Göç Destanı ( Uygur Dönemi ) uygurlar dönemi uygurlara ait destanlar uygur dönemi uygur dönemine ait yazılı metinlerin içeriği metinleri Destan hakkında bilgi: Bu destan da bir Uygur destanıdır ve daha önce belirtildiği üzere, Türeyiş Destanının bir uzantısı gibidir Bugün, Orhun nehri kıyısında bir şehir kalıntısı ile bir saray yıkıntısı vardır oysa bir zamanlar bu şehre Ordu Balık denildiği sanılmaktadır Büyük Uygur Destam'nın son bölümü diye kabul edebileceğimiz Göç Destanı, işte bu şehrin saray yıkıntısının önünde bugün görülebilecek şekilde duran yazıtlarda yazılı olduğunu Hüseyin Namık Orkun ileri sürmektedir Yine Hüseyin Namık Orkun'un belirttiğine kadar bu yazıtlar, Moğol Hânı Öğüdey vaktinde Çin'den getirilen uzmanlara okutturulup tercüme ettirilmiştir Göç Destanının Çin ve Iran kaynaklarındaki kayıtlarına tarafından iki ayrı söyleyiş hâlinde olduğu bilinmekte ise de gerçekten birbirinin tamamlayıcısı gibidir Iran kaynaklarındaki söyleyiş, daha çok tarih bilgilerine yakındır bununla birlikte Iran söyleyişi, Türklerin Maniheizm'i kabulünü anlatan bir menkıbe görünümündedir Aşağı özetlenmiş olan söyleyiş Cüveynî'nin Taribi Cihanküşa adlı eserinde yazılıdır, bu söyleyişe tarafından, destanda sözü geçen iki ağacın, Maniheizm'in kurucusu Mani'nin iki Esasadlı eserindeki iki ağacı temsilcilik ve taklit ettiğini Prof Fuad Köprülü ileri sürmektedir Çin Kaynaklarına Tarafından Göç Destanı: Uygur Ülkesinde, Tuğla ve Selenge ırmaklarının birleştiği yerde Kumlançu denilen bir yığın vardır Adına Hulin Dağı derlerdi Hulin Dağlarında da, birbirine fazla yakın iki ağaç büyümüştü Biri kayın ağacıydı Bir gece, kayın ağacının üstüne gökyüzünden bir mavi ışık düştü, iki ırmak aralarında yaşamış ırk bu ışığı gördü ve ürpererek izledi Kutsal bir ışıktı Kayın ağacının üstünde aylar ayı kaldı Tanrısal ışık, kayın ağacının üstünde kaldığı vakit içinde kayın ağacının gövdesi büyüdükçe büyüdü, kabardı Oradan çok güzel türküler gelmeğe başladı Gece oldu mu, ağacın otuz adım ötesinden bütün çevre ışıklar içinde kalıyordu! Bir gün ağacın gövdesi ansızın yarıldı, içinden beş küçük çadır, beş küçük odacık görünümünde ortaya çıktı Her odacığın içinde bîr çocuk bulunmaktaydı Çocukların ağızlarının üstünde asılı birer emzik vardı, onlar bu emziklerden süt emiyorlardı Işıktan doğmuş olan bu kutsal çocuklara halk ve halkın ileri gelenleri çok büyük hürmet gösterdiler Çocukların en küçüğünün adı Sungur Tekin'di, ondan sonrakinin adı Kutur Tiğin, üçüncüsünün ancak Türek Tekin, dördüncüsünün Fikir Tekin, beşincisinin adı Buğu Tekin'di Beş çocuğun beşinin de Allah(cc) kadar gönderildiğine inanan millet, içlerinden birini hakan yerine getirmek istediler Buğu Han en büyükleri idi; ötekilerden daha güzel, daha akıllı, daha yiğit görünüyordu Buğu Tekin'in hepsinden üstün olduğunu anlayan ırk onu hakan olarak seçtiler Büyük bir törenle Buğu Hanı tahta oturttular Bu Nedenle yıllar yılı kovalamış, bir gün gelmiş Uygurlara bir başkası hakan olmuş Bu hakanın da Gah Tekin adında bir oğlu varmış Hakan oğlu, Gah Tekin'e, Çin prenseslerinden birini, KiuLien'i almağı uygun görmüş Evlendikten sonradan Prenses KiuLien, sarayını Hatun Dağında kurdu Hatun Dağının çevre yanı dağlıktı; bu dağlardan birinin adı Allah(cc) Dağıydı, Allah(cc) Dağının güneyinde Kutlu Dağ derler bir başka dağ vardı, iri bir kaya parçası Bir gün Çin Elçisi, falcılarıyla birlikte KiuLien'in sarayına geldiler Kendi arasında konuşup dediler ama: Hatun Dağının varı yoğu, tüm bahtiyarlığı Kutlu Dağ denilen bu kaya parçasına bağlıdır Türkleri düşürmek istiyorsak bu kayayı onların elinden almalıyız Bu konuşmadan sonradan varılan karar üzerine Çinliler, KuiLien'e karşılık olarak o kayanın kendilerine verilmesini istediler Yeni Hakan, isteğin nereye varacağını hesapsızca ve umursamadan Çinlilerin arzusunu kabul etti, yurdunun bir parçası olan bu kayayı onlara verdi Halbuki Kutlu Dağ bir kutsal kayaydı; tüm Uygur Ülkesinin mutluluğu bu kayaya bağlıydı Bu tılsımlı taş Türk Yurdunun bölünmez bütünlüğünü temsilcilik ediyordu; düşmana