iltasyazilim
FD Üye
Gerçekçilik (Gerçekçilik) Nedir?
Varlığın, insan bilincinden egemen ve objektif olarak varolmakta bulunduğunu ileri sürenlerin anlayışı
1 Birincil Devir: Tımarhaneden veya idealist düşünürlerin okulundan çıkmamışher insan, çevresinde, bilinçten egemen bir dünya bulunduğunu bilir Taşları, toprakları, ağaçları vb var eden insan bilinci değildir Çünkü bunlar dünya üzerinde insan varomadan önce de vardı Dünya, milyarlarca yılını bu doğal varlıklarıyla birlikte insansız yaşamıştır Örneğin kuşların kendi bilincinin ya da insan bilincinin ürünü olmadığını ve kendisinin haricen egemen olarak var bulunduğunu çocuklar bile bilir 'Kendiliğinden özdekçilik' anlayışına uygun bir şekilde ilk insanların bu gerçekçilik anlayışına 'kendiliğinden gerçekçilik ya da 'çocuksu gerçekçilik' denir Düşünsel alanda Hint'te Vedanta, Çin'de Konfüçyüsçülük ve antikçağ Yunanlılarında Elea öğretisi ileri sürülünceye değin bu sağlam gerçekçi kavrayış sürmüştür
Bu kavrayış sağlamdır, fakat çelimsiz yanları da vardır Bu güçsüz yanlarının başında öz'le olgu'yu özdeşleştirmesi gelir Nitekim idealist felsefe onun bu güçsüzlüğünden yararlanmış, özü bilinemeze ve varolmayana indirgeyerek olguyu, eş deyişle görünüşü gerçekdışı saymıştır
Kendiliğinden gerçekçiliğin ikinci kuvvetsiz yanı, pek doğal bulduğu dünyanın varlığı sorununu önemsemeyişidir Nitekim idealist felsefe onun bu ikinci kuvvetsiz yanından da yararlanmış, mesela Mach öğretisi dünyanın varlığı sorununun hiçbir siklet taşımadığını ileri sürerek tek gerçekliğin duyumlar olduğunu ileri sürmüştür
Felsefe açısından bu güçsüzlüklerine karşın, bu sağlam çocuksu kavrayış özdekçi felsefenin, bilginin ve bilimin temellerini oluşturmuştur
2 Antik Devir: Objektif gerçeği gerçek saymama anlamındaki ortaçağ gerçekçiliğinin tohumları antikçağ Yunanlılarınca atılmıştır Elea öğretisi, Platon ve Aristoteles bu anlamdaki gerçekçiliğin kurucularıdır
Bu anlayışlara kadar hakiki, kişisel olan yok, tümel (genel ve evrensel) olandır Tümellerse ama bireysellerde varolabilirler, kendi başlarına bir varlıkları yoktur
Örneğin dünyada eşekler vardır, ama eşeklik yoktur Eşeklik bir tümel (görünmeyen, ussal, genel kavram)'dir ve oysa kişisel bir eşekle varolabilir Hakiki olan, eşekler (bireysellikler) yok, eşeklik (tümel)'tir (Eşekler ölür, eşeklik ebedi kalır N) Çünkü eşekliği ortadan kaldırın, dünyada eşek kalmaz Eşek, varoluşunu eşekliğe borçludur Kişisel eşeklerin varoluşları bulunduğu halde varlıkları bulunmamasına karşısında, tümel eşekliğin varoluşu yoktur ama varlığı vardır Hakiki, bağımlı varoluşu değil, bağımsız varlığı olandır Dünyada yer alan bütün bireysellikler varlıklarını diğer bir varlığa borçludurlar, b u yüzden gerçek değildirler Tümellerse egemen varlıklardır, bu yüzden gerçektirler Bu yüzdendir ki varoluşları bulunan bireysellikler reel değildirler, görüntüdürler; varoluşları bulunmayan tümellerse gerçektirler (Varoluşu bulunanın özdekselliğine ve varoluşu bulunmayanın özdeksizliğine uyarı edilmelidir Berkeley özdeksizliğinin temeli bu savdır İdealistlerin 'varoluş' ve 'varlık' kavramları arasında yaptıkları ve fazla tartma verdikleri fark da keza vurgulanmalıdır)
