisinde belirttiği gibi fonksiyonel mekan birimleri küpün yada yapının merkezinden dışarı dürüst fırlamış ve mimari eser uçan bir dış görünüş kazanmıştır
Tarih baştan başa geleneksel şekilde toprağa bağlanmış tüm kütlesiyle yere oturmuş binalar bu kütlelerde olduğu gibi topraktan kurtulma çabasında olup tıpatıp bir ağaçta olduğu gibi toprağa en düşük bağlantı eden ve yukarı dürüst genişleyen bir biçim kazanmaktadır Betonarme, duygusuz modern malzeme ve teknolojilerle bu yeni düşünceler hayata geçirilmeye başlanmıştır
Portoghesi ve Vittoria Gigliotti ’nin StMarinella ’daki apartmanı ve Mashe Safdie ’nin Montreal ’deki toplu ev yapılarında evvelden belirlenen bir form anlayışı yoktur Başlıca kitleden fırlayan işlevsel mekan birimleri bütüne yada mimari forma dinamizm kazandırmaktadır Önceden belirlenmemiş bu tasarım yöntemiyle varolacak sonuçta bir defaya özgü orijinal bir form olacaktır
Bazı mimarlarda yapı cephelerini bir Mondrian ve Doesburg devlete ait gibi ele almışlardır Gerrit rietveld ’in Hollanda Utrecht ’teki Schröder evi, De Tarz grubunun mimari ölçekte iki boyutlu ifadesi vardır Dikdörtgen ve karelerle yapılan düşey açılıcephe kompozisyonunda, renklerde aynı mizah çerçevesinde kullanılmıştır Sarı, kırmızı, mavi Bu tutumun aşırı bir örneği olarak bina cephesini az kalsın görünmeyen bir Mondrian resmi gibi açıklayan Paul Rudolph ’un tasarladığı evi gösterebiliriz Binaya dışarıdan bir eklenti niteliğinde olan ve iç fonksiyondan kaynaklanmayan bu cins biçimci bir tutumun mimari galibiyet kriterleri aralarında yer alması kuşkuludur
3 FONKSİYONALİZM:
İşlevsellik çağdaş mimarinin dayandığı esas tasarım ilkelerinin en önemlilerinden olup Amerikalı mimar Louis Sullivan göre mimarlıkta kullanılan “biçim işlevi izler sloganına dayanır Gerçektende pratik işlevlere çözüm arayarak yola meydana çıkan bir tasarımcı fonksiyonel yöntemle bir biçime ulaşır Ve bu biçim yada form mimarlığın esas kriterlerinden ilki olan işlevselliği yerine getirir Eğer bu biçim sağlam yapı edilmişse rüzgar, deprem gibi güçlere dayanabiliyorsa işlevsel bir form yani bir bina yaratılmış demektir Fakat bu yapının estetik değerlerinin büyüklüğü onun mimari değerlerinin de ölçütü olacaktır Bu bedel yüksek düzeydeyse mimarlıkta yüksek, orta ise mimarlıkta ortadır Eğer bu bedel olumsuz ise mimarlıkta olumsuzdur Dolayısıyla apaçık hoş olmayan mimarlıktan uzakta bir inşa vardır
4PURİZM:
Bu akıntı Le Corbusier ve Amedeé Ozenfant kadar yaratılan bir hareket olup ikili düşüncelerini 1918 ’de beraber yayınladıkları Aprés Le Cubism (kübizmin sonrası) adlı kitapta açıklamışlardır Bu kitap Volter ’in bir ifadesi ile başlar; Gerileyiş işin kolayına kaçmanın , iyi yapmaktaki tembelliğin, güzele olan ilgisizliğin ve garip zevklerin bir ürünü olarak ortaya çıkar Kitabın son cümlesi ise puristlerin konuya yaklaşımını verir Bir şaheser “Rastlantısal, çabuk dışı, izlenimci, tepkici ve pitoresk(sevimli) olmamalı lakin bunlara rağmen genelleşmiş , durağan ve değişmezliğin bir ifadesi olmalıdır Dobra Dobra belirtildiği üzere bu ikili sanatta evrenselliği, durağanlığı savunmakta, kişiselliğe ve devingen davranışlara sırt çevirmektedir Bu kitapta garip bir değerlendirme vardır “Bana Amerika ’dan getirdiği fotoğrafları gösterdi –buğday siloları bunlar sanatçılar kadar yok lakin tanınmamış mühendisler kadar tasarlanmıştı Onların üstün güzelliği beni çarptı Zaten eksik olan süslemelerini badana ile örtünce purist bir tasarım meydana geldi Purizmin ideolojisi içinde alımlılık; saf, yalın ilk formlarda bulunmuştu Küpler, koniler, silindirler, piramitler en hoş formlardır Corbusierin alımlılık anlayışının kökleri antikiteye değin gider Sümerlerden, eski Mısır, eski Yunan ’dan gelen Rönesans ’ta her tarafta ortaya çıkan ve çoğunlukla alışılmış olarak adlandırılabilen bu anlama 20 asır sanatında Corbusierin öncülüğünde Purizmadı altında devam etmektedir “Yalınlık mahrumiyet çağırmak değildir; amacı saflıktır, arındırmaktır
Puristler için form birincil ve ikincil elde etmek üzere ikiye ayrılır Örneğin bir küp herkes için aynı plastik anlamı taşır Ancak spiral bir form bazıları için yılanı ve bazıları içinde bir girdabı anımsatabilir Bu cins formlarda ikincil formlardır Ilk formlar purist yapıların esası olarak kabul edilir Corbusier 1911 ’de İstanbul ’a geldiğinde camilerin bir analizini yapmıştır “kütlelerinde geometrinin disiplini vardır:kareküpküre, planda ise tek eksene göre dikdörtgenvari bir karışık Dolayısıyla Corbusier ’in Osmanlı Mimarisinde purizm ilkelerini bulduğunu söyleyebiliriz Purizmin formları bireysel formlar olmayıp anonim, evrensel, genelgeçer, rasyonel formlardır ve bunlarla yapılan sanat eserleri ve kompozisyonlarda evrensel olacaktır Böylece purizm rasyonalizme yol açıyor ve giderek “uluslar arası mimarlık akımı doğuyordu
LE CORBUSİER:Corbusier ’in puristrasyonalist karakterde verdiği eserler 19201950 arası onun olağan dönemini içerir Bu eserler aralarında Citrohan Evi(1920), Centro Soyuz(Moskova1928) ve göreceğimiz eserler sayılabilir
VİLLA SAVOYE: (19291931)Poissy
Ev yerden yükseltilmiş bir kutudur ve çepeçevre şerit biçiminde olan aralıksız pencereleri vardır Le Corbusier yapıda U şeklinde olan 1kat planını bir kareye tamamlamış böylece oluşan kübün pencereleme şeklini de yatay bantlar biçiminde ifade etmiştir Diğer bir deyişle binaya dıştan baktığımızda üstü açık balkon bölümünü göremeyiz Çünkü bu bölümün cepheleri de salon pencereleri gibi gösterilmiştir Kübün 4 cephesinde kesintisiz dönen yatay pencere bantlarının arkasından öbür hacim ve işlevler yer almıştır Küp formu yalnızca çatı katındaki güneşlenme yerini çevreleyen silindirik duvarlarla bozulmakta ve sabit değişmez kütle bir ölçüde hareket(dinamizm) kazanmaktadır Yapı geometrik oranlarıyla geçmişe bağlanırken geleneksel yapılarda olduğunun tersine yere bağlanmamış yerden koparılıp ince kolonlar üzerine alınarak az daha uzaydaboşlukta durması sağlanmıştır Renk olarak beyazın seçilmesi doğanın ve gökyüzünün değişen renkleriyle bir tezat oluşturması ve yapının uzaklardan fark edilmesini sağlamıştır