verilirse bu tamlık parçalanacak Türklerin bütün saadeti değil olacaktı Hakan kayayı vermesine verdi fakat kaya pek basit basit sökülüp götürülecek türden değildi Bunu anlayan Çinliler, kayanın çevresine odun kömür yığıp ateşlediler Kaya ayrıntılarıyla kızınca üstüne sirke döküp paramparça ettiler Her bir parçayı aldılar, ülkelerine taşıdılar Olan o süre oldu işte Türk elinin bütün kurdu kuşu, bütün hayvanları dile geldi, kendi dillerince kayanın düşmana verilişine ağladılar Yedi gün daha sonra günahı bağışlanmaz olan bu akılsızca yapılan hakan öldü Ne var fakat Onun ölümüyle ülke felâketten kurtulamadı Bir Çin prensesi uğruna çekinmeden bağışlanmış olan yurdun bir kayası, Türk elinin felâketine sebep oldu Ahali sıcacık rahat yüzü görmedi Irmaklar birbiri ardınca kurudu Göllerin suyu buhar olup uçtu Topraklar yarıldı, ürün yeşermez oldu Günlerden sonra Türk tahtına Buğu Han'ın torunlarından biri hakan olarak oturdu O süre canlı cansız, evcil yaban, çoluk çocuk bütün yurtta bitik alan almayan ne varsa tümü ansızın: Göç! Göç!, diye çığrışmağa başladı Içten, iniltili, keder dolu, eli böğründe kalmış bir çığrışmaydı bu Yürekler dayanmazdı Uygurlar bunu bir ilahî dikte diye bildiler Toparlandılar, yollara düzüldüler; yurtlarını yuvalarını bırakıp bilinmedik ülkelere doğru göç etmeğe başladılar Sonunda bir yere gelip durdular, orada sesler de kesildi Uygurlar, seslerin kesilip duyulmaz olduğu bu yerde kondular, beş mahalle kurup yerleştiler; bunun için bu yerin adını da Beşbalık koydular Burada yaşayıp çoğaldılar İran kaynaklarına kadar Göç Destanı: Destanın Buğu Tekin'in Uygurlara hakan oluncaya dek geçen bölümü aynıdır Buğu Tekin hakan olduktan sonradan, İran söyleyişine göre, ülkeyi adalet üzere ve yıllardan beri yönetir Bu zaman içinde kendisine üç karga takviye etmekte, kargalar dünyanın bütün dillerini bilmektedir Nerede bir olay olursa hemencecik Buğu Han'a haber vermektedirler Bir gün Buğu Han bir düş görür Düşünde kendisine bir peri kızı gözükmüştür Bu düşü Buğu Han hemencecik her gece, yedi sene, altı ay ve yirmi iki gün defalarca görür, Ve her gece Peri kızı, Buğu Han'ın düşünde onunla konuşur, danışır; son gece, ayrılacağı süre Buğu Han'a, dünyanın efendisi olacağı haberini verir Han uyanınca ordusunu toplar, her ordunun başına bir kardeşini tahsis eder, Moğallar'ın Kırgızlar'ın, Tangutlar'ın ve Çinlilerin üstüne seferlere yollar Dört kardeşin dördü de seferden zaferle döner ve Orhun vadisini varlıklı ganimetlerle doldurur, bu arada OrduBalıg şehri de sabit olur Bir müddet sonradan Buğu Han bir düş daha görür Düşünde, beyazlara bürünmüş,başında beyaz şerit, elinde Yada Taşı olan bir erkek gözükmüş, Buğu Han'a demiştir ki: Eğer bu taşı saklarsan dünyanın dört bucağında milletleri buyruğunun altına alabilirsin O gece Buğu Han'ın başveziri de tıpatıp böyle bir düş görmüştür Bunun üstüne Buğu Han ordusunu tekrar toplamış, bu sefer yatıya doğru sefere çıkmıştır Türkistan'a geldiği süre geniş bozkırları, çayırlan ve gürül gürü! akıcı çayları görür görmez burada oturmağa karar vererek Balasagun şehrini kurmuştur Buğu Han'ın orduları dört bir yana yayılmış, tüm milletleri buyruğu altına almıştır Lakin o vakit Uygurların dindar olmadıkları söylenirdi Rahipleri vardı ama Kam deniliyordu Bu Kamlar, tıpkı Moğollardaki gibi, cinlere söz geçirdiklerini ileri sürerler Onlara her istediklerini yaptırmağa güçlerinin yettiğini söylerlerdi Moğollar bu Kamlara çok Ağırlık verirlerdi Ne vakit bir işe başlayacak olurlar ise bu Kamlara sorarlardı ve ona kadar davranırlardı Hastalarına bile Kamlar bakardı Uygurlar, Buğu Han zamanında Çin hükümdârına elçiler yolladı, kendilerine Nom Kitaplarını anlayan adamlar göndermesi ipin rica etti Cinlerin din kitapları Nom'dur Bugün yaşayan bir adamın bin sene önce de yaşadığına inanırlar Cinden Nom yöntemlerini anlayan adamlar gelince Kamlarla oturup konuştular, din kitaplarını gösterdiler; tartışmayı Kamlar kaybetti Bu tartışmadan daha sonra Uygurlar Çin'den gelen yeni dini kabul ettiler (Bu din Maniheizm'dir)