Antikçağ Yunan felsefesinde bu idealist savın gerçek sahibi Aristoteles'tir Eleacılarla Platon bu savın tomurcuğunu taşırlar Çünkü ne Eleacılar, ne de Platon tümellere (Eleacılarda 'Bir' ya da 'varlık', Platon'da İdea'lar) bir varoluş yüklememe cesaretini gösterebilmişlerdir Parmenides'e tarafından tek olan varlık küre biçimindedir, çağrıda bulunmak fakat özdekseldir ve varoluşu da vardır Platon'da idealar, bir idealar evreninde yaşamaktadırlar, yükselmiş ruhlar gidip onları görebilirler, seslenmek ancak birer varoluş içindedirler ilk olarak Aristoteles'tir ancak idealleştirme açısından çelişkili olan bu sınırı aşmış ve tümellere keza birer varoluş yüklememiştir Tümeller ussal (çünkü usla yapılan soyutlamalardır), bireysellerse duyusal (çünkü duyularla algılanırlar)'dır İdealist alan öylesine hazırlanmıştır ancak bundan böyle bir yanda Berkeley nasıl eşekler olmadıkça eşeklik de olmazsa (eşeklik olmayınca eşekler de olmazsa N) öylece masayı algılayan olmadıkça masanın da olamayacağını, değişik yanda Hegel gerçeğin ussal ve ussal olanın reel olduğunu rahatlıkla söyleyebilir
3 Orta Devir: Eleacılık, Platon ve Aristoteles temeline dayanan ortaçağ gerçekçiliği, bilimsel gerçeklik anlayışına büsbütün ters bir amaç taşır ve nesnel gerçekiliğin gerçek olmadığını, esas gerçekliğin hafıza ürünleri (tümeller, geneller ya da evrenseller) olduğunu ileri sürer Tümeller gerçektirler ve nesneden öncedir Bu şu demektir: Eşekler hakiki değildir, eşeklik gerçektir ve eşeklik eşeklerden önce gelir (eşekler ölür, eşeklik baki kalır N) Özellikle Anselmus'la Champeaux'lu Guillaume'un savundukları bu idealist sava karşı adcılar tümeller adlardır ve tümel nesneden sonradırsavıyla karşısında çıkmışlardır Tümeli reel saydıklarından ötürü realist adını bölge düşünürlerin savları aşağı, Roma Katolik kilisesinin evrensellik savı yatar bundan başka Hıristiyanlık, ilk önce Tanrı kavramı almak üzere tamamen tümellere dayanır Tümeller gerçek sayılmazsa Tanrı'nın da hakiki sayılmaması gerekir Ne var fakat tümellerin sözcüklerden, eş deyişle adlardan ve seslerden ibaret bulunduğu açıktır, 'kırmızı' bir addır ancak oysa kırmızı bir çiçekte veya kırmızı bir böcekte varlaşır, evrende bir özneye yüklenmeksizin kendi başına varlığı olan bir kırmızı yoktur Tümeller, nesnelerden, önce değil, muhakkak daha sonra gelirler Önce kırmızı çiçekleri ve kırmızı böcekleri görür ve tanırız, sonra bunlardan 'kırmızı' tümel kavramını soyutlarız Ne var fakat idealistler, bunun, zamansal bir öncelik yok, mantıksal bir öncelik olduğunu savunurlar Ama ileri sürdükleri mantık, kendi mantıklarıdır, kaldı oysa bu savunmayı ileri sürenler de ortaçağ gerçekçileri, yani asıl gerçekçiler yok, modern yeni gerçekçilerdir Modern yeni gerçekçiler, eski gerçekçilerin böylece açık saçmalıklarını örtmek çabası içinde 'varlık' ve 'varoluş' deyimlerine de kendilerine özgü anlamlar verirler ve varlığı bulunanın varoluşu olamayacağını, buna karşı da varoluşu olanın varlığı bulunamayacağını ileri sürerler Varlık, olgusal değil, mantıksaldır; bu yüzden de varoluş gibi bilincin dolaysızca aleyhinde olan değil, tam aksine, bana kalırsa bilinç, hafıza, zihin ya da düşünce olgusal, bireysel ve öznel değil, bütün tersine, görünmeyen, evrensel ve nesneldir Gerçek, nesnel düşüncedir Bu yüzden de gerçekçi varoluşu bulunmayan bu mantıklı varlık, her şeyin kaynağıdır ve evrenin oysa onunla açıklanabileceği bir 'birincil ilke' veya 'son erek'tir