Corbusier ’in bu yapısı çağdaş mimari ve teknolojiyle , çağdaş konstrüksiyon arasında 5 noktada bağlantı kurmuştur:
1Kolonlar tüm yükleri alarak taşırlar ve duvarları taşıyıcı olmaktan kurtarırlar
2Yapının taşıyıcı iskeleti ve duvarları fonksiyonel yönden birbirinden bağımsızdır
3Egemen plan:Betonarme iskelet sadece bir teknik özellik olarak değil bununla beraber estetik bir unsur olarak kullanılmıştır Bölme duvarları ise iç mekanı belirtici öğelerdir ve bu tarz yapıların fazla katlı örneklerinde kat planlarının her katta değişik olarak düzenlenebilmesi olası olmaktadır
4Egemen cephe
5Çatı bahçesi:Bu yapıyla düz çatılar kullanılabilir hale gelmiştir Hem çatıda binanın zeminde kapladığı dek bir alanda bahçe yapma imkanı doğmuştur
Corbusier Paris ’teki İsviçre talebe yurdu binasının da saf dikdörtgen prizmatik kütleyi dinç kolonlar üzerinde yükselterek zemini boş bırakmıştır Bu binada meren, asansör, tuvalet gibi ikincil işlev elemanları(servis mekanları) ikincil formlarla bambaşka bir parça olarak esas kitleye bağlanmıştır Bu Nedenle “saf prizma etkisi ikincil formlarla zenginleştirilirken tasarım yöntemi de tümevarım yönünde önem kazanmıştır
Corbusierin Marsilya ’da gerçekleştirdiği toplu ev binası da önceki yapılarla benzer ilkelere dayanır Saf prizma, sağlam kolonlar üstünde yükseltilerek zeminden koparılmıştır Prizmanın dış örtüsü ise balkonlar ve güneş kırıcılar dolayısıyla üç boyutlu olup bu cephelere gölge ışık etkisinin hareketliliğini kazandırmıştır
LUDWİG MİES VAN DER ROHE:
FARNSWORTH EVİ:
Bu yapı Corbusier ’in yapılarında olduğu gibi geleneksel şekilde esas duvarlarıyla yere emrindeki olmayıp çelik kolonlar üstünde topraktan ayrılmış camdan, saf, yalın, dikdörtgen bir prizmadır Usta tüm eserlerini en ince noktasına dek düşünmüş ve tasarladığı “sırça kutular ressam bir kuyumcunun yonttuğu kristaller gibi değerlendirilmiştir
Van der Rohe ’un eserlerini iki şekilde inceleriz:
11937yılına değin süren Avrupa ’daki çalışmaları:
Berlin (19191921) : 2cam gökdelen projesi
Stuttgart (1927) : Weissenhof Sitesi
Krefeld (1928) : Lange evi
Barcelona (1929) : Almanya Pavyonu
Çekoslavakya (1930) : Tugerdhat Evi
“ (19311938) : Avlulu Konut Projeleri
21937 yılında politik baskılar sonucu Almanya ’yı terk edip ABD ’ye yerleşir ve çalışmalarını burada sürdürür
İllinois Teknoloji Enstitüsü
Chicago Konutlar (194819511957)
Farnsworth Evi (1950)
Almanya (1953) : Mannheim Tiyatro Binası
Chicago (1954) : Kongre Salonu Projesi
Küba (1959) : Bacardi Bürosu
Newyork : Citrohan
Berlin (1968) : Milli Galeri
Rohe bütün bu eserlerde defalarca dikdörtgen prizmatik formları yalın ve saf biçimde kullanmış ve düşüncesini şöyle açıklamıştır “Biz formel problemlerle uğraşmayı kabul ediyoruz Böylece mimari formu en tekrar kabul eden artist için formel problemler sahiden laf konusu değildir Ressam yaptığı işi “acayip almak istemiyorum, iyi edinmek istiyorum sözleri ile özetler Fakat dönemin meşhur bir eleştirmeni sanat eserini şöyle tanımlar: şaheser enerjik olmalıdır seyircinin dikkatini çekmeli, heyecanlandırmalı, muhakkak bir duyguyu hayata geçirmelidir
WALTER GROPİUS:
Fogus pabuç Fabrikası: (Alfeld) : Sanatçının ilk manâlı eseridir Adolf Mayerle birlikte tasarladıkları yapıya esas itibariyle cam ve metalden oluşan bir perde cephe giydirilerek yalın, saf, net bir çözüm elde edilmiştir Simetri, sabit denge gibi ilkeler kompozisyona hakimdir
Bauhaus Binası : (1926) : Burada ise bu defa birden fazla yalın dikdörtgen prizmayı birbirine ekleyerek daha dinamik bir kompozisyon elde etmiş ve kendi deyişiyle simetrinin yapmacık anlamsızlığı yerini serbest bakışımsız gruplaşmanın canlı ve ritmik dengesine terk etmiştir
5 Ekspresyonizm: (1918) (Ekspresyonizm)
20 yüzyılın başlarında bilhassa Almanya ’da artan ve kubizm, putirzm, neoplastitizm gibi bir sanat akımı olarak karşımıza çıkar Ekspresyonistlere kadar sanat eserlerinin tümünde ifade vardır Cümleyi zıt çevirirsek ifade sanat eserinde olması gereken bir niteliktir ve ifadesiz bir şaheser olamaz Bir sanat eserinin ortaya konmasında farklı aşamalardan geçilir Birincil aşamada doğadan alınan izlenimlerin etkisi görülür İkinci aşamada orijinal tinsel bir birleşim laf konusudur Üçüncü aşamada bu eşsiz ifadeye bir hoşgörü duygusu katılır Son aşamada artist yarattığı bu daha aşağı yapıyı ses, taş, beton gibi fiziki elemanları kullanarak fiziksel ışık halkası sokarak sanat eserini yaratır Bu aşamalardan geçen ,orijinal ifade gücü yüksek mimari eserlerde üstün estetik değerlere sahip olarak nitelenir Bu türden bir yapının sahip olması gereken kriterleri Naun Gabo “mutlak form olarak adlandırır Ona tarafından kendi hayatı olan, kendi dilini konuşan, kendine özgü duygusal bir etkisi olan, duygusal gücü tek,ani, dayanılmaz ve evrensel olan yalnızca zihin ile anlaşılmayan formlar mutlak formlardır
Dışavurumcu mimarlar modern mimarlığın gelişme aşamalarından geçmişler modern mimarlığın 19201930 ’larda klasikleşen kuralları çerçevesinde eserler verdikten daha sonra kendi kişiliklerini yansıtan benzersiz ifadeli eserlere girişmişlerdir
Çağdaş mimarlığın herzamanki devresinin olumsuz bir klişe haline gelerek uluslar arası uslup adı aşağı kişilikten yoksun biteviye gelişmesi sonucu bölgesel ve kültürel farkları yok eden bu mimariyi Frank Lloyd Wright “telefonla nakledebilinecek mimari diyerek hafife alıyordu Başlıca çizgileri ile incelemeye çalıştığımız dışavurumcu mimari yönelimlerin hepsi mantıklı mimarlığın katı geometriciliği şematizmi ile belirlenmiş bir çatışma halinde olup irrasyonel bir tutum içerir Ekspresyonist yapılar akla yatkın, uluslar arası üsluba tezat oluştururken mimariye getirdiği özgünlük, cesaret, canlılık, dinamizm ve tek defalılık kentlerin monoton görünümünü değiştirdiği gibi onları röper noktası konumuna da getirecektir Mesela Sdney Opera Binası, Eyfel Kulesi, sadece bulundukları şehirlerin yok bulundukları ülkelerinde simgesi durumundadırlar
ERICH MENDELSOHNN:
*Einstein Kulesi: Potsdam – Almanya (1920)
Mendelsohnn ’un erken dönem yapıları ekspresyonizmin güçlü örneklerini içerir İrrasyonel bir biçim belirten inşa tek bir kütleden oyularak yaratılmış benzersiz bir heykeli andırır Mimarı da inşa için Einstein ’ın izafiyet teorisinin araştırması için inşaa edilmiş yapı aynı zamanda onun anısına dikilmiş bir anıttır Dolayısıyla yalnızca bir mimari eser olmayıp bir heykeldir de
FRANK LLOYD WRİGHT:
*Guggenheim Müzesi: (19431959)
Biçimsel analizi yapıldığında yatay bir platform üzerinde yükselen müzeyi oluşturan zıt bir indirilmiş koni ile idare kısmından oluşan bir inşa olduğu görülür Müze mekanı zeminden helezonik şekilde yükselen bir rampa ile ortasındaki boşluktan ibarettirbu iç mekan ve helezonik hareket dış yapıya da aynen yansımıştır Yani iç mekan ve dış kütle özdeştir, birdir Ters indirilmiş koni geometrik bir formdur Spiral ince pencere bandları içerlek olup formun bütününü bozmaz Bu form antik ve geleneksel yığma inşaat teknolojisine yani zeminden dikey yükselen form anlayışına terstir Altında rahat ama yukarıya doğru genişleyen bir form Modern teknoloji ile geliştirilebilen bu form yeni benzersiz ve coşku vericidir Bütün yapı tek bir malzemeden beyazlaşan bej betonite ile kaplanmış Brüt betondan yapılma pürüzsüz yüzeylerden oluşturulmuştur Tıpatıp heykeltraşın külden yaptığı bir heykel gibi Yapı eleştirmenler kadar “Wright ’ın kente vurduğu son tokat olarak tanımlanır
LE CORBUSİER:
*Ronchamp Tapınağı: (19501953)
Yeşil bir yığın üstüne inşaa edilen inşa duvarlarının beyaz rengi, çevresindeki yeşil örtü ve gökyüzünün değişen renkleriyle tezat yaratarak binayı belirgin ayla getirmektedir 1944 ’te yıkılan eskinin yerine yapılan bu kilise yalnızca 200 kişiliktir Fakat kayda değer açık hava dini törenlerinde kullanılmak üzere doğu cephesinde bir yarım kubbe ve vaaz yeri bulunmaktadır Yapı içinde kuleleri yoluyla tepeden aydınlatılan 3 minik şapel vardır Eserin en çarpıcı yanı tepede olan açıyla alakası olmayan eğrisel yüzeylerle kavranan bir iç mekandan oluşan formudur İrrasyonel form kişiyle doğada oluşmuş masif bir kaya etkisi uyandırır Inşa duvarları topraktan fışkırmış masif görünümler içerir ve bu duvar üzerinde avarelik oranı %3 ’ü geçmeyen farklı boyutlarda çok sayıda pencere açılmıştır Yapının duvarları kesin kanıtı olmasa da Akdeniz mimarisinden esinlenmiş görülür Ama masif duvar görüntüsüne karşısında duvarların toplama olmadığı çelik bir iskelet üzerine taş örülerek yapıldığını bilmekteyiz fakat bu durum mimarinin 1920 ’lerden beri bilhassa Villa Savoy ’da uyguladığı yapı iskeleti ve duvarların görevsel olarak birbirinden egemen olma ilkesi ile çelişir Ayrıca Villa Savoy2un zeminden koparılmış görüntüsüne karşın burada doğa ile bütünleşmiş bir inşa ilkelerle çelişmektedir Yapının çatı örtüsü mimarın anlatımıyla 1946 ’da Newyork yakınındaki Long Island ’da bulduğu bir yengeç kabuğundan esinlenerek tasarlanmıştır Kalın salt betondan üretilmiş görünen bu çatı örtüsü yanıltıcı bir görünüş içerir Aslında çatı birbirinden 226 mesafede 6cm kalınlığındaki betondan mamul üretilmiş çift cidardan oluşmaktadır ve her iki katman arasındaki bağlantı kirişlerle sağlanmıştır Corbusier 1920 ’lerde getirdiği purizmin ilkeleriyle nasıl akılcı mimarlığın öncülerinden olmuşsa mimarlığı statikten dinamiğe yönelten Ronchamp Tapınağı ile ekspresyonizmin öncülerinden olmuştur Le Corbusier ’in bu yapısı bir heykel gibi nitelenebilir ve bu başarısının sırrını mimarlığının yanı sıra artist ve heykeltraş olmasında seslenmek gerekir Yapıda geleneksel alışılmış simetri ve durağan denge anlayışı yerine enerjik bir denge görülür
JOHN UTZON:
*Sdney Opera Binası: (19561973)
Artist bu eseri ile mimarlık dünyasını sarsmıştır Utzon seçimini yeniden yaparak irrasyonel duygusal yönü seçmiştir Yapı için düşünülen yer denize uzanan küçük bir çıkıntıdır Bu alanda yapılacak yapı için mimarının yaratı ve hayal gücü ona rüzgarda yelkenleri şişmiş bir gemi görünümü veren eskizleri çizdirmiştir Yapının görünen imajının başlıca hareket noktası budur Mimarına göre “yapıda çatının önemi büyüktür Çünkü bu yapı yukarıdan da görülecek bir yapıdır bu nedenle ben kare bir heykel tasarladım Kabuk çatı örtülerinin beyaz yelken gibi biçimlerinin limanla olan ilişkileri yatların yelkenleri gibi doğaldır ve bu yarım adada daha hoş bir siluet düşünmek güçtür
HANS SCHARUN:
*Berlin Flarmoni Binası: (1963)
Projenin esas çıkış noktası geleneksel konser salonlarında görülen sahnenin yerinin değiştirilmesi sahnenin ortaya alınarak dinleyici sıralarının onu yuvarlak biçimde kuşatması başlıca alınmıştır Mimar biçimi önceden hemfikir olunmuş bu yapıda irrasyonel karşıt geometrik anlayışla içten dışa doğru gelişen bir tasarımla yapının kitlesini oluşturmuş İki katlı yatay bir platform üstünde yükselen biçimsiz irrasyonel formuyla doğadan kendiliğinden oluşmuş masif bir kaya yada buzdağı görünümündeki yapının insanların alışageldiği geometrik formlarla hiçbir ilgisi yoktur Yapıda antisimetrik ve enerjik denge anlayışı ilk önce gelen özelliktir
EERO SAARIEN:
*Twa Binası: Newyork (19561961)
Yapının hareket noktası mimarın 1956 ’da bir restoranda yemek yemek yerken menü kartına çizmiş olduğu krokilerdir İrrasyonel anlayışla yapılan çizimlerde yapının formu kanatlarını simetrik olarak açmış iki ayağı üstünde henüz yere konmuş büyük bir kuş görünümündedir Fakat yapı bir kuşa benzediği için değil Gabo kriterlerini yerine getirdiği için estetik değeri yüksek mimari bir eser sayılacaktır Inşa tasarım safhasında “esin ’in önemini vurgulayan bir örnektir