Görüldüğü gibi gerçekçilerin bu savları, Hint Veda'cılığından, Çin Konfüçyüs'çülüğünden, Yunan Platonculuğundan, Augustinus, Thomas, Kant, Schelling, Hegel ve çağımızın yeni gerçekçiliğine, yeni Thomacılığına, kişilikçiliğine değin bütün nesnel düşüncecilere kadar 'ilk ilke' ve 'son erek' terimleri özdeştir Çünkü idealistler bilimsel nedenselliği yadsıyarak onun yerine metafizik erekselliği koyarlar Onlara tarafından erek sebebin içindedir( Burada neden'le metafizikte kullanılan sebep terimlerindeki ayrıma uyarı edilmelidir) Neden'den 'etki' çıkarsanamaz lakin sebep'ten erek çıkarsanır Bundan ötürüdür oysa 'son erek'le 'ilk ilke' aynı şeydir Evrenin ama onunla açıklanabileceği bu son erek ya da ilk prensip olan 'objektif us' ne türlü bir düşüncedir? Bir düşünen olmadan fikir olabilir mi? Fikir, beyin olmaksızın varmış Peki, bu beyinsiz düşünceyi savunan düşünürler de var mıdır? Vardır Bunlardan biri de Profesör Richard Avenarius'tür
Ne var ama gerçekçiler ve objektif idealistler, bu objektif düşüncenin bizim anladığımız anlamda varolduğunu hiçbir vakit ileri sürmemişlerdir, nesnel düşünce, düşünen birinin zihninde bulunamaz; bulunsa varolurdu ve o vakit da gerçek olmazdıderler, üstelik bu soruyu sorana adalet da verirler: düşünceler, düşünen biri olmadan elbette varolamaz, fakat tümeller zaten varolmaz oysa, çünkü reel'tir onlar
Görüldüğü gibi idealleştirme terimi olarak 'gerçek', varolan yok, tam aksine, varolmayandır Ama her şeyin kaynağı olan ve evrenin ancak onunla açıklanabileceği ana varlık da odur
Adcılarla gerçekçiler arasındaki meşhur kavga, aslında özdekçilerle düşünceciler arasındaki esas felsefesel kavgayı yansıtır Abaelardus, kavramcılık öğretisiyle, gizlemeye çalıştığı adcılığı desteklemiş ve tümel, ne nesneden önce, ne de sonradır, nesnenin kendisindedirdemiştir *
Varlığın, insan bilincinden egemen ve objektif olarak varolmakta bulunduğunu ileri sürenlerin anlayışı
1 Birincil Devir: Tımarhaneden veya idealist düşünürlerin okulundan çıkmamışher insan, çevresinde, bilinçten egemen bir dünya bulunduğunu bilir Taşları, toprakları, ağaçları vb var eden insan bilinci değildir Çünkü bunlar dünya üzerinde insan varomadan önce de vardı Dünya, milyarlarca yılını bu doğal varlıklarıyla birlikte insansız yaşamıştır Örneğin kuşların kendi bilincinin ya da insan bilincinin ürünü olmadığını ve kendisinin haricen egemen olarak var bulunduğunu çocuklar bile bilir 'Kendiliğinden özdekçilik' anlayışına uygun bir şekilde ilk insanların bu gerçekçilik anlayışına 'kendiliğinden gerçekçilik ya da 'çocuksu gerçekçilik' denir Düşünsel alanda Hint'te Vedanta, Çin'de Konfüçyüsçülük ve antikçağ Yunanlılarında Elea öğretisi ileri sürülünceye değin bu sağlam gerçekçi kavrayış sürmüştür
Bu kavrayış sağlamdır, fakat çelimsiz yanları da vardır Bu güçsüz yanlarının başında öz'le olgu'yu özdeşleştirmesi gelir Nitekim idealist felsefe onun bu güçsüzlüğünden yararlanmış, özü bilinemeze ve varolmayana indirgeyerek olguyu, eş deyişle görünüşü gerçekdışı saymıştır
Kendiliğinden gerçekçiliğin ikinci kuvvetsiz yanı, pek doğal bulduğu dünyanın varlığı sorununu önemsemeyişidir Nitekim idealist felsefe onun bu ikinci kuvvetsiz yanından da yararlanmış, mesela Mach öğretisi dünyanın varlığı sorununun hiçbir siklet taşımadığını ileri sürerek tek gerçekliğin duyumlar olduğunu ileri sürmüştür
Felsefe açısından bu güçsüzlüklerine karşın, bu sağlam çocuksu kavrayış özdekçi felsefenin, bilginin ve bilimin temellerini oluşturmuştur