6 POST MODERNİZM:
Post modernizm (1972) özgün bir mimarlık akışı olmayıp çağdaş herzamanki devrin uluslar arası üslubuna kişisel ölçekte tepki belirten mimarların oluşturduğu bir harekettir Ancak birbirinden habersiz bu mimarlar arasındaki tek müşterek nokta uluslar arası üsluba karşı çıkmak tepki göstermektir Dolayısıyla yaklaşımın benzersiz bir felsefesi teorisi olmayıp sadece tepkisel niteliktedir Fakat haklı tepkilerine karşı tuttukları yol yanlıştır Philip Johnson, Mies Van Der Rohe ’un öğrencisidir ve ustası için “Mies bir dahidir fakat artık yaşlandım ve sıkıldım benim yönüm bellidir Eklektik gelenek tarih baştan başa sevdiğim şeyleri seçmeye çalışıyorum tarihi bilmezlikten gelemeyiz der Son yapılardan olan ATT Bina ’sının ön cephesi çatıda Barok çizgilere sahipken büro pencereleri aşamasında purizmin kübik kütlesini zemin kattaki lobi girişinde ise rönesansın ünlü yapılarından Pazzy Şapelinin ( Brunaccellhi) cephesinden izler görülür Bu eklektik kavrayış şüphesiz geriye doğru dönük bir çabanın negatif ürünüdür Insanoğlu ileri dönük, becerikli, reformcu çabalarıyla mağaralarda yaşamaktan bugüne gelmiştir ve bundan böyle geriye doğru dönemez Philip Johnson ve Michel Graves ve beraberindeki mimarlar bütün mücadele ve eskizlerinde eskinin cephe anlayışlarını taklit etmişlerdir
7 KONSTRÜKTİVİZM:
Bu akıntı ikisi de heykeltraş olan Naum Gabo ve Antoine Pewsner kadar geliştirilmiş olup ilkeleri 1920 ’de yayınlanan “gerçekçi manipeshto adı altında açıklanmıştır Gabo bir heykelin geleneksel şekilde bir kütleyi yontarak meydana getirebileceğimiz gibi çeşitli elemanların birbirine bağlanması yöntemiyle de konstrüktiv bir şekilde gerçekleştirilebileceğini söylüyordu Konstrüktivizm estetik açıdan “mekanik bir estetik ön plandadır ve bu akımın mimarlığı çağdaş teknolojiyle dayanır artist heykeltraş ve mimar Vilademir Tatlin, ressam Kasimir, artist ve mimar Lissitzky bu akımın önde gelen sanatçılarıdır Lissitzky ileri teknoloji olanaklarının potansiyelini geniş, gözü kara, konsol kirişlerle açıklayan binalar öneriyordu
Gabo ’nun konstrüktiv heykelleri heykel sanatında bir devrim yaratırken bu nesil bir yaklaşma mimarlık için sıradan bir olgudur Ancak burda yeni olan konstrüktif elemanların estetik ögeler olarak değerlendirilmesidir Yahut strüktür elemanlarının dobra dobra gösterildiği mimarileri biz daha önce gotik mimaride görmüştü
Geometri ve Mimari
Çağdaş mimarîde düzenli yüzeyler, özellikle betonun kullanımı sonucunda büyük bir başarı kazandı Çünkü bu yüzeylerin doğrularla oluşturulması beton kalıplarının yapımını kolaylaştırmaktaydı
Tokyo Olimpiyat Stadyumu'nda Hiperbolik Parabolit; Münih ’deki Olimpiyat Stadyumu'nda ise Eliptik Parabolitve Tek Yaygılı Hiperbolitmimari şekiller kullanılmıştır
Fransa ’daki Chartres Katedrali dönemin “dar geometri (secret geometry) ya da “tanrısal geometri (sacred geometry) olarak adlandırılan ilkelerine tarafından yapılmıştır
*
20Yüzyılın Modern Mimarlık Akımları:
1897 yılında JJ Thomson elektronu buldu Artık atom Grek asıllı adından sanıldığı gibi bölünmez değildi ve böylelikle yeni bir devir çözülmüş ve beraberinde çağdaş fiziğin temelleri atılmış oluyordu Sanat tarihçiler modern sanatla çağdaş fiziğin bununla birlikte doğduğunu çünkü ikisinin de aynı düşünceden başladığını savunurlar Mimari akımların her birinin de yaşandığı dönemde görülen sanat akımlarıyla bağlantıları vardır
1FÜTÜRİZM: (1909)
20yüzyılın birincil on yılı içinde artan sanat ve mimarlık dünyasının en ilerici , en yenilikçi , eşsiz ve ileri hareketidir 20 şubat 1909 ‘da yayınlanan 1fütürist manifestosu (bildirgesi) onların estetik anlayışlarını şöyle açıklama eder “Biz tehlike , enerji ve yalınlığın şarkısını söyleyeceğiz ve açıklıyoruz ki dünya yeni bir güzellikle zenginleşmektedir Hızın güzelliğiyle, yılankavi egzos borularından meydana çıkan patlayıcı nefesiyle bir yarış otomobili kükreyerek giderken makinalı tüfek gibi sesler çıkaran bir otomobil antik güzelliğin simgesi olan Yunan heykellerinden kat kat güzeldir “ Mimari alanda Antonio Santella ve Mario Chiattone fütürizmin anlayışına yerinde eserler ortaya koymağa çalışırlar Santella projelerini hazırladığı Citta Nuova ‘da göktırmalıyanlar, metrolar, asansörler, ayrı boyuttaki trafik şeritleri gibi garip ve yeni görüşler kullanmıştır ve konuyla ilgili olarak “Çağdaş kentlerimizi heybetli bir tershane gibi yaratıp bitmiş inşa etmeliyiz Her yer hareketli ve dinamik, çağdaş binalar ise dev bir alet gibi olmalıdır Fakat onun bu radikal ve ilerici görüşleri 50 sene sonradan Paris ’teki Pompidou meslek merkeziyle bir ölçüde gerçekleşecektir Ona tarafından mimarlık yalnızca avantaj ve pratikliğin kuru bir birleşimi olmayıp bir sanattır Buda birleşim ve açıklama demektir Santella geçmişin klasik ve statik estetiğine aleyhinde çıkmakta ve taraftarlarıyla beraber “ Mimari Dinamizm “ dediği başkalaşım ve hızdan kaynaklanan canlı bir estetiğe ulaşmaya çalışmaktadır Yine ona kadar eğik ve eliptik çizgiler öz tabiatlarından nedeniyle dinamik olup tepede olan ve yatay çizgilere kadar bin kat artı şehvetli güce sahiptir ve dinamik bir mimari onlarsız düşünülemez
2 NEOPLASTİSİZM : ( De Tarz ) (1917)
20 yüzyılın antinatüralist görünmeyen sanat anlayaşındaki topluluklardan biride Hollanda ’da Piet Mondrian gibi ressamlar, Gerrit Rietveld gibi mimarlar, heykeltraş Vantangerlo, Hugo Ball, Jean Arp gibi şairlerin başını çektiği grup 1917 yılında çıkardıkları De Stil dergisinde görüşlerini ifade ederler Topluluk elemanlarından Doesburg ve Mondrian yeni hareketin teorik ilkelerini ortaya yerleştirme ve bu ilkeler doğrultusunda eserler vermekte grubun önde gelen kişileri olmuşlardır
Mondrian ’ın tüm resimlerinde aynı mizah hakimdi Beyaz bir fon üzerinde nötr biçimler olarak adlandırdığı kareler, dikdörtgenlerden oluşan kompozisyonlar yapıyor, her zaman tepede olan açısal düzende çalışıyor ve bunları kırmızı, mavi, sarı renklerle boyuyordu Ara çizgilerde siyah, beyaz ya da griden oluşuyordu Mondrian ’ın bu ısrarlı tutumunu daha da gönder noktalara götüren Kasimir tüm tual üstüne tek bir kare koyarak total rasyonalizme ulaşmıştır
De Tarz ’ in etkileri mimarlık alanında önemli olmuş ve onun değerleri ön plana alınarak Bauhaus ekolüne dek ulaşmıştır 1920 ’lerde Le Corbusier kadar savunulan Punizm, Mies Van der Rohe göre daha da ileri götürülmüş ve MondrianKasimir etkileşiminde olduğu gibi Le Corbusier – Van der Rohe etkileşiminde ITT mimarlık okulu binasında total bir mekana yani tüm binanın bir dikdörtgen prizma mekan şeklindeki ifadesine ulaşılmıştır Yani saf, yalın, soyut, geometrik, dik açısal, biçimlerle kompozisyon yaratmak
Doesburg mimarilerini karşıtkübik olarak niteleyerek şöyle açıklar : Buda fonksiyonel mekan hücrelerini kapalı bir küp içinde dondurmaya çalışmaktan kaçınmak demektir Bunun yerine taşan düzlemlerden balkonlarda olduğu gibi fonksiyonel mekan hücrelerini küp yada yapı merkezinden dışarı içten merkezkaç kuvvetin etkisiyle fırlatır ve bu nedenle doruk, genişlik, derinlik ve zaman yaklaşımlarıyla yeni plastik ifadeler elde edilir Bu Nedenle mimaride altında –yukarı uçan bir görünüş kazanır ama buda doğanın yer çekim yasalarına aleyhinde gelmektir, harekettir Doesburg bu ifadesiyle tanıdık geometrik formlara karşı çıkmaktadır
Amerikalı Frank Lloyd Wright , Doesburgun teorisini geliştirmiş ve onu “kutunun parçalanması diye adlandırmıştır Keza Wright ünlü Şelale Evini de bu teorinin ışığında tasarlamıştır Teoriyle ilgili olarak Doesburg “evvelden kararlaştırılmış tip form anlayışına öteki deyişle çıkarma yaklaşımına aleyhinde çıkmakta ve “dışarıdan kaynaklanan geleneksel estetik ağırlıklı mimari tasarım yöntemini reddetmektedir ona Tarafından mimar yaratacağı binasının tekrar formunu evvelden tayin etmemelidir Çünkü bu şart çıkarma bir tavır olup bazı estetik formülleri peşinen benimsemek demektir Doesburg mimarın pratik hayat isteklerinden yola çıkmasını ister Bu Nedenle doğru dışa artan mantıklı adımlarla problemi parçalara bölerek çözüm arama yöntemi gelişir ki bu işlevci ve tümevarımcı bir yaklaşımdır Bu yöntem sonucunda mimari forma ulaşılır böylece sonuç yönteminde form verme laf konusu iken, tümevarımda ise form bulgu laf konusudur Oysa mimarlık keza fonksiyona ayrıca de estetiğe yanıt devretmek üzere çift amaçlıdır Dolayısıyla mimari bir eserin başarılı sayılabilmesi için işlevsellik ve alımlılık kriterlerini bir arada bulundurmalıdır Oysa yinede De Stilcilerin yönteminde bile tasarım aşamasının sonunda inşaat aşamasına geçmeden form belirlenmiştir
Fran Lloyd Wright ’ın 1936 ’da Pennysylvania ’ da gerçekleştirdiği Şelale Evinde Doesburg ’un teorisinde belirttiği gibi fonksiyonel mekan birimleri küpün yada yapının merkezinden dışarı dürüst fırlamış ve mimari eser uçan bir dış görünüş kazanmıştır
Tarih baştan başa geleneksel şekilde toprağa bağlanmış tüm kütlesiyle yere oturmuş binalar bu kütlelerde olduğu gibi topraktan kurtulma çabasında olup tıpatıp bir ağaçta olduğu gibi toprağa en düşük bağlantı eden ve yukarı dürüst genişleyen bir biçim kazanmaktadır Betonarme, duygusuz modern malzeme ve teknolojilerle bu yeni düşünceler hayata geçirilmeye başlanmıştır
Portoghesi ve Vittoria Gigliotti ’nin StMarinella ’daki apartmanı ve Mashe Safdie ’nin Montreal ’deki toplu ev yapılarında evvelden belirlenen bir form anlayışı yoktur Başlıca kitleden fırlayan işlevsel mekan birimleri bütüne yada mimari forma dinamizm kazandırmaktadır Önceden belirlenmemiş bu tasarım yöntemiyle varolacak sonuçta bir defaya özgü orijinal bir form olacaktır
Bazı mimarlarda yapı cephelerini bir Mondrian ve Doesburg devlete ait gibi ele almışlardır Gerrit rietveld ’in Hollanda Utrecht ’teki Schröder evi, De Tarz grubunun mimari ölçekte iki boyutlu ifadesi vardır Dikdörtgen ve karelerle yapılan düşey açılıcephe kompozisyonunda, renklerde aynı mizah çerçevesinde kullanılmıştır Sarı, kırmızı, mavi Bu tutumun aşırı bir örneği olarak bina cephesini az kalsın görünmeyen bir Mondrian resmi gibi açıklayan Paul Rudolph ’un tasarladığı evi gösterebiliriz Binaya dışarıdan bir eklenti niteliğinde olan ve iç fonksiyondan kaynaklanmayan bu cins biçimci bir tutumun mimari galibiyet kriterleri aralarında yer alması kuşkuludur
3 FONKSİYONALİZM:
İşlevsellik çağdaş mimarinin dayandığı esas tasarım ilkelerinin en önemlilerinden olup Amerikalı mimar Louis Sullivan göre mimarlıkta kullanılan “biçim işlevi izler sloganına dayanır Gerçektende pratik işlevlere çözüm arayarak yola meydana çıkan bir tasarımcı fonksiyonel yöntemle bir biçime ulaşır Ve bu biçim yada form mimarlığın esas kriterlerinden ilki olan işlevselliği yerine getirir Eğer bu biçim sağlam yapı edilmişse rüzgar, deprem gibi güçlere dayanabiliyorsa işlevsel bir form yani bir bina yaratılmış demektir Fakat bu yapının estetik değerlerinin büyüklüğü onun mimari değerlerinin de ölçütü olacaktır Bu bedel yüksek düzeydeyse mimarlıkta yüksek, orta ise mimarlıkta ortadır Eğer bu bedel olumsuz ise mimarlıkta olumsuzdur Dolayısıyla apaçık hoş olmayan mimarlıktan uzakta bir inşa vardır
4PURİZM:
Bu akıntı Le Corbusier ve Amedeé Ozenfant kadar yaratılan bir hareket olup ikili düşüncelerini 1918 ’de beraber yayınladıkları Aprés Le Cubism (kübizmin sonrası) adlı kitapta açıklamışlardır Bu kitap Volter ’in bir ifadesi ile başlar; Gerileyiş işin kolayına kaçmanın , iyi yapmaktaki tembelliğin, güzele olan ilgisizliğin ve garip zevklerin bir ürünü olarak ortaya çıkar Kitabın son cümlesi ise puristlerin konuya yaklaşımını verir Bir şaheser “Rastlantısal, çabuk dışı, izlenimci, tepkici ve pitoresk(sevimli) olmamalı lakin bunlara rağmen genelleşmiş , durağan ve değişmezliğin bir ifadesi olmalıdır Dobra Dobra belirtildiği üzere bu ikili sanatta evrenselliği, durağanlığı savunmakta, kişiselliğe ve devingen davranışlara sırt çevirmektedir Bu kitapta garip bir değerlendirme vardır “Bana Amerika ’dan getirdiği fotoğrafları gösterdi –buğday siloları bunlar sanatçılar kadar yok lakin tanınmamış mühendisler kadar tasarlanmıştı Onların üstün güzelliği beni çarptı Zaten eksik olan süslemelerini badana ile örtünce purist bir tasarım meydana geldi Purizmin ideolojisi içinde alımlılık; saf, yalın ilk formlarda bulunmuştu Küpler, koniler, silindirler, piramitler en hoş formlardır Corbusierin alımlılık anlayışının kökleri antikiteye değin gider Sümerlerden, eski Mısır, eski Yunan ’dan gelen Rönesans ’ta her tarafta ortaya çıkan ve çoğunlukla alışılmış olarak adlandırılabilen bu anlama 20 asır sanatında Corbusierin öncülüğünde Purizmadı altında devam etmektedir “Yalınlık mahrumiyet çağırmak değildir; amacı saflıktır, arındırmaktır
Puristler için form birincil ve ikincil elde etmek üzere ikiye ayrılır Örneğin bir küp herkes için aynı plastik anlamı taşır Ancak spiral bir form bazıları için yılanı ve bazıları içinde bir girdabı anımsatabilir Bu cins formlarda ikincil formlardır Ilk formlar purist yapıların esası olarak kabul edilir Corbusier 1911 ’de İstanbul ’a geldiğinde camilerin bir analizini yapmıştır “kütlelerinde geometrinin disiplini vardır:kareküpküre, planda ise tek eksene göre dikdörtgenvari bir karışık Dolayısıyla Corbusier ’in Osmanlı Mimarisinde purizm ilkelerini bulduğunu söyleyebiliriz Purizmin formları bireysel formlar olmayıp anonim, evrensel, genelgeçer, rasyonel formlardır ve bunlarla yapılan sanat eserleri ve kompozisyonlarda evrensel olacaktır Böylece purizm rasyonalizme yol açıyor ve giderek “uluslar arası mimarlık akımı doğuyordu
LE CORBUSİER:Corbusier ’in puristrasyonalist karakterde verdiği eserler 19201950 arası onun olağan dönemini içerir Bu eserler aralarında Citrohan Evi(1920), Centro Soyuz(Moskova1928) ve göreceğimiz eserler sayılabilir
VİLLA SAVOYE: (19291931)Poissy
Ev yerden yükseltilmiş bir kutudur ve çepeçevre şerit biçiminde olan aralıksız pencereleri vardır Le Corbusier yapıda U şeklinde olan 1kat planını bir kareye tamamlamış böylece oluşan kübün pencereleme şeklini de yatay bantlar biçiminde ifade etmiştir Diğer bir deyişle binaya dıştan baktığımızda üstü açık balkon bölümünü göremeyiz Çünkü bu bölümün cepheleri de salon pencereleri gibi gösterilmiştir Kübün 4 cephesinde kesintisiz dönen yatay pencere bantlarının arkasından öbür hacim ve işlevler yer almıştır Küp formu yalnızca çatı katındaki güneşlenme yerini çevreleyen silindirik duvarlarla bozulmakta ve sabit değişmez kütle bir ölçüde hareket(dinamizm) kazanmaktadır Yapı geometrik oranlarıyla geçmişe bağlanırken geleneksel yapılarda olduğunun tersine yere bağlanmamış yerden koparılıp ince kolonlar üzerine alınarak az daha uzaydaboşlukta durması sağlanmıştır Renk olarak beyazın seçilmesi doğanın ve gökyüzünün değişen renkleriyle bir tezat oluşturması ve yapının uzaklardan fark edilmesini sağlamıştır
Corbusier ’in bu yapısı çağdaş mimari ve teknolojiyle , çağdaş konstrüksiyon arasında 5 noktada bağlantı kurmuştur:
1Kolonlar tüm yükleri alarak taşırlar ve duvarları taşıyıcı olmaktan kurtarırlar
2Yapının taşıyıcı iskeleti ve duvarları fonksiyonel yönden birbirinden bağımsızdır
3Egemen plan:Betonarme iskelet sadece bir teknik özellik olarak değil bununla beraber estetik bir unsur olarak kullanılmıştır Bölme duvarları ise iç mekanı belirtici öğelerdir ve bu tarz yapıların fazla katlı örneklerinde kat planlarının her katta değişik olarak düzenlenebilmesi olası olmaktadır
4Egemen cephe
5Çatı bahçesi:Bu yapıyla düz çatılar kullanılabilir hale gelmiştir Hem çatıda binanın zeminde kapladığı dek bir alanda bahçe yapma imkanı doğmuştur
Corbusier Paris ’teki İsviçre talebe yurdu binasının da saf dikdörtgen prizmatik kütleyi dinç kolonlar üzerinde yükselterek zemini boş bırakmıştır Bu binada meren, asansör, tuvalet gibi ikincil işlev elemanları(servis mekanları) ikincil formlarla bambaşka bir parça olarak esas kitleye bağlanmıştır Bu Nedenle “saf prizma etkisi ikincil formlarla zenginleştirilirken tasarım yöntemi de tümevarım yönünde önem kazanmıştır
Corbusierin Marsilya ’da gerçekleştirdiği toplu ev binası da önceki yapılarla benzer ilkelere dayanır Saf prizma, sağlam kolonlar üstünde yükseltilerek zeminden koparılmıştır Prizmanın dış örtüsü ise balkonlar ve güneş kırıcılar dolayısıyla üç boyutlu olup bu cephelere gölge ışık etkisinin hareketliliğini kazandırmıştır
LUDWİG MİES VAN DER ROHE:
FARNSWORTH EVİ:
Bu yapı Corbusier ’in yapılarında olduğu gibi geleneksel şekilde esas duvarlarıyla yere emrindeki olmayıp çelik kolonlar üstünde topraktan ayrılmış camdan, saf, yalın, dikdörtgen bir prizmadır Usta tüm eserlerini en ince noktasına dek düşünmüş ve tasarladığı “sırça kutular ressam bir kuyumcunun yonttuğu kristaller gibi değerlendirilmiştir
Van der Rohe ’un eserlerini iki şekilde inceleriz:
11937yılına değin süren Avrupa ’daki çalışmaları:
Berlin (19191921) : 2cam gökdelen projesi
Stuttgart (1927) : Weissenhof Sitesi
Krefeld (1928) : Lange evi
Barcelona (1929) : Almanya Pavyonu
Çekoslavakya (1930) : Tugerdhat Evi
“ (19311938) : Avlulu Konut Projeleri
21937 yılında politik baskılar sonucu Almanya ’yı terk edip ABD ’ye yerleşir ve çalışmalarını burada sürdürür
İllinois Teknoloji Enstitüsü
Chicago Konutlar (194819511957)
Farnsworth Evi (1950)
Almanya (1953) : Mannheim Tiyatro Binası
Chicago (1954) : Kongre Salonu Projesi
Küba (1959) : Bacardi Bürosu
Newyork : Citrohan
Berlin (1968) : Milli Galeri