2 Antik Devir: Objektif gerçeği gerçek saymama anlamındaki ortaçağ gerçekçiliğinin tohumları antikçağ Yunanlılarınca atılmıştır Elea öğretisi, Platon ve Aristoteles bu anlamdaki gerçekçiliğin kurucularıdır
Bu anlayışlara kadar hakiki, kişisel olan yok, tümel (genel ve evrensel) olandır Tümellerse ama bireysellerde varolabilirler, kendi başlarına bir varlıkları yoktur
Örneğin dünyada eşekler vardır, ama eşeklik yoktur Eşeklik bir tümel (görünmeyen, ussal, genel kavram)'dir ve oysa kişisel bir eşekle varolabilir Hakiki olan, eşekler (bireysellikler) yok, eşeklik (tümel)'tir (Eşekler ölür, eşeklik ebedi kalır N) Çünkü eşekliği ortadan kaldırın, dünyada eşek kalmaz Eşek, varoluşunu eşekliğe borçludur Kişisel eşeklerin varoluşları bulunduğu halde varlıkları bulunmamasına karşısında, tümel eşekliğin varoluşu yoktur ama varlığı vardır Hakiki, bağımlı varoluşu değil, bağımsız varlığı olandır Dünyada yer alan bütün bireysellikler varlıklarını diğer bir varlığa borçludurlar, b u yüzden gerçek değildirler Tümellerse egemen varlıklardır, bu yüzden gerçektirler Bu yüzdendir ki varoluşları bulunan bireysellikler reel değildirler, görüntüdürler; varoluşları bulunmayan tümellerse gerçektirler (Varoluşu bulunanın özdekselliğine ve varoluşu bulunmayanın özdeksizliğine uyarı edilmelidir Berkeley özdeksizliğinin temeli bu savdır İdealistlerin 'varoluş' ve 'varlık' kavramları arasında yaptıkları ve fazla tartma verdikleri fark da keza vurgulanmalıdır)
Antikçağ Yunan felsefesinde bu idealist savın gerçek sahibi Aristoteles'tir Eleacılarla Platon bu savın tomurcuğunu taşırlar Çünkü ne Eleacılar, ne de Platon tümellere (Eleacılarda 'Bir' ya da 'varlık', Platon'da İdea'lar) bir varoluş yüklememe cesaretini gösterebilmişlerdir Parmenides'e tarafından tek olan varlık küre biçimindedir, çağrıda bulunmak fakat özdekseldir ve varoluşu da vardır Platon'da idealar, bir idealar evreninde yaşamaktadırlar, yükselmiş ruhlar gidip onları görebilirler, seslenmek ancak birer varoluş içindedirler ilk olarak Aristoteles'tir ancak idealleştirme açısından çelişkili olan bu sınırı aşmış ve tümellere keza birer varoluş yüklememiştir Tümeller ussal (çünkü usla yapılan soyutlamalardır), bireysellerse duyusal (çünkü duyularla algılanırlar)'dır İdealist alan öylesine hazırlanmıştır ancak bundan böyle bir yanda Berkeley nasıl eşekler olmadıkça eşeklik de olmazsa (eşeklik olmayınca eşekler de olmazsa N) öylece masayı algılayan olmadıkça masanın da olamayacağını, değişik yanda Hegel gerçeğin ussal ve ussal olanın reel olduğunu rahatlıkla söyleyebilir
3 Orta Devir: Eleacılık, Platon ve Aristoteles temeline dayanan ortaçağ gerçekçiliği, bilimsel gerçeklik anlayışına büsbütün ters bir amaç taşır ve nesnel gerçekiliğin gerçek olmadığını, esas gerçekliğin hafıza ürünleri (tümeller, geneller ya da evrenseller) olduğunu ileri sürer Tümeller gerçektirler ve nesneden öncedir Bu şu demektir: Eşekler hakiki değildir, eşeklik gerçektir ve eşeklik eşeklerden önce gelir (eşekler ölür, eşeklik baki kalır N) Özellikle Anselmus'la Champeaux'lu Guillaume'un savundukları bu idealist sava karşı adcılar tümeller adlardır ve tümel nesneden sonradırsavıyla karşısında çıkmışlardır Tümeli reel saydıklarından ötürü realist adını bölge düşünürlerin savları aşağı, Roma Katolik kilisesinin evrensellik savı yatar bundan başka Hıristiyanlık, ilk önce Tanrı kavramı