Rohe bütün bu eserlerde defalarca dikdörtgen prizmatik formları yalın ve saf biçimde kullanmış ve düşüncesini şöyle açıklamıştır “Biz formel problemlerle uğraşmayı kabul ediyoruz Böylece mimari formu en tekrar kabul eden artist için formel problemler sahiden laf konusu değildir Ressam yaptığı işi “acayip almak istemiyorum, iyi edinmek istiyorum sözleri ile özetler Fakat dönemin meşhur bir eleştirmeni sanat eserini şöyle tanımlar: şaheser enerjik olmalıdır seyircinin dikkatini çekmeli, heyecanlandırmalı, muhakkak bir duyguyu hayata geçirmelidir
WALTER GROPİUS:
Fogus pabuç Fabrikası: (Alfeld) : Sanatçının ilk manâlı eseridir Adolf Mayerle birlikte tasarladıkları yapıya esas itibariyle cam ve metalden oluşan bir perde cephe giydirilerek yalın, saf, net bir çözüm elde edilmiştir Simetri, sabit denge gibi ilkeler kompozisyona hakimdir
Bauhaus Binası : (1926) : Burada ise bu defa birden fazla yalın dikdörtgen prizmayı birbirine ekleyerek daha dinamik bir kompozisyon elde etmiş ve kendi deyişiyle simetrinin yapmacık anlamsızlığı yerini serbest bakışımsız gruplaşmanın canlı ve ritmik dengesine terk etmiştir
5 Ekspresyonizm: (1918) (Ekspresyonizm)
20 yüzyılın başlarında bilhassa Almanya ’da artan ve kubizm, putirzm, neoplastitizm gibi bir sanat akımı olarak karşımıza çıkar Ekspresyonistlere kadar sanat eserlerinin tümünde ifade vardır Cümleyi zıt çevirirsek ifade sanat eserinde olması gereken bir niteliktir ve ifadesiz bir şaheser olamaz Bir sanat eserinin ortaya konmasında farklı aşamalardan geçilir Birincil aşamada doğadan alınan izlenimlerin etkisi görülür İkinci aşamada orijinal tinsel bir birleşim laf konusudur Üçüncü aşamada bu eşsiz ifadeye bir hoşgörü duygusu katılır Son aşamada artist yarattığı bu daha aşağı yapıyı ses, taş, beton gibi fiziki elemanları kullanarak fiziksel ışık halkası sokarak sanat eserini yaratır Bu aşamalardan geçen ,orijinal ifade gücü yüksek mimari eserlerde üstün estetik değerlere sahip olarak nitelenir Bu türden bir yapının sahip olması gereken kriterleri Naun Gabo “mutlak form olarak adlandırır Ona tarafından kendi hayatı olan, kendi dilini konuşan, kendine özgü duygusal bir etkisi olan, duygusal gücü tek,ani, dayanılmaz ve evrensel olan yalnızca zihin ile anlaşılmayan formlar mutlak formlardır
Dışavurumcu mimarlar modern mimarlığın gelişme aşamalarından geçmişler modern mimarlığın 19201930 ’larda klasikleşen kuralları çerçevesinde eserler verdikten daha sonra kendi kişiliklerini yansıtan benzersiz ifadeli eserlere girişmişlerdir
Çağdaş mimarlığın herzamanki devresinin olumsuz bir klişe haline gelerek uluslar arası uslup adı aşağı kişilikten yoksun biteviye gelişmesi sonucu bölgesel ve kültürel farkları yok eden bu mimariyi Frank Lloyd Wright “telefonla nakledebilinecek mimari diyerek hafife alıyordu Başlıca çizgileri ile incelemeye çalıştığımız dışavurumcu mimari yönelimlerin hepsi mantıklı mimarlığın katı geometriciliği şematizmi ile belirlenmiş bir çatışma halinde olup irrasyonel bir tutum içerir Ekspresyonist yapılar akla yatkın, uluslar arası üsluba tezat oluştururken mimariye getirdiği özgünlük, cesaret, canlılık, dinamizm ve tek defalılık kentlerin monoton görünümünü değiştirdiği gibi onları röper noktası konumuna da getirecektir Mesela Sdney Opera Binası, Eyfel Kulesi, sadece bulundukları şehirlerin yok bulundukları ülkelerinde simgesi durumundadırlar
ERICH MENDELSOHNN:
*Einstein Kulesi: Potsdam – Almanya (1920)
Mendelsohnn ’un erken dönem yapıları ekspresyonizmin güçlü örneklerini içerir İrrasyonel bir biçim belirten inşa tek bir kütleden oyularak yaratılmış benzersiz bir heykeli andırır Mimarı da inşa için Einstein ’ın izafiyet teorisinin araştırması için inşaa edilmiş yapı aynı zamanda onun anısına dikilmiş bir anıttır Dolayısıyla yalnızca bir mimari eser olmayıp bir heykeldir de
FRANK LLOYD WRİGHT:
*Guggenheim Müzesi: (19431959)
Biçimsel analizi yapıldığında yatay bir platform üzerinde yükselen müzeyi oluşturan zıt bir indirilmiş koni ile idare kısmından oluşan bir inşa olduğu görülür Müze mekanı zeminden helezonik şekilde yükselen bir rampa ile ortasındaki boşluktan ibarettirbu iç mekan ve helezonik hareket dış yapıya da aynen yansımıştır Yani iç mekan ve dış kütle özdeştir, birdir Ters indirilmiş koni geometrik bir formdur Spiral ince pencere bandları içerlek olup formun bütününü bozmaz Bu form antik ve geleneksel yığma inşaat teknolojisine yani zeminden dikey yükselen form anlayışına terstir Altında rahat ama yukarıya doğru genişleyen bir form Modern teknoloji ile geliştirilebilen bu form yeni benzersiz ve coşku vericidir Bütün yapı tek bir malzemeden beyazlaşan bej betonite ile kaplanmış Brüt betondan yapılma pürüzsüz yüzeylerden oluşturulmuştur Tıpatıp heykeltraşın külden yaptığı bir heykel gibi Yapı eleştirmenler kadar “Wright ’ın kente vurduğu son tokat olarak tanımlanır
LE CORBUSİER:
*Ronchamp Tapınağı: (19501953)
Yeşil bir yığın üstüne inşaa edilen inşa duvarlarının beyaz rengi, çevresindeki yeşil örtü ve gökyüzünün değişen renkleriyle tezat yaratarak binayı belirgin ayla getirmektedir 1944 ’te yıkılan eskinin yerine yapılan bu kilise yalnızca 200 kişiliktir Fakat kayda değer açık hava dini törenlerinde kullanılmak üzere doğu cephesinde bir yarım kubbe ve vaaz yeri bulunmaktadır Yapı içinde kuleleri yoluyla tepeden aydınlatılan 3 minik şapel vardır Eserin en çarpıcı yanı tepede olan açıyla alakası olmayan eğrisel yüzeylerle kavranan bir iç mekandan oluşan formudur İrrasyonel form kişiyle doğada oluşmuş masif bir kaya etkisi uyandırır Inşa duvarları topraktan fışkırmış masif görünümler içerir ve bu duvar üzerinde avarelik oranı %3 ’ü geçmeyen farklı boyutlarda çok sayıda pencere açılmıştır Yapının duvarları kesin kanıtı olmasa da Akdeniz mimarisinden esinlenmiş görülür Ama masif duvar görüntüsüne karşısında duvarların toplama olmadığı çelik bir iskelet üzerine taş örülerek yapıldığını bilmekteyiz fakat bu durum mimarinin 1920 ’lerden beri bilhassa Villa Savoy ’da uyguladığı yapı iskeleti ve duvarların görevsel olarak birbirinden egemen olma ilkesi ile çelişir Ayrıca Villa Savoy2un zeminden koparılmış görüntüsüne karşın burada doğa ile bütünleşmiş bir inşa ilkelerle çelişmektedir Yapının çatı örtüsü mimarın anlatımıyla 1946 ’da Newyork yakınındaki Long Island ’da bulduğu bir yengeç kabuğundan esinlenerek tasarlanmıştır Kalın salt betondan üretilmiş görünen bu çatı örtüsü yanıltıcı bir görünüş içerir Aslında çatı birbirinden 226 mesafede 6cm kalınlığındaki betondan mamul üretilmiş çift cidardan oluşmaktadır ve her iki katman arasındaki bağlantı kirişlerle sağlanmıştır Corbusier 1920 ’lerde getirdiği purizmin ilkeleriyle nasıl akılcı mimarlığın öncülerinden olmuşsa mimarlığı statikten dinamiğe yönelten Ronchamp Tapınağı ile ekspresyonizmin öncülerinden olmuştur Le Corbusier ’in bu yapısı bir heykel gibi nitelenebilir ve bu başarısının sırrını mimarlığının yanı sıra artist ve heykeltraş olmasında seslenmek gerekir Yapıda geleneksel alışılmış simetri ve durağan denge anlayışı yerine enerjik bir denge görülür
JOHN UTZON:
*Sdney Opera Binası: (19561973)
Artist bu eseri ile mimarlık dünyasını sarsmıştır Utzon seçimini yeniden yaparak irrasyonel duygusal yönü seçmiştir Yapı için düşünülen yer denize uzanan küçük bir çıkıntıdır Bu alanda yapılacak yapı için mimarının yaratı ve hayal gücü ona rüzgarda yelkenleri şişmiş bir gemi görünümü veren eskizleri çizdirmiştir Yapının görünen imajının başlıca hareket noktası budur Mimarına göre “yapıda çatının önemi büyüktür Çünkü bu yapı yukarıdan da görülecek bir yapıdır bu nedenle ben kare bir heykel tasarladım Kabuk çatı örtülerinin beyaz yelken gibi biçimlerinin limanla olan ilişkileri yatların yelkenleri gibi doğaldır ve bu yarım adada daha hoş bir siluet düşünmek güçtür
HANS SCHARUN:
*Berlin Flarmoni Binası: (1963)
Projenin esas çıkış noktası geleneksel konser salonlarında görülen sahnenin yerinin değiştirilmesi sahnenin ortaya alınarak dinleyici sıralarının onu yuvarlak biçimde kuşatması başlıca alınmıştır Mimar biçimi önceden hemfikir olunmuş bu yapıda irrasyonel karşıt geometrik anlayışla içten dışa doğru gelişen bir tasarımla yapının kitlesini oluşturmuş İki katlı yatay bir platform üstünde yükselen biçimsiz irrasyonel formuyla doğadan kendiliğinden oluşmuş masif bir kaya yada buzdağı görünümündeki yapının insanların alışageldiği geometrik formlarla hiçbir ilgisi yoktur Yapıda antisimetrik ve enerjik denge anlayışı ilk önce gelen özelliktir
EERO SAARIEN:
*Twa Binası: Newyork (19561961)
Yapının hareket noktası mimarın 1956 ’da bir restoranda yemek yemek yerken menü kartına çizmiş olduğu krokilerdir İrrasyonel anlayışla yapılan çizimlerde yapının formu kanatlarını simetrik olarak açmış iki ayağı üstünde henüz yere konmuş büyük bir kuş görünümündedir Fakat yapı bir kuşa benzediği için değil Gabo kriterlerini yerine getirdiği için estetik değeri yüksek mimari bir eser sayılacaktır Inşa tasarım safhasında “esin ’in önemini vurgulayan bir örnektir
6 POST MODERNİZM:
Post modernizm (1972) özgün bir mimarlık akışı olmayıp çağdaş herzamanki devrin uluslar arası üslubuna kişisel ölçekte tepki belirten mimarların oluşturduğu bir harekettir Ancak birbirinden habersiz bu mimarlar arasındaki tek müşterek nokta uluslar arası üsluba karşı çıkmak tepki göstermektir Dolayısıyla yaklaşımın benzersiz bir felsefesi teorisi olmayıp sadece tepkisel niteliktedir Fakat haklı tepkilerine karşı tuttukları yol yanlıştır Philip Johnson, Mies Van Der Rohe ’un öğrencisidir ve ustası için “Mies bir dahidir fakat artık yaşlandım ve sıkıldım benim yönüm bellidir Eklektik gelenek tarih baştan başa sevdiğim şeyleri seçmeye çalışıyorum tarihi bilmezlikten gelemeyiz der Son yapılardan olan ATT Bina ’sının ön cephesi çatıda Barok çizgilere sahipken büro pencereleri aşamasında purizmin kübik kütlesini zemin kattaki lobi girişinde ise rönesansın ünlü yapılarından Pazzy Şapelinin ( Brunaccellhi) cephesinden izler görülür Bu eklektik kavrayış şüphesiz geriye doğru dönük bir çabanın negatif ürünüdür Insanoğlu ileri dönük, becerikli, reformcu çabalarıyla mağaralarda yaşamaktan bugüne gelmiştir ve bundan böyle geriye doğru dönemez Philip Johnson ve Michel Graves ve beraberindeki mimarlar bütün mücadele ve eskizlerinde eskinin cephe anlayışlarını taklit etmişlerdir
7 KONSTRÜKTİVİZM:
Bu akıntı ikisi de heykeltraş olan Naum Gabo ve Antoine Pewsner kadar geliştirilmiş olup ilkeleri 1920 ’de yayınlanan “gerçekçi manipeshto adı altında açıklanmıştır Gabo bir heykelin geleneksel şekilde bir kütleyi yontarak meydana getirebileceğimiz gibi çeşitli elemanların birbirine bağlanması yöntemiyle de konstrüktiv bir şekilde gerçekleştirilebileceğini söylüyordu Konstrüktivizm estetik açıdan “mekanik bir estetik ön plandadır ve bu akımın mimarlığı çağdaş teknolojiyle dayanır artist heykeltraş ve mimar Vilademir Tatlin, ressam Kasimir, artist ve mimar Lissitzky bu akımın önde gelen sanatçılarıdır Lissitzky ileri teknoloji olanaklarının potansiyelini geniş, gözü kara, konsol kirişlerle açıklayan binalar öneriyordu
Gabo ’nun konstrüktiv heykelleri heykel sanatında bir devrim yaratırken bu nesil bir yaklaşma mimarlık için sıradan bir olgudur Ancak burda yeni olan konstrüktif elemanların estetik ögeler olarak değerlendirilmesidir Yahut strüktür elemanlarının dobra dobra gösterildiği mimarileri biz daha önce gotik mimaride görmüştü
Geometri ve Mimari
Çağdaş mimarîde düzenli yüzeyler, özellikle betonun kullanımı sonucunda büyük bir başarı kazandı Çünkü bu yüzeylerin doğrularla oluşturulması beton kalıplarının yapımını kolaylaştırmaktaydı
Tokyo Olimpiyat Stadyumu'nda Hiperbolik Parabolit; Münih ’deki Olimpiyat Stadyumu'nda ise Eliptik Parabolitve Tek Yaygılı Hiperbolitmimari şekiller kullanılmıştır
Fransa ’daki Chartres Katedrali dönemin “dar geometri (secret geometry) ya da “tanrısal geometri (sacred geometry) olarak adlandırılan ilkelerine tarafından yapılmıştır
*