almak üzere tamamen tümellere dayanır Tümeller gerçek sayılmazsa Tanrı'nın da hakiki sayılmaması gerekir Ne var fakat tümellerin sözcüklerden, eş deyişle adlardan ve seslerden ibaret bulunduğu açıktır, 'kırmızı' bir addır ancak oysa kırmızı bir çiçekte veya kırmızı bir böcekte varlaşır, evrende bir özneye yüklenmeksizin kendi başına varlığı olan bir kırmızı yoktur Tümeller, nesnelerden, önce değil, muhakkak daha sonra gelirler Önce kırmızı çiçekleri ve kırmızı böcekleri görür ve tanırız, sonra bunlardan 'kırmızı' tümel kavramını soyutlarız Ne var fakat idealistler, bunun, zamansal bir öncelik yok, mantıksal bir öncelik olduğunu savunurlar Ama ileri sürdükleri mantık, kendi mantıklarıdır, kaldı oysa bu savunmayı ileri sürenler de ortaçağ gerçekçileri, yani asıl gerçekçiler yok, modern yeni gerçekçilerdir Modern yeni gerçekçiler, eski gerçekçilerin böylece açık saçmalıklarını örtmek çabası içinde 'varlık' ve 'varoluş' deyimlerine de kendilerine özgü anlamlar verirler ve varlığı bulunanın varoluşu olamayacağını, buna karşı da varoluşu olanın varlığı bulunamayacağını ileri sürerler Varlık, olgusal değil, mantıksaldır; bu yüzden de varoluş gibi bilincin dolaysızca aleyhinde olan değil, tam aksine, bana kalırsa bilinç, hafıza, zihin ya da düşünce olgusal, bireysel ve öznel değil, bütün tersine, görünmeyen, evrensel ve nesneldir Gerçek, nesnel düşüncedir Bu yüzden de gerçekçi varoluşu bulunmayan bu mantıklı varlık, her şeyin kaynağıdır ve evrenin oysa onunla açıklanabileceği bir 'birincil ilke' veya 'son erek'tir
Görüldüğü gibi gerçekçilerin bu savları, Hint Veda'cılığından, Çin Konfüçyüs'çülüğünden, Yunan Platonculuğundan, Augustinus, Thomas, Kant, Schelling, Hegel ve çağımızın yeni gerçekçiliğine, yeni Thomacılığına, kişilikçiliğine değin bütün nesnel düşüncecilere kadar 'ilk ilke' ve 'son erek' terimleri özdeştir Çünkü idealistler bilimsel nedenselliği yadsıyarak onun yerine metafizik erekselliği koyarlar Onlara tarafından erek sebebin içindedir( Burada neden'le metafizikte kullanılan sebep terimlerindeki ayrıma uyarı edilmelidir) Neden'den 'etki' çıkarsanamaz lakin sebep'ten erek çıkarsanır Bundan ötürüdür oysa 'son erek'le 'ilk ilke' aynı şeydir Evrenin ama onunla açıklanabileceği bu son erek ya da ilk prensip olan 'objektif us' ne türlü bir düşüncedir? Bir düşünen olmadan fikir olabilir mi? Fikir, beyin olmaksızın varmış Peki, bu beyinsiz düşünceyi savunan düşünürler de var mıdır? Vardır Bunlardan biri de Profesör Richard Avenarius'tür
Ne var ama gerçekçiler ve objektif idealistler, bu objektif düşüncenin bizim anladığımız anlamda varolduğunu hiçbir vakit ileri sürmemişlerdir, nesnel düşünce, düşünen birinin zihninde bulunamaz; bulunsa varolurdu ve o vakit da gerçek olmazdıderler, üstelik bu soruyu sorana adalet da verirler: düşünceler, düşünen biri olmadan elbette varolamaz, fakat tümeller zaten varolmaz oysa, çünkü reel'tir onlar
Görüldüğü gibi idealleştirme terimi olarak 'gerçek', varolan yok, tam aksine, varolmayandır Ama her şeyin kaynağı olan ve evrenin ancak onunla açıklanabileceği ana varlık da odur
Adcılarla gerçekçiler arasındaki meşhur kavga, aslında özdekçilerle düşünceciler arasındaki esas felsefesel kavgayı yansıtır Abaelardus, kavramcılık öğretisiyle, gizlemeye çalıştığı adcılığı desteklemiş ve tümel, ne nesneden önce, ne de sonradır, nesnenin kendisindedirdemiştir *